HIKÂYÂT-ÜS SAHÂBE

SEKİZİNCİ BÖLÜM


SAHÂBELERİN İLİM ÖĞRENME HEYECANI VE ONA DÜŞKÜNLÜKLERİ

Dinin temeli Kelime-i Tevhid’dir. Bütün üstün sıfatların kaynağıdır. Kelime-i Teyhid olmadan hiçbir iyi amel makbul değildir. Bundan dolayı Sahâbe-i Kirâm’ın gayreti bilhassa ilk devirde daha çok Kelime-i Tevhid’i yaymak ve kafirlerle cihad etmekle meşgul olmaktı. İlme kendilerini verebilmek için fırsat bulamadılar. Ve ona tamamen yönelemediler. Fakat buna rağmen, bu meşguliyetleri yanında, kendilerini ilme vermeleri ve ona karşı olan aşk ve şevkleri apaçık bir şeydir. Bunun neticesi olarak bugüne kadar bin dört yüz senedir Kur’an ve hadis ilimlerinin varlığı devam etmiştir. İslam’ın başlangıcından bir müddet sonra onlar biraz fırsat bulup mūslümanların sayısı da biraz artınca Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti nazil olmuştu:

“Mü’minlerin hepsi toplanıp birden savaşa çıkmaları uygun değildir. (Her kabilenin bir kısmı savaşa gitmeli) onlardan her topluluktan bir tâifenin dini iyi öğrenmek ve kavimleri (savaştan) kendilerine döndüğü zaman (onlara öğrendiklerini öğreterek) uyarmak için geri kalmalıdır. Umulur ki dikkatli olurlar”. (Tevbe-122)

Hz. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhuma şöyle buyuruyor: “Bu (yukarıdaki) ayet, şu ayetlerden anlaşılan umumiliği (top yekûn savaşa çıkma hūkmūnü) neshetmiştir (kaldırmıştır).”

“Ey mü’minler, gerek hafif gerek ağırlıklı hep birlikte savaşa çıkın”. (Tevbe-41)

“Eğer (size emrolunan bu savaşa) çıkmazsanız (Allah) sizi pek acıklı bir azab ile cezalandıracaktır.” (Tevbe-39) 66

Allahu Teâlâ Sahâbe-i Kirâm radiyallahu anhum’a dinin her yönünü kavrayabilen bir kabiliyet nasip etmişti. O devirde bu kabiliyet çok gerekliydi. Çünkü bu küçücük topluluk dinin bütün işlerini omuzlayan kimselerdi. Ancak Tâbiin devrin de Islam yayılınca ve müslümanlar büyük bir toplum olunca ve bir de Sahabei Kirâm’daki gibì dinin her yönünü kavrayabilen bir kabiliyet kalmayınca Allahu Teâla dinin her sahasında, tam manası ile o sahaya yönelerek çalışan kişileri ortaya çıkarmıştır. Nitekim, Muhaddislerin ayrnca bir topluluğu oluştu. Onların görevi hadisleri toplamak ve onları yaymaktı. Fikih alimlerinden de ayrı bir topluluk oluştu. Ayrıca Tasavvuf alimleri, Kıraat alimleri ve mücahitler, kısaca dinin her sahasını başlı başına ele alabilen insanlar yetişti. O devir için ancak böyle olması uygun ve gerekliydi. Eğer böyle olmasaydı dinin her sahasında ilerleme ve yükselme zor olurdu. Bir kişinin her sahada en ūstūn dereceye ulaşması çok zordur, Allahu Teâlâ bu sıfatı Peygamberlere aleyhimüsselam ve bilhassa Seyyid-ül Enbiya (Peygamberlerin Efendisine) -selamların en ūstūnü onun ūzerine olsun- nasip etmiştir. Bundan dolayı bu bölümde Sahâbe-i Kirâm’a ilave olarak diğer zatlann vakıaları da anlatılacaktır.

1. FETVA VEREN SAHÂBELER

Her ne kadar Sahabe-i Kirâm radıyallahu anhüm cihad ve l’lâ-i Kelimetullah ile meşgul oluyorlarsa da hepsi de ilim elde etmeye gayret ediyorlardı. Herkes, her an öğrendiğini yaymayı ve başkalarına ulaştırmayı kendine iş edinmişti. Ancak bir topluluk fetva işleri için ayrılmıştı. Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında da fetva işiyle meşgul olurlardı. O sahâbeler şunlardır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Õmer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Übeyy bin Ka’b, Hz. Abdullah ibni Mes’ud, Hz. Muaz bin Cebel, Hz. Ammar bin Yasir, Hz. Huzeyfe, Hz. Selmân-ı Farisi, Hz. Zeyd bin Sabit, Hz. Musa (EI Eşâri), Hz. Ebû Derda radıyallahu anhüm ecmain.  

İZAH: Rasûlullah salalahu aleyhi vesellem daha hayatta iken bunların fetva ehlinden sayılmaları o zatların ilim bakımından en yüksek seviyede yetiştirilmelerindendir.


2. HZ. EBÛ BEKİR SIDDIK (R.A.)’IN HADİS MECMUASINI YAKMASI

Hz. Aişe radıyallahu anha buyuruyor ki: Babam Ebû Bekir’in topladığı beş yüz hadisi içine alan bir mecmuası vardı. Bir gece gördüm ki, o çok huzursuz bir halde yatakta dönüp duruyordu. Ben bu hali görünce merak ederek “Bir rahatsızlığınız mi var, yoksa üzüleceğiniz bir şey mi duydunuz?” diye sordum. Cevap vermedi. Hulasa huzursuzluğu būtün gece devam etti. Sabahleyin “Sana teslim ettiğim hadisleri alıp getir” dedi. Ben de alıp getirdim. Onları yaktı. Ben “Niye yaktınız?” deyince buyurdu ki: “Belki ben ölürüm de bunlar yanımda kalır diye endiselendim. Çünkü hadisler arasında benden başka kimselerin Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den duyduğu rivayetler de var. Onları muteber kabul ettim. Ama gercekte muteber olmayanlar da çıkabilir, Onların rivayetlerinde bir karışıklık olur da vebali benim ūzerime kalır.

İZAH: Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh’ ın beş yüz hadis toplaması, onun ilimdeki yüksek derecesini ve ona olan düşkūnlūğünü gösterir. Sonra onu yakması son derece ihtiyatlı olmasındandır. Sahâbelerin büyüklerinin hadis konusunda ihtiyatlarının hali böyleydi. Bundan dolayı sahâbelerin çoğundan pek az rivayetler nakledilmiştir. Minberlerde, kürsülerde hiç çekinmeden hadis naklederken bizler bu kıssadan ders almamız gerekir. Halbuki Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh Rasûlullah’ın yanında (daima) hazırdı. Sefer ve hazarda arkadaşı, hicrette ise yoldaşıydı. Sahâbeler diyorlar ki: “Aramızda en büyük alim Hz. Ebû Bekir’di. Hz. Õmer radıyallahu anh buyurdu ki: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından sonra biat meselesi ortaya çıktı. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh bir konuşma yaptı. Konuşmasında ensarın fazileti ile ilgili söylemediği hiçbir ayet ve hadis kalmadı.” Kur’an-ı Kerim’de ne kadar derin bilgi sahibi olduğu ve ne kadar hadis ezberlediği bu konuşmasından anlaşılabilir. Buna rağmen (son derece ihtiyatlı oluşundan dolayı) kendisinden çok az hadis rivayet edilmiştir. İmam-i Azam rahmetullahi aleyh’ten çok az hadis rivayet edilmesinin sırrı da budur.


