HIKÂYÂT-ÜS SAHÂBE
BEŞİNCİ BÖLÜM
NAMAZIN AŞKLA, ŞEVKLE, HUŞÛ VE HUZÛ İÇİNDE KILINMASI
Bütün ibadetler arasında en önemli ibadet namazdır. Kıyamette imandan sonra ilk önce namazdan sorulacaktır. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Küfür ve İslam arasını ayıran şey namazdır.” Bu konuda bundan başka daha bir çok rivayetlerde vardır. Onlar benim diğer kitabımda zikredilmiştir.”
1. NAFİLE İBADETLER HAKKINDA ALLAH (C.C.)’NUN BUYRUĞU
Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Kim Benim veli bir kuluma düşmanlık yaparsa, Ben ona savaş ilan ederim. Hiç kimse Benim kendisine farz kıldığım şeyden daha üstünüyle Bana yakınlık kazanamaz. Yani Bana en fazla yakınlık ve beraberlik farzları eda etmekle elde edilir. Kulum Bana nafilelerle git gide yaklaşır, nihayet Ben onu Kendime sevgili kılarım da onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isteyince ona veririm. Bana sığındığı zaman onu korurum.”
İZAH: Allahu Teâlâ’nın o kişinin gözü, kulağı olmasından maksat, o kişinin görmesi, dinlemesi, yürümesi, gezmesinin hepsi Allah’ın rızasına uygun olması ve O’nun rızasına aykırı olmaması demektir. Farzların yanı sıra çokça nafile ibadet etmeye tevfik verilen ve bu nimet kendilerine nasip olan kimseler, ne kadar bahtiyardırlar! Allahu Teâlâ Kendi lütfu ile bana ve dostlarıma bunu nasip eylesin!
2. PEYGAMBER (S.A.V.)’İN BÜTÜN GECE NAMAZ KILMASI
Bir kişi Hz. Aişe radıyallahu anha’ya “Rasûlullah’ın hayatında gördüğünüz hayret verici bir şeyi bana anlatınız” dedi. Hz. Aişe radıyallahu anha “Efendimizin hangi şeyi hayret verici değildi ki, şüphesiz her hareketi hayret vericiydi. Bir gece vakti geldi, yanıma yattı. Sonra <Bırak Rabbime ibadet edeyim> buyurdu. Ve namaza durdu, ağlamaya başladı. Hatta gözyaşları mübarek göğsüne kadar aktı, sonra rükua gitti. Orada da aynı şekilde ağladı. Sonra secdeye gitti, orada da aynı şekilde ağladı. Secdeden kalkınca yine ağlamaya devam etti. Nihayet Hz. Bilal radıyallahu anh gelip sabah namazı için seslendi. Ben <Ey Allah’ın Rasúlü siz niçin bu kadar ağladınız, halbuki siz günahsızsınız. Allahu Teâlâ gelmiş ve geçmiş günahlarınızı affedeceğini vaadetmiştir> dedim. Buyurdu ki: <O halde ben (Allah’a) şükreden bir kul olmayayım mı?> ve sonra şöyle buyurdu: <Bana bu gün şu ayetler nazil oldu:>”
“Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sahipleri için (Allah’ın varlığını, kudret ve azametini gösterir kesin) deliller vardır. / Akıl sahipleri o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (daima) Allah’ı anarlar.” (Âl-i Imrân-190, 191)
Bir çok rivayetlerde şöyle geçmektedir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem geceleri o kadar uzun namaz kılardı ki, ayakta dura dura ayakları şişerdi. Halk “Ey Allah’ın Rasûlü! Sizin bütün günahlarınız bağışlandığı halde neden bu kadar meşakkat çekiyorsunuz” dediler. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.”
3. PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN DÖRT REKATTA (KUR’AN’DAN) ALTI CÜZ OKUMASI
Hz. Avf radıyallahu anh diyor ki: “Bir defasında ben bir yolculukta Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’le beraberdim. Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam misvak kullanıp abdest aldı ve namaza durdu. Ben de onunla birlikte namaza durdum, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem birinci rekatta Bakara sûresini okudu, rahmet ayeti gelen yerde uzun müddet Allah’tan rahmet diledi. Azap ayeti gelen yerde uzun müddet azabından Allah’a sığındı. Sûre bitince rükua gitti. Bakara sûresini okuyacak kadar uzun bir rüku yaptı. Rükuda şu duayı okudu:
Sonra aynı uzunlukta secde yaptı.ikinci rekatta Âl-i İmrân sûresini okudu.Böylece bir rekatta bir süre okuyordu.”Bu dört rekatta yaklaşık altı buçuk cüz eder.Her rahmet ve azap ayetine gelince uzun uzun dua yapilan rüku ve secdesi bu kadar uzun olan bir namaz kim bilir ne kadar uzundu. Hz. Huzeyfe radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte kılmış olduğu buna benzer bir namaz hadisesini anlatarak şöyle buyurmuştur: “Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem dört rekatta, dört sûreyi (Bakara sûresinden Maide sûresinin sonuna kadar) okudu”.
İZAH: Bu dört sûre altı buçuk cüze yakın bir miktar tutmaktadır. Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem bunları dört rekatta okumuştur. Ayrıca bir çok hadislerde bildirildiği gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek âdeti, (Kur’an-i Kerim’i) tecvid ve tertil ile okumasıydı. Bununla birlikte her rahmet ve azap ayetinde durup dua etmesi, sonra bu kadar uzun rüku ve secde yapmasından dolayı, dört rekat için ne kadar zaman harcadığı tahmin edilebilir. Bazı defa Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bir rekatta, Bakara, Âl-i İmrân, Maide olmak üzere üç sûre okumuştur. Bu takriben beş cüz tutmaktadır. Bu hal, namazda huzur ve gözlere nur nasip olunca mümkün olur. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Gözümün nuru namazdadır” buyurmuştur.
“Allah’ım! O’na tâbi olmayı bana nasip eyle”
4. HZ. EBÛ BEKİR (R.A.), HZ. İBNİ ZÜBEYR (R.A.), HZ. ALİ (R.A.) VE DİĞER ALLAH DOSTLARININ NAMAZLARI
Mücahid rahmetullahi aleyh Hz. Ebû Bekir ve Hz. Abdullah İbn-i Zübeyr radıyallahu anhuma’nın namaz kılışlarını naklederek şöyle anlatıyor: “Onlar namaz kılmaya başlayınca sanki yere dikilmiş bir direk gibi dururlardı.”” Yani hiç hareket etmezlerdi. Alimler şöyle yazmışlardır: Hz. İbni Zübeyr radıyallahu anh namaz kılmasını Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh’dan öğrendi. Hz. Ebû Bekir de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemi den öğrendi. Yani Hz. Ebû Bekir ve Hz. İbni Zübeyr Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in kıldığı gibi namaz kılarlardı. Hz. Sabit radıyallahu anh diyor ki: Abdullah Ibni Zübeyr radıyallahu anh namazda yere dikilmiş bir ağaç gibi dururdu. Bir başkası diyor ki: Hz. İbni Zübeyr radıyallahu anh o kadar uzun ve hareketsiz secde ederdi ki, kuşlar gelip sırtına konardı. Bazen o kadar uzun rüku ederdi ki bütün geceyi rükuda geçirirdi. Bazen de secdesi o kadar uzardı ki bütün gece (bir secdeyle) geçerdi. Hz. Ibni Zübeyr’e yapılan saldırıda atılan büyük bir taş mescidin duvarına çarpınca duvardan bir parça sıçradı ve namaz kılmakta olan Hz. Ibni Zübeyr’in sakalı ve göğsü arasından geçti. Ama o, ne telaşa kapıldı, ne de rüku ve secdesini kısalttı. Bir keresinde namaz kılıyordu, oğlu Haşim de yanında uyuyordu. Çatıdan bir yılan düşüp çocuğa sarıldı. Çocuk çığlık attı, evdekilerin hepsi koşarak geldiler, bir gürültü koptu ve yılanı öldürdüler. Ibni Zübeyr ise namazı aynı Itminanla kılmaya devam etti. Selam verince “Gürültüye benzer bir ses gelmişti o neydi?” dedi. Hanımı “Allah sana rahmet etsin, çocuğun canı gidiyordu, senin haberin bile olmadı” devince Hz. Ibni Zübeyr radıyallahu anh “Sana yazıklar olsun namazda başka bir tarafa iltifat etseydim namaz nerede kalırdı?” dedi.
