HIKÂYÂT-ÜS SAHÂBE

ALTINCI BÖLÜM


SAHÂBELERİN DİN KARDEŞLERİNİ KENDİLERİNE TERCİH ETMELERİ, YARDIMLAŞMALARI VE MALLARINI ALLAH YOLUNDA HARCAMALARI

Kendi ihtiyacı olduğu halde başkalarını kendine tercih etmeye îsâr denir. Sahâbe’i Kirâm’ın her edası, her âdeti öyle yüceydi ki, onlara denk olmak bir tarafa, onların yaptığının bir parçasının dahi bahtiyar birine nasip olması büyük bir saadettir. Fakat onlardaki bazı sıfatlar öyle farklıydı ki yalnız onlara mahsustu. O sıfatlardan biri de başkalarını kendine tercih etmektir. Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bu sıfatı şu ayetle övmüştür: …

“Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendileri üzerine tercih ederler.” (Haşr-9)

1. BİR SAHÂBİNİN MİSAFİRİNİ KARANLIKTA DOYURMASI

Bir sahâbi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelerek aç ve perişan olduğunu söyledi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendi evlerine bir adam gönderdi. Ama yiyecek bir şey bulamadı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sahâbelere “Bunu

bir geceliğine misafirliğe kabul edecek var mı?” diye sordu. Ensardan bir sahâbi “Ey Allah’ın Rasûlü ben misafir ederim” dedi, onu evine götürdü ve hanımına “Bu, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in misafiridir, ikramda hiçbir eksiklik etme ve hiçbir şeyi saklama” dedi. Hanımı “Allah’a yemin olsun, çocuklar için ayırdığım biraz yiyecekten başka evde hiçbir şey yok” dedi. Sahâbi “Çocukları avutarak uyut. Onlar uyuyunca yemeği getirip misafirle beraber oturalım. Sonra sen kalkıp kandili düzeltme bahanesiyle söndürüver dedi. Nitekim hanımı aynısını yaptı. Karı-koca ve çocukları geceyi aç olarak geçirdiler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:

“Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendileri üzerine tercih ederler.” (Haşr-9)

İZAH: Sahâbelerin hayatında böyle bir çok hadiseler vardır. Nitekim buna benzer bir hadiseyi daha yazıyoruz.


2. BİR SAHÂBİNİN ORUÇLU BİRİ İÇİN KANDİLİ SÖNDÜRMESİ

Sahâbinin biri oruç üzerine oruç tutardı. Iftarlık için yemeğe bir şey bulamazdı. Ensardan bir sahâbi olan Hz. Sâbit radıyallahu anh onun bu durumunu anladı. Hanımına “Bu gece bir misafir getireceğim. Yemeğe başladığımızda sen kandili düzeltme bahanesiyle söndür. Misafir karnını doyuruncaya kadar bir şey yeme” dedi. Nitekim o da öyle yaptı. Yiyormuş gibi yaparak yemeğe katıldılar. Sabahleyin Hz. Sabit radıyallahu anh Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in meclisine geldiğinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona “Gece misafirine karşı davranışın Allahu Teâlâ’nın çok hoşuna gitti” buyurdu.’