3. HZ. MUS’AB BİN UMEYR (R.A.)’IN İSLAM’I TEBLİĞİ

Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anh hazretlerinin bir hikayesi yedinci bölümün beşinçi bahsinde geçmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mus’ab bin Umeyr radiyallahu anh’ı İslam’ın emirlerini bildirmek ve dini öğretmek için Mina geçidinde ilk önce mūslūman olan Medine-i Münevvere’li bir cemaatle göndermişti. Medine-i Münevvere’de daima dini öğretmek ve tebliğ etmekle meşguldü. Halka Kur’an-ı Kerim okutur ve dinin emirlerini öğretirdi. Es’ad bin Zürare radıyallahu anh’ın yanında kalıyordu. Okutan ve muallim manasına gelen “Mukri adıyla ün kazanmıştı. Sa’d bin Muaz ve Üseyd bin Hudayr her ikisi de Medine’nin reislerindendi. Bu durum onların zoruna gitti. Sa’d, Useyď’e dedi ki: “Esad’ın yanına git ve ona <Biz duyduk ki, sen yanında bizden zayıf olanları kandıran ve onları bizden uzaklaştıran yabancı bir adam getirmişsin> de”. Useyd, Es’ad’ın yanına gitti ve onunla sert bir şekilde konuştu. Es’ad “Sen onu bir dinle, eğer hoşuna giderse kabul edersin, ama dinledikten sonra hoşuna gitmezse onu durdurmanda bir sakınca yoktur dedi. Üseyd “Bu insaflı bir şey dedi. Hz. Mus’ab’ı dinlemeye başladı. Hz. Mus’ab radıyallahu anh ona Islam’ın güzelliklerini anlattı ve Kur’an-ı Kerim’den ayetler okudu. Useyd, “Ne güzel şeyler ve ne üstün bir kelam! Siz dininize birini kabul etmek isteyince nasıl yaparsınız?” dedi. Onlar “Yıkan, temiz elbise giy ve Kelime-i Şehâdet oku” dediler. Hz. Useyd radıyallahu anh hemen söylediklerini yapıp müslüman oldu ve Sa’d’ın yanına gitti. Onu da beraberinde getirdi. Onunla da aynı şeyler konuşuldu. Sa’d bin Muaz radıyalahu anh da müslüman oldu. Müslüman olur olmaz kabilesi Beni Eşheľ’in yanına giderek, “Ben sizin nazarınızda nasıl biriyim” dedi. Onlar “Sen aramızda en üstün ve hayırlı birisin” dediler. Bunun üzerine Sa’d “Siz mūslüman oluncaya ve Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e iman edinceye kadar, sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun” dedi. Onun bu sözü üzerine Beni Eşhel kabilesinin bütün erkek ve kadınları müslüman oldular. Hz. Mus’ab da onlara Islam’ı öğretmekle meşgul olmaya başladı.

İZAH: Sahâbe-i Kirâm’ın genel olarak tertipleri şöyleydi. Kim müslüman olursa o başlı başına Islam tebliğcisi oluyordu. Islam’dan ne biliyorsa onu yaymak ve başkalarına ulaştırmak, hayatının vazgeçilmez bir işiydi. O işe, ne ziraati, ne ticareti, ne sanatı ne de başka bir görevi engel oluyordu.


4. HZ. UBEYY BİN KA’B (R.A.)’IN İLİM ÖĞRETMESİ

Hz. Ubeyy bin Ka’b meşhur sahâbelerden ve Kur’an-ı Kerim’i güzel okuyanlardandır. Önceleri Araplar arasında yazı revaçta değildi. İslam’ın doğuşu ile yazı şöhret kazandı. Ancak Ubeyy bin Ka’b yazmayı önceden biliyordu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hizmetinde bulunur ve gelen vahiyleri yazardı. Kur’an-ı Kerim’i çok iyi bilirdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hayatta iken Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberleyen kimselerdendi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Ümmetimden Kur’an-ı Kerim’i en iyi okuyan Ubeyy bin Ka’b’tır” buyurmuştur. Teheccüd namazlarında sekiz gecede bir hatim indirmeye önem veriyordu. Bir keresinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ benim sana Kur’an-ı Kerim okumamı söyledi.” Hz. Ka’b radıyallahu anh “Ya Rasûlallah! Allahu Teâlâ benim adımı anarak mı buyurdu?” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Evet, senin adını anarak buyurdu” dedi. Bunu duyunca aşırı sevinçten dolayı ağlamaya başladı.

MISRA:

O yüce mecliste anılmam, bana benden sevimlidìr.

Cündüb bin Abdullah diyor ki: Ben ilim öğrenmek için Medine-i Münevvere’ye geldiğimde Mescid-i Nebevi’de hadis okutan bir çok zatlar vardı. Her hocanın yanında ayrı ayrı talebe halkaları vardı. Ben bu halkaların yanından geçerken bir topluluğun yanına vardım. O toplulukta yolcu görünüşünde, üzerine Iki parça bez atmış olan biri oturmuş hadis dersi okutuyordu. Ben oradakilere “Bu zat kimdir?” diye sordum. “Müslümanların önderi Ubeyy bin Ka’b’tır dediler. Ben onun ders halkasına oturdum. Hadis dersini bitirince eve gitmek için çıktı. Ben de peşine takıldım. O oraya varınca dõkülmeye yüz tutmuş eski bir ev ve son derece basit eşyalar ve kanaat içinde geçirilen bir yaşantı gördüm.’ Ubeyy bin Ka’b radıyallahu anh diyor ki: Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhí vesellem (beni imtihan ederek) “Kur’an-ı Kerim’de (bereket ve fazilet itibariyle) en büyük ayet hangisidir?” dedi. Ben “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedim. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ikinci defa sorunca saygımdan dolayı bir şey diyemedim ve yine aynı cevabı verdim. Uçüncũ defa sorunca, “Ayet-el Kūrsi” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem çok sevindi ve “Allah sana ilmi mübarek kılsın” buyurdu. Bir defa Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem namaz kıldırıyordu. Bir ayeti atladı. Hz. Ubeyy radıyallahu anh arkasından hatırlattı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazı bitirince “Kim sõyledi?” diye sordu. Hz. Ubeyy radıyallahu anh “Ben söylemiştim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ben de ancak senin söyleyebileceğini tahmin etmiştim” buyurdu.?

İZAH: Hz. Ubeyy bin Ka’b radıyallahu anh ilme düşkünlüğü ve Kur’an-ı Ke- rim’e olan hususi hizmetlerine rağmen Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ile beraber her savaşa katılmıştır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in yaptığı cihadlar içinde onun katılmadığı hiçbir cihad yoktur.


5. HZ. HUZEYFE (R.A.)’IN FİTNELERE DİKKAT ETMESİ

Hz. Huzeyfe radıyallahu anh meşhur olan sahâbelerden biridir. “Sahibi Sır (Sırdaş)” ünvanıyla anılırdı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem münafıkların (adları) ve gelecek fitneleri ona bildirmişti. Denilir ki, bir defasında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kıyamete kadar gelecek olan fitnelerin hepsini ona sırayla anlatmıştır. Üç yüz kişi kadar insanın katılacağı (küçük çapta) fitneleri dahi bırakmayıp ona anlatmıştır. Hatta o fitnenin ve o fitnenin önderinin halini ve onun adını, babasınin, anasının ve kabilesinin adını açık açık haber vermiştir.