Hz. Ömer radıyallahu anh ömrünün son zamanlarıydı. Ölümüne sebep olacak şekilde hançerlenmişti. Yarasından devamlı kan akıyordu. Çoğu zaman baygınlik geçiriyordu. Ama bu halde iken bile namaz için kendine getirilir, namazını kılar ve şöyle buyururdu: “Namazı terk edenin Islam’dan bir payı yoktur. Hz. Osman radıyallahu anh bütün geceyi uyanık geçirir ve bir rekatta bütün Kur’an-ı Kerim’i hatmederdi.’ Hz. Ali radıyallahu anh’ın âdeti ise namaz vakti gelince vücudunda titreme başlar ve yüzü sararırdı. Biri bunun sebebini sorunca, “Allahu Teâlâ göklere, yerlere ve dağlara emaneti indirince onlar onu taşımaktan aciz kaldılar. O emaneti ben üzerime aldım, şimdi o emaneti eda etmenin vakti gelmiştir” dedi.
Biri Halef bin Eyyüb rahmetullahi aleyh’e, “Namazda iken sizi sinekler rahatsız etmiyor mu?” deyince, o “Suçlular hükümetin kırbaçlarını yedikleri halde hareket etmiyorlar, bir de <Bana şu kadar kırbaç vuruldu da hiç kıpırdamadım> diye gururlanıyor, kendi sabır ve tahammülleriyle övünüyorlar. Ben ise kendi Rabbimin huzurunda bir sinek yüzünden hareket mi edeyim?” dedi. Müslim bin Yesâr rahmetullahi aleyh namaz kılmak için ayağa kalkınca ev halkına “Siz aranızda konuşmaya devam edin. Ben sizin konuşmalarınızın farkına bile varmam” derdi. Bir gün basra Camii’nde namaz kılarken, caminin bir bölümü yıkıldı, halk koşarak oraya toplandılar. Gürültü, patırtı oldu ama o farkına bile varmadı. Hâtemi Esâm rahmetullahi aleyh’e biri namazdaki halini sorunca şöyle dedi: “Namaz vakti gelince abdest aldıktan sonra <vücudumun bütün azaları sakinleşsin> diye namaz kılacağım yere otururum, sonra namaz için ayağa kalkarım. Beytullah’ı gözümün önünde kabul ederim, sırat köprüsünü ayaklarımın altında, Cennet’i sağımda, Cehennem’i solumda ve ölüm meleğinin arkamda durduğunu hayal eder ve <bu benim son namazımdır> diye düşünürüm. Sonra tam bir huşu ve huzu ile namazı kılarım ve <kim bilir kabul oldu mu olmadı mı> diye ümit ve korku arasında kalırım.
5. MUHACİR VE ENSARDAN İKİ KİŞİNİN MUHAFIZLIĞI VE EŅSARDAN OLANIN NAMAZDA İKEN OKLA YARALANMASI
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir gazveden dönüyordu. Geceleyin bir yerde konakladı ve şöyle buyurdu: “Bu gece kim nöbet tutacak?” Biri muhacir ve biri ensardan olan Hz. Ammar bin Yasir radıyallahu anh ve Hz. Abbâd bin Bişr radıyallahu anh “Biz ikimiz tutarız” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem düşmanın gelebileceği bir tepe yolunu haber vererek orada beklemelerini söyledi, ikisi de oraya gittiler ve ensardan olan kişi muhacire “Geceyi ikiye bölelim. Bir bölümünde sen uyursun, ben uyanık kalırım, diğer bölümünde sen uyanık kalırsın, ben uyurum. Çünkü, ikimizin de bütün gece uyanık kalmasından dolayı bir anda ikimize de uyku galip gelirde uyuruz. Bizden uyanık olan, bir tehlike hissedince arkadaşını uyandırsın” dedi. Nitekim gecenin ilk yarısında ensardan olan kişinin uyanık kalması kararlaştırıldı ve muhacir uyudu. Ensardan olan namaza durdu. Düşman tarafından bir kişi gelerek, uzakta ayakta durmakta olan birini gördü. Bir ok attı, hiçbir kıpırdama görmeyince ikinciyi attı, aynı şekilde (bir hareket göremeyince) üçüncüsünü attı. Okların üçü de ona isabet ediyordu, o da okları vücudundan çıkarıp atıyordu. Sonra sükunetle rüku etti, secde etti. Namazı tamamlandıktan sonra arkadaşını kaldırdı. Düşman, bir kişinin yanında ikincisini görünce, “Kim bilir bunlar kaç kişilerdir?” diye kaçtı. Arkadaşı kalkınca, ensardan olanın vücudunun üç yerinden kanlar aktığını gördü. Muhacir olan “Sübhanallah sen beni baştan niye kaldırmadın?” dedi. Ensardan olan “Ben Kehf sûresini okumaya başlamıştım, gönlüm onu bitirmeden rükua gitmeye razı olmadı. Şu anda bile üst üste isabet eden oklardan dolayı ölürsem, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in vermiş olduğu vazifeyi yerine getirememiş olurum diye endişe ediyorum. Eğer bu endişem olmasaydı, sûreyi bitirmeden rükua gitmezdim” dedi.
