HIKÂYÂT-ÜS SAHÂBE

YEDİNCİ BÖLÜM


SAHÂBELERİN CESARETLERİ, KAHRAMANLIKLARI VE ÖLÜMÜ ARZULAMALARI

Kişi ölümü göze alınca her şeyi yapabilir. Bunun en tabii sonucu kahramanlıktır. Bütün korkaklıklar, düşünceler, fikirler ancak yaşamak içindir. Ama ölüm arzusu doğunca ne mal sevgisi kalır ne düşman korkusu… O (imanlarında) sadık olanlar hürmetine keşke bu servet bana da nasip olsaydı!

1. İBN’İ CAHŞ VE HZ. SA’D (R.A.)’NIN DUASI

Hz. Abdullah bin Cahş radıyallahu anh Uhud savaşında Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anh hazretlerine “Ey Sa’d gel birlikte dua edelim, herkes kendi ihtiyacına göre dua etsin, diğeri amin desin. Böyle yapmak duanın daha çabuk kabul olmasını sağlar” dedi. Her ikisi de bir köşeye çekilerek dua ettiler. Önce Hz. Sa’d hazretleri dua etti: “Allah’ım, yarın savaş başlayınca karşıma hamlesi çok şiddetli ve cesur birini çıkar, o bana şiddetle saldırsın ben de ona şiddetle saldırayım. Ona karşı bana zafer nasip et ki Senin yolunda onu öldüreyim ve ganimet elde edeyim!” Hz. Abdullah “Amin” dedi. Sonra Hz. Abdullah şöyle dua etti: “Allah’ım, yarın savaş meydanında beni hamlesi çok sert olan cesur biriyle karşılaştır. Ben ona şiddetle saldırayım ki o da bana şiddetle saldırsın, sonra o beni öldürsün, burnumu, kulağımı kessin. Kıyamet günü huzuruna çıktığımda, Sen <Ey Abdullah, senin kulağın, burnun niçin kesildi?> diyesin. Ben de <Ey Allah’ım. Senin ve Senin Rasûlü’nün yolunda kesildi> diyeyim. Sonra Sen <Doğru, bunlar ancak Benim yolumda kesilmiştir> diyesin”. Hz. Sa’d “Amin” dedi. Ertesi gün savaş başladı. Her ikisinin duası istedikleri şekilde kabul edildi.’ Sa’d radıyallahu anh diyor ki: “Abdullah bin Cahş’ın duası benim duamdan daha üstündü. Akşamleyin baktım ki, kulağı, burnu (kesilmiş) bir ipe bağlanmış duruyordu.” Uhud savaşında onun kılıcı kırılmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona bir ağaç dalı vermişti. Dal onun eline geçer geçmez kılıç oluvermişti. O kılıç bir zaman sonra iki yüz dinara satılmıştı. Dinar, altından bir paranın adıdır.

İZAH: Bu hadisede bir tarafta kahramanlığın en yüksek seviyesi olan, cesur bir düşmanla karşılaşma arzusu var, diğer tarafta ise sevginin en yüksek derecesi olan, sevgilinin yolunda vücudunun parça parça edilme temennisi… En sonurda o sevgili; “Būtün bunlar niçin oldu?” diye sorarsa, “Senin için oldu” diyeceğim duygusu var.

BEYİT:

Zulüm kılıcının hatıralarından biri elbette kalacak,                                                                           

Cesedimin parçalarınin her biri yüz  mezarlığa konacak.


2. UHUD SAVAŞINDA HZ. ALİ (R.A.)’IN KAHRAMANLIĞI

Uhud savaşında müslümanlar ufak bir yenilgiye uğradılar. Bunun en büyük sebebi de, birinci bölümün ikinci bahsinde anlatıldığı gibi Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bir emrine uymamaktı. O vakit dört taraftan saldıran düşman arasında kalmışlardı. Bu yüzden çok sayıda müslüman şehid olmuş, bazısı da kaçmıştı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’de bir düşman topluluğu arasında kalmıştı. Kafirler Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in şehid olduğu haberini yaymışlardı. Bu haberden telaşa kapılarak Sahâbe-i Kirâm’ın çoğu kaçmış ve oraya buraya dağılmışlardı. Hz. Ali radıyallahu anh buyuruyor ki: “Kafirler müslümanları kuşatınca ve Peygamber sallallahu aleyhi vesellem gözümün önünden kaybolunca onu sağ olanlar arasında aradım, bulamadım, şehidlerin yanına giderek aradım, orada da bulamadım. Kendi kendime “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in savaştan kaçması mümkün değildir. Anlaşıldığına göre Allahu Teâlâ yanlış amellerimiz yüzünden bize darılmış ve yüce Rasûlünü göğe kaldırmıştır. O halde kılıcımı elime alıp kafirlerin kalabalığına dalıp öldürülene kadar savaşayım. Bundan daha iyi yol yoktur” dedim ve kılıcımı alarak öyle bir hamle yaptım ki, nihayet kafirler ortalıktan çekilip gittiler. O anda gözüm Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e ilişince son derece sevinmiştim. Anladım ki Allahu Teâlâ sevgili Peygamberini melekleriyle korumuştu. Ben Peygamber aleyhissalatü vesselam’ın yanına giderek dikildim. Bu esnada kafirlerden bir topluluk Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e hücum etmek için geldiler. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem <Ali onları durdur> buyurdu. Ben tek başıma bu topluluğa karşı koydum ve onların yüzlerini geri çevirdim, bazılarını da öldürdüm.” Ondan sonra tekrar bir topluluk Rasûlullah’a saldırmak niyetiyle ilerledi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yine Hz. Ali’ye işaret etti. O yine tek başına o toplulukla çarpıştı. Bundan sona Hz. Cebrâil aleyhisselam gelerek Hz. Ali’nin yiğitliğini ve yardımını övünce Peygamber sallallahu aleyhi vesellem,

“Şüphesiz Ali bendendir, ben de Ali’denim” buyurdu. Yani bu sözüyle beraberliğin en yüksek derecesine işaret buyurmuştu. Cebrâil aleyhisselam da “Ben de ikinizdenim” buyurmuştur.