Hz. Huzeyfe radıyallahu anh diyor ki: Halk Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’den hayırlı şeylerden sorardı. Ben ise sakınmak için kötü şeylerden sorardım. Bir keresinde, “Ya Rasûlallah, bugün sizin sayenizde hayır ve iyilik içindeyiz. Bundan sonra bir kötülük gelecek mi?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Evet, kõtülük gelecektir” buyurdu. Ben “O kötülükten sonra iyilik tekrar geri gelecek mi?” dedim. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Ey Huzeyfe! Allah’ın Kelâmı’nı oku, onun manasını düşün ve onun emirlerini yerine getir” buyurdu. Beni endişe kaplamıştı. Ben “Ya Rasûlallah, o kötülükten sonra iyilik gelecek mi dedim. “Evet, yine iyilik gelecektir. Ama kalpler ônceki gibi olmayacaktır” buyurdu. Ben “Ya Rasûlallah, bu iyi halden sonra yine kôtülük gelecek mi?” deyince, “Evet insanları sapıtacak ve Cehennem’e sürükleyecek kişiler meydana çıkacaktır buyurdu. Ben “Eğer o zamana yetişirsem ne yapayım?” dedim. Buyurdu ki: “Müslümanların birlik içinde bir cemaati varsa onlarında bir hükümdarı varsa onunla beraber ol. Yoksa būtün o fırkaları bırakarak tek başına bir köşeye çekil ya da bir ağacın dibine gidip otur. Ölene kadar orada kal.”

Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem Hz. Huzeyfe’ye münafıkların halini haber verdiğinden Hz. Ömer radıyallahu anh ona “Benim valilerimden hiç münafık var mı?” diye sorardı. Bir defa “Onlardan biri münafık ama adını söylemem” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh bir valiyi görevden aldı. Galiba kendi ferasetiyle onu tanımıştı. Hz. Ömer radıyallahu anh biri öldüğünde Hz. Huzeyfe’nin onun cenazesine katılıp katılmadığını araştırırdı, Huzeyfe radıyallahu anh katılırsa o zaman Hz. Ömer de cenaze namazını kılardı yoksa o da kılmazdı. Hz. Huzeyfe radiyallahu anh vefat edeceği sırada son derece endişe ve huzursuzluk içinde ağlıyordu. Insanlar sebebini sorunca şöyle buyurdu: “Dünyanın elimden çıkmasına ağlamıyorum, doğrusu ölüm bana sevgilidir. Yalnız, Allah bana gazap etmiş olarak mı gidiyorum yoksa benden hoşnut olduğu halde mi, bilmiyorum. Onun için ağlıyorum.” Daha sonra “Şu an, dünyadaki son ânımdır. Allah’ım biliyorsun ki, ben Seni seviyorum. Sana kavuşmamı bereketli kil” buyurdu.


6. HZ. EBÛ HÛREYRE (R.A.)’IN HADÍS EZBERLEMESİ

Hz. Ebú Hüreyre radıyalahu anh kadri büyük olan son derece ünlü bir sahabidir. Ondan nakledildiği kadar hiçbir sahabiden hadis nakledilmemiştir. İnsanlar onun Hicretin yedinci senesi müslüman olup (Medine’ye) geldiğini, Peygamberimiz salalahu aleyhi vesellem’in de hicretin on birinci senesi vefat ettiğini, yaklaşık dört sene olan bu az müddet içinde bu kadar hadisi nasıl ezberlediğine hayret ediyorlardı. Hz. Ebû Hüreyre radyalahu anh, bizzat bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Insanlar, <Ebû Hûreyre çok hadis rivayet ediyor> diyorlar. Muhacir kardeşlerim ticaretle uğraştıklarından çarşıya gidip gelmeleri gerekiyordu. Ensardan olan kardeşlerim devamlı bağ-bahçe işleriyle uğraşıyorlardı. Ebü Hüreyre ise Suffe ashabinın yoksullarından bir yoksuldu. Peygamberimiz sallalahu aleyhi vesellem’in yanında ne kadar yemek bulursa ona kanaat ederek, orada kalırdı. Başkalarının bulunmadığı zamanda o bulunurdu. Başkalarının ezberleyemediği şeyleri ezberlerdi. Bir gün Peygamber sallalahu aleyhi vesellem’e hafizamın zayıflığından şikayet ettim. <Yere bir bez ser> dedi. Ben de bir bez serdim. Rasúlullah sallalahu aleyhi vesellem iki eliyle onun üzerine bir takım işaretler yaptı. Sonra <Bezi kendine dokundur> buyurdu. Ben de göğsüme dokundurdum, ondan sonra hiçbir şeyi unutmadım. ‘Ebu Davüd, Üsdü-Gabe

İZAH: Peygamberimiz salalahu aleyhi vesellem’in meclisinde devamlı kalan kimselere Ashab-i Suffe denir. Onların geçinmek için belli bir nizamlan yoktu. Bir bakıma onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in misafirleriydi. Çoğu zaman gelen hediye ve sadakalarla geçinirlerdi. Hz. Ebû Hüreyre de onlardan biriydi. Çoğu kere arka arkaya birkaç öğünü açlık içinde geçirirlerdi. Bazen açlıktan deli gibi olurlardı. (Üçüncü bölümün, üçüncü ve yedinci bahsinde geçtiği gibi.) Fakat buna rağmen çokça hadis ezberlemekle meşgul olmasının sayesinde bugün en fazla Ebû Hüreyre’nin hadisleri nakledilmektedir. İbni Cevzi rahmetullahi alayh Telkih isimli eserinde ondan 5374 hadis rivayet edildiğini yazmıştır. Bir defa Ebù Hüreyre radıyallahu anh cenaze namazıyla ilgili şöyle bir hadis rivayet etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleythi vesellem buyuruyor ki: “Kim cenaze namazını kılıp dönerse ona bir kırat sevap verilir. Kim de cenaze defnedilinceye kadar kalırsa ona iki kırat sevap verilir. Bir kırat miktarı Uhud dağından daha fazladır.” Hz. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma bu hadis hakkında biraz tereddüt etmiş ve “Ey Ebü Hüreyre, düşü- nerek söyle” demişti. Ebû Hūreyre buna öfkelendi. Doğruca Hz. Aişe radıyallahu anha’nın yanına gidip, “Allah için doğru söyleyiniz, bu kırat ile ilgili hadisi siz Rasûlullah’tan duydunuz mu?” dedi. Hz. Aişe radiyallahu anha “Evet duydum” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebû Hūreyre radıyalahu anh buyurdu ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında ben ne bahçelerde ağaç diker ne pazar da mal satardım. Benim işim ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin huzurunda kalıp ondan duyduğum sözleri ezberlemek ve ne bulursam onu yemekti.” Hz. Abdullah ibni Õmer radryallahu anhuma “Şüphesiz sen Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanında herkesten daha çok bulunan ve en fazla hadis bilensin” dedi. Bununla birlikte Ebû Hûreyre radiyallahu anh şöyle buyuruyor. “Ben günde on iki bin defa istiğfar ederim.” Onun yanında bin adet düğümü olan bir ip vardı, geceleyin onun düğümlerini, Subhanallah diyerek çekmeyince uyumazdı.    