3. BİR SAHÂBİNİN ZEKAT OLARAK DEVE VERMESİ

Hz. Ubey bin Ka’b radıyallahu anh diyor ki: Bir keresinde Peygamber sallallahu aleyhi vesellem beni zekat malı toplamak için göndermişti. Bir adamın yanına gittim ve miktarını öğrendim. Üzerine zekat olarak bir yaşında deve farz olmuştu. Bunu ondan istedim. O “Bir yaşındaki deve ne süt verir ne de ondan binek olur dedi. Güzel, gösterişli ve genç olan bir dişi deve getirip “Al bunu götür” dedi. Ben de “Ben ounu götüremem, çünkū bana malın en iyisini almam emredilmedi. Eğer sen illa da bunu vermek istersen, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem seferdedir, bugün sizin yakınınızda falan yerde konaklayacaktır. Sen onun huzuruna gidip bu deveyi kendin ver. Eğer kabul ederse itirazım yoktur, yoksa beni mazur gör” dedim. Adam deveyi alarak benimle birlikte Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gidip şöyle dedi: “Ya Rasûlallah, zekat malını almak için elçiniz yanıma geldi, Allah’a yemin olsun ki bugüne kadar, Allah’ın Rasûlü veya onun elçisinin benim malımda tasarruf etme saadeti bana nasip olmadı. Onun için bütün malımı elçinizin karşısına koydum. Fakat elçiniz bu mal için zekat olarak bir yaşında deve yavrusunun farz olduğunu söyledi. Ya Rasûlallah, bir yaşındaki deve yavrusundan ne süt alınır ne de binmeye yarar. Bundan dolayı en iyisinden, genç olan dişi bir deve verdim de elçiniz kabul etmedi. Böylece kendim onu alarak huzurunuza geldim”. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Sana farz olan onun sana söylediğidir. Ama sen ondan daha fazla ve iyi bir malı kendi rızanla vermek istiyorsan o da kabul edilir. Allah sana bunun mükafatını lütfetsin”. Adam “İşte deve hazırdır” deyince, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Onu kabul etti ve adamın rızkının bereketli olması için dua etti.

İZAH: İşte bu malını Allah için vermenin bir görüntüsüdür. Bugünde pek çok İslam davasına kalkışanlar ve peygambere muhabbetten dem vuranlar var. Ama zekat verirken fazla vermek bir yana tam miktarını vermek bile ölüm gibi geliyor. Yüksek sınıfın ve zengin sayılanların arasında ise çoğu zaman zekat söz konusu olmaz. Bunun yanı sıra kendilerini dindar kabul eden, orta sınıf insanlar kendi akrabalarına yaptıkları masrafları veya mecbur kalarak başka bir yere harcadıkları malı bile zekat yerine saymaya çalışmaktadırlar.


4. HZ. EBÛ BEKİR VE HZ. ÖMER (R.A.)’NIN SADAKA VERMEKTE YARIŞMALARI

Hz. Omer radıyallahu anh diyor ki: Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bizlere sadaka vermeyi emretti. Allah’tan o günlerde yanımda biraz mal vardı. Kendi kendime “Bugün nedense yanımda mal var. Eğer Ebû Bekir’i geçersem bugün geçerim” dedim. Bu düşünceyle sevinerek eve gittim, evde ne varsa onun yarısını getirdim. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ev halkına ne bıraktın?” buyurdu. Ben “Bir şeyler bıraktım” dedim. “Peki ne bıraktın?” diye sordu. Ben “Yarısını bıraktım” dedim. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh evinde ne varsa hepsini getirmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ey Ebû Bekir, ev halkına ne biraktın” diye sɔrunca “Onlara Allah ve Rasûlü’nü bıraktım” dedi. Yani Allah ve Rasûlü’nün yüce isimlerinin bereketini, onların rızasını ve hoşnutluğunu bırakıp geldim demek istemişti. Ben (bunu görünce) “Ebû Bekir’i asla geçemem” dedim.

İZAH: Güzel sıfatlarda ve iyi işlerde başkasını ileri geçmeye çalışmak güzel ve hoş görülen bir şeydir. Kur’an-I Kerim’de de buna teşvik vardır. Bu hadise Tebük Gazvesine aittir. O vakit Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yardım toplanması için özellikle teşvik etmişti. Sahâbe-i Kirâm radıyallahu anhum da kendi güçlerine göre, hatta kendi güç ve imkanlarından daha fazlasıyla, yardım yapmışlardı. Bu konu ikinci bölümün sekizinci bahsinde kısaca geçmiştir.