İZAH: Tek başına bir kişinin bir topluluğun üzerine yürümesi ve Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yüce zatını bulamayınca ölmek niyetiyle kafir sürülerinin arasına dalması bir yönden Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e duyduğu gerçek muhabbet ve aşkı göstermekte, diğer yönden de kahramanlığın ve yürekli bir atılganlığın manzarasını gözler önüne sermektedir.


3. HZ. HANZALA (R.A.)’IN ŞEHİD OLUŞU

Hz. Hanzala radıyallahu anh Uhud savaşına başından katılamamıştı. Denilir ki o yeni evlenmişti. (Sabah erkenden) gusül etmek için hazırlanıyordu. Nihayet gusül için oturmuş başını yıkıyordu. Birden kulağına müslümanların yenildiğini bildiren bir ses ilişti. Buna dayanamayıp o haliyle kılıcı eline alarak, savaş meydanına doğru ilerledi ve kafirlere saldırdı. Durmadan ilerliyordu. Derken sonunda şehid oldu. 

Şehid olan bir kimse eğer cünüp değilse yıkanmadan defnedilir. (Onun durumu bilinmediğinden) yıkanmadan defnedildi. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi vesellem meleklerin onu yıkadıklarını gördü. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem meleklerin yıkamasını sahâbelere de anlattı. Ebû Saîd Sâidî radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in sözlerini işitince Hanzala’nın yanına gittim. Baktım ki, başından sular damlıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem (Medine’ye) dönüp araştırınca onun yıkanmadan savaşa gittiğini öğrendi.

İZAH: İşte bu da kahramanlığın en yüksek derecesidir. Cesûr insanların iradelerinin gecikmesi kendilerine ağır gelir. Bundan dolayı Hz. Hanzala radıyallahu anh guslünü tamamlamayı bile beklemedi.


4. AMR BİN CEMÛH (R.A.)’IN ŞEHİD OLMA ARZUSU

Hz. Amr bin Cemûh radıyallahu anh ayağından sakattı. Onun dört oğlu vardı. Onlar çoğu zaman Rasûlullah’ın yanında bulunurlar ve savaşlara katılırlardı. Uhud savaşında Amr bin Cemûh da savaşa katılmayı arzu etti. Halk “Sen mazursun, ayağın sakat olduğu için yürümen de zor olur” dediler. Buyurdu ki: “Çocuklarım Cennet’e gitsin de ben geride kalayım. Bu ne kötü bir şeydir.” Hanımı da onu tahrik etmek için kınayarak, “Ben onun savaştan kaçıp geri geleceğini görür gibi oluyorum” dedi. Bunu duyan Amr bin Cemûh radıyallahu anh silahını kuşanıp kıbleye dönerek şöyle dua etti:

“Allah’ım beni aileme tekrar döndürme”.

Bundan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gitti ve kavminin kendisini savaştan men etmesini ve kendi arzusunu açıkladı ve “Ben sakat bacağımla Cennet’te gezip dolaşmayı arzu ediyorum” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Seni Allah mazur kıldı. Gitmemen de ne sakınca var?” buyurdu. O arzusunu tekrarlayınca Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem izin verdi. Ebû Talha diyor ki: Ben Amr’ın savaşta çalımlı çalımlı yürüdüğünü gördüm, “Allah’a yemin olsun ki, Cennet’i arzuluyorum” diyordu. Bir oğlu da arkasından koşuyordu, ikisi de savaştılar ve şehid oldular. Hanımı kocasının ve oğlunun cesetlerini bir deveye yükleyip defnetmek için Medine’ye getirirken deve çöktü. Deveye vurarak çok güçlükle ayağa kaldırdılar ve Medine’ye götürmeye çalıştılar, fakat o yüzünü Uhud’a doğru çeviriyordu. Hanımı durumu Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e anlatınca “Deveye öyle emredildi, Amr savaşa giderken bir şey söyledi mi?” buyurdu. Hanımı “Amr kıbleye dönerek:“Allah’ım beni aileme tekrar döndürme”. diye dua etmişti” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “İşte bundan dolayı deve Medine’ye doğru gitmiyor” buyurdu.

İZAH: İşte buna Cennet arzusu denir. İşte bu, Allah ve Rasûlünün gerçek aşkıdır. Bunun sayesinde sahâbeler nereden nereye ulaştılar. Onların heyecanları öldükten sonra bile aynı şekilde devam ediyordu. Devenin yürümesi için çok uğraşıldı. Fakat deve ya çöküyor ya da Uhud’a doğru gidiyordu.