İZAH: İşte onların namazı ve namazdan aldıkları zevk böyleydi! Ok üzerine ok yesin, kan revan içinde kalsın da namazdaki lezzette bir değişme olmasın! Bizim namazımıza gelince, bir sivrisinek isırsa namazda olduğumuzu unuturuz. Hele arinın sokmasını sormaya hiç gerek yok.
Burada ihtilaflı olan fıkhi bir mesele vardır. Şöyle ki; Imam-i Azam rahmetullahi aleyh’e göre kan çıkmakla abdest bozulur. Imam Şafii rahmetullahi aleyh’e göre bozulmaz. O sahâbilerin de bu görüşte olmaları mümkündür veya o an bu meseleyi araştıramamışlardı. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onların yanında değildi veya henüz böyle bir hüküm yoktu.
6. HZ. EBÛ TALHA (R.A.)’IN NAMAZDA HATIRINA GELEN BİR ŞEY YÜZÜNDEN BAĞINI VAKFETMESİ
Hz. Ebû Talha radıyallahu anh bir gün bağında namaz kılıyordu. Bir kuş uçtu, bağdaki (ağaçlar) çok sık olduğu için dışarıya çıkmak için yol bulamadı. Bir o tarafa bir bu tarafa uçarak bir çıkış yolu arayıp durdu. Ebû Talha’nın gözü ona ilişti ve bu manzaradan dolayı zihni o tarafa kaydı. Gözü kuşla beraber geziyordu. Birden namazda olduğunu hatırladı ve hangi rekatta olduğunu unuttu. Bu bağ yüzünden namazda şaşırarak böyle bir musibete uğradığından dolayı derhal Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna çıktı, bütün olanları anlattı ve “Bu musibet, o bağ yüzünden başıma geldi. Bundan dolayı o bağı Allah yoluna veriyorum, siz nereye dilerseniz oraya harcayınız” dedi.
Buna benzer bir kıssa da Hz. Osman radıyallahu anh’ın halifeliği zamanında meydana gelmişti. Şöyle ki; ensardan bir zat bağında namaz kılıyordu. Hurmaların olgunlaşma zamanıydı. Hurma salkımları ağırlıktan dolayı daha da sarkmışlardı. Gözü hurma salkımlarına takıldı ve salkımların hurmalarla dolu olması çok hoşuna gitti. Düşüncesi o tarafa kayınca kaçıncı rekatta olduğunü unuttu. Bundan dolayı o kadar üzülüp kederlenmişti ki, bu sıkıntıya sebep olan o bağı artık elinde tutmamaya karar verdi. Hz. Osman radıyallahu anh’ın yanına giderek “Bu bağı Allah yolunda harcamak istiyorum. Nasıl istersen öyle kullan” dedi. Hz. Osman radıyallahu anh o bağı elli bin dirheme satarak parasını dini ihtiyaçlara harcadı.