“Allahu Teâlâ bizim ve diğer müslümanlar tarafından onlara (Sahâbe’i Kirâm’a) mükafat’ın en güzelini versin”


5. SAHÂBELERİN BAŞKALARI UĞRUNDA SUSUZLUKTAN ÖLMELERİ

Hz. Ebû Cehm bin Huzeyfe radıyallahu anh diyor ki: Yermuk savaşına katılan amcam oğlunu aramaya çıkmıştım. “Belki o susamıştır, ona su veririm” diye yanıma bir kırba su aldım. Derken onu bir yerde düşmüş, can çekişirken ve son nefeslerini vermek üzereyken gördüm. “Bir içim su vereyim mi?” diye sordum, işaretle “Evet” dedi. O sırada ona yakın bir yerde ölmek üzere olan biri “Ah” çekti. Onun sesini duyan amcamın oğlu onun yanına gitmem için işaret etti. Suyu alarak onun yanına gittim.O Hişam bin Ebi-l-Âs idi. Yanına varmıştım ki onun yakınında üçüncü bir sahâbi son nefesini veriyordu, “Ah” diye inledi. Hişam radıyallahu anh ona gitmem için bana işaret etti. Ben suyu alıp yanına vardığımda o son nefesini vermişti. Hişam’ın yanına geri döndüğüm zaman, o da ruhunu teslim etmişti. Oradan amca oğlunun yanına döndüğümde onun da hayatı son bulmuştu.

İZAH: Bu türden bir çok vakıalar hadis kitaplarında zikredilmiştir. Kardeşini kendine tercih etmenin (acaba bundan daha õte) bir sınırı var mi ki?! Amca oğlu susuz bir halde son nefesini veriyorsa, böyle bir durumda başka bir tarafı hatırlamak bile zordur. Kaldı ki, amcaoğlunu susuz bırakıp diğerine su içirmeye gitsin. Allahu Teâlâ o ölenlerin ruhunu kendi lütuf ve keremiyle mükâfatlandırsın. Çünkü onlar his ve şuurlarının kaybolduğu ölüm anında bile başkalarına yardım uğruna can veriyorlardı.


6. HZ. HAMZA (R.A.)’IN KEFENLENMESİ

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in amcası Hz. Hamza radıyallahu anh Uhud savaşında şehit olmuş, vicdansız kafirler onun kulak, burun gibi azalarını kesmişlerdi. Göğsünü de yararak kalbini çıkarmışlar ve çeşit çeşit zulümler yapmışlardı. Savaş bittikten sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ve sahâbeler şehitlerin cesetlerini arayarak onları kefenleme ve defnetme işlerini ayarlıyorlardı ki, Hz. Hamza radıyallahu anh’ın bu halini gördüler. Son derece üzüldüler ve onu bir bezle örttüler. O sırada Hz. Hamza radıyallahu anh’ın kız kardeşi Hz. Safiyye radıyallahu anha kardeşinin halini görmeye gelmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “O bir kadındır, böyle zulümleri görmeye tahammül edemez” diye onun oğlu Hz. Zübeyr radıyallahu anh’a “Anneni bakmaktan alıkoy” buyurdu. O da annesine “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bakmaktan men etti” dedi. Annesi “Ben duydum ki kardeşimin burnu, kulağı ve başka azaları kesilmiş. Allah yolunda bu büyük bir şey değildir. Biz bu hale razıyız. Ben Allah’ın.bana mükafat vermesini ümit ediyorum ve inşaallah sabredeceğim” dedi. Hz. Zübeyr radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanına giderek bu sözü anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu duyunca bakması için izin verdi. Hz. Safiyye gelip gördü ve “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” diyerek onun için Allah’tan mağfiret diledi ve dua etti.

