HIKÂYÂT-ÜS SAHÂBE

ONUNCU BÖLÜM


KADINLARIN DİNİ DUYGULARI

Gerçek şudur ki, eğer kadınlarda din sevgisi ve lyi amellere karşı bir arzu doğarsa, bu durumun çocuklar üzerine muhakkak tesiri olur, Zamanımızda se bunun tam tersine, daha baştan çocuk öyle bir çevreye birakılıyor ki, o çevrede çocuk ya dinin aleyhinde tesir alıyor ya da en azından onda dine karşı ilgisizik meydana geliyor. Hayatın başlangıcı böyle bir çevrede geçerse ortaya çıkacak olan sonuç bellidir.

1. PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN HZ. FATIMA (R.ANHA)’YA TAVSİYE ETTİĞİ TESBİHÂT

Hz. Ali radıyallahu anh bir defa kendi talebelerinden birine “Ben sana, kendim ve Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in en çok sevdiği kızı Fatıma’nın halini anlatayım mı?” dedi. Talebesi “Tabi anlatın” dedi. Hz. Ali radiyalahu anh “O kendi elleri ile el değirmenini çevirirdi. Bu yüzden elleri nasır bağlamıştı. Su kırbasını kendisi doldurarak getirirdi. Bu yüzden kırbanın iplerinden göğsünde izler meydana gelmişti. Evin her tarafını kendisi temizlerdi. Bundan dolayı elbisesi hep kirlenirdi. Bir defa Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’e birkaç köle gelmişti Ben Fatıma’ya <Git, sen de kendine hizmetçi iste, sana ev işlerinde yardımcı olsun> dedim. O Peygamber sallallahu aleyhi veselem’in yanına gitti. Orası kalabalikti , Fatıma çok utangaç olduğundan herkesin ônünde babasından istemekten çekindi ve geri geldi. İkinci gün Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bizzat kendisi geldi ve <Fatıma, sen dün ne için gelmiştin?> buyurdu. Fatıma utandiğından dolayı sustu. Ben <Ey Allah’ın Rasülü, bunun durumu şudur, Değirmen çevirmekten elleri nasır bağladı. Su kırbasını taşımaktan göğsünde iplerin izleri çıktı. Daima ev işlerini yaptığından elbiseleri kir içinde kalıyor. Ben dün kendisine size hiz- metçiler geldiğini, onun da bir tane hizmetçi istemesini söylemiştim. Onun için yanınıza gelmişti> dedim.” Bazı rivayetlere göre Hz, Fatima radiyallahu anha şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü, benim ve Ali’nin bir yatağımız var, o da bir koyun postudur. Geceleyin onu serip yatıyoruz. Gündüz üzerine yem koyarak devemize yediriyoruz.” Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Kızım sabret, Hz. Musa ve onun ailesinin on seneye kadar bir tek yatakları vardı. O da Hz. Musa’nın cübbesiydi. Geceleyin onu serer üzerine yatarlardı. Sen takva sahibi ol, Allah’tan kork ve O’nun emirlerini yerine getir. Evin işlerini yapmaya devam et. Gece yatarken <33 defa Subhanallah, 33 defa Elhamdulillah, 34 defa Allahu Ekber> de. Bu kelimeler hizmetçiden daha iyi şeylerdir” dedi. Hz. Fatma radıyallahu anha “Ben Allah ve O’nun Rasûlü’nden razıyım” buyurdu.  

İZAH: Yani hangi şeyden dolayı Allah ve O’nun Rasûlü benden razı olacaksa ben onu seve seve kabul ederim demektir. İşte iki cihan padişahının kızının hayatı buydu. Bugün bizlerden birinin yanında biraz para olsa onun ailesi ev işlerini görmek şöyle dursun, kendi ihtiyaçlarını dahi kendisi görmemektedir. Hizmetçilere gördürmektedir. Bu hadisede anlatılan tesbihat sadece uyku vaktine ait olan tesbihattır. Diğer hadisi şeriflerde ise her namaz sonunda 33 defa Subhanallah, 33 defa Elhamdulillah, 33 defa Allahu Ekber ve bir defa da, “Lailahe illallahu vahdehulâ şerike lehü lehül mülkü ve lehül hamdü vehüve alâ kulli şey’in kadîr” zikredilmektedir.


2. HZ. AİŞE (R.ANHA)’NIN SADAKA VERMESİ

Hz. Aişe radıyallahu anha’ya bir defa içi dirhem dolu iki torba verildi. İçlerinde yüz binden fazla dirhem vardı. Hz. Aişe radıyallahu anha bir tabak istedi ve doldurup doldurup dağıtmaya başladı. Akşama kadar hepsini bitirdi. Bir dirhem bile bırakmadı. Kendisi de oruçluydu. Iftar vaktinde hizmetçisinden orucunu açmak için bir şeyler getirmesini istedi. Hizmetçi bir ekmek ve zeytinyağı getirdi ve “Ne kadar iyi olurdu bir dirhemlik et aldırsaydınız da, orucumuzu et ile açsaydık” demeye başladı. Hz. Aişe radıyallahu anha “Şimdi başa kakmanın ne faydası var, o an hatırlatsaydın alırdım” dedi.

İZAH: Hz. Muaviye ve Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anhuma tarafından Hz. Aişe radıyallahu anha’ya bu gibi hediyeler gönderilirdi. Çünkü o devir fetihler devriydi, evlerde buğday yığınının durduğu gibi altın yığınları dururdu, buna rağmen kendi hayatlarını son derece sade ve basit bir şekilde geçiriyorlardı. Hatta iftar yapmak için bir şey olmadığını hizmetçi hatırlatmak zorunda kalırdı. Yüz bine yakın dirhem dağıttı da oruçlu olduğunu ve bir dirhemlik et aldırmayı aklına bile getirmedi. Bu gün böyle hadiselerden o kadar uzaklaşıldı ki böyle bir hadisenin doğru olmasında bile tereddüt edilmektedir. Ama o zaman ki genel yaşantıyı göz önünde bulunduranlar için buna benzer yüzlerce hadiseler hiç de hayret verici değildir. Bizzat Hz. Aişe radıyallahu anha’nın birçok vakıaları hemen hemen böyledir. Bir defa yine oruçluydu. Evde bir tane ekmekten başka bir şey yoktu. Fakirin biri gelip bir şeyler istedi. Hizmetçiye “Ekmeği ona ver” dedi. Hizmetçi “İftar etmek için evde hiçbir şey yoktur” dedi. Hz. Aişe radıyallahu anha “Zararı yok, ekmeği ona ver” dedi. O da verdi. Bir defasında bir yılan öldürdü. Rüyasında gördü ki, birisi Sen bir müslümanı öldürdün” dedi, Hz. Aişe radıyallahu anha “Müslüman olsaydı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarının yanına gelmezdi.” dedi. Adam “O gözünü muhafaza ederek gelmişti.” dedi. Hz. Aişe radıyallahu anha korku içinde gözlerini açtı ve bir kişinin kanının bedeli olan on iki bin dirhemi sadaka olarak verdi. Urve radıyallahu anh diyor ki: Ben bir defa Hz. Aişe radıyallahu anhayı yetmiş bin dirhem sadaka verirken gördüm de, kendi elbisesi üzerinde yama vardı.


3. HZ. İBNİ ZÜBEYR (R.A.)’IN HZ. AİŞE (R.ANHA)’YI SADAKA VERMEKTEN ALIKOYMASI

Hz. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh Hz. Aişe radıyallahu anha’nın yeğeniydi. Hz. Aişe radıyallahu anha onu çok severdi. Bir bakıma onu, o büyütmüştü. Hz. Ibni Zübeyr radıyallahu anh onun bu cômertliğinden dolayı “Kendisi sıkıntılara katlanıp eline geçeni hemen harcıyor” diye üzülüyordu. Bir defa “Teyzemin elini biraz tutmak lazım” dedi. Bu söz Hz. Aişe radıyallahu anha’ya ulaştı ve ona darıldı, “Benim harcamama mani oluyor” diye onunla konuşmamaya yemin etti. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh Hz. Aişe radıyallahu anha’nın darılmasına çok üzüldü. Bir çok kişiyi aracı olarak gönderdi. Fakat Hz. Aişe radıyallahu anha konuşmamaya yemin ettiğini mazeret gösterdi. Sonunda Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh çok perişan olunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in annesinin akrabalarından iki kişiyi aracı olarak beraberinde götürdü. O iki şahıs izin alarak içeri girdiler. Hz. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh da sessizce içeri girdi. Onlar perdenin arkasına oturdular. Hz. Aişe radıyallahu anha da perdenin iç kısmına oturdu. Konuşmaya başladıkları zaman Hz. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh hemen perdeden geçerek teyzesine sarıldı ve çok ağladı. Kendini affetmesi için yalvardı. O iki kişi de aracılık ederek müslümanlarla konuşmayı terk etmekle ilgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in hadislerini hatırlatıyorlar ve hadislerde bunun yasak olduğunu beyan ediyorlardı. Hz. Aişe radıyallahu anha hadislerdeki, műslümanlarla konuşmayı terk etmekle ilgili tehditleri duyunca dayanamayıp ağlamaya başladı ve nihayet onu affederek konuşmaya başladı. Fakat bu yeminin kefareti olarak, üst üste köle azat ediyordu. Nihayet kırk köle azat etmiş oldu. Yine de yeminini bozmayı hatırladıkça o kadar ağlardı ki, gözyaşlarından baş örtüsü islanırdı.

İZAH: Bizler sabahtan akşama kadar bir nefeste ne kadar yeminler ediyoruz ve onların ne kadarını yerine getiriyoruz? Bunun cevabını kendimiz düşünelim. Yanımızda devamlı biri yok ki, bize söylesin. Fakat verilen bir söz yerine getirilmeyince kalplerin ne hale geldiğini, Allah’ın isminin yüceliğini bilen ve Allah’a söz verildiği zaman yerine getirmenin gerekli olduğunu anlayan kimselere sorunuz. İşte bu yüzden Hz. Aişe radıyallahu anha bu hadiseyi hatırladıkça çok ağlardı. ‘ Tabakat Buhari


4. HZ. AİŞE (R.ANHA)’NIN ALLAH KORKUSU

Hz. Peygamber sallallahu alayhi vesellam in Hz. Aişe radiyallahu anha’yı ne kadar çok sevdiği hiç kimseden saklı değildir. Hatta Peygamberimiz sallalahu aleyhi vesellem’e biri “En çok kimi seviyorsunuz?” diye sormuştu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Aişe’yi buyurmuştu. Bununla beraber Hz. Aişe radıyallahu anha dini meseleleri o kadar çok bilirdi ki, büyük büyük sahâbeler dahi meseleleri araştırmak için onun yanına gelirlerdi. Hz. Cebrail aleyhisselam ona selam verirdi. Cennet’te de Hz. Aişe radıyallahu anha’nın Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in ailesi olacağı műjdelenmişti. Münafıklar Hz. Aişe radıyallahu anha’ya iftira attıklarında onun temiz ve suçsuz olduğu Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştı. Hz. Aişe radıyalahu anha buyuruyor ki: “Ben de on haslet vardır ki, Peygamber sallalahu aleyhi vesellem’in hiçbir hanımı bu hususta bana eşit değildir.” İbni Sa’d rahmetullahi aleyh bu özellikleri genişçe yazmıştır. Sadaka vermesinin hali geride geçen kıssalardan anlaşılmıştır. Fakat būtün bunlara rağmen Allah’tan öyle korkardı ki, şöyle buyururdu: “Keşke ben Allah’ı zikredip duran bir ağaç olsaydım da ahirette sorguya çekilmeseydim. Keşke ben bir taş olsaydım. Keşke küçük bir toprak parçası olsaydım. Keşke ben hiç doğmasaydım. Keşke ağaç yaprağı olsaydım. Keşke ben bir ot olsaydım

İZAH: Allah korkusunun böyle bir görüntüsü ikinci bölümün beş ve altıncı bahislerinde anlatılmıştır. O yüce insanların genellikle halleri böyleydi. Allah’tan bu kadar korkmak ancak onların nasibiydi.


5. HZ. ÜMMÜ SELEME (R.ANHA)’NIN KOCASININ DUASI VE HİCRETİ

Mü’minlerin annesi Ümmű Seleme radıyallahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellam’den önce, bir sahâbi olan Ebû Seleme radıyallahu anh ile evliydi. Aralarında çok fazla muhabbet ve bağlılık vardı. Bunun ölçüsü şu hadiseden anlaşılır: Bir gün Ümmü Seleme, Ebû Seleme’ye “Ben işittim ki, eğer erkek ve kadın ikisi de Cennet’lik ise kadın kocasının vefatından sonra kimseyle nikahlanmazsa Cennet’te aynı kocasına kavuşacaktır. (Eğer kadın ikinci kocayla evlenirse bu hususta iki hadis vardır. Bir hadiste o kadın ahirette ikinci kocaya verilecektir. İkinci hadise göre, kadın hangi kocanın yanında kalmayı isterse, onu seçeblir. Bu hadis daha meşhurdur. Şu da mümkündür ki, hangi kadının iki kocası da sevgide epitseler bunlar hakkında birinci hadis geçerli olur.)                                                                                                                                                        

Aynı şekilde eğer erkek hanımından sonra başka bir kadınla evlenmezse aynı hanımıyla buluşacaktır. Bunun için gel ikimiz de anlaşalım. Hangimiz ônce õlürse diğeri ikinci bir nikah yapmasın.” dedi. Ebû Seleme radıyallahu anh “Sen benim sõzümü kabul eder misin?” dedi. Ümmü Seleme radıyallahu anha “Ben senin sözünü kabul etmek için meşvere yapıyorum.” dedi. Ebü Seleme radıyallahu anh “Ben öldükten sonra sen nikahlan” dedi. Sonra şöyle dua etti: “Allah’ım benden sonra Ümmű Seleme’ye benden daha iyi bir koca nasip et. Onu üzmesin, rahatsız da etmesin.”