5. HZ. MUS’AB BİN UMEYR (R.A.)’IN ŞEHİD OLMASI

Hz. Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anh İslam’ı kabul etmeden önce çok nazlı büyütülmüştü, varlıklı gençlerdendi. Babası ona iki yüz dirhemlik elbiseler alıp giydirırdi. Gençti, çok fazla naz ve nimet içinde büyümekteydi. İslam’ın ilk zamanlarında ailesinden habersiz müslüman olmuştu. Bu (gizlilik) hali devam ediyordu. Birisi onun (müslüman olduğunu) ev halkına haber verdi. Bunun üzerine ailesi onu bağlayarak hapsetti. Birkaç gün bu durumda kaldı. Bir fırsatını buldu ve gizlice kaçtı, Habeşistan’a hicret edenlere katılıp onlarla hicret etti. Oradan dönüşte Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Kanaat ve yoksulluk içerisinde bir hayat geçirmeye başladı. Öyle bir darlık içindeydi ki, bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir yerde otururken Hz. Mus’ab radıyallahu anh önünden geçti. Üzerinde birçok yerinden yırtılmış bir elbise vardı. Elbisenin bir tarafına bez yerine deriden yamalık yapılmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun bu halini ve önceki halini anlatırken gözleri yaşardı. Uhud savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. Müslümanlar son derece perişan bir vaziyette dağılmakta iken o dimdik ayaktaydı. Bir kafir ona yaklaştı ve sancak düşsün ve müslümanların yenilgisi açığa çıksın diye kılıcıyla onun elini kesti. O sancağı hemen diğer eline aldı, kafir diğer elini de kesti. Mus’ab sancak düşmesin diye iki kolunu birleştirerek bayrağı bağrına bastı. Bunun üzerine kafir ona bir ok attı. Bu yüzden o şehid oldu. Ama yaşadığı müddetçe sancağı düşürmedi. Ondan sonra yere düşen sancağı derhal bir sahâbi kaldırdı. Mus’ab defnedileceği sırada üzerinde vücudunun tamamını örtmeyecek kadar bir bez parçası vardı. Baş tarafı örtülse ayakları açılıyor, ayakları örtülse baş tarafı açılıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Baş tarafı bezle örtülsün, ayaklarına da izhir otu konulsun” buyurdu.”

İZAH: İşte, iki yüz dirhemlik elbiseler giyen, nazlar içinde büyüyen bu nazik gencin hayatının sonu böyleydi. Öldüğü gün kefenine yetecek kadar bir bez dahi bulunmuyordu.. Ama onda öyle bir azim vardı ki, hayatında İslam sancağını yere düşürmedi, iki eli kesildi ama yine de onu bırakmadı. Çok nazla büyütülmüştü. Ancak iman o yüce insanların kalplerine öyle bir şekilde yerleşiyordu ki artık o iman onlarda kendinden başka hiçbir şeyi bırakmıyordu. Iman, onları para, pul, rahat, dinlenme gibi her çeşit şeylerden ayırarak kendisiyle meşgul ediyordu.


6. KADİSİYE SAVAŞINDA HZ. SA’D (R.A.)’IN MEKTUBU

Irak savaşı sırasında Hz. Ömer radıyallahu anh’ın niyeti bizzat savaşa katılmaktı. “Hz. Ömer’in bizzat savaşa katılması mı daha uygundur, yoksa Medine’de kalarak ordunun sevk işlerini düzenlemesi mi daha uygundur” diye, halkın sıradan ve seçkin kişileriyle günlerce meşvere oldu. Halkın görüşü savaşa bizzat katılmasinın uygun olduğu, ileri gelen sahâbelerin görüşü ise ikinci şeklin (gitmemesinin) uygun olduğuydu. Meşvere konuşmaları sırasında Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anh’ın da adı geçti. Hepsi “Eğer o gönderilirse çok uygun olur, o zaman Hz. Ömer’in gitmesine gerek kalmaz” diye onun gitmesini münasip gördüler. Hz. Sa’d çok cesur ve (öteden beri) Arapların aslanlarından bir aslan sayılırdı. Netice olarak o uygun görüldü ve gönderildi.

Hz. Sa’d radıyallahu anh hamle yapmak üzere Kadisiye’ye varınca Kisra Kralı karşılarına meşhur pehlivanlardan olan Rüstemi çıkarmaya karar verdi. Rüstem krala sık sık “Beni kendi yanında bırak” diye rica etti ve gitmemek için her türlü yola başvurdu. Korku galebe çalıyordu. (Korkusunu gidermek için) “Buradan asker sevk etmek ve istişare işlerinde sana yardımcı olurum” diye, görüşünũ açıklıyordu. Adı Yezdicerd olan Kral bunu kabul etmedi ve Rūstem savaşa katılmaya mecbur oldu.

Hz. Sa’d radıyallahu anh yola çıkacağı sırada Hz. Ömer O vasiyetin kısaltılmış tercümesi şudur: “Ey Sa’d sana Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in dayısı denilmesi ve Peygamberin sahâbisi olman seni aldatmasın, Allah kötülüğü kötūlükle temizlemez. Aksine iyilikle temizler. Allahu Teâlâ ile kulları arasında hiçbir akrabalık yoktur. Onun katında sevilen şey sadece kulluktur. Allah indinde alt ve üst tabakanın hepsi eşittir. Hepsi Allah’ın kullarıdır. O hepsinin Rabbidir. Onun mükafatı kullukla elde edilir. Her işte Peygamberin yolunu takip et, yapılacak şey ancak budur. Benim bu nasihatımı hatırında tut. Sen büyük bir iş için gönderiliyorsun. Bunda muvaffakiyet ancak Hakka ittiba ile olur. Kendini ve arkadaşlarını iyiliğe alıştır. Öyleyse Allah korkusuyla hareket edin. Allah kor- kusu iki şeyde toplanır: Allah’a itaat ve günahlardan sakınmak. Kime Allah’a itaat nasip olmuşsa, dünyaya buğz etmek ve ahireti sevmek de nasip olmuştur”.? Ondan sonra Hz. Sa’d radıyallahu anh son derece sevinç içinde orduyu alarak yola çıktı. Onun bu hali Rüstem’e yazdığı şu mektuptan tahmin edilebilir: şu vasiyette bulundu.