Bir rivayette şöyle geçmektedir: Bir kadın şehitlerin cesetlerinin konulduğu yere doğru süratle geliyordu. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “Bakın, şu kadını durdurun” buyurdu. Hz. Zübeyr diyor ki: Ben onun annem olduğunu tanıdım ve onu engellemek için ileri çıktım. Fakat çok güçlüydü. Bana bir yumruk vurdu ve “Çekil önümden” dedi. Ben “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yasakladı” deyince hemen durdu. Sonra iki bez parçası çıkardı ve “Kardeşimin (şehit olduğunu duyunca) bunu ona kefen için getirdim. Bu bezlerle onu kefenleyin” dedi. Biz o bezleri alarak Hz. Hamza’yı kefenlemeye başlamıştık ki, onun yanında ensardan Hz. Süheyl radıyallahu anh adlı bir şehit yatıyordu. Kafirler ona da Hz. Hamza’ya yaptıklarını yapmışlardı. O sahâbinin bir parça dahi bezi yokken Hz. Hamza’yı iki bezle kefenlemekten utandık, bu yüzden her biri için birer bez parçası ayırdık. Ancak bezlerden biri uzun biri kısaydı. Bunun üzerine <hangi bez kimin hissesine düşerse onu o bezle kefenleyelim> diye kur’a çektik,kur’a sonucunda büyük bez parçası Hz. Süheyl’in hissesine, küçük bez de Hz. Hamza’nın hissesine düştü. Bez onun boyundan küçük olduğundan, başını örtünce ayakları açılıyor, ayaklarını örtünce başı açılıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ““Başını bezle örtün, ayaklarını ot vs. ile kapatın” buyurdu.’ İbni Sa’d radıyallahu anh’ın rivayetine göre Hz. Safiyye radıyallahu anha iki bez parçası alarak Hz. Hamza radıyallahu anh’ın cesedinin yanına gelince, onun hemen yanı başında ensardan bir mūslüman aynı hal içinde yatıyordu. Bunun üzerine bezlerin her biriyle ikisi de kefenlendi. Bu rivayete göre Hz. Hamza’nın kefeni büyüktü. Fakat  bu rivayet kısadır. Hamis’in rivayeti ise daha geniştir.

İZAH: İşte bu, iki cihan sultanı olan Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in amcasının kefenidir. Şöyle ki; bir kadın kendi kardeşi için iki bez parçası getiriyor, fakat ensardan birinin kefensiz kalmasına tahammül edemeyip her birine birer tane taksim ediliyor, üstelik küçük olan bez parçası birçok üstün vasıfları ile tercihe şayan olan birinin (Hz. Hamza’nın) hissesine düşüyor. Fakirlere yardımcı olma ve eşitlik davası güdenler eğer davalarında samimi iseler bu yüce zatlara uymalıdırlar. Çünkü onlar lafla değil, yaşayarak (davalarında doğru olduklarını) gösterdiler. Bu halimizle “Onların izindeyiz” dememiz bile utanç vericidir.


7. KOYUN BAŞININ DÖNÜP DOLAŞIP (AYNI EVE) GERİ GELMESİ

Hz. İbni Ömer radıyallahu anhuma buyurdu ki: Biri, bir sahâbiye hediye olarak bir koyun başI verdi. O sahâbi “Benim falan arkadaşımın daha fazla ihtiyacı var, çünkü ailesi kalabalık ve daha fazla muhtaç” diyerek koyun başını ona göndermişti. O da üçüncü kişi hakkında aynı şeyi düşünerek ona göndermiş, kısaca bu şekilde koyun başı, yedi evi dolaşarak ilk sahâbinin evine geri gelmiştir.

İZAH: Bu kıssadan, o yüce insanların genel olarak muhtaç ve yoksul oldukları, bir de her şahsın, diğer kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacından önde tuttuğu anlaşılmaktadır.