İZAH: İşte namaz gibi önemli bir ibadette, aklına başka bir şey geldiği için değeri elli bin dirhem olan bağını hemen (Allah yolunda) tasadduk etmek bir iman gayretidir. Şah Veliyyullah rahmetullahi aleyh Kavli Cemil adlı eserinde Allah dostlarının Allah’a olan bağlılıklarının kısımlarını yazarken bu hâdise hakkında şöyle yazmıştır: İşte bu bağlılık Allah’a itaati, onun dışındaki her şeye tercih etmek ve bu hususta gayrete gelmektir. İşte bundan dolayı bu mübarek zatlar, “Allah’a itaat ederken neden başka bir şeyle ilgilendik” diye pişman olmuşlardır.
7. HZ. İBNİ ABBAS (R.A.)’IN NAMAZDAN DOLAYI GÖZÜNÜ TEDAVİ ETTİRMEMESİ
Hz. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhuma’nın gözüne su inmişti. Göz tabipleri huzuruna gelerek “İzin verirseniz gözünüzü tedavi edelim. Ancak beş güne kadar dikkat edeceksiniz ve secdeyi yere değil de yüksek bir tahta üzerine yapmanız gerekecek” dediler. İbni Abbas radıyallahu anhuma “Bu asla olamaz. Vallahi bir rekatı dahi bu şekilde kılmayı kabul edemem. Rasûlullah’ın şöyle söylediğini biliyorum: <Bir kimse bir tek namazı dahi bilerek terk ederse Allahu Teâlâ kendisine dargın olduğu halde Allah’a kavuşacaktır.>”
İZAH: Gerçi mecburi durumlarda namazı bu şekilde kılmak dine göre caizdir. Bu şekilde namaz kılmak, namazı terk etmek hükmüne girmez. Fakat Sahâbe-i Kirâm hazretlerinin namaza olan bağlılıkları ve Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in buyruklarına göre amel etmeye çok önem vermelerinden dolayı Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma gözünü tedavi ettirmek istememiştir. Çünkü o mübarek zatlara göre bir namaz için bütün dünya feda edilebilirdi. Bugün biz, utanmadan din uğrunda kendini yok eden (bu zatlar) hakkında ağzımıza gelen lafları savuruyoruz. Yarın (kıyamet günü) mahşer meydanında o lIslam fedaileri gezip dolaşmanın zevkini tadarken, onlarla karşılaşacağız. İşte o vakit onların kim olduğu, bizim onlara nasıl davrandığımızın gerçeği bilinecektir.
8. SAHÂBELERİN, NAMAZ VAKTİ GELİNCE DÜKKANLARINI DERHAL KAPATMALARI
Hz. Abdullah Ibni Omer radıyallahu anhuma bir gün çarşıda otururken namaz vakti geldi. Herkesin bir anda dükkanlarını kapàtıp, camiye gittiklerini gördů. Ibni Ömer radıyallahu anhuma buyuruyor ki: “İşte bu kimseler hakkında şu ayet nazil olmuştur:”
“Nice adamlar vardır ki, ne bir ticaret ne de bir alış-veriş, Allah’ı anmaktan (O’na ibadet etmekten ve emirlerine bağlanmaktan), namazı gereği üzere kılmaktan ve zekat vermekten kendilerini alıkoymaz. Onlar, bir günden (kıyametten) korkarlar ki, o günde kalpler ve gözler korkudan halden hale döner kıvranır.” (Nur-37)
Hz. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhuma buyuruyor ki: “Onlar ticaret vs. gibi kendi işleriyle uğraşıyorlardı. Fakat ezan sesini işitince her şeyi bırakarak hemen camiye giderlerdi.” Bir defasında şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki bunlar tüccarlardı ama onların ticareti onları Allah’ı zikretmekten alıkoymazdı.” Hz. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh bir defa çarşıda otururken ezan okundu. Halkın kendi eşyalarını bırakarak namaza gittiklerini gördü. (Bunun üzerine) İbni Mes’ûd radıyallahu anh buyurdu ki: “İşte bu insanlar, Allahu Teâlânın
“Nice adamlar vardır ki, ne bir ticaret ne de bir alış-veriş, Allah’ı anmaktan namazı gereği üzere kılmaktan ve zekat vermekten kendilerini alıkoymaz” diye methettiği kimselerdir.”
Bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Allahu Teâlâ bütün insanları bir yerde toplayıp şöyle buyuracak; <Neşeli ve kederli, her iki halde Allah’a hamd edenler nerededirler?> Bunun üzerine bir küçük topluluk kalkacak ve hesapsız Cennet’e gireceklerdir. Sonra <Geceleri yataklarından uzak durup, korku ve ümitle Rabbini zikredenler nerededirler?> buyuracak. (Bunun üzerine) ikinci bir küçük topluluk kalkıp hesapsız Cenneťe gireceklerdir. Sonra, <Ticaret ve alışverişleri kendilerini Allah’ı zikretmekten alıkoymayanlar nerededirler?> buyurulunca, üçüncü küçük bir topluluk kalkıp hesapsız olarak Cennet’e gireceklerdir. Bundan sonra geriye kalanların hesabı başla- yacaktır.” Dūrrü Mensûr
9. HZ. HUBEYB (R.A.)’IN ÖLDÜRÜLECEĞİ ZAMAN NAMAZ KILMASI, HZ. ZEYD VE HZ. ASIM (R.A.)’NIN ÖLDÜRÜLMELERİ
Uhud savaşında öldürülen kafirlerin yakınlarının intikam duyguları kabarmıştı. Bu savaşta iki oğlu öldürülen Sülâfe adlı kadın (oğullarını öldüren) Asım’ın başını eline geçirirse, onun kafatasında şarap içeceğine yemin etti. Bunun için Asım’ın başını getirene yüz deve mükafat vereceğini ilan etti. Bu hırs Süfyan bin Halid’i onun başını getirmeye hazırladı. Nitekim, Adıl ve Kâre kabilesinden birkac adamı Medine-i Münevvere’ye gönderdi. Onlar kendilerini müslüman göstererek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den Islam’ı öğretip tebliğ edebilecek birkaç kişiyi beraberlerinde istediler. Gönderilecekler arasında güzel vaaz ettiğinden dolayı Asım’ın da bulunmasını rica ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem on kişiyi, bazı rivayetlere göre altı kişiyi onlarla beraber gönderdi. Hz. Asım radıyallahu anh da onların arasındaydı. Alıp götürenler yolda giderken sözlerini bozdular. Aralarında yüz tane meşhur okçu bulunan iki yüz kişilik düşmanı sahâbelerle savaşmak için çağırdılar. Bazı rivayetlerde, Peygamberimizin bu cemaati Mekke’lilerden haber getirmek için gönderdiği bildirilmiştir. Yolda Lihyân oğullarından iki yüz kişi ile çatışma oldu. On kişi veya altı kişiden oluşan bu küçük cemaat durumu görünce Fedfed denilen tepeye tırmandılar. Düşmanlar: “Biz topraklarımızı sizin kanlarınızla boyamak istemiyoruz. Sadece Mekke halkından sizin karşılığınızda biraz mal almak istiyoruz, bizimle gelirseniz sizi öldürmeyiz” dediler. Fakat onlar “Biz kafirlerin anlaşması altına girmek istemiyoruz” deyip okluklarından ok çıkararak onlara karşı koymaya başladılar. Okları bitince mızraklarla savaştılar. Hz. Asım arkadaşlarına “Sizi aldattılar, ama telaşa kapılacak bir şey yok. Şehitliği ganimet bilin, sizin sevdiğiniz (Allah) sizinle beraberdir. Cennet’in hûrileri sizi beklemektedir” dedikten sonra coşarak mızrağı ile hücuma geçti. Mızrak kırılınca kılıcını çekti. Karşı taraf çok kalabalikti. Sonunda şehit oldu. (Son nefesinde) şöyle dua etmişti: “Allah’ım, Rasûlü’nü bu halimizden haberdar eyle!” Nitekim bu dua kabul oldu ve aynı anda Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hadiseden haberdar oldu. Sülafe’nin kendi kafatasınaa şarap içmeyi dilekte bulunduğunu bildiğinden Asım radıyallahu anh ölürken şöyle dua etmişti: “Allah’ım! Başım Senin yolunda kesilecek. Onu muhafaza edecek ancak Sensin.” Bu duası da kabul edildi. Şehit olduktan sonra kafirler başını kesmek isteyince Allahu Teâlâ bal arıları, bazı rivayetlere göre yabani arılardan bir topluluk gönderdi. Onlar Asım’ın