“Şüphesiz benimle beraber öyle bir topluluk var ki, siz Acemlerin şarabı sevdiğiniz kadar ölümü sevmektedirler”

İZAH: Şarapta ne lezzet olduğunu şarap düşkünlerine sorun. Zafer ve galibiyet, ölümü bu şekilde sevenlerin ayaklarını niçin öpmesin ki?


7. HZ. VEHB BİN GÂBUS (R.A.)’IN UHUD SAVAŞINDA ŞEHİD OLMASI

Hz. Vehb bin Gâbus radıyallahu anh bir sahâbidir. Uhud savaşından bir süre önce müslüman olmuştur. Köyde kendi evinde yaşar, keçi güderdi. (Bir gün) yeğeni ile birlikte keçileri bir ipe bağlamış olarak Medine-i Münevvere’ye ulaştı ve “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem nereye gitti?” diye sordu. Uhud savaşına gitmiş olduğunu öğrendi. Keçilerini orada bırakıp Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına vardı. O esnada kafirlerden bir topluluk hücum ederek geldiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Kim onları dağıtırsa Cennet’te benimle beraberdir” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Vehb radıyallahu anh bütün gücüyle kılıcını savurmaya başladı ve hepsini geri püskürttü. İkinci defa aynı durum oldu. Üçüncüsünde yine böyle oldu. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem onu Cennet’le műjdeledi. Bunu duyar duymaz kılıcını çekip kafir sürülerine daldı ve şehid oldu. Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anh diyor ki: Ben hiçbir savaşta Vehb’in cesurluğu ve kahramanlığının benzerini görmedim. Şehid olduktan sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in Vehb’in baş tarafında durduğunu gördüm. Şöyle diyordu: “Allah senden razı olsun, ben senden razıyım.” Ondan sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bu savaşta bizzat yaralı olmasına rağmen onu kendi mübarek eliyle defnetti. Hz. Ômer radıyallahu anh şöyle buyurdu: Vehb’in bu ameline imrendiğim kadar hiç kimsenin ameline imrenmedim. Gönlüm ister ki Allah’ın huzuruna onun amel defteri gibi bir defterle çıkayım.”

İZAH: Hz. Ömer radıyallahu anh’ın ona imrenmesi onun kendine has örnek bir kahramanlığından dolayıdır ki, o (Allah yolunda) canını can kabul etmemiştir. Yoksa Hz. Ömer ve başka sahâbelerin diğer başarıları ondan çok çok üstündür.


8. Bİ’Rİ MAÛNE FACİASI

Bi’ri Maûne, yetmiş sahâbiden oluşan büyük bir topluluğun hepsinin şehid edildiği meşhur bir faciadır. Hepsi Kur’an-ı Kerim’in hafızı oldukları için bunlara “Kurra” deniliyordu. Birkaç muhacirden başka çoğu ensardandı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları çok seviyordu. Çünkü bu zatlar gecenin büyük bir kısminı zikirle ve Kur’an-ı Kerim okumakla geçirirlerdi. Gündüzleri de Rasûlullah’ın hanımlarının ev ihtiyaçları olan odun, su vs. gibi şeyleri getirirlerdi. Bu kıymetli cemaati Necd bölgesinde yaşayan Beni Âmir kabilesinden künyesi Ebû Berâ olan Âmir bin Mâlik himayesine alarak tebliğ ve vaaz adı altında alıp götürmüştü.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “Ashabıma bir zarar gelmesinden endişe ediyorum” buyurdu. Fakat o şahıs teminat verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yetmiş sahâbeyi onunla beraber yolladı ve Beni Âmir kabilesinin reisi olan Âmir bin Tufely’i İslam’a davet eden bir mektup yazdı. Bu zatlar Medine’den ayrılıp Bi’ri Maûne’ye ulaşınca konakladılar, onlardan Ömer bin Umeyye ve Münzir bin Ömer radıyallahu anhuma adlı iki sahâbi hepsinin develerini alarak otlatmaya götürdüler. Hz. Harâm radıyallahu anh yanına iki kişi alarak Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mektubunu Âmir bin Tufeyl’e vermek için gitti. Oraya yaklaşinca, Hz. Harâm radıyallahu anh iki arkadaşına “Siz burada durun, ben ileri gideceğim. Eğer bana bir hile yapmazlarsa siz de gelin, yoksa buradan geri dönün. Çünkü üç kişinin öldürülmesinden bir kişinin öldürülmesi daha hayırlıdır” dedi. Amir bin Tufeyl Sahâbe-i Kirâm’ı beraberinde getiren Âmir bin Mâlik’in yeğeniydi, Islam’a ve müslümanlara karşı özel bir düşmanlığı vardı. Hz. Harâm mektubu verince öfkesinden okumadı bile. Hatta Hz. Harâm radıyallahu anh’a öyle bir mızrak vurdu ki vücudunu delerek öbür taraftan çıktı. Hz. Harâm radryallahu anh.

“Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kurtuluşa erdim.” diyerek, ruhunu teslim etti. Amcasının bu zatları kendi himayesinde getirdiğine aldırmadan ve bir elçiyi öldürmenin hiçbir millete göre uygun olmamasına rağmen onu şehid ettikten sonra kabilesini toplayarak “Müslümanlardan hiç birini sağ bırakmayın” diye onları ikna etmeye çalıştı. Fakat onlar, Ebû Berâ’nın himayesinden dolayı tereddüt ettiler. Bunun üzerine o etraftan başka adamlar topladı ve çok büyük bir toplulukla yetmiş sahâbeye saldırdı. Bu zatlar artık ne kadar savaşabilirlerdi. Dört yandan kafirler tarafından çevrilmişlerdi. İçlerinden sadece Ka’b bin Zeyd radıyallahu anh haricinde hepsi şehid oldular. Onda da hayattan az bir eser kalmıştı. Kafirler onu ölü zannederek bırakıp gitmişlerdi. Develeri otlatmaya gitmiş olan Hz. Münzir ve Ömer radıyallahu anhuma göğe baktıklarında ölü eti yiyen kuşları gördüler. Her ikisi de “Muhakkak bir hadise meydana gelmiştir diyerek geri döndüler, oraya varınca gördüler ki arkadaşları şehid olmuşlar. Ellerinde kanlara boyanmış kılıçlarla, atlara binmiş bir takım kişiler cesetlerin etrafında dolaşıyorlardı. Bu durumu görünce ikisi de bir an durakladılar, aralarında ne yapmak gerektiğini meşvere yaptılar, Ömer bin Umeyye “Yürü gidip Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e haber verelim” dedi. Fakat Hz. Münzir radıyallahu anh “Nasıl olsa onların haberi olacak, şehidliği ve arkadaşlarımın yattığı yeri bırakıp gitmeye gönlüm razı olmuyor, ilerleyip arkadaşlarımıza katılalım” dedi. Nitekim, ikisi de ilerleyip meydana daldılar. Hz. Münzir şehid oldu. Hz. Ömer bin Ümeyye de esir oldu. Ancak Ämir bin Tufeyl’in anasının bir adağından dolayı bir köle azat etmesi gerekiyordu. Bu yüzden Âmir onu azat etti.’ Şehidler arasında Hz. Ebû Bekir’in kölesi Hz. Âmir bin Füheyre radıyallahu anh da vardı. Onun katili Cebbar bin Selmâ diyor ki: Ben ona mızrağı vurduğumda şehid olurken şöyle dedi: 

“Allah’a yemin olsun ki ben kurtuldum” Sonra onun cesedinin göğe doğru uçup gittiğini gördüm. Ben çok şaşırdım ve sonra insanlara, “Ben ona mızrak vurunca o öldü. Buna rağmen <Ben kurtuldum> diyordu. Söyleyin bu kurtuluş neydi?” dedim, bana “O kurtuluş Cennet’e girmekti” dediler. Bunun üzerine ben müslüman oldum. 

İZAH: İşte bunlar İslam’ın haklı olarak iftihar ettiği insanlardı. Şüphesiz ölüm, onlara şaraptan daha sevimliydi. Neden olmasın ki, Allah indinde yüzlerini ağartacak işler yapmışlardı. Bu yüzden her ölen kurtuluşa eriyordu.


9. HZ. UMEYR (R.A.)’IN “HURMALARI YEMEK UZUN BİR HAYATTIR” DEMESİ

Bedir savaşında Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir çadırda oturuyordu. Sahâbelere “Kalkın, muttakiler için hazırlanmış, genişliği yerlerden ve göklerden daha geniş olan Cennet’e doğru ilerleyin” buyurdu. Bir sahâbi olan Umeyr bin el- Hamam da dinliyordu. (Bunu işitince) “Ah, Ah” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Niçin ah çektin?” buyurdu. O “Ya Rasûlallah, ben de onlardan olmayı arzu ederdim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Sen de onlardansın” buyurdu. Sonra o sahâbi torbasından birkaç hurma çıkarıp yemeğe başladı ve “Bu elimdeki hurmaları bitirinceye kadar beklemek çok uzun bir hayattır. Daha ne kadar bekleyeceğim?” diyerek hurmaları attı, kılıcını alarak kalabalığa daldı ve şehid oluncaya kadar savaştı.

İZAH: İşte bu kimseler gerçekten Cennet’in kadrini bilen ve ona sağlam bir şekilde iman eden kimselerdi. Eğer bizlere de sağlam bir iman nasip olursa bütün bu zorluklar kolay olacaktır.


10. HZ. ÖMER (R.A.)’IN HİCRETİ

Hz. Ömer radıyallahu anh hakkında ne anlatalım. Çocuklara varana kadar onun kahramanlığını herkes bilir ve cesaretini itiraf eder. İslam’ın başlangıcında müslümanlar zayıf durumda iken, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem İslam’ın kuvvetlenmesi için    Hz. Ömer radıyallahu anh’ın müslüman olmasını (Allahu Tealâ’dan) istedi ve duası da kabul oldu. Hz. Abdullah İbn-i Mes’ud radıyallahu anh buyuruyor ki: Hz. Ömer müslüman oluncaya kadar bizler Kâbe’ye yakın namaz kılamıyorduk. Hz. Ali radıyallahu anh diyor ki: Önceleri herkes gizlice hicret ediyordu. Ancak Ömer hicrete karar verince kılıcı boynuna astı, yayını eline aldı. Yanına bir miktarda ok aldı. Önce Mescid-i Haram’a gitti. Emin olarak Kâbe’yi tavaf etti. Sonra çok sükûnet içinde namaz kıldı. Ondan sonra kafirler topluluğuna gidip “Kimin gönlü anasının kendisine ağlamasını, karısının dul kalmasını, çocuklarinın yetim kalmasını istiyorsa Mekke’nin dışına gelerek benim karşıma çıksın” dedi. Bu sözleri ayrı ayrı oturmakta olan bütün topluluklara söyledi ve gitti. Hiç kimse onun peşine düşme cesaretini gösteremedi.