7. MÜSEYLİME’NİN ÖLDÜRÜLMESİ VE KUR’AN’IN TOPLANMASI

Rasülullah sallallahu aleyhi vesellem daha hayatta iken Peygamberlik davasına kalkışan Müseylimet’ül Kezzab’ın tesiri, Rasülullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatindan sonra artmaya başladı. Araplar arasında irtidad (Islam’dan dönme) meselesinin son derece hızlanmaya başlaması onu daha da güçlendirmişti. Hz. Ebü Bekir Sıddık radıyallahu anh onunla savaştı. Allahu Teâlà İslam’ı galip kıldı ve Mūseylime öldūrüldü. Fakat bu savaşta Sahâbe-i Kirâm’dan, bilhassa Kur’an-ı Kerim hafızlarından büyük bir topluluk şehid olmuştu. “Mūsned-i Ahmed Tezkire’tül Huffâz

Hz. Ömer radıyallahu anh, Emir-ül-Mü’minin Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhın yanına giderek “Bu savaşta pek çok hafız şehid olmuştur. Eğer böyle bir-iki savaş olur da daha fazla hafız şehid olursa Kur’an-i Kerim’in büyük bir bölümûnün zayi olmasından endişe edilmektedir. Bunun için Kur’an-ı Kerim bir yere yazılıp korunsun” dedi. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh “Sen Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yapmadığı şeyi yapmaya nasıl cüret ediyorsun” buyurdu. Hz. Ömer bu mesele üzerinde durmadan israr ediyor ve buna ihtiyaç olduğunu açıklıyordu. Sonunda Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh da aynı görüşe sahip olunca, on birinci bölümün, on sekizinci bahsinde kıssası anlatılacak olan Hz. Zeyd bin Sabit radıyallahu anh’ı çağırdı. Zeyd radıyallahu anh diyor ki: Ben Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh’ın yanına gittiğimde Hz. Ömer radıyallahu anh da oradaydı. Hz. Ebû Bekir radıyal- lahu anh ônce Hz. Ömer’le aralarında geçen konuşmayı anlattı. Ondan sonra “Sen gençsin, zekisin, kimsenin sana karşı kötü zannı yoktur ve buna ilaveten sen, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem zamanında ona gelen vahiyleri yazma görevi de yapmıştın. Bu sebeplerden dolayı bu işi sen yap. Insanların yanında bulunan Kur’an-ı Kerim (ayetlerini) topla ve Kur’an-ı Kerim’in hepsiní bir yere yaz.” dedi. Hz. Zeyd diyor ki: Allah’a yemiín ederim ki, falan dağı kazıp şuradan şuraya taşı deseler benim için Kur’an-ı Kerim’i bir araya getirme emrinden daha kolaydı. Ben “Siz Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yapmadığı işi nasıl yaparsınız?” dedim. O ikisi beni ikna etmeye çalıştılar. Bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh Zeyd’e “Eğer sen Ömer’le aynı düşüncede isen sana bunu emredeyim. Yoksa ben de bu niyetten vazgeçerim” dedi. Zeyd bin Sabit radıyallahu anh diyor ki: “Uzun bir konuşmadan sonra Allahu Tealâ kalbimi Kur’an-ı Kerim’i toplama hususunda mutmain kıldı. Nitekim verilen emri yerine getirmek için halkın yanında dağınık bir şekilde yazılı olan ve Sahâbe-i Kirâm hazretlerinin sinelerinde bulunan Kuran’ın hepsini araştırarak bir araya topladım.””

İZAH: Bu hadisede ilk önce o yüce zatların Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e tâbi olmaya gayret ettikleri anlaşılmaktadır. Şöyle ki; onlar için bir dağın yerini değiştirmek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yapmadığı bir işi yapmaktan daha kolaydı. Bir de dinin temeli olan Kur’an-ı Kerim’i toplamayı Allahu Tealâ onların amel defterlerine koymayı dilemişti. Hz. Zeyd radıyallahu anh Kuran’ı toplamakta o kadar dikkatli davrandı ki, yazılmamış olan hiçbir ayeti almıyordu. Sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında yazılmış olanları toplar ve hafızların ezberinde olanlarla karşılaştırırdı. Kur’an-ı Kerim çeşitli yerlerde yazılı olduğundan onları aramak için her ne kadar emek sarfetmek gerektiyse de tamamı bulundu. Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bizzat Kur’an’ı en iyi bilen olarak bildirildiği Übeyy bin Ka’b radıyallahu anh da ona yardımcı oluyordu. Bu emekleri ile o mübarek zatlar Kur’an-ı Kerim’i ilk toplayan kişiler oldular. ‘Dürü Mensür


8. HADİS RİVAYETİNDE HZ. İBNÍ MES’UD (R.A.YIN İHTİYAT GÖSTERMESİ   

Abdullah Ibni Mes’ud radiyallahu anh fetva vermeye selahiyeti olan çok meşhur   sahabilerdendir. Islam’ın ilk zamanlarında müslüman olmuş ve Habeşistan’a hicret etmişti. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanında bûtün savaşlara katilmıştı. Rasûlullah sallalahu aleyhi veselem’in hususi hizmetçisi oldugu için Sahib-un-Nal (ayakkabıcı), Sahib’ul Visade (yastıkçı), Sahib’ul Mithara (abdest suyunu taşıyan) gibi üvanları vardı, Çünkü Rasülullah sallallahu aleyhi vesellemin bu hizmetleri çoğu zaman ona verilirdi. Onun hakkında Peygamber salallahu aleyhi vesellem bir de şöyle buyurmuştur: “Bên meşvere yapmadan birini emir yapsam Abdullah Ibni Mes’ud’u yapardım.” Bir de, “Sen her vakit yanıma gelip görüşmekte serbestsin” buyurmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Kim Kur’an’ı indigi gibi okumak isterse Abdullah Ibni Mes’udun tarzına uygun okusun.” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Ibni Mes’ud size hangi hadisi anlatırsa onu doğru bilin.” Ebû Musa el-Eşari radıyallahu anh diyor ki: “Biz Yemen’den geldiğimizde uzun zaman Ibni Mes’ud’u Peygamberimizin aile fertlerinden zannettik. Çünkü o ve annesi aile fertlerinden biriymiş gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi veselem’in evine sık sık gelip giderlerdi.”

Fakat bütün bunlara rağmen Ebû Amr Şeybâni rahmetullahi aleyh şöyle dedi: Ben bir sene boyunca Ibni Mes’ud radıyallahu anh’ın yanında kaldım. Hiçbir zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e nisbet ederek bir hadis söylediğini duymadım. Ancak ara sıra bir sözün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ait olduğunu söylese vūcudunda titreme başlardı.

Amr Ibni Meymûn rahmetullahi aleyh diyor ki: Bir sene boyunca her Perşembe günü Ibni Mes’ud radıyallahu anh’ın yanına gidip geldim. Hiçbir zaman Rasulullah’a ait bir söz söylediğini duymadım. Bir defasında hadis beyan ederken “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu” sözü ağzından çıkınca vücudu titremeye başladı, gözleri yaşla doldu. Alnında ter birikti, damarlan şişti ve “Inşaallah Peygamber sallallahu aleyhi vesellem böyle söylemişti”, “Hemen hemen böyle buyurmuştu.”, “Aşağı yukarı böyle söylemişti” dedi.