vücudunu dört bir taraftan sardılar. Kafirler “Geceleyin bu arılar uçup gidince başını keser alırız” diye düşündüler, fakat geceleyin yağmur yağdığından sel geldi ve onun na’şını alıp götürdü. Bu çatışmada yedi veya üç kişi şehit oldu. Geriye üç kişi kaldı (bunlar) Hz. Hubeyb, Zeyd bin Desene ve Abdullah bin Tarık radıyallahu anhum’du. Kafirler bu üç kişiye söz verip yemin ederek “Aşağıya gelin size ihanet etmeyeceğiz” dediler. Bu üç kişi aşağıya iner inmez kafirler onların yaylarının iplerini çıkarıp ellerini bağladılar. Hz. Abdullah bin Tarık “Bu ilk ihanettir, ben asla sizinle birlikte gitmeyeceğim. Şu şehit olanlara uymayı tercih ederim” dedi. Kafirler onu zorla sürüklemek istediler, fakat o gelmeyince onu da şehit ettiler. Artık yanlarında iki kişi kalmıştı. Onları götürüp Mekke’lilere sattılar. Hz. Zeyd bin Desene’yi Safvân bin Ümeyye elli deve karşılığında satın aldı. Babası Ümeyye’nin bedeli olarak onu öldürecekti. Diğeri Hz. Hubeyb radıyallahu anhdı. Onu Hüceyr bin Ebi İhâb yüz deve karşılığında satın aldı. Babasının bedeli olarak onu öldürmek istiyordu. Sahih-i Buhari’deki rivayete göre onu Haris bin Amir’in çocukları satın aldılar. Çünkü o Bedir’de Haris’i öldürmüştü. Safvân kendi esiri Hz. Zeyd radıyallahu anh’ ın öldürülmesi için, hemen kölesiyle birlikte gönderdi. Bu manzarayı seyretmek için daha birçok insanlar toplandılar. Aralarında Ebû Süfyan da vardı. Şehit edileceği sırada Hz. Zeyd’e “Ey Zeyd, Allah adına doğru söyle, senin yerine Muhammed’in boynunun vurulmasını, senin de serbest birakılarak çoluk-çocuğunun arasında huzur ve mutluluk içinde yaşamanı ister misin?” diye sorunca Hz. Zeyd şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki ben evde rahatça otururken, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e bulunduğu yerde bir dikenin bile batmasına tahammül edemem.” Bu cevabı işiten Kureyşliler şaşırıp kaldılar. Ebû Süfyan “Muhammed’in arkadaşlarının onu sevmelerinin benzerini hiçbir yerde görmedim” dedi. Ondan sonra Zeyd şehit edildi.
Hz. Hubeyb radıyallahu anh bir müddet hapiste kaldı. Cüheyr’in sonradan müslüman olan cariyesi diyor ki: “Hubeyb elimizde esirken bir gün eline aldığı insan başı kadar büyük bir üzüm salkımını yediğini gördük. Halbuki o sırada Mekke’de hiç üzüm yoktu.” Yine o cariye diyor ki: “O’nun öldürülme vakti yaklaşınca temizlenmek için bir ustura istedi. Kendisine ustura verildi. Tesadüfen o anda küçük yaştaki bir çocuk Hubeyb radıyallahu anh’ın yanına gitti. İnsanlar Hubeyb’in elinde usturayı ve yanında çocuğu görünce dehşete kapıldılar. Hz. Hubeyb radıyallahu anh “Siz bu çocuğu öldüreceğimi mi sanıyorsunuz. Ben böyle bir şey yapamam” dedi. Sonra o haremin dışına getirildi, idam edilmeden önce son arzusunu öğrenmek için “Bir dileğin varsa söyle” denildi. O da “Bana iki rekat namaz kılma fırsatı verilsin de iki rekat namaz kılayım. Çünkü dünyadan gitme ve Allahu Teâlâ’ya kavuşma anı yaklaşmıştır” dedi. Nitekim ona mühlet verildi. O son derece huzur içinde iki rekat namaz kıldı, sonra şöyle dedi: “Eğer <ölümden korktuğu için geciktiriyor> diye düşüneceğiniz aklıma gelmeseydi iki rekat daha kılardım.” Ondan sonra onu astılar. (Asılmadan önce) şöyle dua etti: “Allah’ım! Senin yüce Rasûlü’ne benim son selamımı ulaştıracak bir kimse yok mu?” Nitekim aynı anda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e vahiy yoluyla selamı ulaştırıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ve aleykümüsselam ya Hubeyb” buyurdu ve yanındakilere Kureyşlilerin Hubeybi öldürdüklerini söyledi. Hz. Hubeyb radıyallahu anh asılacağı sırada kırk kafir mızraklarıyla dört taraftan ona saldırdılar ve vücudunu delik deşik ettiler. Hz. Hubeyb öldürülmeden önce biri “Allah için doğru söyle, Muhammed’i öldürüp seni serbest bırakmamızı ister misin?” diye sorunca; “Vallahilazim canımın karşı- lığında Peygamberimize bir diken batmasını dahi istemem” dedi.’ ‘Fethul-İslâm
İZAH: Aslında bu kıssaların her bir kelimesi bir ibrettir. Fakat bu hádisede iki şey özellikle değer vermeye ve ibret almaya şayandır. Birincisi; bu yüce insanların Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e olan aşk ve sevgileri ki can giderse gitsin diyorlar. Fakat canını kurtarma pahasına Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemi en ufak bir zahmet ulaşmasına dair bir sözü bile söylemeye dayanamıyorlardı. İşte bundan dolayı kafirler Hubeyb radiyallahu anh’a yalnız dili ile söyletmek istemişlerdi. Bu sadece bir sözdũ, yoksa doğrudan Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e eziyet etmeye kafirlerin gücü yetmezdi. Zaten kafirler Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e karşılıklı veya karşılıksız her zaman kötülūk yapmak için uğraşıyorlardı. İkincisi; namazın büyüklüğü ve sevgisiydi ki, böyle ömrünün son zamanlarında insan genellikle çoluk-çocuğunu hatırlar, onların yüzlerini görmeyi merak eder. Haber ve selam göndermek ister. Fakat bu zatların (son anlarındaki) selam ve haberleri ancak Peygamber için oluyor ve son arzuları da iki rekat namaz kılmak oluyordu.
10. CENNET’TE PEYGAMBER (S.A.V.) İLE BERABER OLABİLMEK İÇİN NAMAZ KILMAK
Hz. Rebia radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi veselleme hizmetle geceyi geçirir, teheccüd vaktinde, abdest suyu ve diğer (misvak ve seccade gibi) ihtiyaçlarını hazırlardım. Bir sefer Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisine yaptığım hizmetlerden memnun kalarak “İste ne istersen” buyurdu. Ben de “Ya Rasûlallah, Cennet’te seninle beraber olmak isterdim” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Daha yok mu?” buyurdu. Ben “Yalnız bunu istiyorum” deyince. “Peki (öyleyse) çok secde ederek (namaz kılarak) bana yardımcı ol” buyurdu.”
İZAH: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu sözünde sadece duaya güvenerek oturmamaya, aksine aramak ve çalışmanın da gerekli olduğuna dikkat çekilmiştir. En önemli ibadet namazdır. Ne kadar çok kılınırsa, o kadar çok secde edilmiş olur. “Falan şeyh veya büyük zâtın duâsını alırız” diye güvenip oturan kimselerin davranışları büyük bir hatadır. Allahu Teâlâ bu dünyayı sebeplere bağlamıştır. Gerçi sebepler olmadan da O her şeye kâdirdir. Ara sıra kudretini göstermek için sebepsiz de yapmaktadır. Ancak genel olarak Allah’ın âdeti, dünya işlerini sebeplere bağlamasıdır. Hayret, biz dünya işlerimizde yalnız takdire ve duaya güvenip hiçbir zaman oturmayıp, bin bir gayretle çalışıyoruz, ama din işlerine gelince, kader ve dua ortaya çıkıyor. Şüphe yok ki Allah dostlarinın duaları son derece önemlidir. Ancak Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bile “Çok secde ederek benim duama yardımcı ol” buyurmuştur. Ebû Dâvûd
Online sipariş yapabirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de