8. HZ. ÖMER (R.A.)’IN HANIMINI BİR DOĞUMA YARDIM İÇİN GÖTÜRMESİ

Emir-ül-Mü’minin Hz. Ömer radıyallahu anh kendi halifeliği devrinde çoğu zaman gece vakti şehri denetleyerek muhafaza ederdi. Bir defasında böyle dolaşırken bir meydana uğradı. Orada daha õnce görmediği hayvan kıllarından yapılmış bir çadır gördü. Yanına yaklaşınca bir adamın dışarıda oturmakta olduğunu gördü. Çadırdan bir inleme sesi geliyordu. Selam verip adamın yanına oturdu ve kim olduğunu sordu. Adam “Çölde yaşayan bir yolcuyum, mữ’minlerin ‘ emirine ihtiyaçlarımı arz edip, ondan yardım istemeye geldim” dedi. Hz. Ömer “Bu çadırdan niye ses geliyor” deyince, Adam “Efendi git sen işine bak” dedi, Hz. Ömer israr ederek “Hayır, söyle bu bir acı çekme sesidir deyince, o kişi “Hanımimin doğum vakti yaklaştığından sancı çekiyor” dedi. Hz. Ömer radıyalahu anh “Onun yanında başka bir kadın var mı?” deyince, Adam “Kimse yok” dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh oradan kalkarak evine geldi ve zevcesi Ümmü Gülsüm radiyallahu anha’ya “Sana çok sevaplı bir iş nasip oldu” dedi. Ũmmü Gülsüm radıyallahu anha “O nedir?” deyince, Hz. Ömer radıyallahu anh “Köylü ve çaresiz bir kadın yalniz kalmış, doğum sancısı çekiyor” dedi. Hanımı “Evet, olur sen műsaade edersen ben hazırım” dedi. Niçin hazır olmasın ki o da nihayet Hz. Fatıma radıyallahu anha’nın kızıydı. Hz. Ömer “Doğum için gerekli olan malzemeleri ve ayrıca yağ, tencere, buğday vs.yi yanına al” dedi. O da bunları yanına aldı ve beraberce gittiler. Oraya varınca Hz. Ümmü Gülsüm hemen çadıra girdi. Hz. Ömer ise ateşi yaktı, tencereye bulgur ve yağ koydu. Yemek hazır olunca doğum işi bitti. Hz. Ümmü Gülsüm radıyallahu anha içerden “Ey mü’minlerin emiri dostunuza bir oğlu olduğunu müjdeleyiniz” dedi. Adam “Mü’minlerin emiri” sözünü duyunca birden şaşırdı. Hz. Ömer radıyallahu anh ona “Telaşlanacak bir şey yok” dedi. Hasta kadına da bir şeyler yedirilsin diye tencereyi çadırın yanına koydu. Hz. Ümmü Gülsüm onu yedirdikten sonra, tencereyi dışarı verdi. Hz. Ömer radıyallahu anh köylüye “Al sen de ye, bütün geceyi uykusuz geçirdin” dedi. Sonra hanımı ile birlikte döneceği sırada adama “Yarın gel, senin ihtiyaçların temin edilecektir” dedi.

İZAH: Zamanımızda bir devlet reisi ve idareci bir tarafa, orta halli bir zengin bile fakirlerin ihtiyacını görmek veya yolculara yardım etmek için hanımını alıp geceleyin şehrin dışına götürüp, kendisi ocak yakıp, yemek pişirebilir mi? Bırakın mal sahibini, dindar denilen biri dahi böyle yapar mı? Bir düşünelim, bizler onların adları ile iftihar ediyoruz. Onlara gelen bereketlerin bize de gelmesini ümit ediyoruz. Acaba hiçbir işi de onlar gibi yapıyor muyuz?


9. HZ. EBÛ TALHA (R.A.)’IN BAĞINI VAKFETMESİ

Hz. Enes radıyallahu anh buyuruyor ki: Ensardan Ebû Talha radıyallahu anh Medine-i Münevvere’de de en çok ve en büyük bağlara sahipti. O’nun Beyruhâ denilen bir bağı vardı. Onu çok severdi. Mescid-i Nebevi’ye çok yakındı. Bol ve tatlı bir suyu vardı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çoğu zaman o bağa gidip suyundan içerdi. Kur’an-ı Kerim’deki:

“Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğin (kemaline) ulaşa nazsınız. (Âl-i İmran-92)”

ayeti nazil olunca Ebû Talha Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi ve “Ben Beyruhâ adlı bağımı çok seviyorum. Allahu Teâlâ da buyuruyor <Sevdiğiniz malı Allah yolunda harcayınız>. Bundan dolayı o bağı Allah yolunda veriyorum. Nasıl uygun görürseniz öyle harcayınız” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhl vesellem son derece memnun oldu ve “Çok güzel bir mal, ben onun senin akrabaların ve yakınların araşında taksim edilmesini uygun görüyorum” buyurdu.. Ebû Talha radıyallahu anh o bağı akrabaları arasında taksim etti.  