İZAH: Sahâbe- Kirâm hazretlerinin hadisi şerif nakletmekteki ihtiyatları işte böyleydi. Çünkü Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “Kim benden yalan olarak bir hadis naklederse Cehennem’deki yerini hazırlasın” buyurmuştu. Bu yüce insanlar her ne kadar fikhi meseleleri Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sözlerinden ve hallerinden alarak söyleseler de, yine de “-Allah korusun- yalan olabilir” korkusuyla “Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu” demezlerdi. Buna karşılık biz öyle bir hale geldik ki, korkmadan, araştırmadan hadis naklediyoruz da hiç çekinmiyoruz. Halbuki bir sözü Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’e isnat ederek nakletmek mesuliyeti ağır olan bir iştir. Hanefi mezhebinin fikhı daha ziyade Abdullah Ibni Mes’ud radıyallahu anh’a dayanır.


9. HZ. EBÛ DERDÂ (R.A.)’IN YANINA BİR HADİS İÇİN GİDİLMESİ

Kesir bin Kays radıyallahu anh diyor ki: Ben Şam camiinde Ebû Derdâ radıyallahu anh ile birlikte oturuyordum, biri onun yanına geldi ve “Ben Medine-i Münevvere’den sırf bir hadis için geldim. Sizin o hadisi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den işittiğinizi duydum” dedi. Ebû Derdâ radıyallahu anh “Başka bir ticari gayen yok muydu?” diye sorunca, “Hayır” dedi. Ebû Derdâ radıyallahu anh tekrar, “Başka bir gayen yok muydu?” deyince o, “Hayır sadece hadis öğrenmeye geldim” dedi. Ebû Derdâ radıyallahu anh buyurdu ki: “Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şöyle işittim: <llim öğrenmek için yola çıkan kimseye Allah celle celaluhu Cennet’in yolun’u kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenleri hoşnut etmek için kanatlarını sererler. Yerde ve gökte olanlar onun için istiğfar ederler. Hatta sudaki balıklar bile onun için istiğfar ederler. Alimin, âbide olan üstünlüğü, ayın bütün yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler, Peygamberlerin varisleridir. Peygamberler kimseyi dinara veya dirheme mirasçı kılmazlar, sadece ilme mirasçı kılarlar. İlim elde eden biri büyük bir servet elde etmiştir.>”

İZAH: Hz. Ebû Derdâ radıyallahu anh Sahâbe-i Kirâm’ın fakihlerindendir. “Hakîm-ül Ümmet (Ümmetin Hakimi)” diye tanınmıştır. Şöyle diyor: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e peygamberlik verildiği zaman ben ticaretle uğraşırdım. Müslüman olduktan sonra ticaretle ibadeti bir arada yürütmek istedim. Fakat ikisi bir arada yürümedi. Bu yüzden ticareti bırakmam gerekti. Artık mescidin tam kapısında dükkanım olsa ve bir tek namazımı dahi kaçırmasam, günde kırk dinar kazanıp hepsini sadaka olarak versem yine de gönlüm buna razı olmaz”. Biri: “Namazınızı kazaya bırakmayacağınız ve bu kadar gelirini her gün Allah yolunda harcayacağınız ticarete niye küsüyorsunuz, neden beğenmiyorsunuz?” diye sorunca buyurdu ki: “Yine de hesap vermem gerekecektir.” Ebû Derdâ radıyallahu anh şöyle buyuruyor: “Rabbime kavuşmak arzusundan dolayı ölümü seviyorum, alçak gönüllü yaptığı için fakirliği seviyorum, günahları yıkadığı için hastalığı seviyorum.

Yukarıdaki kıssada adı geçen zatın bir hadis uğrunda bu kadar uzun yolculuk yaptığı anlaşılmıştır. Aslında o yüce insanlara göre hadis dinlemek ve öğrenmek için yolculuk yapmak ağır bir şey değildi. Bir tek hadis öğrenmek için uzun uzun yolculuklar yapmak onlar için kolaydı.

Şa’bi rahmetullahi aleyh Küfe’li meşhur bir hadis alimidir. Talebelerinden birine bir hadis söyledi ve “Al, evde oturduğun halde bedavadan bir hadis elde ettin. Yoksa önceleri hadis yuvası Medine-i Münevvere’ydi. Bundan daha az bir yey için Medine-i Münevvere’ye kadar yolculuk yapmak gerekiyordu buyurdu. lime düşkün olan nice büyük zatlar ilim uğrunda uzun uzun yolculuklara katanmış lardır. Said bin-el-Müseyyeb rahmetullahi aleyh meşhur olan tabiindendir. Diyor ki: “Ben her bir hadis uğruna geceler ve gündüzler boyu yol yürūdüm.” Imamların imamı, Imam-i Buhari rahmetullahi aleyh Hicri 194 yılının Şevval ayında doğdu. Hicri 205 yılında yani on bir yaşında hadis okumaya başladı. Abdullah Ibni Mübarek rahmetullahi aleyh’in būtün kitaplarını daha çocukken ezberlemişti, Kendi şehrinde bulabildiği hadisleri elde ettikten sonra Hicri 216 yılında yolculuğa çıktı. Babası vefat ettiğinden yetim kalmıştı. Yolculukta annesi yanındaydı. Belh, Bağdat, Mekke-i Mükerreme, Basra, Kûfe, Suriye, Askalân, Humus ve Dımeşk’e gitti. Nerede bir hadis hazinesi bulduysa onu elde etmiştir. O kadar küçük yaşta hadis üstadı olmuştu ki, daha yüzünde tüy bitmemişti. Kendisi diyor ki: “Ben 18 yaşında iken sahâbe ve tabiinin fetvalarını yazdım.” Hâşid rahmetullahi aleyh ve onun bir arkadaşı diyor ki: Imam- Buhari bizimle beraber hocaya giderdi. Biz yazardık, o hiç yazmadan öylece geri dönerdi. Birkaç gün geçtikten sonra “Sen vakitlerini kaybediyorsun” dedik. O sustu. Birkaç kere böyle söyleyince, “Siz beni çok sıktınız, getirin bakalım siz ne yazdınız?” dedi. Biz on beş binden fazla olan hadis notlarımızı çıkardık. O hepsini ezbere okuyunca şaşırdık kaldık.


10. HZ. İBNİ ABBAS (R.A.)’IN ENSARDAN BİRİNİN YANINA GİTMESİ

Hz. Abdullah Ibni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından sonra ensardan birine “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem vefat etti. Henüz sahâbenin çoğu sağdır. Gel onlardan dini meseleleri sorarak öğrenelim” dedim. O ensari (boş ver senden büyük olan) Sahâbe-i Kirâm cemaati varken insanlar (ilimden) bir meseleyi sana sormaya gelirler mi? Henüz Sahâbe-i Kirâm’ın büyük bir topluluğu sağdır” dedi. Kısaca o şahıs buna cesaret edemedi. Ben ise ilmi meseleleri öğrenmenin peşine düştüm. Kimin bir hadisi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den işittiğini duyarsam onun yanına gidiyor ve araştırıyordum. Fikhın büyük bir miktarını Ensar’dan öğrendim. Bazı kimselerin yanına (ilim öğrenmek için) gidince onların uyuduklarını öğrenirdim de, yanımda bulunan bez parçasını kapının eşiğine serer, üzerine oturur, beklerdim. Şu kadar var ki, rüzgar yüzümü ve bedenimi tozlar içinde bırakırdı. Ama ben orada oturmaya devam ederdim. O kişi uyanınca öğrenmek istediğim şeyi sorardım. Bazen onlar, “Sen Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in amcasının oğlu olduğun halde niçin zahmet ettin, bizi çağırsaydın” derlerdi. Fakat ben onlara “lim öğrenen benim, o halde gelmek bana düşer” derdim. Bazıları da “Ne zamandan beri oturuyorsun?” diye sorarlardı. “Epeyden beri” deyince, onlar “lyi etmedin, niye bize haber vermedin?” derlerdi. Ben de “Benim yüzümden ihtiyaçlarınızı gidermeden gelmenize gönlüm razı olmuyor” derdim. Nihayet, öyle bir zaman geldi ki, insanlar ilim öğrenmek için benim yanıma toplanmaya başladılar. O zaman Ensar’dan olan o kişi üzüldü ve “Bu genç bizden daha akıllıymış” dedi.