Islam’ın ilk yıllarında karı-koca birlikte Habeşistan’a hicret ettiler. Oradan dönünce de Medine’i Münevvere’ye hicret ettiler. Bunu Ümmü Seleme’nin kendisi geniş bir şekilde şöyle anlatıyor: Ebû Seleme hicret etmeye karar verince eşyalarını devesinin üzerine yükledi, beni ve oğlum Seleme’yi de bindirdi. Kendisi de devenin yularını tutarak yürüdü. Benim akrabalarım olan Muğire oğulları bizi gördüler. Ebû Seleme’ye “Sen kendin serbestsin, ama biz kızımızı seninle niye gönderelim de şehir şehir dolaşsın” diyerek Ebû Seleme’nin elinden devesinin yularını çekip aldılar ve beni zorla geri götürdüler. Kocamın akrabaları olan Abdulesed oğulları bu hadiseyi öğrenince benim akrabalarım olan Muğire oğulları ile münakaşa etmeye başladılar. “Siz kızınızı geri almakta serbest olabilirsiniz, ama biz torunumuz Seleme’yi sizin yanınızda niçin bırakalım. Çünkü siz de kızınızı, kocasının yanında bırakmadınız” diyerek oğlum Seleme’yi benden zorla aldılar. Artık ben, oğlum ve kocam üçümüz de birbirimizden ayrıldık. Kocam Medine’ye gitti. Ben kendi ana babamın yanında kaldım. Oğlum dedesinin yanına gitti. Ben her gün meydana çıkıyor, akşama kadar ağlıyordum. Böyle ağlaya ağlaya tam bir sene geçti. Ne ben kocamın yanına gidebildim ne de çocuğum bana kavuşabildi. Bir gün amcamın oğlu benim halime acıyarak kendi adamlarına “Siz bu zavallı kadına acımıyor musunuz? Onu çocuğundan ve kocasından ayırdınız. Onu niçin bırakmıyorsunuz?” dedi. Kısaca amcamın oğlu konuşup anlaşıp onları buna razı etti. Onlar da bana izin vererek “Eğer kocanın yanına gitmek istiyorsan git” dediler. Bunu görünce Abdulesed oğulları da oğlumu verdiler. Ben bir deve hazırladım. Çocuğumu kucağıma alarak, devenin üzerine bindim ve tek başıma Medine’ye doğru yola koyuldum. Üç, dört mil gitmiştim ki, Ten’im denilen yerde, Osman bin Talha ile karşılaştım. Bana “Tek başına nereye gidiyorsun?” diye sordu. Ben “Kocamın yanına, Medine’ye gidiyorum” dedim. “Yanında kimse yok mu?” dedi. Ben “Allah’ın zatından başka kimse yok” dedim. O benim devemin yularından tutup önden yürümeye başladı. Allah’a yemin olsun ki, Osman’dan daha şerefli bir adamla hiç karşılaşmadım. Ineceğim zaman devemi çöktürür, kendisi ayrılıp bir ağacın arkasına çekilirdi. Binme vakti gelince deveye eşyaları yükler, onu benim yakınıma çökertirdi. Ben de ona binerdim. O da gelip yuları tutup önden yürümeye başlardı. Bu şekilde Medine’i Münevvere’ye ulaştık. Kubâ’ya vardığımızda “Senin kocan burada” dedi. O sırada Ebû Seleme Kubâ’da kalıyordu. Osman beni oraya ulaştırdıktan sonra kendisi Mekke’i Mükerreme’ye döndü. Allah’a yemin olsun ki, Osman bin Talha’dan daha şerefli ve iyilik sever birini görmedim. O sene çektiğim meşakkat ve acıları belki de kimse çekmemiştir.  

İZAH: Allah’a güveninden dolayı Ümmü Seleme tek başına hicret niyetiyle yola çıkmıştı. Allahu Teâlâ kendi fazlı keremiyle ona yardım için sebepler hazırladı. Allah’a güvenene Allah yardım eder. Kulların kalpleri O’nun elindedir. Hicret farz olduğu zaman bir kadının mahremi olmadan tek başına hicret yolculuğu yapması caizdi. Bundan dolayı Ümmü Seleme’nin tek başına yolculuk yapmasında dini yönden bir sakınca yoktu.


6 HZ. ÜMMÜ ZİYAD (R.ANHA)’NIN BİRKAÇ KADINLA HAYBER SAVAŞINA KATILMASI

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem zamanında erkeklerin cihada katılma sevkleri hakkında çok kıssalar zikredilmektedir. Bu hususta kadınlar da erkeklerden geri kalmıyorlardı. Daima cihadı özlüyorlar ve fırsat bulunca da katılıyorlardı. Ümmü Ziyad radıyallahu anha diyor ki: Hayber savaşında biz altı kadın cihada katılmak üzere yola çıktık. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e haber verilince bizi cağırdı. Mübarek yüzünde öfke belirtileri vardı, “Siz kimin izniyle ve kiminle geldiniz?” buyurdu. Biz, “Ya Rasûlallah, biz yün eğirmesini biliyoruz. Cihadda buna ihtiyaç duyulur. Yanımızda yaralara sürülecek ilaçlar da var, daha da olmazsa mücahitlere ok vermeye yardımcı oluruz. Hasta olanları tedavi etmeye yardım ederiz. Yemek yedirmek ve su içirmekte yardımcı oluruz” dedik. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kalmamıza izin verdi.

İZAH: Allahu Teâlâ o devirde kadınlara bile öyle bir coşku ve cesaret vermişti ki, bugün erkeklerde bile öylesi yoktur. Bakınız bunlar kendi arzuları ile savaşa katılmışlar ve kendilerinin ne kadar iş yapacaklarını da teklif etmişlerdir.

Huneyn savaşında Abdullah bin Ebû Talha’ya hamile olan Ümmü Súleym radıyallahu anha savaşa katılmıştı. Yanında bir hançer taşıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Bunu niçin taşıyorsun?” deyince “Eğer bir kafir yanıma gelirse onun karnına saplayacağım” dedi. O bundan önce de Uhud ve diğer savaşlara katılmıştı. Yaralıları tedavi eder ve hastalara hizmet ederdi.

Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki: Ben Hz. Aişe ve annem Ümmü Süleym’i gördüm. Çok büyük bir gayretle kırbalara su doldurup getiriyorlar ve yaralılara içiriyorlardı. Kaplar boşalınca tekrar doldurup getiriyorlardı.


7. HZ. ÜMMÜ HARAM (R.ANHA)’NIN DENİZ SAVAŞINA KATILMA ARZUSU

Hz. Ümmü Haram radıyallahu anha Hz.Enes’in teyzesiydi. Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem’in (süt teyzesi olduğundan) sık sık onun evine giderdi. Bazen öğlen vakitleri orada istirahat ederdi. Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun evinde istirahat ederken, gülümseyerek uyandı. Ümmü Haram “Ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun, niçin gülümsüyordunuz?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ümmetimden bazı kişiler bana gösterildi, Onlar sanki tahtına oturan bir padişah gibi savaş niyetiyle gemilere binmişlerdi” dedi. Ümmü Haram radiyallahu anha “Ya Rasûlallah dua ediniz de Allahu Tealâ beni de onlara katsın” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vasellem “Sen de onlara katılacaksın” buyurdu. Ondan sonra tekrar uyudu. Tekrar gülümseyerek uyandı. Ümmu Haram tebessüm etmesinin sebebini sorunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yine aynı şeyi söyledi. Ümmü Haram õnceki isteğini tekrarlayarak, “Ya Rasûlallah dua edin, ben de onlardan olayım” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Sen ilk kafilede olacaksın” buyurdu. Nitekim Hz. Osman radıyallahu anh’ın halifeliği zamanında Şam Valisi olan Hz. Muaviye radiyallahu anh bir orduyla Kıbrıs adasına hamle yapmak için izin istedi. Hz. Osman radıyallahu anh izin verince Hz. Muaviye bir ordu ile Kıbrıs üzerine hamle yaptı. Ümmü Haram, kocası Hz. Ubade ile birlikte bu orduya katılmıştı. Dönüşte bir katıra biniyordu ki, katır ürktü. O katırın üzerinden yere düştü. Bu yüzden boynu kırılıp vefat etti ve oraya defnedildi.   

İZAH: İşte bu, bir kadın olan Ümmü Haram’ın cihada katılma heyecanıydı. Her savaşa katılmak için dua istiyordu. Ancak bu iki savaştan birincisinde vefat etmesi Allah tarafından takdir edilmişti. Bundan dolayı ikinci savaşa katılamadı. Bu yüzdendir ki, Rasūlullah sallalahu aleyhi vesellem ikincisine katılması için dua etmemişti.


8. HZ. ÜMMÜ SÜLEYM (R.ANHA)’NIN OĞLUNUN ÖLMESİ ÜZERİNE DAVRANIŞI

Ümmü Süleym radıyallahu anha Hz. Enes radıyallahu anh’ın annesiydi. Önce kocasi, yani Hz. Enes’in babasının vefatından sonra dul kalmıştı. Hz. Enes radıyallahu anh’ı büyütmek düşüncesiyle bir müddet nikahlanmamıştı. Sonra Ebû Talha radıyallahu anh ile nikahlandı. Ondan Ebû Umeyr adlı bir oğlu olmuştu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onların evine gidince Ebû Umeyre şaka yapardı. Ebû Umeyr aniden vefat etmişti. Ümmũ Süleym onu yıkadı, kefene sardı ve bir sedir üzerine yatırdı. (O gün) Ebû Talhâ oruçluydu. Ümmü Süleym ona yemek vs. hazırladı, kendini sūsledi, güzel kokular süründü. Akşam kocası geldi, yemeğini yedi. Çocuğun durumunu sordu. Ümmü Süleym radıyallahu anha çocuğun durumunun artık sakin olduğunu, tamamen iyileştiğini söyleyince kocasi rahatladı ve gece hanımı ile birlikte yattı. Sabahleyin kalktığı zaman kocasına, “Sana bir şey sormak istiyordum. Bir kimse birine emanet olarak bir şey verse, sonra onu geri almak istese, onu geri vermesi gerekir mi, gerekmez mi?” dedi. Kocası da “Muhakkak geri vermesi gerekir, alıkoymaya ne hakkı var, istenen şeyin geri verilmesi gerekir” dedi. Bunu duyunca Ūmmü Süleym radıyallahu anha “Senin oğlun Allah’ın emanetiydi. Allah onu geri aldı” dedi. Ebû Talhâ radıyallahu anh buna çok üzüldü ve “Bana ônceden niye haber vermedin?” dedi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna giderek bütün hadiseyi anlattı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem dua etti ve “Olabilir ki, Allah o geceye bir bereket nasip eder buyurdu. Ensardan biri diyor ki: “Ben Peygamberimizin duasının bereketini gördüm. O gecenin bereketiyle Ebû Talhâ’nın oğlu Abdullah doğdu. Onun dokuz tane çocuğu oldu ve hepsi de Kur’an-ı Kerim’i öğrendiler.

İZAH: Çocuğu öldüğü halde kocasına hissettirmeyecek şekilde tahammül etmesi, kocası oruçlu olduğu için “duyar da yemek yemesi zor olur” düşüncesiyle ona söylememesi, bir kadın için büyük bir sabır ve cesaret işidir.


9. HZ. ÜMMÜ HABİBE (R.ANHA)’NIN BABASINI PEYGAMBER (S.A.V.)’İN YATAĞINA OTURTMAMASI

Mü’minlerin annesi Hz. Ümmü Habibe radıyallahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evlenmeden ônce Ubeydullah bin Cahş’ın nikahındaydı.’ Karı- koca beraber müslüman olmuşlardı. Yine beraberce Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Oraya gidince kocası dinden çıkmış ve o hal içinde ölmüştü. Hz. Ümmü Habibe radıyallahu anha bu dulluk zamanını Habeşistan’da geçirmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem oraya nikah teklifi göndermiş ve Habeşistan kralı aracılığıyla nikah kıyılmıştı (Bu hadise, bu bölümün sonunda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hanımları bahsinde gelecektir). Nikahtan sonra Medine’i Münevvere’ye geldi. Barış zamanında babası Ebû Süfyan Medine’i Münevvere’ye gelmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile barışın sağlamlaştırılması için konuşacaktı. Kızı ile görüşmeye gitti. Orada yatak seriliydi. Üzerine otumak isteyince Ümmü Habibe yatağı katladı. Babası kızının kendisine yatak sereceği yerde, serilmiş yatağı katlamasına şaşırdı. “Bu yatağı, bana layık olmadığından mı, yoksa ben bu yatağa layık olmadığımdan mi topladın?” diye sordu. Hz. Ümmü Habibe şöyle dedi: “Bu Allah’ın temiz ve sevgili Rasûlu’nün yatağıdır. Sen ise müşrik olduğun için temiz değilsin. Bunun üzerine seni nasıl oturtabilirim?” Babası bu meseleye çok üzüldü ve “Sen benden ayrıldıktan sonra, kötü âdetlere müptela olmuşsun” dedi. Ancak Ümmü Habibe, kalbindeki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e olan azamet ve saygıdan dolayı, ister babası olsun, ister başkası temiz olmayan bir müşriğin Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yatağına oturmasına nasıl tahammül edebilirdi?

Bir defa O, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den on iki rekat kuşluk namazı kılmanın faziletini duymuştu. Onu daima aksatmadan kılardı. Durumu yukarıda anlatılan babası (Ebû Süfyan) da sonradan müslüman olmuştu. Babası vefat edince üçüncũ günü güzel koku getirerek süründü ve “Benim ne kokuya ihtiyacım var ne de rağbetim, fakat ben Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim: <Bir kadının kocasından başka biri için üç günden fazla yas tutmasi caiz değildir. Ama kocası için dört ay on gündür>, yas tuttuğum anlaşılmasın diye koku kullanıyorum” dedi. Hz. Ümmū Habibe vefat edeceği sırada Hz, Aişe’yi çağırdı ve ona “Benim ile senin aranda kumalık ilişkisi vardı. Kumalar arasında herhangi bir şey üzerine az çok mutlaka kırgınlık olur. Allah beni de affetsin seni de” dedi. Hz. Aişe radıyallahu anha da “Allah seni affetsin ve bağışla- sın” dedi. Bunu duyunca Ümmü Habibe “Şu anda beni çok sevindirdin. Allah seni de huzurlu ve mutlu kılsın” dedi. Bundan sonra aynı şekilde helallik almak için Ümmü Seleme’ye de birini gönderdi.

İZAH: Kumalar arasında birbirine karşı davranışlar öyle olur ki, biri diğerinin yüzünü dahi görmek istemez. Ama Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hanımı olan Ümmü Habibe dünyevi bir muamelenin hesabının burada halledilmesine ve ahiret yükü olarak omuzunda kalmamasına önem vermiştir. Zaten Rasûlullah’a olan sevgi ve hurmetinin ölçüsü, onun yatağına olan saygısından anlaşılmıştı.