İZAH: Acaba biz de sevdiğimiz herhangi bir malı ve serveti birkaç vaaz dinleyerek veya Kur’an-ı Kerim’in bir ayetini okuyup, dinleyince böyle tereddut etmeden Allah yoluna verebilir miyiz? Bir şey vakfetmek vs. gibi düşünceler, bizde hayattan ümit kestikten sonra veya varislere kızıp da onları maldan mahrum etmek niyeti ile ortaya çıkar. “Bir yolunu bulayım da malım hayatta iken ancak kendi işime yarasın. Ben öldükten sonra ne olursa olsun” diye yıllarca düşünürüz. Evet, üstelik düğün, toplantı gibi nam ve şöhret için olan işlerde (para harcamak için) faizle borç almaktan çekinmeyiz.


10. HZ. EBÛ ZER (R.A.)’IN HİZMETÇİSİNİ UYARMASI

Hz. Ebû Zer Gifâri radıyallahu anh meşhur bir sahâbidir. Islam’ı kabul etmesi birinci bölümün beşinci bahsinde geçmiştir. O büyük zahidlerdendi. Ne kendisi mal biriktirir ne de başkasının mal biriktirmesini isterdi. Zenginlerle devamlı mücadele ederdi. Bundan dolayı Hz. Osman radıyallahu anh’ın emriyle sahrada küçük bir yerleşim yeri olan “Rebeze”de oturmaya başlamıştı. Ebû Zer radıyallahu anh hazretlerinin birkaç devesi ve bu develeri güden zayıf ve çelimsiz bir çobanı vardı. Ebû Zer’in geçimi bunlara bağlıydı. Beni Süleym kabilesinden bir kişi Ebû Zer radıyallahu anh’ın huzuruna gelip “Feyzinizden istifade etmek için hizmetinizde bulunmak istiyorum, çobanınıza yardımcı olur, sizin bereketlerinizden istifade ederim” diye istekte bulundu. Hz. Ebû Zer radıyallahu anh “Benim gerçek dostum bana itaat edendir. Sen itaat etmeye hazırsan memnuniyetle kalabilirsin. Söz tutmayacaksan sana ihtiyacım yok” dedi. Süleym kabilesinden olan bu zât, “Hangi hususta size itaat edilmesini istiyorsunuz?” deyince. Ebû Zer radıyallahu anh “Malımdan bir şey harcamak için emir verdiğimde malımın en iyisi harcanmalı” dedi. O şahıs diyor ki: Ben bunu kabul ettim ve orada kalmaya başladım. Derken bir gün, biri Ebû Zer radıyallahu anh’a “Subaşında yemeğe muhtaç, geçinemeyen bazı insanlar oturuyor” dedi. Ebû Zer radıyallahu anh bana “Bir deve getir” dedi. Ben gittim son derece değerli, en iyisinden, işe yarayan ve binicisine itaat eden bir deve buldum. Verdiğim söze göre o deveyi götürmeye karar verdim. Ancak “Nasıl olsa fakirlere yedirilecek, bu deve ise çok işe yarar. Ebû Zer radıyallahu anh ve yakınlarının ihtiyacını görür” diye o deveyi bırakıp ondan bir derece düşük, fakat diğer bütün develerden üstün olan bir dişi deveyi alarak Ebû Zer radıyallahu anh’ın huzuruna vardım. Ebû Zer radıyallahu anh “Sen ihanet ettin” buyurdu. Ben demek istediğini anladım. Geri dönerek ilk önceki deveyi götürdüm. Yanında oturanlara “Allah rızası için iş yapacak iki kişi var mı?” diye sordu. İki kişi ayağa kalkıp hazır olduklarını söylediler. O “Deveyi kesin ve içinde Ebû Zer’in evi de olmak üzere suyun başındaki bütün evlere eşit olarak taksim edin. Benim evime de diğer evlere verilen et kadar verin” dedi. Onlar verilen emre uyarak eti taksim ettiler, ondan sonra Ebû Zer radıyallahu anh beni çağırdı. “Malın en iyisini harcaman için sana yaptığım tembihi bilerek mi ihmal ettin, yoksa unuttun mu? Unuttuysan mazursun” dedi. Ben “Unutmamıştım, önce o deveyi almıştım, fakat <bu deve çok işe yarar, sizin de ona ihtiyacınız olur> diye düşünmüştüm. İşte sadece bundan dolayı onu bıraktım” dedim. “Sadece benim ihtiyacımdan dolayı mı bıraktın?” buyurunca, Ben; “Evet sadece sizin ihtiyacınızdan dolayı bıraktım” dedim. O, “İhtiyacım olan günü sana söyleyeyim mi? Benim ihtiyacımın olacağı gün, kabir çukuruna tek başıma konulduğum gündür. İşte o gün, benim (gerçekten) muhtaç bir duruma düşeceğim gündür. Malda üç ortak vardır. Birincisi; malı alıp götürmek için hiçbir şeyi beklemeyip iyi-kötü her türlü malı alıp götüren kaderdir. İkincisi; malını almak için senin ölmeni bekleyen varislerindir. Üçüncüsü; sen kendinsin. Eğer mümkünse ve gücün yetiyorsa üç ortak arasında en acizi sen olma, Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğin (kemaline) ulaşamazsınız. (Âl-i İmran-92)>