İZAH: Hz. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhuma’ya o devirde Hibr-ül-Ümmeh (Ümmetin en büyük alimi), Bahr-ül-llm (lim denizi) ünvanını verdiren işte bu gayretiydi. Vefatı sırasında Taif’te bulunuyordu. Hz. Ali radıyallahu anh’ın oğlu Muhammed rahmetullahi aleyh onun cenaze namazını kıldırdı ve “Ümmetin Imam- Rabbânisi (gönlünü Allah’a vermiş ve ilâhi ilimleri bilen kişi) bugün ahirete göçmüştür dedi. Hz. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma şöyle diyor: “ibni Abbas radıyallahu anhuma ayetlerin iniş sebeplerini bilmekte herkesten üstündü”. Hz. Ömer radıyallahu anh ise ona alimler arasında en seçkin yeri verirdi. Bütün bunlar onun gayretli olmasının neticesidir. Yoksa o kendini Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in ailesinden olma gururuna kaptırsaydı, bu derecelere nasıl ulaşırdı? Bizzat Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “lim öğrendiğiniz kimseye karşı saygılı olunuz” buyurmuştur. Buhari’de de Mücahid rahmetullahi aleyh’in bir rivayetinde “Okumaktan hayâ eden veya kibirlenen kimse ilim elde edemez.” buyurulmuştur. Hz. Ali kerremallahu vechehu buyurdu ki: “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. Ister beni azad etsin isterse satsın”, Yahya bin Kesir rahmetullahi aleyh diyor ki: “lim beden rahatlığı içinde öğrenilmez”. Imam Şafil rahmetullahi aleyh buyurdu ki: “Kim ilmi gönülsüz ve müstağni olarak elde etmek isterse başarılı olamaz. Ama kim onu tevazu ve yokluk içinde elde etmek isterse başarılı olur.” Muğire rahmetullahi aleyh diyor ki: “Biz hocamız Ibrahim rahmetullahi aleyh’den padişahtan korkar gibi korkardık.” Yahya bin Muin büyük bir muhaddistir. Imam-i Buhari rahmetullahi aleyh hakkında şöyle buyurmuştur: “Onun hadis alimlerine gösterdiği saygıyı başka birinde görmedim.” Imam Ebû Yusuf rahmetulahi aleyh diyor ki: “Ben büyüklerden işittim ki, hocaların kadrini bilmeyen başarılı olamaz,” Yukarıdaki hadiseden Abdullah Ibni Abbas radıyallahu anhuma’nın hocalarına karşı saygılı ve alçak gönüllü olmasının yanında ayrıca onun ilme düşkünlüğü ve gayreti anlaşılmaktadır. Hz. Ibni Abbas birinde bir hadis olduğunu bilirse ne kadar zorluk, meşakkal ve sıkıntı çekerse çeksin, hemen gider onu elde ederdi, Hakikat şudur ki, uğraşmadan, zorluk çekmeden ilim bir tarafa basit bir şey dahi kazanılamaz. Bu konuda meşhur bir söz vardır

“Yüksek derecelere ulaşmak isteyen kimse geceleri uyanık geçirir.”


İLİM ÖĞRENME GAYRETİNDEN ÇEŞİTLİ ÖRNEKLER

Haris bin Yezid, Ibni Şübrüme, Kağkağ ve Muğire rahmetullahi aleyhim’in dördü de yatsı namazından sonra ilmi meseleleri konuşurlar, sabah ezanına kadar birbirlerinden ayrılmazlardı.

Leys bin Sa’d rahmetullahi aleyh diyor ki: Imam’ı Zühri rahmetullahi aleyh yatsıdan sonra abdestli olarak oturur, hadislerle meşgul olup sabah ederdi.’ Derâverdi rahmetullahi aleyh diyor ki: Ben Imam Ebû Hanife ve Imam Mâlik rahmetullahi aleyh’i gördüm. Mescid-i Nebevi’de dini bir meseleyi tartışmaya başlarlardı. Öyle ki, arada ne ayıplama, ne gücenme ne de sertlik vardı. Bu halde iken sabah olur ve sabah namazını orada kılarlardı. Ibni Fırât Bağdâdi rahmetullahi aleyh bir muhaddistir. Vefat edince on sekiz sandık kitap bırakmıştır. Çoğunu kendi kalemiyle yazmıştı. Daha üstün bir vasfı da hadis alimleri nazarında onun yazdıkları sıhhat ve doğru kayda geçme bakımından hüccetti.

Meşhur Muhaddis olan Ibni Cevzi rahmetullahi aleyh üç yaşında iken babasını kaybetti ve yetim olarak büyüdü. Ancak o kadar gayretliydi ki Cuma namazının dışında evden uzaklaşmazdı. Bir defa minberde “Ben bu parmaklarımla iki bin cilt kitap yazdım” dedi. Iki yüz elliden fazlası kendine ait kitaplardı. Denilir ki, vaktini hiç zayi etmezdi. Günde dört cüz (miktarı) yazmak âdetiydi. Dersindeki hål ise bir başkaydı. Bazen onun ders meclisinde yüz binden fazla talebe olduğu tahmin edilmiştir. Amirler, vezirler, sultanlar bile ders meclisinde bulunurlardı. Ibni Cevzi rahmetullahi aleyh diyor ki: “Yüz bin kişi bana biat etti ve yirmi bin kişi benim elimde müslüman oldu”. Bütün bunlara rağmen şiilerin baskısı da vardı. Bu yüzden çok eziyetlere katlanmıştı. Hadis yazarken kalemini yontar ve onları biriktirirdi. Vefat edeceği sırada “Beni yıkayacağınız suyu bu kırıntılarla isıtınız” diye vasiyet etti. Derler ki, o kırıntılar yalnız onun gasil suyunu isıtmakla kalmayıp, artmıştır.

Yahya bin Mûin rahmetullahi aleyh meşhur hadis üstadıdır. Diyor ki: “Ben bu ellerimle bir milyon hadis yazdım”. Ibni Cerir Taberi rahmetullahi aleyh meşhur bir tarihçidir. Sahâbe ve tâbiinin hallerini en iyi bilendi. Kırk yıl boyunca devamlı günde kırk yaprak yazardı. Vefatından sonra onun talebeleri her gün yazdıklarını hesap ettiler. Büluğ çağından vefatına kadar her gününe ortalama on dört yaprak düştü. Onun tarih kitabı meşhurdur ve her yerde bulunmaktadır. Bu eserini yazma kararını açıklayınca halka “Bütün cihanın tarihini yazacağım sizler çok sevineceksiniz” dedi. Halk “Tahminen ne kadar büyük olur?” diye sordular, “Yaklaşık otuz bin yaprağa sığar” dedi. Insanlar “Onu tamamlamadan önce ömürler biter” dediler. Bunun üzerine “Inna lillah, gayretler çok azaldı dedi. Sonra kitabı kisalttı, Takriben üç bin yaprak üzerine yazdı. Tefsirinin olayı da aynı (tarih kitabı gibi) oldu. Tefsiri de meşhurdur ve her yerde bulunur.