10. HZ. ZEYNEB (R.ANHA)’NIN HZ. AİŞE (R.ANHA)’YA OLAN GÜVENİ

Mü’minlerin annesi Hz. Zeyneb binti Cahş radıyallahu anha Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in halasının kızıydı. İslam’ın başlangıcında müslüman olmuştu. İlk önce Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in azatlı kölesi Hz. Zeyd ile nikahlanmıştı. Aynı zamanda Hz. Zeyd Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in evlatlığıydı. Bu yüzden ona Zeyd bin Muhammed denilirdi. Fakat Hz. Zeyd, Hz. Zeyneb’le anlaşamayınca onu boşadı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir cahiliye âdeti olan “evlatlığın gerçek evlat yerinde kabul edilmesini” ve “onun hanımıyla evlenilemez” düşüncesini yıkmak için Hz. Zeyneb radıyallahu anha nikah teklifinde bulundu. Hz. Zeyneb “Ben Rabbim’e danışacağım, O’nunla meşvere yapmadan bir cevap veremem” diyerek abdest alıp namaza durdu. Bu ameli sayesinde bizzat Allah’û Teâlâ Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i onunla nikahladı ve Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti nazil oldu:

“Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki (bundan böyle) evlatlıkların hanımları ile ilişkilerini kestikleri (onları boşadıkları) zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.” (Ahzâb-37)

Bu ayet nazil olduğunda Hz. Zeyneb’e nikah müjdesi verildi. O an üzerinde takındığı mücevherleri çıkarıp müjdeyi getirene verdi. Kendisi de secdeye kapandı ve iki ay oruç tutmayı adadı. Hz. Zeyneb, “Rasûlullah’ın bütün hanımlarının nikahları akrabaları tarafından kıyıldı, benim nikahım ise semada kıyıldı ve Kur’an’da nazil oldu” diye haklı olarak övünürdü. Bu yüzden Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in en çok sevdiği hanımı olmakla övünen Hz. Aişe ile nikahı semada kıyılması ile övünen Hz. Zeyneb arasında üstünlükte tartışma bile olurdu. Fakat buna rağmen Hz. Aişe’ye atılan iftira hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem başkalarına sorduğu gibi Hz. Zeyneb’e de sorunca, “Ben Aişe hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum” dedi. İşte gerçek dindarlık buydu. Yoksa o vakit kumayı suçlama ve kocasının gözünden düşürme vaktiydi. Hem de öyle bir kuma ki, kocasına çok sevgiliydi. Fakat o, buna rağmen Hz. Aişe’yi tam bir şekilde temize çıkardı ve iyice övdü. Hz. Zeyneb radıyallahu anha çok takva sahibiydi. Fazla oruç tutar ve çokça nafile namaz kılardı. Kendi emeği ile bir şeyler yapar, bundan kazandığını sadaka olarak verirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in vefatı yaklaştığı sıralarda mübarek hanımları “Bizim içimizden ilk önce sana kim ulaşacaktır diye sorduklarında Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Kimin kolu uzunsa” buyurdu. Bunun üzerine bir ağaç dalı alarak kollarını ölçmeye başladilar. Fakat sonra anladılar ki, kol uzunluğundan maksat (Allah yolunda) fazla harcamaktır. Nitekim hepsinden önce Hz. Zeyneb radıyallahu anha vefat etmiştir.

Hz. Ömer Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek hanımlarına senelik maaş bağladığı zaman Hz. Zeyneb radıyallahu anha’nın hissesine düşen on iki bin dirhemi gönderdi. Hz. Zeyneb radıyallahu anha o paranın Rasûlullah’ın bütün hanımları için gönderildiğini zannetti. “Bunun diğer hanımlara dağıtılması daha műnasiptir” dedi. Parayı getiren elçi “Bunun hepsi sizin hissenize düşendir ve bütün sene içindir” dedi. Buna şaşıran Hz. Zeyneb radıyallahu anha “Sübhanallah” deyip paraları görmemek için yüzünü kapattı ve “Evin bir köşesine koyun” buyurdu. Üzerine de bir bez örttü (Bu kıssayı anlatan) Berze radıyallahu anha “Bir avuç falana gõtür, bir avuç da filana götür” dedi. Böylece muhtaçlara, akrabalara ve dul kadınlara birer avuç taksim etti. Geriye biraz para kalınca Berze radıyallahu anh kendisinin de istediğini arz etti. Hz. Zeyneb radıyallahu anha “Geri kalanı da sen al” dedi. Hz. Berze radıyallahu anhú diyor ki: Geriye kalanları da ben aldım ve saydım, tam seksen dört dirhem vardı. Bundan sonra Hz. Zeyneb radıyallahu anha ellerini açarak şöyle dua etti: “Ey Allah’ım, gelecek sene ki parayı bana ulaştırma, çünkü onun gelmesinde fitne var.” Nihayet ikinci senenin maaşı gelmeden vefat etti, Hz. Ömer radıyallahu anh, Hz. Zeyneb radıyallahu anha’nın on iki bin dirhemi dağıtıp bitirdiği haberini aldığı zaman kendi ihtiyaçlarına harcaması için bin dirhem daha gönderdi. Hz. Zeyneb radıyallahu anha onları da hemen dağıtti. Fetihler devri olmasına rağmen vefat ettiği zaman ne bir dirhem ne de bir mal biraktı. Sadece içinde oturduğu evi geriye miras olarak kaldı. Çok sadaka verdiği için kendisine Me’vel Mesâkin (Yoksulların sığınağı) ünvanı verilmişti.

Bir kadın anlatıyor: “Ben Hz. Zeyneb radıyallahu anha’nın yanındaydım. Biz koyu kırmızı renkle elbise boyuyorduk. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem geldi. Bizim boya yaptığımızı görünce geri gitti. Hz. Zeyneb radıyallahu anha bunun Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hoşuna gitmediğini anlayınca boyanmış elbiselerin hepsini yıkadı. Ikinci defa Peygamber sallallahu aleyhi vesellem geldi. Boyama işini görmeyince içeri girdi.”

İZAH: Kadınların bilhassa mala karşı olan sevgileri kimseden saklı değildir. Ayrıca renge karşı olan ilgilerini de anlatmaya gerek yoktur. Fakat Rasúlullah sallallahu alayhi vesellem’in aileleri sanki mal biriktirmeyi hiç bilmiyorlardı. Ayrıca Hz. Zeyneb, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesallem’in bir işareti üzerine boyadığı būtün elbiseleri yıkamıştı.


11. HZ. HANSA (R.ANHA)’NIN DÖRT OĞLU İLE BİRLİKTE SAVAŞA KATILMASI

Hz. Hansa radıyallahu anha meşhur bir kadın şairdir. Kendi kavminden birkaç kişiyle birlikte Medine’ye gelerek müslüman olmuştur. Ibni Esir rahmetullahi aleyh diyor ki: “Bütün ilim sahipleri ondan önce veya sonra hiçbir kadının ondan daha güzel şiir yazmadığında ittifak etmişlerdir.” Hz. Ömer radıyallahu anh’ın halifeliği zamanında hicretin 16. senesinde Kâdisiye savaşı oldu. Hz. Hansa radıyallahu anha dört oğlu ile birlikte savaşa katıldı. Çocuklarına bir gün önce çok nasihat etti, onları savaşa katılmaya teşvik ederek şöyle konuştu: “Oğullarım sizler kendi isteğinizle müslüman oldunuz ve kendi isteğinizle hicret ettiniz. Kendisinden başka ilah olmayan Zât’a yemin ederim ki, sizler bir anneden doğduğunuz gibi aynı babanın evladısınız. Ben ne sizin babanıza hıyanet ettim ne de dayınızı rezil ettim. Ne sizin şerefinize leke sürdüm ne de nesebinizi bozdum. Sizler Allahu Teâlâ’nın kafirlerle savaşmakta müslümanlara ne gibi ecirler ve mükafatlar vereceğini bilmektesiniz. Şunu da biliniz ki, ahiretin (hiç bitmeyen) sonsuz hayatı, dünyanın bitecek olan fani hayatından çok çok üstündür. Allah celle celaluhu şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler sabredin. (Düşman karşısında) sebat gösterin. (Cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah’dan korkun ki, başarıya erişebilesiniz”                       (Ấl-i Imrân-200)

O halde, yarın sabah sağ salim yerinizden kalktığınızda uyanık davranarak savaşa katılınız ve düşmana karşı Allah’tan yardım isteyerek ilerleyiniz. savaşın şiddetlendiğini ve alevlendiğini gördüğünüz zaman onun alevleri arasına dalınız ve kafirlerin komutanını bulup onunla vuruşunuz. İnşallah Cennet’te ikram edilerek, kurtuluşa ereceksiniz.” Nitekim sabahleyin savaş kızıştığı zaman dört oğlundan her biri sırayla ilerliyor ve annelerinin nasihatlarını şiirlerle dile getirerek coşuyorlardı. Biri şehid olunca diğeri ileri atılıyor, şehid oluncaya kadar savaşıyordu. Sonunda dördü de şehid oldu. Anneleri dördünün de şehid olduklarını duyunca, “Allah’a şükürler olsun ki, onların şehidliği ile beni şereflendirdi. Ben Allah’tan ümit ediyorum ki, Allah’ın Rahmet gölgesinin altında dördü ile beraber olacağım” dedi.  

İZAH: Genç yaştaki dört oğlunu savaşın kızıştığı ve şiddetlendiği anda ileri atılmalarına teşvik eden, dördü de şehid olup, görevlerini yerine getirince, hemen Rabbine şükür eden Allah’ın sevdiği böyle anneler de görülmüştür. ‘Üsdül-Gabe


12. HZ. SAFİYYE (R.ANHA)’NIN TEK BAŞINA BİR YAHUDİYİ ÖLDÜRMESİ

Hz. Safiyye radıyallahu anha Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in halası ve Hz. Hamza radıyallahu anh’ın öz kız kardeşiydi. Uhud savaşına katıldı. Mūslümanlar küçük bir yenilgiye uğrayarak geri kaçtıkları sırada kısa mızrağı ile yüzlerine vurarak onları geri çevirdi. Hendek savaşında Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem būtün kadınları bir kaleye kapattı ve Hz. Hassan bin Sabit radryallahu anh’ı muhafız olarak başlarına bıraktı. Yahudiler için bu iyi bir fırsattı. Onlar zaten içten düşmandılar. Yahudilerden bir topluluk kadınlara saldırmaya niyetlendiler. Durumu öğrenmesi için bir yahudiyi kaleye gönderdiler. Hz. Safiyye radıyallahu anha bir yerden onu gördü ve Hz. Hassan’a “Bu yahudi durumu gözetlemeye gelmiş, sen kaleden dışarı çık ve onu õldür dedi. Hz. Hassan radıyallahu anh çok zayıf biriydi. Bu yūzden cesaret edemeyince Hz. Safiyye bir çadırın direğini eline geçirdi ve dışarı çıkıp yahudinin başını ezdi. Sonra kaleye geri dönüp Hz. Hassan’a “O bir yahudi erkektir, namahrem olduğu için onun eşyalarını ve elbisesini çıkaramadım. Sen onun būtün elbiselerini çıkar, bir de başını kesip getir dedi. Hz. Hassan zayıf ve yaşlı olduğundan buna da cesaret edemedi. Hz. Safiyye tekrar gitti, onun başını kesip getirdi ve duvarın üzerinden yahudi toplu- luğunun üzerine fırlattı. Bunu gören yahudiler “Biz önceden biliyorduk ki, Muhammed kadınları tamamen yalnız bırakmaz. Mutlaka içeride onları koruyan erkekler vardır dediler.

İZAH: Hicretin 20. senesinde Hz. Safiyye radıyallahu anha Vefat etti. O sırada yetmiş üç yaşındaydı. Buna göre hicretin 5. yılında yapılan Hendek savaşında elli sekiz yaşındaydı. Bugün bu yaştaki kadınlara ev işlerini bile yapmak zor gelmektedir. Kaldı ki, bir erkeği tek başına öldürmek, Hem de õyle bir durumdaki bir tarafta yalnız başına kadınlar, diğer tarafta yahudi topluluğu vardı.


13. HZ. ESMA (R.ANHA)’NIN KADINLARIN MŰKÂFATINI SORMASI

Ensardan, sahâbiye bir hatun olan Esmâ binti Yezid radıyallahu anha Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelerek “Ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun, müslüman hanımlar tarafından elçi olarak yanınıza geldim. Şüphesiz Allahu Teâla sizi erkek ve kadınlara Peygamber olarak gönderdi. Bundan dolayı biz kadınlar topluluğu sana iman ettik. Allah’a iman ettik. Fakat biz kadınlar evlerde koruma içinde ve örtülerimizde kapalı duruyoruz. Beylerimizi evlerinde bekliyoruz. Onların arzulanı bizimle tamamlanıyor. Onların çocuklarını karnımızda taşıyoruz. Butün bunlara rağmen bir çok sevablı işlerde, erkekler bizi geçiyorlar. Onlar Cuma namazina ve cemaatle namaz kilmaya katılıyor, hastaları ziyaret ediyorlar, cenazelere katılıyorlar. Hac üzerine hac yapıyorlar. Bütün bunlardan daha ūstünü cihad ediyorlar. Onlar hac, umre ya da cihad için gidince biz kadınlar onların mallarını koruyor, onlara elbise hazırlıyoruz. Onların çocuklarına bakıyoruz. Acaba biz onların sevabına ortak değil miyiz?” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu duyunca Sahâbe-i Kirâm’a dönerek, “Siz din hakkında bu kadından daha iyi soru soran birini duydunuz mu?” buyurdu. Sahâbeler “Ya Rasûlallah, biz bir kadının böyle soru sorabileceğini hiç düşünemezdik” dediler. Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Esma’ya dönerek şöyle buyurdu: “Dikkatli dinleyip anla. Seni gönderen kadınlara de ki; <Kadının kendi kocasıyla iyi geçinmesi, onu memnun edecek şeyleri araştırıp ona göre hareket etmesi (kocasının işlediği) bütün amellerin sevabına eşittir>” Esma radıyallahu anha bu cevabı duyunca son derece sevinerek geri döndü.