İşte bundan dolayı en sevdiğim malı kendim için ileri yollayayım ki benim için azık olsun” dedi.

İZAH: “Malın üç ortağı arasında en acizi sen olma” sözünden maksat şudur: Kader galip gelmeden, malın zayi olmadan veya sen ölüp de malın başkalarının eline geçmeden mümkün olduğu kadar kendine ahiret azığı biriktir. Zira öldükten sonra kimse kimseyi sormaz. Çoluk-çocuk birkaç gün ağladıktan sonra susarlar. Ölen için sadaka ve hayrat yapan ve onu hatırlayan pek az bulunur. Bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “İnsan benim malım, benim malım der. Halbuki onun malı sadece yiyip bitirdiği, giyinip eskittiği veya Allah yolunda harcayıp kendisi için ahiret hazinesinde biriktirdiğidir. Bunun dışındakiler başkalarının malıdır. Başkaları için toplanmıştır.” Bir hadiste şöyle geçmektedir: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Aranızda kim varislerinin malını kendi malından daha çok sever” diye sordu. Sahâbeler “Ya Rasûlallah, kim başkalarının malını kendi malından fazla sever ki?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “İnsanın kendi malı ancak ileriye (ahirete) gönderilendir. Geriye birakılan ise varislerin malıdır” buyurdu.


11. HZ. CÂFER (R.A.)’IN BAŞINA GELENLER

Hz. Cafer-i Tayyar radıyallahu anh Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in amcasının oğlu ve Hz. Ali radıyallahu anhın öz kardeşidir. Öncelikle bu ailenin ve sülalenin hatta bu neslin hepsi cömertlik, ihsan, cesaret ve kahramanlıkta (geçmişte) seçkin olmuşlar ve (şimdi de) seçkindirler. Bununla beraber Hz. Cafer radıyallahu anh kimsesiz fakirlere hususi bir ilgi gösterirdi. Gariplerle beraber oturup kalkardı. Kafirlerin eziyetlerine dayanamayarak ilk olarak Habeşistan’a hicret etmişti. Kafirler peşlerinden oraya da ulaşınca Kral Necaşi’nin yanında kendilerini savunmak zorunda kalmıştı. Bu kıssa birinci bölümün onuncu bahsinde geçmiştir. Habeşistan’dan geri dönünce Medine’ye hicret etti ve Mûte savaşında şehit oldu. Bu hadise bir sonraki bölümün sonunda anlatılacaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Cafer radıyallahu anh’ın ölüm haberini alınca baş sağlığı dilemek için onun evine gitti ve çocukları Abdullah, Avn ve Muhammed’i çağırdı. Onların hepsi küçük yaştaydı. Başlarını okşadı ve bereket duası yaptı. Bütün çocuklarda babalarındaki güzel sıfatlar vardı. Fakat Abdullah’ta cömertlik sıfatı çok fazlaydı. Bu yüzden ona “Kutbu-s-Sehâ (Cömertlik Kutbu)” lakabı verilmişti. Yedi yaşında iken Peygamberimize biat etmişti. İşte bu Abdullah bin Cafer’i, bir adam Hz. Ali’nin huzurunda kendisi için aracı yapmıştı. Onun sözü kabul edilince adamın işi olmuştu. Bunun üzerine adam Hz. Abdullah bin Cafer’e hediye olarak kırk bin dirhem gönderdi. O “Biz iyiliklerimizi satmıyoruz” diyerek dirhemleri geri gönderdi. Bir defa bir yerden kendisine hediye olarak iki bin dirhem geldi. Bulunduğu mecliste hepsini taksim etti. Bir tüccar pazarda satmak için çok miktarda şeker getirmişti. Fakat onu satamamıştı. Üzülmüş ve kederlenmişti. Abdullah bin Cafer radıyallahu anh kendi adamlarına bütün şekeri satın almalarını ve halka bedava dağıtmalarını söylemişti. Geceleyin onun kabilesine gelen bir misafir yemek, içmek ve her türlü ihtiyaçlarını onun evinden temin ederdi.