Dâre Kutni rahmetullahi aleyh meşhur hadis musannifidir. Hadis elde etmek için Bağdat, Basra, Kúfe, Vâsıt, Misır ve Şam’a yolculuk yapmıştır. Bir defasında hocasının meclisinde oturuyordu. Hoca okutuyor, o başka bir kitaptan yazıyordu. Bir arkadaşı “Sen başka bir şeyle ilgileniyorsun” diye itiraz edince, o “Benimle senin dikkatin arasında fark var. Söyle bakayım hoca şimdiye kadar kaç hadis anlattı?” dedi. O düşünmeye başlayınca Dâre Kutni “Hoca on sekiz hadis anlattı, birincisi şu, ikincisi şu…” diyerek hepsini senetleriyle ve sırasıyla okudu.

Hafız Esrem rahmetullahi aleyh bir hadis alimidir. Hadisleri ezberlemeye çok meraklıydı. Bir keresinde hacca gitmişti. Oraya Horasan’ın iki büyük hadis alimi gelmişti. Her biri Harem-i Şerifte ayrı ayrı ders veriyorlardı. Her birinin yanında talebelerden kalabalık bir topluluk vardı. Hafız Esrem iki topluluğun arasına oturdu ve iki alimin hadislerini aynı vakitte yazıverdi.

Abdullah Ibni Mübârek rahmetullahi aleyh meşhur hadis alimlerindendir. Hadis elde etmek için çektiği emekleri meşhurdur. Kendisi diyor ki: “Ben dõrt bin hocadan hadis topladım.” Ali bin Hasen rahmetullahi aleyh diyor ki: “Bir gece çok şiddetli bir soğuk vardı. Ben ve İbni Mübarek yatsıdan sonra mescitten çıktık. Kapının önünde bir hadis hakkında aramızda konuşmaya başladık. Ben bir şey diyordum, o bir şey diyordu, orada ayak üstü konuşa konuşa sabah ezanı okundu.

Humeydi rahmetullahi aleyh Buhâri ve Müslim’in hadislerini bir araya toplayan meşhur bir muhaddistir. Gece boyu yazardı. Sıcak mevsimde hararet çok rahatsız ederse leğene su doldurur, içine otururdu. Herkesten ayrı yaşardı. Kendisi şairdi. Şu onun şiiridir:

İnsanlarla görüşmek, bir fayda vermez                                                                                 

Dedikodudan oluşan boş sözlerden başka                                                                                     

İnsanlarla görüşmeyi azalt, ancak                                                                                                        

İlim öğrenmek ve Islâh-ı nefisten başka

Imam Taberâni rahmetullahi aleyh meşhur bir hadis alimidir. Bir çok kitaplar yazmıştır. Biri onun eserlerinin çokluğuna bakarak “Bunları nasıl yazdınız?” diye sordu. Buyurdu ki: “Otuz sene hasır üzerinde ömür geçirdim. Yani gece gündüz hasır üzerinde kalarak yazdım”. Ebül Abbas Şirazi rahmetullahi aleyh diyor ki: “Ben Taberâni rahmetullahi alayh’den üç yüz bin hadis yazdım.”

Imam Ebû Hanife rahmetullahi aleyh nâsih ve mensûh hadislerini çok dikkatli bir şekilde araştırıyordu. O devirde ilim yuvası olan Kûfe’de ne kadar muhaddis varsa hepsinin hadislerini toplamıştı. Dışardan bir hadis alimi gelince talebelerine onun yanında olan, kendi yanında olmayan hadisleri araştırmalarını emrederdi. İmam Ebû Hanife rahmetullahi aleyh’in yanında muhaddisler, fakihler ve lügat alimlerinden oluşan bir heyet vardı. Bir mesele ortaya çıkınca bu mecliste onun üzerinde tartışılırdı. Bazen bu ilmi tartışma bir ay sûrerdi. Ondan sonra bir şeye karar verilince o usûl kabul edilip yazılırdı.

Imam Tirmizi rahmetullahi aleyh’in adını kim bilmez ki? Çok sayıda hadis ezberlemek ve hatırında tutmak onun kendine has derecesiydi. Hafıza kuvveti bakımından dillere destandı. Bazı hadis alimleri onu imtihan etmek için henüz meşhur olmayan kırk hadis okudular. İmam Tirmizi rahmetullahi aleyh diyor ki: Ben Mekke-i Mükerreme’ye giderken yolda bir hadis şeyhine ait iki cüz hadis yazmıştım. Sonra -Allah’ın hikmeti- o zatla buluştum. O iki cüz hadisi hocanın kendisinden de dinlemeyi rica ettim. O da kabul etti. Ben o iki cüzün yanımda olduğunu zannediyordum. Fakat hocanın yanına giderken o iki cüzü almak yerine iki boş defter götürmüşüm. Hoca okumaya başladı. O esnada gözü elimdeki boş deftere ilişti. Bana kızarak “Utanmıyor musun?” dedi. Ben durumu anlattım ve “Sizin anlattıklarınızı ben ezberliyorum” dedim. Hoca efendi buna kanaat etmedi ve “Peki (onları) oku” dedi. Ben bütün hadisleri okuyunca, “Sen bunları önceden ezberlemiş olmalısın” dedi. Ben “Öyleyse yeni hadisler okuyun” dedim. Kırk hadis daha okudu, ben de onları hemen tekrar ettim, bir yanlış dahi çıkmadı. Hadis alimlerinin, hadisleri ezberlemek ve onları yaymak uğrunda gösterdikleri gayrette, onlara uymak bir tarafa, onları saymak bile zordur.

Kurtumâ rahmetullahi aleyh bir hadis alimidir. Pek meşhur değildir. Onun Dâvud adındaki talebesi diyor ki: Halk Ebû Hatim’in ve başkalarının hafızasını övüyorlar, ben ise hafızası Kurtumâ rahmetullahi aleyh’den daha kuvvetli bir kimse görmedim. Bir defasında onun yanına gittim, şöyle dedi: “Şu kitaplardan istediğini al gel, ben sana onu ezbere okuyayım.” Ben de Kitab-ül-Eşribe adlı eseri aldım. Her bölümü sondan başa doğru okudu ve bütün kitabı ezbere bitirdi. Ebû Zür’a rahmetullahi aleyh diyor ki: Imam Ahmed bin Hanbel rahmetullahi aleyh’in ezberinde bir milyon hadis vardı. İshak bir Rahvey’n rahmetullahi aleyh diyor ki: Ben yüz bin hadis topladım. Bunlardan otuz bini ezberimdedir. Haffaf rahmetullahi aleyh diyor ki: İshak rahmetullahi aleyh on bir bin hadisi ezberden bize yazdırdı. Sonra her birini sırasıyla ezbere okudu. Hiçbir harf ne eksik ne de fazla çıktı.