İZAH: Kadınların kocaları ile iyi geçinmeleri, onlara itaat etmeleri çok değerli bir şeydir. Ancak kadınlar bundan çok gafillerdir. Sahâbe-i Kiram bir defa Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e “Acemler kendi reislerine ve padişahlarına secde ediyorlar, siz buna daha layıksınız, biz de size secde edelim” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu yasakladı ve şöyle buyurdu: “Eğer ben Allah’tan başka birine secde edilmesini emretseydim, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim.” Sonra şöyle buyurdu: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kadın kocasının hakkını ödemedikçe, Rabbinin hakkını eda edemez.” Bir hadiste şöyle geçiyor: Bir deve gelerek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e secde etti. Sahâbe-i Kirâm “Sana hayvanlar bile secde ettiklerine göre biz sana secde etmeye daha layığız.” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu menetti ve şöyle buyurdu: “Ben Allah’tan başka birine secde edilmesini emretseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Bir kadın kocası kendinden razı olduğu halde ölürse, Cennet’e gider.” Bir hadiste şöyle geçmektedir: “Eğer bir kadın kocasına darılıp geceyi ondan ayrı geçirirse, melekler ona lanet eder.” Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “İki kişinin namazı kabul olmak üzere göğe doğru giderken, başından yukarı geçmez. Onlardan biri efendisinden kaçan köle, diğeri de kocasının emrine uymayan kadındır.”


14. HZ. ÜMMÜ AMÂRA (R.ANHA)’NIN İSLAM’A GİRMESİ VE SAVAŞA KATILMASI

Hz. Ümmü Amâra radıyallahu anha Islam’ın ilk yıllarında müslüman olan kadınlardandır. Akabe biatine katılmıştır. Akabe “Geçit” demektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem önceleri insanları gizli olarak İslam’a kabul ederdi. Çünkü müşrik ve kafirler, yeni müslüman olanlara şiddetli eziyetler ediyorlardı. Hac zamanında Medine’den gelen bazı kişiler Mina dağının bir geçidinde gizlice müslüman oluyorlardı. Üçüncü defa Medine’den gelenlerin arasında Ümmü Amâra radıyallahu anha’da vardı. Hicretten sonra savaşlar devri başladığından onların çoğuna katıldı. Bilhassa Uhud, Hudeybiye, Hayber, Ümretül Kazâ, Huneyn ve Yemame savaşlarına katılmıştır. Uhud savaşına katılmasını kendisi şöyle anlatıyor: “Ben bir kırbaya su doldurarak <Müslümanların başına gelenleri bir göreyim, susuz veya yaralı biri varsa ona su içireyim> diye Uhud’a doğru yürüdüm. Müslümanlar zafer ve üstünlüğü ele geçiriyorlardı. Fakat az sonra kafirlerin galibiyeti ortaya çıkınca Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanına vardım, ona yönelen kafirleri uzaklaştırmaya başladım. (O vakit kırk üç yaşındaydı. Kocası ve iki oğlu da savaşa katılmışlardı.)”

Başlangıçta Ümmü Amâra’nın yanında kalkan yoktu, sonradan bir kalkan buldu. Onunla kafirlerin hamlesini engelliyordu. Beline, içi bez parçalarıyla dolu bir kuşak sarmıştı. Biri yaralanınca o parçalardan birini çıkarıp yakıyor, külünü onun yarasına basıyordu. Kendisi de on iki veya on üç yerinden yaralanmıştı. Onlardan biri çok derindi. Ümmü Saîd radıyallahu anha diyor ki: Ben onun omzunda derin bir yara gördüm ve “Bu nasıl oldu” diye sordum. Dedí ki: “Uhud savaşında insanlar perişan bir vaziyette oraya buraya dağıldığı zaman Ibni Kamiyye <Muhammed nerede, bana biri söylesin o nerede, eğer bugün o kurtulursa benim için kurtuluş yoktur> diyerek ilerledi. Musab Ibni Umeyr ve birkaç kişi onun karşısına çıktı. Ben de onlardan biriydim. O benim omuzuma hamle yaptı. Ben de ona birkaç defa hamle yaptım. Fakat o iki zırh giymişti. Bundan dolayı hamleyi engelliyordu. Bu aldığım yara o kadar şiddetliydi ki, bir sene tedavi ettirdim. Fakat iyi olmadı.” Bu esnada Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hamrâ-ül Esed savaşını ilan etti. Ümmü Amâra da kuşanıp hazırlandı. Fakat önceki yarası iyileşmediğinden katılamadı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hamrâ-ül-Esed’den dönünce ilk önce Ümmü Amara’nın halini sordu. Yarasının iyileşmekte olduğunu öğrenince çok sevindi. Uhud savaşında o yaradan başka yaralar da almıştı. Ümmü Amâra diyor ki: Aslında düşmanlar atlı, biz ise yayandık. Onlar da bizim gibi yaya olsaydilar o zaman bir şeye yarardı. Gerçek savaş neymiş görürlerdi. At üzerinde biri gelip bana saldırsa onun darbesini kalkanla engelliyordum. O benden başka tarafa dönünce atının ayağına saldırıyordum. Ayağı kesilince atla birlikte üzerindeki adam da düşüyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de oğluma seslenerek bana yardım için gönderiyordu. İkimiz birlikte onun işini bitiriyorduk. Oğlu Abdullah bin Zeyd diyor ki: Sol kolum yaralanmıştı, kan durmuyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Üzerine bez bağla” buyurdu. Annem geldi, birkaç bez çıkardı ve kolumu sardıktan sonra “Git kafirlerle çarpış” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu manzarayı seyrediyordu. Şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Amâra, senin gösterdiğin cesareti kim gösterebilir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem o esnada ona ve onun ailesine birkaç defa dua buyurdu ve övdü, Ümmü Amâra diyor ki: O sırada karşımıza bir kafir çıktı. Rasülullah sallallahu aleyhi vesellem bana “İşte o senin oğlunu yaralayan” dedi, Ben ileri fırlayıp onun baldırına hamle yaptım. Yaralandı ve birden yere yığıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem gülümseyerek “Oğlunun intikaminı aldın” buyurdu. Sonra gidip onun işini bitirdik.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize dua edince, ben “Ya Rasûlallah, dua et de Allah Cennet’te sana yakınlık nasip etsin” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem öyle olması için dua yapınca “Artık dünyada başıma gelen musibetlere aldırmam” dedim. Ümmü Amâra Uhud savaşından başka birçok savaşlara katılmış ve örnek kahramanlıklar göstermiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından sonra dinden dönmeler başlamış ve Yemame’de şiddetli bir savaş olmuştu. Ümmū Amâra ona da katılmış ve o savaşta bir eli kesilmişti. Ayrıca vūcudu on bir yerinden yaralanmıştı. O yaralı haliyle Medine’ye gelmişti.

İZAH: Bunlar bir kadının hayret verici kahramanlıklarıdır. Önce de geçtiği gibi Uhud savaşında kırk üç yaşında, Yemame savaşında yaklaşık elli iki yaşındaydı. O yaşta böyle savaşlara bu şekilde katılmasına ancak keramet denilebilir.


15. HZ. ÜMMÜ HAKÎM (R.ANHA)’NIN İSLAM’A GİRİŞİ VE SAVAŞA KATILMASI

Haris’in kızı Ümmü Hakîm radıyallahu anha, Ikrime bin Ebi Cehl’in hanımıydı. Kafirler arasında Uhud savaşına katılmıştı. Mekke’i Mükerreme’nin fethinden sonra műslüman oldu. Kocasını çok seviyordu. Ama kocası babasının tesirinde kalarak mūslüman olmamıştı, Mekke fethedilince Yemen’e kaçmıştı. Ümmü Hakîm kocası için Rasülullah sallallahu aleyhi vesellem’den emân diledi ve bizzat kendisi Yemen’e gitti. Kocasını çok zor bir şekilde geri dönmeye ikna etti ve “Muhammed sallallahu aleyhi vesellerr’in kılıcından ancak onun eteğine yapışarak kurtulmak mümkündür. Sen benimle gel” dedi. O da Medine’ye dönerek müslüman oldu. Karı-koca her ikisi de huzurlu ve mutlu olarak yaşadılar, Sonra Hz, Ebû Bekir Sıddık radıyallahu anh’ın halifeliği zamanında Roma’lılarla yapılan savaşlara Ikrime de katılmıştı. Ümmü Hakim de beraberdi, Hz. Ikrime bu savaşların ilkinde şehid oldu. Sonradan Halid bin Said onunla nikahlandı. Hálid bin Said bu yolculukta Merci’s Safer denilen bir yerde beraber olmayı istedi. Hanımı “Henüz düşman tehlikesi var, onların işini bitirelim dedi. Kocası, “Bu savaşta şehid olacağıma kesin olarak inanıyorum” dedi. Bunun üzerine Ümmü Hakim sustu. Orada bir çadırda beraber oldular. Sabahleyin velime yemeği hazırlanıyordu ki, Roma ordusu saldırıya geçtk Korkunç bir savaş oldu. Bu savaşta Hálid bin Said şehid oldu. Ümmü Hakim geceyi geçirdikleri çadırı söktü, bütün eşyalarını bağladı ve çadırın direğini alarak o da (düşmana) karşı savaştı ve yedi kişiyi tek başına öldürdü.    

İZAH: Zamanımızda bırakın bir kadını, bir erkek dahi böyle bir anda nikaha yanaşmaz. Nikahlansa bile kocasının aniden şehid oimasına ağlayarak günlerce yas tutarak geçirirdi. Allah’ın gerçek kulu olan bu yüce kadın hem cihada devam etti hem de kadın olmasına ragmen, yedi kişiyi öldürdü.


16. HZ. AMMAR (R.A.)’IN ANNESİ HZ. SÜMEYYE (R.ANHAYNIN ŞEHİD EDİLMESİ

Sümeyye binti Hayyât radıyallahu anha Hz. Ammar’ın annesiydi. Onun hikayesi bírinci bölümün yedinci bahsinde geçmişti, O da oğlu Hz. Ammar ve kocası Hz. Yasir gibi İslam uğruna nice eziyetlere ve zorluklara katlanıyordu. Fakat kalbinde iyice yerleşen Islam sevgisinde en ufak bir eksilme olmamıştı. Onu, sicağın en siddetli anında çakılların üzerine yatırıyorlardı. Demirden zırh giydirip güneşin altına dikiyorlardı. Sıcaktan demir kızsın da onun sicağı ile daha çok acı çeksin diye böyle yapıyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem oradan geçerken ona sabır tavsiye eder ve Cennet vaadinde bulunurdu. Bir defa Hz. Sümeyye radıyallahu anha ayakta duruyordu. Oradan Ebû Cehil geçti, Ona sövüp saydı ve sinirlenerek mızrakla avret mahalline vurdu. Hz. Sümeyye radıyallahu anha bu yaralanmadan dolayı vefat etti. Islam uğrunda ilk şehidlik ona nasip oldu.

İZAH: Kadınların bu kadar sabrı, cesareti ve metaneti imrenilmeye layıktır. Aslında bir insanın kalbine bir şey yerleşmişse ona her şey kolay gelir. Bu gün bile uğruna can verilen bir çok hadiseler duyuyoruz. Eğer bu canlar Allah yolunda, din uğrunda feda edilse, ölümle birlikte başlayacak olan öbür hayatta insanın yüzünũn ağarmasına sebep olur. Eğer bu can dünyevi bir menfaat için feda ediliyorsa, dũnya elden gideceği gibi ahiret de berbad olur.


17. HZ. EBÚ BEKİR’İN KIZI HZ. ESMA (R.ANHA)’NIN HAYATI VE GEÇİM SIKINTISI

Hz. Esma radıyallahu anha Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh’ın kızı, Abdullah bin Zübeyr’in annesi, Hz. Aişe’nin üvey kız kardeşi olan meşhur sahábiye kadınlardandır. Islam’ın ilk yıllarında müslüman olmuştu. Denilir ki on yedi kişiden sonra műslüman olmuştu. Hicretten yirmi yedi sene õnce doğmuştu. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem ve Hz. Ebû Bekir Medine-i Münevvere’ye ulaştıklarında, Hz. Zeyd ile beraber birkaç kişiyi her ikisinin ailelerini getirmeleri için Mekke’ye göndermişlerdi. Onlarla birlikte Hz. Esma radıyallahu anha da gelmişti. Kuba’ya varinca Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh doğmuştu. Hicretten sonra ilk doğan cocuk oydu. O zamanın kıtlığı, fakirliği ve açlığı bilinen bir şeydir. Bununla beraber o zamanın gayreti, kahramanlığı, eziyetlere sabır ve cesareti dillere destandır. Buhari’de Hz. Esma’nın hayat tarzı bizzat kendi ağzından nakledilmiştir. Diyor ki: Den Hz. Zübeyr ile evlendiğim zaman yanında ne mal vardı ne de múlk, ne izmetçi vardı ne de baska bir şey, Sadece su taşıyan bir devesi ve bir atı vardı. Ben kendim, deve için ot vs. getirirdim. Hurma çekirdeklerini dövüp yem olarak yedirirdim. Suyu kendim getirir, su kırbası yırtılınca onu kendim dikerdim. (Hayvanların) ot ve yem ihtiyaçları gibi bütün hizmetlerini ben görürdüm. Evin būtün işlerini görürdüm. Fakat bütün bunların içinde, ata bakıp hizmet etmek bana en zor geleniydi. Ekmek pişirmeyi beceremediğimden, hamuru yoğurup Ensardan komşu kadınlara götürürdüm. Onlar çok samimi, ihlaslı kadınlardı. Benim ekmeğimi pişirirlerdi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi veselem Medine’i Münevvere’ye varınca Hz. Zübeyre iki mil uzaklıkta bir arazi verdi. Oradan hurma çekirdeklerini başımın üzerine yükleyerek getirirdim. Ben bir defa aynı şekilde başım üzerinde seleyle gelirken yolda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile karşılaştım. Deve üzerinde gidiyordu. Yanında Ensar’dan bir cemaat vardı. Beni görünce deveyi durdurdu ve ona binmem için işaret etti. Ben erkeklerle gitmeye utandım. Hz. Zübeyr’in beni çok kıskandığı da aklıma geldi. “Bu ona ağır gelir” diye düşündüm. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem benim tavrımdan deveye binmeye utandığımı anladı ve gitti. Ben eve geldim ve durumu Hz. Zübeyr’e anlattım: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile karşılaştım o deveye binmemi söyledi. Ben utandım ve senin kıskançlığını da hatırladım” dedim. Zübeyr radıyallahu anh “Allah’a yemin olsun ki senin hurma çekirdeklerini başında taşıyarak getirmen bana ondan daha ağırdır dedi. (O günlerde bu zatlar daha çok cihad ve dinin diğer işleriyle meşgul olduklarından, ev işlerini genellikle kadınların görmesinden başka çare yoktu.) Ondan sonra babam Ebû Bekir, Rasûlullah sallallahu alayhi vesellemin kendisine verdiği bir hizmetçiyi bana gönderdi. Böylece ata bakmaktan kurtulunca, sanki büyük bir esaretten kurtulmuş oldum.’  