Hz. Zübeyr radıyallahu anh bir savaşa katılmıştı. Oğlu Abdullah’a “Ben bu gün şehit olacağımı tahmin ediyorum. Sen benim borçlarımı ödersin ve falanca işleri de yaparsın” diye vasiyet etti ve aynı gün şehit oldu. Oğlu borcunu hesapladı, iki milyon iki yüz bin (2.200.000) dirhem tuttu. Bu borcun meydana gelmesi şöyle olmuştu: Hz. Zübeyr radıyallahu anh emanete çok riayet ederdi. Bu yüzden çoğu kere halk kendi emanetlerini Zübeyr radıyallahu anh’ın yanına koyardı. O “Bunları koyacak yerim yoktur. Bunu borç olarak bırakın, ihtiyacınız olduğu zaman alın” der ve o malı sadaka olarak verirdi. (Oğluna vasiyet ederken) şunu da söyledi: “Bir sıkıntıya düşersen Mevlâma (Sahibime) söylersin.” Abdullah diyor ki: Ben Mevlâsının ne demek olduğunu anlamadım ve “Sizin Mevlânız kimdir?” diye sordum. “Allahu Teâlâ’dır” buyurdu. ‘ Nitekim, Hz. Abdullah bütün borcu ödedi. Diyor ki: Bir sıkıntıyla karşılaşınca “Ey Zübeyr’in Mevlâsı! Falan işim olmuyor” derdim o iş hemen oluverirdi, Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh diyor ki: Ben bir gün Abdullah bin Cafer’e “Babamın borç listesinde sizin ona, bir milyon borcunuz olduğu yazıyor” dedim. O “Dilediğin zaman al” buyurdu. Sonra ben yanlışlık yaptığımı anladım. Tekrar gittim ve “Babam size borçluymuş” dedim. O “Ben onları bağışladım” deyince, “Ben bağışlanmasını kabul etmiyorum” dedim. O “Ne zaman müsait olursan o zaman ödersin” dedi. Ben “Onun karşılığında arazi alınız. Çünkü bize ganimet malından çok miktarda arazi düşmüştür dedim. Abdullah bin Cafer bunu kabul etti. Ben de içinde su vs. bulunmayan ve değeri az olan bir arazi verdim. O derhal araziyi kabul etti ve kölesine o arazi üzerine bir seccade sermesini söyledi. Kölesi seccadeyi serince orada iki rekat namaz kıldı. Uzun zaman secdede kaldı. Namazı bitirince kölesine “Burayı kaz” dedi. Kölesi orayı kazınca oradan su kaynamaya başladı.

İZAH: Bu bölümde yazılan (bizi hayrete düşüren) bu ve buna benzer olaylar Sahâbelerin nazarında büyük bir şey değildi. Onların genel olarak yaşantıları zaten böyleydi.


Online sipariş yapabirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de