Ebû Said İsbehâni Bağdadi rahmetullahi aleyh on altı yaşında iken Ebû Nasr rahmetullahi aleyh’in hadislerini dinlemek için Bağdat’a vardı. Yolda iken onun vefat haberini alınca kendini tutamayarak ağladı ve “Ondaki hadis senetleri nerede bulunur?” diye feryat etmeye başladı. Böyle feryat ederek, ağlayacak kadar bir üzüntü ancak bir şeye aşk ile bağlanınca olabilir. O, Sahih-i Műslim’i ezberlemişti ve ezberden talebelere yazdırıyordu. On bir kere haccetmişti. Yemek yemeğe oturunca gözleri yaşarırdı. Ebû Ömer Zarir rahmetullahi aleyh doğuştan âmâydı. Hadis hafızlarından sayılırdı. Fıkıh, tarih, feraiz ve hesap ilimlerinde ihtisas sahibiydi.

Ebûl Hüseyin Isfehâni rahmetullahi aleyh Buhari ve Müslim’in ikisini de ezberlemişti. Bilhassa Sahih-i Buhari üzerindeki bilgisi öyleydi ki, biri hadis okusa, o senedini söyler, biri hadisin senedini söylese o hadisin metnini okurdu. Şeyh Takiyyüddin Balebekki rahmetullahi aleyh Sahih-i Müslim’in tamamını dört ayda ezberlemiştir. Cem’u Beyne’s Sahihayn kitabını ezberlemişti. Keramet sahibi bir zattı. Kur’an-ı Kerim’in hafızıydı. Diyor ki: “En’am suresinin tamamını bir günde ezberledim.” Ibnü’s Sünni rahmetullahi aleyh, Imam Nesei rahmetullahi aleyh’in meşhur talebesidir. Ömrünün sonuna kadar hadis yazmakla meşgul olmuştur. Oğlu diyor ki: “Babam yazdı, yazdı, nihayet kalemi hokkanın içine koydu, iki elini dua etmek için kaldırdı ve o halde iken vefat etti.”

Allâme Sâci rahmetullahi aleyh daha çocukken fikıh ilminin tahsilini tamamladı. Daha sonra hadis ilmiyle meşgul oldu. On yıl Herat’ta kaldı. Orada iken altı defa Tirmizi’yi eliyle yazdı. Bir gün yatsı namazından sonra hocası İbni Münde rahmetullahi aleyh’den Garâib-i Şûbe adlı kitabı okumakta iken, hocası vefat etti. Okuyandan ziyade, okutanın ilim şevki, takdire şayandır. Zira o, son anına kadar okutmaya devam etmiştir.

Ebû Amr Haffaf rahmetullahi aleyh yüz bin hadisi ezbere biliyordu. Imam Buhari rahmetullahi aleyh’in hocası Asım bin Ali rahmetullahi aleyh Bağdat’a ulaşınca o kadar kalabalık bir talebe hücumuna uğrardı ki sayıları çoğu zaman yüz bini geçerdi. Bir keresinde yüz yirmi bin talebesi olduğu tahmin edilmiştir. Bu yüzden bir kelimeyi birkaç kere söylemek gerekiyordu. Onun bir talebesi şöyle diyor: Bir keresinde, “Bu hadisi bize Ebûlleys demiştir” sözünü on dört defa tekrarlamak gerekmişti. Tabii ki yüz bini aşan insan topluluğuna sesi ulaştırmak için bazı kelimelerin birçok defa tekrarlanması gerekmektedir. Ebû Müslim Basri rahmetullahi aleyh Bağdat’a varınca büyük bir meydanda hadis dersine başladı. Yedi kişi ayakta durarak, Bayram namazındaki tekbirleri söyler gibi onun sözlerini yazdırıyorlardı. Dersten sonra yazı hokkaları sayıldığında kırk binin üzerindeydi. Ancak (yazmadan) dinleyenler bu sayının dışındaydı. Feryâbi rahmetullahi aleyh’in hadis meclisinde ise onun sözlerini yazdıranların sayısı üç yüz on altıydı. Bundan o meclisin sayısı kendiliğinden tahmin edilebilir. İşte bu gayret ve meşakkatler yüzünden bu yüce ilim bugüne kadar yaşamıştır.

Imam-ı Buhari rahmetullahi aleyh diyor ki: “Ben altı yüz bin hadisten, yedi bin iki yüz yetmiş beş (7275) hadis seçerek Sahih-i Buhari’yi yazdım. Her hadisi iki rekat nafile namaz kılarak yazdım.” Imam-ı Buhari rahmetullahi aleyh Bağdaťa geldiğinde oradaki hadis alimleri onu imtihan ettiler. Şöyle ki; on kişilik bir heyet geldi. Onlardan her biri onar hadis seçtiler ve yerlerini değiştirerek ona sordular. o her soruya karşılık “Ben bilmiyorum” diyordu. On kişiden her biri sorularını sorunca o, ilk önce sorana hitap ederek: “Sen ilk hadisi şöyle sormuştun, o yanlisti. Doğrusu şöyledir, ikinci hadisi şöyle sormuştun ve şöyle söylemiştin, o yanlıştı. Doğrusu şöyledir” diyordu. Kısacası önce imtihan edenin okuyuşu gibi okuyup, sonra “Bu yanlıştır, doğrusu şudur diyerek yüz hadisin yüzünü de sırayla okumuştur. Imam Müslim rahmetullahi aleyh on dört yaşında hadis okumaya başladı ve ömrünün sonuna kadar bununla meşgul oldu. Kendisi diyor ki: “Ben Sahih-i Müslim’i üç yūz bin hadisten seçerek yazdım, bu kitapta on iki bin hadis vardır.” Imam Ebû Dâvûd rahmetullahi aleyh diyor ki: “Ben beş yüz bin hadis dinledim, bunlardan seçerek Süneni Ebû Dâvûďu yazdım. Onda dört bin sekiz yüz hadis vardır.” Yusuf Mezzi rahmetullahi aleyh meşhur bir hadis alimidir. Esmâu-r Rical yani (hadis ravilerinin hayatlarını inceleyen tarih ilmi) imamıydı. Önce kendi şehrinde fıkıh ve hadis ilmini öğrendi. Ondan sonra Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Halep, Hama, Ba’lebekke vs.ye yolculuk yaptı. Kendi eliyle bir çok kitaplar vazdı. İki yüz ciltlik Tehzibül-Kemal adlı eserini yazdı. Kitab-ul-Etraf adlı eseri de seksen ciltten fazladır. Onun güzel âdetlerinden biri de çoğu zaman susmasıydı, insanlarla çok az konuşurdu. Vakitlerinin çoğunu kitap mütalaa etmekle geçirirdi. Hasetçilerin düşmanlığına da uğradı, ama intikam almadı. Bu mübarek zatların hallerinin tamamını anlatmak zordur. Büyük büyük kitaplar bile onların fedakarlıklarını ve hallerini içlerine sığdıramadılar. Burada örnek olarak bazı zatların birkaç hadisesini anlatmamız, bin dört yüz seneden beri bugün dahi son derece parlaklığıyla devam etmekte olan hadis ilminin ne kadar gayret ve fedakarlıkla korunduğunu anlatmak içindir. İlim elde etmekte olduklarını iddia edenler, kendilerine talebe diyenler acaba ilim uğrunda ne kadar mihnet ve zorluklara katlanmaktadırlar? Eğer biz, kendi zevk ve sefamıza, rahat ve keyfimize, gezmemize, eğlenmemize ve dünyanın diğer işlerine devam edelim Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek sözleri de aynı şekilde yayılmaya devam etsin diye düşünürsek bir beyitte geçtiği gibi,

“Bu ancak hayaldir, imkansızdır ve deliliktir.” Bundan başka daha ne olabilir?


Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de