İZAH: Hurma çekirdeklerini dövüp veya değirmende öğütüp, suya karıştırarak hayvanlara yem olarak yedirmek Arap’larda önceleri âdetti. Halen de bu âdet devam etmektedir.


18. HZ. ESMA (R.ANHA)’NIN DEDESİNİ TESELLİ ETMESİ

Hz. Ebú Bekir Siddık radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte hicret ettiğinden yolda herhangi bir ihtiyaç doğar düşüncesiyle, o anda beş, altı bin dirhem miktarındaki parasının hepsini yanına aldı. Onlar gittikten sonra gözleri gõrmeyen ve henüz müslüman olmayan babası Ebû Kuhâfe, torunlarını teselli etmek için yanlarına geldi ve üzülerek, “Bana göre Ebû Bekir bu gidişiyle size sıkıntı verdi ve belki de malın tamamını alıp götürerek, üzerinize ikinci bir zorluk yükledi” dedi. Esma radıyallahu anha diyor ki: Ben, “Hayır dedeciğim o çok şey bıraktı da gitti” dedim. Bunu söyledikten sonra ufak tefek taşlar toplayıp, Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh’ın dirhemleri koyduğu rafa doldurdum. Üzerine bir bez örterek, dedemin elini o bez üzerine koydum, Onun dirhemle dolu olduğunu zannetti ve “Güzel, iste bunu iyi etmiş, bu geçiminize bir çare olacaktır” dedi. Esmâ diyor ki: Allah’a yemin olsun ki, hiçbir şey bırakmamıştı. Fakat ben dedem üzülmesin diye onu teselli etmek için bu yolu seçmiştim.

İZAH: Bu büyük bir cesaret işidir. Yoksa dededen ziyade torunlarin üzülmesi gerekirdi. O anda, çocuklar dedelerine durumu ne kadar şikayet etseler azdı. Çünkü onların dayanağı görünüşte dedeleriydi. Bu duruma onun dikkatini çekmek çok gerekliydi. Şöyle ki, bir taraftan babanın ayrılığı, diğer taraftan geçim için görünüşte hiçbir sebebin olmayışı.. Üstelik Mekke’liler genellikle düşman ve kimseyle ilgilenmeyen kimselerdi. Fakat Allahu Teâlâ ister kadın olsun, ister erkek bu yüce insanlara öyle güzel sıfatlar ihsan etmişti ki, onlara imrenmekten başka, yapılacak bir şey yoktur.

Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh önceleri zengindi. Büyük bir tüccardı. Fakat Islam uğrunda ve Allah yolunda o kadar harcadı ki, Tebük savaşında evinde ne varsa hepsini yüklenip geldi. Bu konu altıncı bölümün dördüncü bahsinde genişce anlatılmıştır. İşte bundan dolayı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Hiç kimsenin malı bana Ebû Bekir’in malı kadar fayda sağlamadı. Herkesin iyiliklerinin karşılığını verdim, ama Ebû Bekir’in iyiliklerinin karşılığını ancak Allah verecektir.


19. HZ. ESMA (R.ANHA)’NIN CÖMERTLİĞİ

Hz. Esma radıyallahu anha çok cömertti. Önceleri hesaplar, ölçer, biçer öyle harcardı. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Sarıp sarıp saklama, hesap etmeye çalışma, gücün yettiği kadar Allah yolunda harcamaya devam et” buyurunca bol bol harcamaya başladı. Kendi kızlarına ve evdeki diğer kadınlara, “Allah yolunda harcarken ve sadaka verirken, malın ihtiyaçtan fazla olmasını ve artmasını beklemeyin. Eğer ihtiyaçtan fazla olsun diye beklerseniz öyle olması mümkün değildir (çünkü ihtiyaçlar gittikçe artar). Eğer sadaka vermeye devam ederseniz, sadaka olarak harcadıklarınızda zarar etmezsiniz” diye nasihat ederdi.

IZAH: O yüce insanların, hayatında ne kadar darlık ve yokluk varsa o ölçüde gönüllerinde, tasadduk etme, hayırlı işlere ve Allah yolunda harcama Imkanı ve genişliği vardı. Günümüzde müslûmanlar arasında, iflas ve geçim sikıntısı yaygın bir şikayet haline gelmiştir. Ama karınlarına taş bağlayıp geçinen veya günlerce açlık çeken bir topluluk hiçte yoktur.


20. HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)’İN KIZI ZEYNEB (R.ANHA)’IN HİCRETİ VE VEFATI

İki cihanın efendisi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in en büyük kızı Hz. Zeyneb, Peygamberlikten on sene önce, Rasûlullah sallaflahu aleyhi vesellem otuz yaşındayken doğmuştu. Teyzesinin oğlu Ebû’l As bin Rebî ile evlendi. Hicret zamanında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte gidemedi. Kocası Bedir savaşında kafirler arasında yer almış ve esir olmuştu. Mekke’liler kendi esirlerinin serbest bırakılması için fidyeler gönderdiler. Hz. Zeyneb’de kocasının bırakılması için mal gönderdi. İçinde annesi Hz. Hatice radıyallahu anha’nın cehiz olarak verdiği gerdanlık da vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu görünce Hz. Hatice’yi hatırladı ve gözleri yaşardı. Sahâbe-i Kirâm’ın meşvereleri ile Ebû-l As’ın Hz. Zeyneb’i Medine’ye göndermesi şartıyla fidyesiz serbest bırakılması kararlaştırıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Zeyneb’i getirmeleri için iki kişiyi onunla Mekke’ye yolladı. Onlar Mekke’nin dışında bekleyecekler. Ebû-l As da Zeyneb’i alarak onların yanına kadar ulaştıracaktı. Nitekim Hz. Zeyneb radıyal- lahu anha, küçük kayınbiraderi Kinâne ile beraber deveye binerek yola çıktı. Kafirler bu haberi alınca ateş püskürmeye başladılar ve gitmelerini engellemek için bir topluluk onlara yetişti. Aralarında Hz. Hatice’nin amcasının torunu Habbar bin Esved de vardı. Bir bakıma Hz. Zeyneb’in kardeşi oluyordu. Yanında başka biri daha vardı. Bu ikisinden biri veya çoğu tarihçilerin yazdığına göre Habbar’ın kendisi Hz. Zeyneb radıyallahu anha’ya mızrakla vurmuştu. Bu yüzden Hz. Zeyneb yaralanıp deveden aşağı düştü. Hamile olduğu için karnındaki çocuk düştũ. Kinâne onlara okla karşılık verdi. Ebû Süfyan “Muhammed’in kızının böyle göz göre göre gitmesine tahammül edemeyiz. Şimdi geri dönün, sonra onu gizlice gönderirsiniz” dedi. Kinâne bunu kabul etti ve Zeyneb radıyallahu anha’yı geri götürdü. Birkaç gün sonra tekrar yola çıktı. Hz. Zeyneb’in bu yarası birkaç yıl devam etti. Birkaç sene bu yaradan hasta kalarak, hicretin 8.yılında vefat etti.

“Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut etsin.”

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “O benim en iyi kızımdı. Beni sevdiğinden dolayı kendisine eziyet edildi.” Onu, bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kendisi kabre koyarak defnetti. Kabre koyarken çok üzüntülüydü. Dışarı çıktığı zaman yüzü (sevinçten) parlıyordu. Sahâbe-i Kirâm bunun sebebini sorduklarında; “Ben Zeyneb’in zayıflığını düşündüğümden dolayı, ondan kabrin darlığı ve şiddetinin uzaklaştırılması için dua ettim. Allahu Teâlâ da duamı kabul etti” buyurdu.

IZAH: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kızı din uğrunda o kadar zorluklara katlandı ki, canını dahi o yolda verdi. Buna rağmen kabri daralmasın diye Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellen’in ona dua etmesi gerekiyorsa, bizim gibilerin halini hiç sormayın. Öyleyse insan kabir (hali) için çok dua etmelidir. Bizzat Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ümmetine öğretmek için sık sık kabir azabından Allah’a sığınırdı. “Allah’ım bizi ihsanın, keremin ve lütfunla kabir azabından koru.”


21. HZ. RÜBEYYİ BİNTİ MUAVVIZ (R.ANHA)’NIN DİN GAYRETİ

Rübeyyi binti Muavviz radıyallahu anha Ensar’dan bir kadın sahâbiyedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile beraber çoğu savaşlara katılmıştır. Yaralıları tedavi eder, öldürülenlerin ve şehidlerin na’şlarını yüklenerek taşırdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hicretinden önce műslüman olmuştu. Hicretten sonra evlenmişti. Evlendiği gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun evine gitmişti. Orada birkaç kız çocuğu sevinç içinde, Ensar’ın İslam uğrundaki kahramanlıklarını anlatan ve Bedir’de şehid olan Ensar büyüklerinin adları geçen şiirler söylüyorlardı. Onlardan biri şöyle bir mısra okudu:

“Aramızda öyle bir Peygamber var ki, yarın ne olacağını bilir.” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu söylemeyi yasakladı. Çünkü gelecekteki halleri ancak Allah bilir. Rübeyyi’nin babası olan Hz. Muavviz radıyallahu anh Ebû Cehl’i öldürenlerdendir.

Esma adında bir kadın vardı. Güzel kokular satardı. Bir gün birkaç kadınla birlikte Rübeyyi’nin evine de gitti ve kadınların âdeti gereğince, ona adını, halini, kimlerden olduğunu sordu. Rübeyyi kendini tanıttı. Kadın, onun babasının adını duyar duymaz. “Sen kendi reisini öldüren kişinin kızı mısın?” dedi. Çünkü Ebû Cehl arapların reisi sayılırdı. Bu yüzden onun babasına reisin katili dedi. Bunu duyunca Rübeyyi radıyallahu anha öfkelendi ve “Ben kendi kölesini öldürenin kızıyım” dedi. Rübeyyi radıyallahu anha Ebû Cehl’i babasının reisi olarak duymaya tahammül edememişti. Bundan dolayı Ebû Cehl’i babasının kölesi diye tanıttı. Bunun üzerine Esma denilen kadın, Ebû Cehl hakkında “köle” denilmesini duyunca sinirlendi ve “Sana koku satmak bana haram olsun” dedi. Rübeyyi de “Senden koku almak da bana haram olsun. Ben senin kokularından daha pis ve iğrenç kokan bir koku görmedim” dedi.

İZAH: Rübeyyi radıyallahu anha diyor ki: “Ben <pis kokan> sôzünü onu iyice kızdırmak için söylemiştim.” İşte bu duygu ondaki dini savunma ve din gayretinden dolayıdır ki, Islâm’ın azılı düşmanı hakkında reis sözünü duymaya dayanamamıştır. Günümüzde ise dinin en azılı düşmanları dahi yüksek ünvanlarla anılmaktadır. Eğer biri bunu menetse dar görüşlü olarak tanıtılmaktadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Bir münafığa önder (başkan) demeyin. Eğer 0, sizin önderiniz olursa, siz Rabbinizi gazablandırmış olursunuz.””


22. PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN AİLE FERTLERİ HAKKINDAKİ BİLGİLER

Efendimiz ve iki cihan önderi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hanımları ve çocuklarının halini öğrenmek merak ve arzu edilir. Elbette, bu arzu her müslümanda olmalıdır. Bu konuda geniş bilgi vermek için çok büyük bir kitap yazmak gerekir. Bundan dolayı onların halini kısaca açıklıyoruz.

1– Hadis alimlerinin ve tarihçilerin ortak kanaatlerine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem on bir hanımla evlenmiştir. Bundan fazlasında ihtilaf vardır. İlk olarak dul olan Hz. Hatice ile evlenmesinde görüş birliği vardır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem o vakit yirmi beş yaşında, Hz. Hatice ise kırk yaşındaydı. İbrahim’den başka bütün çocukları Hz. Hatice’den olmuştu. Daha sonra bunların açıklamaları gelecektir. Hz. Hatice’nin ilk nikahının Varaka bin Nevfel ile yapılması kararlaştırılmıştı. Ama nikaha sıra gelmemişti. Ondan sonra iki kişiyle nikahlanmıştı. Tarihçilerin önce hangisi ile nikahlandığı hakkında farklı görüşleri vardıı. Çoğunluğuna göre önce Atik bin Aiz’le evlendi. Ondan Hind adlı bir kızı oldu. Hind büyüyünce müslümanlığı kabul etti. Çocukları da vardı. Bazıları Atik’le olan evliliğinden bir de oğlu olduğunu, adının Abdullah veya Abdi Menaf olduğunu yazmaktadırlar. Atik’ten sonra Hz. Hatice Ebû Hale ile evlenmiştir. Bu evlilikten de Hind ve Hale adlı iki çocuğu olmuştur. Çoğu tarihçilere göre ikisi de erkekti. Bazıları Hind’in erkek, Hale’nin kız olduğunu yazmışlardır. Hind Hz. Ali radıyallahu anh zamanına kadar yaşamıştır.

Hz. Hatice radıyallahu anha Ebû Hale’nin ölümünden sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ile evlendi . O vakit Hz. Hatice kırk yaşındaydı. Yirmi beş sene Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in nikahında kaldı. Peygamberliğin onuncu yılının Ramazan ayında altmış beş yaşında vefat etti. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu son derece severdi. Onun sağlığında başka bir evlilik yapmamıştı. Onun. lakabı İslam’dan önce Tahire (namuslu, şerefli kadın) idi. Bu yüzden onun diğer kocalarından olan evlatlarına da Tahire oğulları denilirdi. Onun faziletleri hadis kitaplarında çokça zikredilmiştir. Vefat edince, bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu kabre koyup, defnetmişti. Cenaze namazı emri o vakte kadar henüz inmemişti. ( Ebû Dâvûd )

2– Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Ondan sonra aynı yıl Şevval ayında Hz. Aişe ve Hz. Sevde radıyallahu anhuma ile evlendi. Hangisiyle daha õnce evlendiği hakkında ihtilaflı görüşler vardır. Bazı tarihçiler önce Hz. Aişe ile evlendiğini yazmışlar, bazıları da önce Hz. Sevde ile sonra Hz. Aişe ile evlendiğini yazmışlardır. Hz. Sevde dul idi. Babasının adı Zem’a bin Kays’dır. Daha önce amcasının oğlu Sekran bin Amr ile evliydi. İkisi de müslüman olup Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Sekran Habeşistan’da vefat etti. Bazı tarihçiler Mekke’ye geri döndükten sonra vefat ettiğini yazmışlardır. Onun vefatından sonra Peygamberliğin 10. yılında Hz. Hatice’nin vefatından birkaç gün sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vésellem onunla nikahlandı. Hz. Sevde’nin, Hz. Aişe radıyallahu anha’dan önce Rasûlullah’ın evine geldiği üzerinde ittifak edilmiştir.