11. MÛTE SAVAŞI

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çeşitli krallara İslam’ı tebliğ mektupları göndermişti. Bu mektuplardan birini de Hz. Haris bin Umeyr Ezdî radıyallahu anh eliyle Busra Kralına gönderdi. Mûte’ye ulaşınca Bizans’ın Valilerinden Şurahbil Gassâni onu öldürdü. Elçileri öldürmek hiçbir kimse tarafından hoş görülmediğinden, bu hadise Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in çok zoruna gitti. Üç bin kişilik bir ordu hazırlayarak başlarına Zeyd bin Harise’yi emir tayin etti ve “Eğer Zeyd şehid olursa, Cafer bin Ebi Tâlib’i emir yapınız, eğer o şehid olursa Abdullah bin Revaha emir olsun, o da şehid olursa artık mūslümanlar kimi isterlerse emir yapsınlar” buyurdu. Bir yahudi bu konuşmayı dinliyordu; “Bu üçü muhakkak şehid olacak, zira önceki Peygamberlerin bu gibi sözlerinden böyle anlaşılırdı” dedi.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem beyaz bir bayrak hazırlayarak Hz. Zeyd radıyallahu anh’a verdi ve kendisi bir toplulukla birlikte onları yolcu etmeye çıktı. Yolcu edenler dönmek üzere iken şehir dışında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem o mücahitler için şöyle dua etti: “Allahu Teâlâ sizi selametle ve muvaffakiyetle geri getirsin ve her türlü kötülüklerden muhafaza etsin.” Hz. Abdullah bin Revaha radıyallahu anh buna karşılık şu manaya gelen üç şiir söyledi: “Ben Rabbimden günahlarımın affını istiyorum. Bir de öyle bir kılıç ki kanımı fışkırtsın veya öyle bir mızrak ki bağırsaklarımı ve ciğerimi delip geçsin. Sonra halk benim kabrimin yanından geçerken <Ey Mücahit, Allah seni yüceltsin ve kurtuluş nasip etsin, gerçekten sen yücelik ve kurtuluşa erenlerdendin> desin.”

Ondan sonra ordu harekete geçti. Şurahbil de onların hareket ettiğini öğrenmişti. Yüz bin kişilik bir orduyla onlara karşı koymak için hazırlandı. Müslümanlar biraz ilerleyince Roma Kralı Hiraklin de yüz bin kişilik bir orduyla savaşmak için geldiğini öğrendiler. Müslümanlar bu haber üzerine “Bu kadar büyük bir topluluğa karşı savaşılsın mı yoksa durum Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e bildirilsin mi?” diye tereddüt ettiler. Abdullah bin Revaha yüksek sesle şöyle dedi: “Ey insanlar! Siz hangi şeyden çekiniyorsunuz? Siz hangi niyetle çıkmıştınız? Sizin maksadınız şehid olmaktır. Biz hiçbir zaman kuvvet ve insan çokluğuyla savaşmadık. Biz her zaman sayesinde Allah’ın bize ikram ettiği bu din için savaşıyoruz. İlerleyin, iki galibiyetten biri kesindir. Ya şehidlik ya zafer!” Bu sözleri duyan müslümanlar cesarete gelerek ilerlediler. Nihayet Mûte’ye vardılar ve savaş başladı. Şurahbil’in arkadaşları kaçtı, kardeşi de öldürüldü. Şurahbil de kaçarak bir kaleye sığındı ve yardım etmesi için Hirakl’e adam gönderdi. Hirakl yaklaşık iki yüz bin kişilik bir ordu gönderdi. Savaş tekrar bütün hızıyla devam etti. Hz. Zeyd radıyallahu anh şehid olunca Hz. Cafer radıyallahu anh sancağı eline aldı. Aklına dönüş fikri gelmesin diye atının bacağını kendi eliyle kesti ve birkaç şiir okudu.

“Ey insanlar Cennet ne güzel yerdir.                                                                                                                  

Ona yaklaşmak ne güzel bir şeydir.                                                                                                    

Onun suları ne kadar soğuktur.                                                                                                            

Artık Romalılara azap vakti gelmiştir.                                                                                               

Benim de artık onlara vurmam gerekir.”

Sonra kılıcını eline aldı. Zaten gönlüne dönüş fikri gelmesin diye atının ayağını bizzat kendisi kesmişti. Kafirlerin kalabalığı arasına daldı. Emir olduğundan dolayı sancakta onun elindeydi. Sancağı önce sağ eline aldı. Kafirler sancak düşsün diye sağ elini kestiler, o derhal sancağı sol eline aldı. Kafirler onu da kesince iki koluyla onu göğsüne bastırdı, ağzıyla da (düşmesin diye) tuttu. Biri arkadan hamle yaparak onu ikiye böldü. Bu yüzden o yere yıkıldı. O vakit otuz üç yaşındaydı. Hz. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma diyor ki: “Biz sonradan cesetler arasından Hz. Cafer’in cesedini kaldırınca vūcudunun ön tarafında doksan yara vardı.” O şehid olduktan sonra müslümanlar Abdullah bin Revaha’- va seslendiler. O, askerler arasında bir köşede bir et parçası yiyordu. Üç günden beri tadacak bir şey dahi bulamamıştı. Sesi duyar duymaz et parçasını attı, “Cafer şehid oldu, sen ise dünya ile meşgulsün” diyerek kendini kınadı ve ileri atıldı. Sancağı alarak savaşa başladı. Bir parmağı kesilip elinde asılı kalınca ayağıyla o kesik parmağın üzerine basıp elini çekti, parmağı koptu, onu atarak ilerledi. Bu dehşetli ve sıkıntılı durumda biraz tereddüt geçirdi. Ne cesareti ne de savaşma gücü vardı. Ancak o tereddütten bir zaman sonra kendine hitaben “Ey gönül, artık neye arzun var ki tereddüt gösteriyorsun? Hanımını arzuluyorsan ona üç talak olsun, kölelerini düşünüyorsan hepsi azat olsun, bahçeleri hayal ediyorsan hepsi Allah yolunda sadaka olsun” dedi ve sonra şu şiiri okudu:

“Yemin ederim ki, Ey gönül! Bu (meydana) ineceksin,                                                                                      

Ya rızanla ineceksin, ya da mecbur edileceksin                                                                                  

Sen uzun zamandır rahat bir hayat geçirdin.                                                                                     

Düşün, nihayet sen bir damla pis sudan ibaretsin.                                                                          

Bak, kafirler Müslümanların üzerine nasıl boşalarak geliyorlar

Sana ne oldu ki Cennet’i beğenmiyorsun?                                                                                                

Eğer (burada) öldürülmezsen bile nasıl olsa mutlaka öleceksin”

Ondan sonra atından indi. Amcasının oğlu bir et parçası getirdi. “Biraz ye de kendine gel, günlerce bir şey yemedin” dedi. O da aldı. Bu sırada bir taraftan “Hücum!” sesi geldi, et parçasını attı, kılıcını alıp kalabalığa daldı ve şehid oluncaya kadar savaştı.”