Çokça namaz kılmak Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem’in mübarek âdetiydi. Bir defasında Hz. Sevde radıyallahu anha “Gece o kadar uzun rüku ettiniz ki, burnumdan kan fışkıracağından korktum” dedi (çünkü o da Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in arkasında namaz kılıyordu. Şişmanlığından dolayı fazla sıkıntı çekmiş olabilir). Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu boşamak istemişti. O şöyle dedi: “Ya Rasûlallah, ben koca istemiyorum, ancak Cennet’te Peygamber hanımlarından olmayı arzu ediyorum. Bundan dolayı beni boşamayın. Ben sıramı Hz. Aişe’ye veriyorum” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu teklifi kabul etti. Bu yüzden onun sırası Hz. Aişe’nin hissesine katılmıştı. Hicretin 54. veya 55. yılında veya bazılarının yazdığına göre Hz. Ömer radıyallahu anh’ın hilafetinin son zamanlarında vefat etmiştir. Bundan başka Kureyş Kabilesi’nden bir Sevde daha vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onunla da nikahlanmak isteyince o “Bu dünyada en çok seni seviyorum, ama benim beş, altı çocuğum var. Onların bağırıp çağırmalarının, sizin başınızı ağrıtması bana ağır gelir” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun bu halini beğendi. Onu övdü ve nikah kararından vazgeçti.

3– Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Hz. Aişe radıyallahu anha ile Mekke-i Mükerreme’de Hicretten önce Peygamberliğin 10. senesinin Şevval ayında nikahlandı. O vakit Hz. Aişe altı yaşındaydı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in aileleri içinde bekar olarak nikahlanan sadece oydu. Diğerlerinin hepsi dul iken nikah’andılar. Hz. Aişe radıyallahu anha Peygamberliğin dördüncũ yılında doğdu. Hicretten sonra dokuz yaşında iken Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in evine geldi. O 18 yaşındayken Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ahirete intikal etti. Hz. Aişe Hicretin 57. yılının Ramazan ayının on yedisinde, Salı gecesi 66 yaşında iken vefat etti. Kendisi “Beni Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in diğer hanımlarinın defnedildiği umumi kabristana defnedin, Rasûlullah’ın Hücre-i Şerifi’ne defnetmeyin” diye vasiyet etmişti. Nitekim Bakî kabristanına defnedildi. Araplar Şevval ayında yapılan evlenmenin uğursuz olduğunu söylerlerdi. Hz. Aişe radıyallahu anha buyuruyor ki: “Benim nikahım Şevval ayında oldu, düğünüm de Şevval ayında oldu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hanımları içinde benim kadar nasipli ve sevilen kim vardı?”

Hz. Hatice radıyallahu anha’nın vefatı üzerine Hakîm’in kızı Havle radıyallahu anha, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelerek “Ya Rasûlallah, sen evlenmiyor musun?” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Kiminle” buyurdu. Havle: “Bekar da var, dul da. Hangisini istersen” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kimler olduğunu sorunca, “Bekar olan sizin en yakın dostunuz Ebû Bekir’in kızı Aişe’dir, dul ise Sevde binti Zem’a’dır” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Peki, konuş bakalım” dedi. Havle, doğruca Ebû Bekir radıyallahu anh’ın evine geldi ve Hz. Aişe’nin annesi Ümmü Rûman’a “Hayırlı ve bereketli bir iş getirdim” dedi. Ümmü Rûman radıyallahu anha sorunca, “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem beni Aişe’yi istemeye gönderdi” dedi. Ümmü Rûman “Aişe o’nun yeğenidir. O’nunla nasıl evlenebilir! Peki, dur bakalım Ebû Bekir gelsin” dedi. Ebû Bekir radıyallahu anh o anda evde yoktu. Eve geldiği zaman durum ona da anlatıldı. O da, “Aişe Peygamberin yeğenidir, onunla nasıl evlenebilir?” diye cevap verdi. Havle gidip Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e söyleyince Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “O benim din kardeşimdir, benim onun kızıyla evlenmem caizdir” buyurdu. Havle geri döndü ve Peygamber salallahu aleyhi vesellem’in cevabını Hz. Ebû Bekir’e söyledi. Artık Ebû Bekir radıyallahu anh gecikir miydi? “Çağır buyursunlar” dedi. Rasûlullah salallahu aleyhi vesellem onlara gitti ve nikah kıyıldı. Hicretten sonra birkaç ay geçince Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh “Siz hanımınız Aişe’yi niçin evinize çağır- mıyorsunuz?” dedi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem gerekli eşyanın henüz hazırlanmadığını mazeret olarak gösterdi. Bunun üzerine Ebû Bekir radıyallahu anh hediyeler gönderdi. Onunla hazırlık yapıldı. Hicretin 1. veya 2. senesinin Şevval ayında öğleden õnce Hz. Ebû Bekir’in evinde düğünleri oldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu üç evliliği Hicretten önce, diğerleri Hicretten sonra olmuştur.

4– Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Hz. Aişe’den sonra Hz. Ömer’in kızı Hafsa ile nikahlandı. Hz. Hafsa radıyallahu anha peygamberlikten beş sene önce Mekke’de doğmuştu. İlk evliliği daha Mekke’de iken Huneys bin Huzafe ile oldu. Huneys ilk müslūmanlardandır. Önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etmiştir. Bedir savaşına da katılmış ve bu savaşta veya Uhud savaşında aldığı yaradan iyileşemeden Hicretin ikinci veya üçüncü yılında vefat etmiştir. Hz. Hafsa (daha önce) kocasıyla beraber Hicret ederek Medine’ye gelmişti. Dul kalınca Hz. Ömer önce Ebû Bekir’e “Ben Hafsa’yı sana nikahlamak istiyorum” demişti. Ebû Bekir ona bir şey söylemedi. Ondan sonra Hz. Osman radıyallahu anh’ın hanımı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kızı olan Hz. Rukiyye vefat edince Hz. Osman radıyallahu anh’a teklif etmişti. Hz. Osman “Ben şu anda evlenmeyi düşünmüyorum” demişti. Hz. Õmer radıyallahu anh bu durumdan yakınınca Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Ben Osman’a Hafsa’dan daha hayırlı bir hanım ve Hafsa’ya da Osman’dan daha hayırlı bir koca bildireceğim” dedi. Daha sonra Hicretin ikinci ya da üçüncü yılında kendisi Hz. Hafsa ile nikahlandı. Kızı Ümmü Gülsüm’ū de Hz. Osman’a nikahladı. Hz. Hafsa’nın ilk kocasının vefatı hakkında tarihçilerin Bedir’de aldığı yaradan mı, yoksa Uhud’daki yaradan mı öldüğü şeklinde farklı görüşleri vardır. Bedir savaşı Hicretin ikinci yılında, Uhud savaşı ise üçüncü yılında olmuştur. Bundan dolayı onun nikah tarihi hakkında görüşler farklıdır. Ondan sonra Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh, Hz. Ömer’e “Sen bana Hafsa’nın nikah konusunu açtığın zaman ben susmuştum. Bu senin zoruna gitmiş olabilir. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana Hafsa’yı kendisinin nikahlamak istediğini anlatmıştı. Bu bakımdan ben ne kabul edebilirdim ne de Rasûlullah’ın sırrını açabilirdim. Bu yüzden susmuştum. Eğer Peygamber sallallahu aleyhi vesellem niyetinden vazgeçseydi, ben onu mutlaka nikahlardım” dedi. Hz. Ömer diyor ki: “Hz. Ebû Bekir’in sükut edişi Hz. Osman’ın reddetmesinden daha çok zoruma gitmişti.” Hz. Hafsa radıyallahu anha çok ibadet eden kanaat sahibi bir kadındı. Çoğu zaman geceleri ibadetle geçirir, gündüzleri sık sık oruç tutardı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir sebepten dolayı onu bir talakla boşamıştı. Bundan dolayı Hz. Ömer çok üzüldü. Üzülmesi de gerekirdi. Hz. Cebrâil aleyhisselam gelerek, “Allahu Teâlâ buyuruyor ki: <Hafsa’yı geri al. Çünkü o geceleri çok ibadet ediyor ve bol bol oruç tutuyor>. Ayrıca Allah celle celaluhu Hz. Ömer’in memnun olmasını diliyor” dedi. Bundan dolayı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hafsa’yı geri aldı. Hicretin 45. yılının Cemâdi-yel-Ûlâ ayında altmış üç yaşında iken Medine’de vefat etti. Bazıları Hicretin 41. yılında altmış yaşında vefat ettiğini yazmışlardır.

5– Ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hz. Zeyneb’i nikahlamıştır. Hz. Zeyneb radıyallahu anha Huzeyme’nin kızıydı. İlk nikahının kiminle olduğu hakkında ihtilaf vardır. Bazılarına göre Hz. Zeyneb yedinci bölümün birinci hadisinde anlatılan Abdullah bin Cahş ile evlenmişti. O Uhud savaşında şehid olunca Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evlendi. Bazılarına göre de onun ilk nikahi Tufely bin Haris’le olmuştu. Onun boşaması üzerine onun kardeşi Ubeyde bin Haris’le evlendi. O Bedir’de şehid olunca Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hicretten otuz bir ay sonra hicretin üçüncũ yılının Ramazan ayında Hz. Zeyneb radıyallahu anha’yı nikahladı. Sekiz ay Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in nikahında kaldı ve Hicretin 4. yılının Rebî-ül-Ähir ayında vefat etti.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in ailelerinden sadece Hz. Hatice ve Hz. Zeyneb radıyallahu anhuma Rasûlullah’ın sağlığında vefat etmiştir. Geriye kalan dokuz hanımı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatı sırasında sağ idiler. Hz. Zeyneb radıyallahu anha Çok cômertti. Bu yüzden ona İslam’dan önce de “yoksulların annesi” denilirdi.

6– Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ümmü Seleme ile nikahlandı Hz.  Ümmü Seleme radıyallahu anha Ebû Ümeyye’nin kızıydi. Ilk evliliği, künyesi Ebû Seleme olan amcasının oğlu Abdullah bin Abdulesed’le yapmıştı. Karı-koca her ikisi de ilk müslümanlardandı. Ikisi de kafirlerin eziyetlerine dayanamayarak önce Habeşistan’a hicret ettiler. Orada Seleme adlı bir oğulları oldu. Habesistan dönüşü Medine-i Münevvere’ye hicret ettiler. Bu hadise, bu bölümün besinci bahsinde genişçe anlatılmıştır. Medine-i Münevvere de ise Ömer adlı bir oğulları Dürre ve Zeyneb adlı iki kızları dünyaya geldi. Ebû Seleme radıyallahu anh İslam’a ilk giren on kişiden sonra müslüman olmuştur. Bedir ve Uhud savaşlarına katılmıştı. Uhud savaşında aldığı yaradan dolayı çok acı çekti. Bundan sonra Hicretin 4. yılının Safer ayında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in gönderdiği küçük bir askeri birliğe katılmıştı. Dönüşte o yara tekrar azdı. Bu yaradan dolayı Hicretin 4. yıının Cemadi-yel-Uhrâ ayının sekizinde ahirete intikal etti. Hz Ümmü Seleme o sıralarda Zeyneb’e hamileydi. Zeyneb doğduktan sonra, iddeti de bitince Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh onu nikahlama teklifinde bulundu. Fakat o kendisini mazur görmesini istedi. Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu nikahlamaya niyetlenince dedi ki: “Benim hem çocuklarım var, hem de mizacımda çekingenlik var. Bir de benim burada hiç velim yoktur.” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Çocukların koruyucusu Allah’tır. Çekingenlik de inşallah geçecektir. Hiçbir yakının da bunu beğenmezlik yapmaz. Bunun üzerine Ümmü Seleme oğlu Seleme’ye “Benim nikah işimi hallet” dedi. Hicretin 4. senesi Şevval ayının sonunda Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile nikahı kıyıldı. BazılarıI Hicretin üçünçü yılı bazıları ise ikinci yılı demişlerdir. Ümmü Seleme diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den işittim ki: “Kime bir bela gelir de şu duayı okursa:

“Allah’ım, bana musibetimden dolayı ecir ver ve onun yerine daha hayırlısını bana nasip eyle” Allahu Tealâ ona ondan daha hayırlısını nasip eyle”. Allahu Tealâ ona ondan daha hayırlısını nasip eder”. Ebû Seleme öldükten sonra ben bu duayı okuyor ve “Ebû Seleme’den daha üstün kim olabilir” diye düşünüyordum. Derken Allah celle celaluhu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile beni evlendirdi.Hz. Aişe radıyallahu anha diyor ki: Onun güzelliği çok meşhurdu. Nikah olduktan sonra ben bir bahane ile gizlice gidip baktım, onu duyduğumdan çok daha güzel buldum. Ben bunu Hafsa radıyallahu anha’ya söyleyince “Yok öyle söylendiği kadar güzel değildir” dedi. Mü’minlerin anneleri içinde en son (Hicretin 59. ya da 62. yılında) Hz. Ümmü Seleme radıyallahu anha vefat etmiştir. O sırada seksen dört yaşındaydı. Buna göre Peygamberlikten yaklaşık dokuz sene önce doğmuştu. Hz. Zeyneb binti Huzeyme’nin ölümünden sonra Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onunla evlenmişti. Hz. Zeyneb’in evinde kalıyordu. Evde bir avuç arpa, bir değirmen ve bir tencere buldu. Kendi elilyle arpayı öğüttü, içine yağ koyup çorba yaptı. Nikahın ilk günü kendi eliyle pişirdiği o corbayı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ikram etmişti.

7. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ondan sonra Zeyneb binti Cahş radıyallahu anha ile evlendi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in halasının kızıydı. Birinci evliliği Rasûlullah’ın evlatlığı Hz. Zeyd bin Harise ile olmuştu. Zeyd radıyallahu anh onu boşayınca, bizzat Allahu Teâlâ Zeyneb’i Rasûlullah’a nikahladı. Bu konu Ahzâb suresinde anlatılmıştır. O sırada Hz. Zeyneb otuz beş yaşındaydı. Meşhur olan görüşe göre Hicretin beşinci yılının Zilkade ayında nikahı kıyılmıştır. Her ne kadar bazıları hicretin üçüncü yılında kıyıldı demişlerse de doğru olan Hicretin beşinci yılıdır. Bu hesaba göre demek ki, Hz. Zeyneb Peygamberlik tarihinden on yedi sene önce dünyaya gelmiştir. O “Diğer hanımların nikahı yakınları tarafından kıyıldı, kendisinin nikahı ise Allah tarafından kıyıldı” diye Övünürdü. Hz. Zeyd radıyallahu anh onu boşadıktan sonra ve iddeti de dolunca Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona nikah teklifi gönderdi. O “Ben Allah ile meşvere yapmadan hiçbir cevap veremem” dedi. Sonra abdest aldı ve namaza durdu (Namazdan sonra) şöyle dua etti: “Allah’ım! Senin Rasûlun benimle nikah yapmak istiyor. Eğer ben ona layıksam beni ona nikahla”. (Bu esnada) öte yandan Peygamberimize Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti nazil oldu.

“Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki (bundan böyle) evlatlıkların hanımları ile ilişkilerini kestikleri (onları boşadıkları) zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”  (Ahzâb-37)  

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona müjde gönderdi. Hz. Zeyneb radıyallahu anha sevincinden secdeye kapandı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun düğün yemeğini çok şanlı bir şekilde verdi. Koyun kesti. Etli yemek ziyafeti verdi. Birer birer topluluklar çağrıldı. Biri yiyince diğeri çağrılıyordu. Böylece hepsi doya doya yediler. Hz. Zeyneb radıyallahu anha çok cömertti ve çok çalışkandı. Kendi el emeği ile bir şeyler yapar, bundan elde ettiğini sadaka olarak verirdi. Onun hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştu: “Ben öldükten sonra bana önce kavuşacak olanınız kolu uzun olandır. Hanımları bunun zahiri manasını anladıklarından bir çubuk alarak kollarını ölçmeye başlamışlar, Hz. Sevde radıyallahu anha’nın kolunun hepsinden uzun olduğunu görmüşlerdi. Fakat Hz. Zeyneb radıyallahu anha en önce vefat edince el uzunluğundan maksadın, çok sadaka vermek olduğunu anladılar. O çok fazla oruç tutardı. Hicretin 20. yılında vefat etti. Cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı. Öldüğü vakit elli yaşındaydı. Onun hali bu bölümün onuncu bahsinde de geçmiştir.

8– Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ondan sonra Haris bin Ebi Dirâr’ın kızı olan Hz. Cüveyriye radıyallahu anha’yı nikahladı. Hz. Cüveyriye, Rasûlullah salallahu aleyhi vesellem’in katıldığı Müreysi savaşında esir edilip getirilmişti. Ganimet taksiminde Hz. Sabit bin Kays radıyallahu anh’ın hissesine düşmüştü. Esir olmadan önce Müsâfi bin Safvan’la evliydi. Hz. Sabit onu dokuz evkiye altın karşılığında mükateb (Mükateb; “Şu kadar karşılık getirdiğinde hür olacaksın” diye kendisiyle anlaşma yapılan köle veya cariyeye denir.) yapmıştı. Bir evkiye kırk dirhem eder. Bir dirhem ise gümüş paranın dörtte biridir. Böylece dokuz evkiyenin toplam değeri doksan adet gümüş para eder. Hz. Cüveyriye radıyallahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelerek, “Ya Rasûlallah, ben kavmimizin reisi Haris’in kızı Cüveyriye’yim. Benim başıma gelen musibeti sen biliyorsun. Artık o kadar çok bir miktar karşılığında mükâteb oldum ki, onu ödemek benim gücümün dışındadır. Sizden bir şeyler ümit ederek geldim.” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Sana bundan daha hayırlı bir yol söyleyeyim mi? Seni para vererek serbest biraktırayım ve seninle nikah yapayım.” buyurdu. Cüveyriye için bundan daha iyi ne olabilirdi? Memnuni- yetle kabul etti ve nikahı kıyıldı. Meşhur olan görüşe göre bu olay Hicretin beşinci yılında, bazılarına göre de Hicretin altıncı yılında meydana gelmiştir. Sahâbe-i Kirâm Benî Mustalik kabilesinin artık Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hısımları olduğunu öğrenince bu akrabalığın şerefine kendi kölelerini serbest biraktılar. Denilir ki, Hz. Cüveyriye yüzünden yaklaşık 700 kişiden oluşan yüz aile serbest bırakıldı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bütün evliliklerinin bunun o içinde taşıdığı bir takım hikmetleri vardı. Hz. Cüveyriye çok güzeldi. Yüzünde bir çekicilik vardı. Denilir ki (İslam’a girmeden önce) yüzünü gören bir göz artık ondan ayrılamazdı.

Hz. Cüveyriye radıyallahu anha bu savaştan üç gün önceki bir rüyasında Yesrib (Medine)’den bir ay gelip onun kucağına indiğini görmüştü. Diyor ki: “Ben esir olunca rüyamın tabirinin çıkmasını ümit ediyordum.” O sıralarda Hz. Cüveyriye yirmi yaşındaydı. Sağlam olan görüşe göre Hicretin ellinci yılında altmış beş yaşındayken, Medine-i Münevvere’de ahirete intikal etmiştir. Bazılarına göre Hicretin elli altıncı senesinde, yetmiş yaşında iken vefat etmiştir.

9– Mü’minlerin annesi Hz. Ümmü Habibe radıyallahu anha Ebû Süfyan’ın kızıdır. Asıl adı hakkında görüşler farklıdır. Bazıları “Mermele” demişler, bazıları da “Hind” demişlerdir. Onun ilk evliliği Mekke’de Ubeydullah bin Cahş’la olmuştur.’ Karı koca ikisi de müslüman olmuşlardı. Kafirlerin eziyetleri yüzünden vatanlarını bırakmaları gerekmiş ve ikisi birlikte Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Oraya gidince kocası Hıristiyan oldu. Ondan önceki gece rüyasında kocasını çok çirkin bir şekilde görmüştü. Sabahleyin onun Hıristiyan olduğunu öğrendi. Kendisi Islam üzere sebat ederek, kocasından ayrıldı. Bu yalnızlıkta ve böyle bir durumda orada nasıl zorluklar çektiğini ancak Allah bilir. Fakat Allahu Teâlâ ona bunun en güzel karşılığı olarak Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in nikahına girmeyi nasip etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Habeşistan Kralı Necaşi’ye onu kendisiyle nikahlanması için bir haber yolladı. Bunun üzerine Necasi bu haberi Ebrene adlı bir kadınla Ümmü Habibe’ye ulaştırdı. Haberi alınca sevincinden takındığı iki bileziği, ayağına takındığı halhal vs.yi haber getiren kadına verdi. Nikahını Necâși kıydı. Mehir parası olarak da Ümmü Habibe’ye 400 dinar verdi. Ayrıca hediye olarak bir çok eşya verdi. Nikah meclisinde bulunanlara da dinarlar dağıttı ve ziyafet verdi. Necaşi nikahtan sonra bir çok güzel kokular ve eşyalar vererek onu Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gönderdi. Bu nikah çoğunluğun dediği gibi Hicretin yedinci yılında mı oldu, yoksa bazılarının dediği gibi, hicretin altıncı yılında mı oldu, bu hususta görüş farklılığı vardır. Tarihçi Hamis, nikah Hicretin altıncı senesinde, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile bir araya gelmesi Hicretin yedinci senesinde Medine’i Münevvere’ye ulaştığı zaman olduğunu yazmıştır. Bazı tarih kitaplarından ve hadislerden anlaşıldığına göre nikahı babası kıymıştır. Ancak bu doğru değildir. Çünkü o vakit babası müslüman olmamıştı. O bu  hadiseden sonra müslüman oldu. Onun bir hikayesi de bu bölümün dokuzuncu bahsinde geçmiştir. Ümmü Habibe’nin vefatı hakkında görüşler çok farklıdır. Çoğunluk Hicretin 44. yılı demişlerdir. Bundan başka Hicretin 42., 50., 55. gibi yıllarda vefat ettiği görüşleri de vardır.

10– Mü’minlerin annesi Hz. Safiyye radıyallahu anha Huyeyyin kızıdır. Hz. Musâ aleyhisselam’ ın kardeşi olan Hz. Hârun aleyhisselam’ ın evlatlarındandır. Önce Sellam bin Meşkem’in nikahındaydı. Ondan sonra Kinâne bin Ebî Hukayk’ın nikahına geldi. Onunla Hayber savaşı başladığı sıra evlenmişti. Kocası bu savaşta öldürülmüştü. Hayber savaşından sonra bir sahâbi olan Dihye Kelbî radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den bir cariye istemişti. Rasûlullah da Safiyye’yi ona vermişti.

Medine’de Beni Kurayza ve Beni Nadr adlı iki kabile bulunduğundan ve Safiyye de Yahudi bir kabilenin reisinin kızı olduğundan Sahâbe-i Kirâm “Bu hadise çok kimselerin zoruna gidecektir. Eğer Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hz. Safiyye’yi nikahına alırsa bir çok kimsenin gönlünü almış olacaktır” dediler. Bundan dolayı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Dihye radıyallahu anh’ın uygun gördüğü bedeli ödeyip onu almış ve Safiyye’yi serbest bırakıp onunla evlenmiştir. Hayber dönüşü bir konaklama yerinde düğün yapmıştır. Sabahleyin Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kimin yanında ne gibi yiyecek varsa, alsın getirsin”. Sahâbe-i Kirâm’ın yanında hurma, peynir, yağ ve bunun gibi değişik şeyler vardı. Onları getirdiler. Deriden bir sofra serip onun üzerine döktüler ve hep birlikte yediler. İşte düğün yemeği buydu.

Bazı rivayetlere göre Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu kendi isteğine bırakmış “Eğer sen kendi kabilen ve vatanında yaşamak istiyorsan serbestsin, gidebilirsin. Benim yanımda, benim nikahımda kalmak istiyorsan kalabilirsin” buyurmuş, bunun üzerine Hz. Safiyye “Ya Rasûlallah, ben şirk zamanında bile sizi arzulardım. Artık müslüman olarak nasıl gidebilirim” demiştir. Bu sözüyle galiba müslüman olmadan önce görmüş olduğu bir rüyayı kastetmiştir. Şöyle ki; O rüyasında bir ay parçasını kendi kucağında görmüştü. Bu rüyasını kocası Kinâne’ye anlatınca, Kinâne ona öyle şiddetli bir tokat atmıştı ki, gözünde iz bırakmış ve “Sen Yesrib (Medine) reisi ile nikahlanmayı mı arzuluyorsun?” demişti. Bir gün rüyasında güneşin göğsünde olduğunu görmüştü. Bunu da kocasına anlattı. Kocası yine “Sen Yesrib reisinin nikahına girmeyi istiyorsun” dedi. Bir defa rüyasında Ay’ı ku- cağında görünce babasına anlattı. Babası ona bir tokat vurdu ve “Senin gözün Yesrib reisine mi gidiyor” dedi. Belki de gördüğü bu rüyayı babası ve kocasına birden anlatmış veya bu rüyayı iki defa ayrı ayrı görmüş olabilir. Sahih olan görüşe göre hicretin ellinci yılının Ramazan ayında vefat etmiştir. O sırada takriben altmış yaşındaydı. Kendisi diyor ki: “Ben Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile nikahladığım zaman henüz on yedi yaşıma girmemiştim.”

11– Mü’minlerin annesi Hz. Meymûne radıyallahu anha Hâris bin Hazen’in kızıdır. Onun asıl adı Berre’ydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem adını değiştirerek Meymûne koymuştur. Önceden Abduluzzâ’nın oğlu Ebû Rahm’ın nikahlısıydı. Çoğu tarihçiler bu görüştedirler. Onun ilk kocasının adı hakkında daha birçok görüşler de vardır. Bazıları Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den önce iki defa nikahlandığını yazmışlardır. Dul kaldıktan sonra hicretin 7. senesinin Zilkade ayında Peygamber sallallahu aleyhi vesellem umre yapmak için Mekke’i Mükerreme’ye giderken onunla Serif denilen yerde nikahlandı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem umreyi bitirince Mekke’de düğün yapmayı düşünmüştü. Ancak Mekke’liler orada kalmaya izin vermediler. Bu yüzden dönüşte Serif’te evlendiler. Sahih olan görüşe göre, Hz. Meymûne radıyallahu anha Hicretin 51. yılında yine Serif’te düğün yaptıkları çadırın olduğu yerde vefat etmiştir. Bazıları Hicretin 61. yılında vefat ettiğini yazmışlardır. O sırada seksen bir yaşındaydı. Aynı yere kabri yapılmıştır. Mekke’ye giderken aynı yerde nikah olması, oradan dönüşte aynı yerde düğün olması ve bir zaman sonra, aynı yerde ölüp de kabrinin yapılması ibret alınacak durumlardan ve tarihin hayret verici hadiselerindendir. Hz. Aişe radıyallahu anha buyuruyor ki: “Meymûne hepimizden fazla müttaki ve akrabasını gözeten, bir kadındı.” Yezid bin Esam diyor ki: “O’nun işi her zaman ya namaz kılmak ya da ev işiyle uğraşmaktı. Eğer ikisinden fırsat bulursa, dişlerini misvaklar dururdu.” Tarihçiler ve hadis alimleri Hz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in nikahladığı hanımlar arasında en son nikahın Hz. Meymûne’nin nikahı olduğunda görüş birliğine varmışlardır. Şüphesiz diğer hanımları arasındaki nikahın sırası hakkındaki görüşlerin farklı olmasından dolayı nikah tarihlerinde de farklı görüşler vardır. Bu konu kısaca anlatılmıştır.

Hanımlarından ikisi Hz. Hatice radıyallahu anha ve Hz. Zeyneb binti Huzeyme radıyallahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hayatta iken vefat etmişlerdir. Diğer dokuz hanımı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatı sırasında sağ idiler. Bazı hadis alimleri ve tarihçiler bunlardan başka da nikah olduğunu yazmışlardır. Ancak bu konuda çeşitli görüşler olduğundan dolayı biz burada nikahları üzerinde ittifak edilmiş olan hanımlarını yazmış olduk.