IZAH: Bu savaş, sahâbelerin hayatlarını (gösteren) bir örnektir. Onların her yaptıkları iş, dünyanın fani olmasının ve ahiret arzusunun dersini vermektedir. Sahâbe-i Kirâm bir tarafa, tâbiinler de aynı hale bürünmüşlerdi.

Sahâbelerin düşmana karşı olan halini gördünüz. Onların başka bir yönünü gösteren bir hadiseyi anlatarak bu bölüme son veriyorum. Şimdi de onların (zalim) devlet adamları karşısındaki davranışlarına bir bakınız. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:

“En üstün cihad, zalim sultan karşısında hakkı söylemektir.”


12. SAİD BİN CÜBEYR (RH.A.) VE HACCAC ARASINDAKİ KONUŞMA

Haccac’ın zulüm ve haksızlıkları dünyaca meşhurdur. O zamanın padişahları zulüm ve haksızlıklarına rağmen, dini yaymak için de çalışırlardı. Ancak yine de adaletli padişahlara göre onlar en kõtü sayılırlardı. (Zulümlerinden dolayı) halk onlardan usanmıştı. Said bin Cübeyr rahmetullahi aleyh İbn-ûl Eş’as’la birlikte Haccac’a karşı koymuştu. Haccac, Abdül Melik bin Mervan tarafından vali tayin edilmişti. Said bin Cübeyr rahmetullahi aleyh meşhur bir tabii ve büyük alimlerdendir. Devletin ve bilhassa Haccac’ın ona karşı buğz ve düşmanlığı vardı. Onlara karşı geldiğinden dolayı düşmanlık kaçınılmazdı. Savaşta Haccac onu yakalayamadı. Said bin Cübeyr yenildikten sonra gizlice Mekke-i Mükerreme’ye gelmişti. Hükümet kendi özel bir adamını Mekke’ye vali tayin etti. Ve eski valiyi geri ça- ğırdı. Bu yeni vali Mekke’ye varınca bir hutbe okudu. Hutbenin sonunda Padişah Abdül Melik bin Mervan’ın şu fermanını okudu: “Kim Said bin Cübeyr’i barındırırsa artık onun için bir kurtuluş yoktur.” Bu hutbeden sonra valinin kendisi de yemin ederek “Said hangi evde bulunursa, o ev sahibi öldürülecek ve onun evi ile komşularının evini yıkacağım” dedi. Çok uğraştıktan sonra Mekke Valisi onu tutuklayarak Haccac’a gönderdi. Öfkesini çıkarmak ve onu öldürmek için Haccac’ın eline fırsat geçmişti. Onu çağırarak şöyle sordu: “Senin adın ne?”, “Adım Said’dir.”, Haccac: “Kimin oğlusun?”, Said: “Cübeyr’in oğluyum” (Said’in manası güzel nasipli, Cübeyr’in manası da islah edilmiş şey’dir). Her ne kadar isimlerden çoğu zaman manaları kasdedilmese de onun adının güzel manalı olması Haccac’ın hoşuna gitmedi. Bundan dolayı “Hayır sen Şaki bin Kesir’sin (yani kırık dökük adamın oğlu bir bedbahtsın)” dedi. Said: “Anam adımın manasını senden daha iyi bilirdi” dedi. Haccac: “Sen de bedbahtsın senin anan da bedbaht”, Said: “Gaybı bilen senden başkasıdır.” (Yani bütün gaybları bilen Allah’tır). Haccac: “Göreceksin şimdi seni ölüm çukuruna indireceğim.” Said: “O halde anam benim adımı doğru koymuş.” Haccac: “Şimdi seni hayatın karşılığında nasıl Cehennem’e göndereceğim.” Said: “Eğer bunun senin elinde olduğunu bilseydim, seni ma’bud edinirdim.” Haccac: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hakkında inancın nedir?”, Said: “O rahmet Peygamberi idi ve Allah’ın Rasûlüydü. En güzel nasihatlarla bütün dünyaya gönderilmişti.” Haccac: “Halifeler hakkında görüşün nedir?” Said: “Ben onların muhafızı değilim, herkes kendinden sorumludur.” Hacac: “Ben onlara kötü mű diyorum, iyi mi diyorum?” Said: “Bilmediğim şey hakkında ne diyebilirim. Ben kendi halimi bilirim.” Haccac: “Onlar arasında senin en çok sevdiğin kimdir?” Said: “Rabbini en çok razı edendir”. (Bazı kitaplarda bu cevap yerine “bazısının hali bazısından üstündür” diye cevap verdiği geçmektedir.) Haccac: “En çok Rabbini razı eden hangisiydi?”, Said: “Onu, kalpte gizlenen şeye ve sırlara vakıf olan bilir.” Haccac: “Ali Cennet’te midir, Cehennem’de mi?” Said: “Eğer ben Cennet veya Cehennem’e gidip oradakileri görseydim o zaman haber verebilirdim.” Haccac: “Ben Kıyamet’te nasıl biri olacağım?” Said: “Ben gaybı bilecek kadar değilim.” Haccac: “Sen bana doğru söylemek istemiyorsun.” Said: “Ben yalan da söylemedim.” Haccac: “Sen neden hiç gülmüyorsun?” Said: “Gülecek hiçbir şey görmüyorum. Topraktan yaratılan, ahirete gidecek olan, dünyada gece gündüz fitnelerde yaşayan biri nasıl gülsün?”, Haccac: “Ama ben gülüyorum.”, Said: “Allah bu şekilde hepimizi değişik tiplerde yaratmıştır.” Haccac: “Ben seni öldüreceğim.” Said: “Benim ölümümün sebebini yaratan o işi bitirmiştir.” Haccac: “Allah indinde ben senden daha sevimli biriyim.” Said: “Kendi derecesini bilmeden Allah’a karşı hiçbir kimse cüret gösteremez. Gaybı ise ancak Allah bilir.” Haccac: “Ben neden cüret göstermeyeyim? Halbuki ben müslüman halkın padişahı ile beraberim. Sen ise asiler topluluğundansın.” Said: “Ben cemaatten ayrı değilim ve fitneyi kendimde sevmiyorum. Ama takdirde olanı kimse geciktiremez.” Haccac: “Emir’ül Mü’minin için topladığımız malları nasıl görüyorsun?” Said: “Ne topladığınızı bilmiyorum.” Haccac altın, gümüş, elbise vs. getirip onun önüne koydu. Said: “Bunlar güzel şeylerdir. Eğer şartlarına uygun olarak toplandıysalar.” Haccac: “Şart nedir?” Said: “Senin bunlarla dehşet günü, yani kıyamet günü insanı kurtaracak şeyler satın almandır. Yoksa her süt emzirenin emzirdiğini unuttuğu, hamile kadının çocuğunu korkudan düşürdüğü o günde insanlara iyi şeylerden başka hiçbir şey fayda vermeyecektir.” Haccac: “Topladıklarımız iyi bir şey değil midir?” Said: “Sen topladın, onun iyi olup olmadığını sen anlayabilirsin.” Haccac: “Sen bunlardan kendin için bir şey beğeniyor musun?” Said: “Ben yalnız Allah’ın beğendiğini beğenirim.” Haccac: “Kahrolasın!” Said: “Kahrolan kimse, Cennet’ten uzaklaştırılıp, Cehennem’e sokulandır.” Haccac (bozularak): “Söyle seni nasıl öldüreyim?” Said: “Nasıl öldürmeyi istiyorsan öyle.” Haccac: “Seni affedeyim mi?” Said: “Gerçek af, Allah’ın affetmesidir. Senin affetmenin hiçbir değeri yoktur.” Haccac cellada Said’i öldürmesi için emir verdi. Said dışarı çıkarılırken güldü. Onun güldüğü Haccac’a haber verildi. Haccac onu tekrar çağırıp niçin güldüğünü sordu. Said: “Senin Allah’a gösterdiğin cesarete ve Allah’ın sana gösterdiği sabıra…” Haccac: “Müslümanların aralarını açan birini öldürüyorum” dedi. Sonra cellada hitaben, “Onun boynunu benim önümde uçur” dedi. Said: “Ben iki rekat namaz kılayım” dedi. Namaz kıldıktan sonra kıbleye dönerek şu ayeti okudu:

“Şüphesiz ben sadece hak dine boyun eğip yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a çevirdim; ve ben,O’na ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim. (En’am-79)”

Haccac: “Onun yüzünü kıbleden Hıristiyanların kıblesine doğru çevirin. Çünkü Hıristiyanlarda kendi dinlerinde ayrılık ve ihtilaf çıkarmışlardır.” Nitekim, yüzü hemen çevrildi. Said şöyle dedi:

“Nereye dönerseniz Allah’ın zatı oradadır, O sırları (kalpte olanları) bilir.”

Haccac: “Yüz üstü yatırın, biz dış görünüşe göre amel etmekle sorumluyuz”, Said, şu ayeti okudu:

“Sizi o topraktan yarattık; yine ölümünüzden sonra sizi ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi başka bir defa daha çıkaracağız. (Tâhâ-55)”.                                                                

Haccac:”Onu öldürün”dedi. Said:”Ben seni şuna şahit tutuyorum:(Kelimei Şehadeti okudu) Sen bunu muhafaza et, kıyamet günü seninle karşılaştığımda alacağım” dedi. Ondan sonra şehid edildi.

O vefat ettikten sonra vücudundan çok fazla kan aktı. Buna Haccac da şaşırdı. Doktorunu çağırıp bunun sebebini sordu. Doktor, “Onun kalbi son derece rahattı, kalbinde en ufak bir öldürülme korkusu yoktu. Bundan dolayı diğer insanların aksine vücudunda bulunan kan miktarının hepsi aktı. Çünkü, korkan insanların kanı öldürülmeden önce pihtilaşır” dedi.”

İZAH: Kitaplarda bu hadisede geçen sual ve cevaplarda eksik ve fazlalık da vardır. Bunlara ilave olarak bazı sual ve cevaplarda zikredilmiştir. Ama bizim gayemiz bir örnek göstermek olduğundan bu kadarla yetindik. Tabiinlerin buna benzer vakıaları çok fazladır. Hz. İmam-ı Azam, Imam Mâlik, Imam Ahmed bin Hanbel (Allah’ın rahmeti hepsinin üzerlerine olsun) ve diğer bir çok zatlar işte bu hak sözü söylemek yüzünden daima eziyetlere katlanmışlar, ama hakkı elden bırakmamışlardır.


Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de