23. RASÛLULLAH (S.A.V.)’İN ÇOCUKLARI

Tarihçiler ve hadis alimleri Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in dört kızı olduğunda ittifak etmişlerdir. Çoğunun araştırmasına göre en büyükleri Hz. Zeyneb radıyallahu anha’dır. Sonra Hz. Rukiyye, Hz. Ümmü Gülsüm radıyallahu anhuma ve son kızı Hz. Fatıma radıyallahu anha’dır. Elbette erkek çocukları hakkında çok değişik görüşler vardır. Bunun sebebi onların daha çocukken vefat etmeleri ve o devirde Araplar arasında tarih tutmaya önem verilmemesindendir. Sahâbe-i Kirâm gibi (din uğrunda) canlarını feda edenlerin sayıları o vakte kadar henüz çoğalmamıştı ki, her şey mükemmel olarak muhafaza edilsin. Çoğu tarihçilerin araştırmasına göre Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in Hz. Kâsım radıyallahu anh, Hz. Abdullah radıyallahu anh ve Hz. İbrahim radıyallahu anh adında üç oğlu olmuştur.

Bazıları “Dördüncüsü Hz. Tayyib, beşincisi de Hz. Tahir’dir” demişlerdir. Buna göre beş erkek evladı olmuştur. Bazıları “Tahir ve Tayyib ikisi de bir çocuğun adıdır” demişlerdir. Buna göre dört çocuk olmuş olur. Bazıları “Tahir ve Tayyib, Abdullah’ın adıdır” demişlerdir. Buna göre üç erkek çocuğu olmuş olur. Bazıları da Mutayyeb ve Mutahhar adlı iki erkek çocuğu daha olduğunu söylediler ve “Mutayyeb’in Tayyib’le, Mutahhar’ın ise Tahir’le ikiz doğduğunu” yazmışlardır. Buna göre yedi erkek çocuk olmuş olur. Fakat çoğunluğun araştırmasına göre üç oğlu vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bütün evlatları (İbrahim hariç) Hz. Hatice radıyallahu anha’dan dünyaya gelmişlerdir. Erkek çocuklardan ilk önce Kasım radıyallahu anh doğmuştur. Ancak Hz. Zeyneb’in ondan küçük veya büyük olması hakkında değişik görüşler vardır. Kasım radıyallahu anh daha çocukken vefat etmiştir. Çoğu tarihçiler (o sırada) onun iki yaşında olduğunu, bazıları da yaşının bundan daha küçük veya büyük olduğunu yazmışlardır.

İkinci oğlu Abdullah radıyallahu anh Peygamberlikten sonra doğdu. Bu yüzden adı Tayyib ve Tahir kaldı ve daha çocukken vefat etti. Kâsım’ın vefatı üzerine kafirler “Peygamber’in nesli kesildi” diye çok sevindiler. Bunun üzerine Kevser suresi nazil oldu. Kafirlerin, “O’nun nesli bittiğine göre, yakında adı da silinecek” demesine cevap olarak bugün bin dört yüz sene sonra bile, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in adına can verecek milyonlarca insan vardır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in üçüncü oğlu olan Ibrahim radıyallahu anh ittifakla hicretin sekizinci yılının Zilhicce ayında Medine’de doğdu. İbrahim, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in cariyesi olan Hz. Mâriye’den doğmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in en son evladıdır. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem O’nun doğumunun yedinci günü akika kurbanı olarak iki koç kesmiş, (kesilen) saçların ağırlığı kadar gümüş sadaka etmiş ve o saçları gömdürmüştür. Ebû Hind Beyâzi radıyallahu anh saçını traş etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ben ona atam İbrahim’in adını koydum” buyurmuştur. O da on altı aylıkken Hicretin 10. yılının Rebi-ül-evvel ayının onunda vefat etmiştir. Bazıları on sekiz aylık olduğunu söylemişlerdir.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Cennet’te İbrahim için süt emziren bir kadın tayin edilmiştir.” Kızları arasında en büyüğü Hz. Zeyneb’tir. Bunun aksini yazan tarihçiler yanılmışlardır. Zeyneb, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in (Hz. Hatice ile) evlenmesinden beş sene sonra Peygamber aleyhisselam otuz yaşında iken doğmuş, ana-babasının kucağında büyümüş, teyzesinin oğlu Ebû’l As bin Rebî ile evlenmiştir.

Bedir savaşından sonra Hicret etmiş ve müşriklerin çirkin suikastleri sonucu yaralanmıştır. Bu hadise bu bölümün 20. bahsinde geçmiştir. Bu yarası vefat edene kadar devam etti. Nihayet hicretin 8. yılının başlarında vefat etti. o’nun kocası Hicretin 6. veya 7. senesi müslüman olup Medine-i Münevvere’ye ulasmıştı. Onunla olan nikahı devam etti. Ondan bir kız ve bir erkek evladı oldu. Oğlunun adı Ali’ydi. O annesinin ôlümünden sonra ergenlik çağında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hayatta iken vefat etti. Mekke’nin fethinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte deveye binen Hz. Ali işte bu idi. Hz. Zeyneb’in kızının adı Ümame’ydi. Hadis kitaplarında onun kıssaları çokça geçmektedir. Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem namazda secde yaparken o sırtına binerdi. Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem’den sonra da yaşadı. Teyzesi olan Hz. Fatıma radıyallahu anha vefat edince Hz. Ali kerremallahu vechehu onunla evlendi. Hz. Ali radıyallahu anh’iın vefatından sonra Muğire bin Nevfel radıyallahu anh ile nikahlandı, Hz. Ali’nin ondan çocuğu olmadı. Bazıları Muğire’nin, ondan Yahya adlı bir oğlu olduğunu yazmışlardır. Bazıları da bunu reddetmişlerdir. Denilir ki, Hz. Fatıma radıyallahu anha vefat edeceği sırada Hz. Ali radıyallahu anh’a kendi yeğeniyle nikahlanmasını vasiyet etmişti. Hz. Ümame Hicretin ellinci yılında vefat etti.  

Rasûlullah salallahu aleyhi vesellem’in ikinci kızı Hz. Rukiyye radıyallahu anha idi. Ablası Zeyneb’ten üç sene sonra doğmuştu. O sırada Peygamber sallallahu aleyhi vesellem otuz üç yaşındaydı. Bazıları Hz. Rukiyye’nin, Hz. Zeyneb’ten büyük olduğunu söylemişlerdir. Ancak doğru olan şudur ki; O, Hz. Zeyneb’ten küçüktü. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in amcası Ebû Leheb’in oğlu Utbe ile nikahlanmıştı. Tebbet suresi inince Ebû Leheb, Utbe’ye ve Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in üçüncü kızı Ümmü Gülsüm’le nikahlı olan diğer oğlu Uteybe’ye “Muhammed’in kızlarını boşamadıkça sizinle görüşmek bana haram olsun” demişti. Bunun üzerine ikisi de hanımlarını boşadılar. Her ikisinin nikahı da çocuklukta olmuştu, henüz evlenmemişlerdi. Bundan sonra Mekke’nin fethinde Hz. Rukiyye’nin kocası múslüman olmuştu ama hanımını önceden boşamış ve Hz. Rukiyye, Hz. Osman radıyallahu anh ile nikahlanalı epey bir zaman olmuştu. Birinci bölümün 10 bahsinde geçtiği gibi Hz. Osman ve Hz. Rukiyye beraberce Habeşistan’a hicret etmişlerdi, Ondan sonra Rasûlullah saltallahu aleyhi vesellem “Bana da hicret etmem emredilmek üzere, benim hicret yerim Medine-i Münevvere olacaktır” buyurunca, Sahâbe-i Kiram, Medine-i Münevvere’ye hicret etmeye başladılar. Bundan dolayı Hz. Osman da hanımıyla birlikte Medine’ye varmıştı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hicretten sonra Bedir savaşına giderken Hz. Rukiyye hasta olduğundan, Hz. Osman’ı ona bakması için Medine’de biraktı. Bedir’deki zafer müjdesi ulaştığı an onlar Hz., Rukiyye’yi defnetmiş geliyorlardı. Bu yüzden Peygamber sallal lahu aleyhi vesellem onun cenazesine katılamamıştı.

Hz. Rukiyye ilk kocası ile nikahlanmış, fakat evlenmemişti. Öyleyse çocuk olması söz konusu değildir. Hz. Osman’la olan evliliğinden, Abdullah adlı bir oglu Habeşistan’da iken dünyaya gelmişti, Abdullah annesinin vetatından sonra da yaşadı ve Hicretin 4, senesinde altı yaşında iken vefat etti. Bazıları annesinden bir sene önce vefat ettigini yazmaktadırlar. Bundan başka Hz. Rukiyye’nin evladı olmadı.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in üçüncü kızı Ümmü Gülsüm radıyallahu anha idi. “O mu, yoksa Hz. Fatıma mı daha büyüktür?” diye çeşitli görüşler vardır. Coğunluğun görüşüne göre Ümmü Gülsüm büyüktü. Ônce Ebû Leheb’in oğlu Uteybe ile nikahlandı. Ancak düğünleri olmadı. Tebbet suresi nazil olunca bosandı. (Bu konu yukarıda Hz. Rukiyye bahsinde geçmiştir.) Kocası Uteybe onu boşadığı zaman Rasûlullah sallallahu aleyhí vesellem’in yüce huzuruna gelerek son derece küstahça, edepsizce ve uygun olmayan sözler sarfetti. Bunun üzeríne Peygamber aleyhisselam “Allah’ım! Kendi kõpeklerinden bir köpeği buna musallat et” diye beddua etti. Orada Ebû Tâlib de bulunuyordu. Müslüman olmamasına rağmen dehşete kapıldı ve Uteybe’ye “O’nun bedduasından kurtulamazsın” dedi. Nitekim bir defasında Uteybe Şam’a yolculuk yapıyordu. Babası Ebû Leheb būtün buğz ve düşmanlığına rağmen “Beni Muhammed’in bedduası düşündürüyor. Bu yüzden kafiledekiler bizi iyice korusunlar” dedi. Bir konaklama yerine vardılar. Orada çok fazla aslan vardı. Geceleyin bütün kafiledekilerin eşyaları bir yere toplanıp tepe gibi yapılarak üzerine Uteybe yatırıldı. Kafiledekilerde onun etrafına yattılar. Geceleyin bir aslan geldi ve hepsinin yüzünű kokladı, sonra Sıçrayarak tepeye çıktı ve Uteybe’nin başını vűcudundan ayırdı. O bağırmıştı ama aynı anda işi de bitmişti. Bazı tarihçiler onun müslüman olduğunu, bu hadisenin önceki kardeşinin başına geldiğini yazmışlardır. Hülâsa Hz. Rukiyye radıya”ahu anha ve Hz. Ümmũ Gülsüm radıyallahu anha’dan her birinin ilk kocalarından (Utbe ve Uteybe’den) biri műslüman olmuş, diğerinin başına da bu hâl gelmişti. İşte bundan dolayı dinimiz Allah dostlarına düşmanlık yapılmaması konusunda uyarıda bulunmuştur. Bizzat Allah celle celaluhu bir Hadis-i Kudsi’de şöyle buyuruyor:

“Kim benim bir dostuma eziyet ederse ona harp ilan ederim.” Hz. Rukiyye radıyallahu anha’nın vefatından sonra, Hz. Ummü Gülsüm radıyallahu anha Hicretin üçüncü yılında Hz. Osman’la evlendi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Ben Ümmũ Gülsüm’ü Osman’a Allah’tan gelen vahiyle nikahladım.” Bazı hadislerde bu sõzü Hz. Úmmű Gülsüm ve Hz. Rukiyye’nin her ikisi hakkında da Soylediğini rivayet edilmiştir. Hz. Ümmü Gülsüm önceki kocasıyla zaten bir araya hiç gelmemişti. Hz. Osman’la olan nikahından da hiç çocuğu olmadı. Hicretin 9. senesinin Şaban ayında vefat etmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem O’nun vefatından sonra “Eğer benim yüz tane kızım olsa ve her biri vefat etse yine de birinden sonra diğerini Osman’a verirdim” buyurdu.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in dördüncü kızı Cennet’lik hanımların serdarı olan Hz. Fatıma radıyallahu anha, tarihçilerin çoğuna göre kızları arasında yaşı en ufak olanıydı. Peygamberlikten bir sene sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kırk bir yaşında iken dünyaya geldi. Bazıları Hz. Fatıma’nın Peygamber- likten önce, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem otuz beş yaşında iken doğduğunu söylemiştir. Denilir ki, O’na Fatıma adı Vahiy veya ilham yolu ile konulmuştur. Fatm lugatte Durdurmak manasındadır. (O halde Fatima) “Cehennem ateşinden korunmuş hanım” demektir.

Hicretin ikinci yılının Muharrem, Safer, Receb veya Ramazan aylarının birinde, Hz. Ali kerremallahu vechehu ile evlenmiştir. Nikahtan yedi ay on beş gün sonra Hz. Ali’nin evine gitmiştir. Bu nikah Allah’ın emri ile olmuştur. Deniliyor ki: “Evlendiğinde Hz. Fatıma on altı yaşından beş ay almıştı”. Bu hesaba göre Hz. Fatıma’nın Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem kırk bir yaşındayken doğduğunu belirten önceki görüş doğrulanmış olmaktadır. Hz. Ali radıyallahu anh yirmi iki yaşından beş ay almıştı, yahut yirmi beş yaşından bir buçuk ay almıştı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün kızları içinde en çok Hz. Fatıma radıyallahu anha’yı seviyordu.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir sefere çıkarken en son onunla vedalaşır, seferden dönünce de ilk önce onun yanına giderdi. Hz. Ali kerremallahu vechehu bir defasında Ebû Cehl’in kızı ile ikinci evliliğe niyet edince, o üzüldü ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e yakındı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Fatıma vücudumun bir parçasıdır, kim onu üzerse beni üzmüş olur” buyurdu. Bundan dolayı Hz. Ali radıyallahu anh onun sağlığında başka bir nikah yapmadı. Fatıma radıyallahu anha’nın vefatından sonra onun yeğeni Ümame radıyallahu anha ile nikahlandı. Bu konu Hz. Zeyneb radıyallahu anha bahsinde geçmişti. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından altı ay sonra Hz. Fatıma radıyallahu anha hastalandı. Bir gün hizmetçisine “Ben gusül edeceğim, su hazırla” dedi. Gusül yaptı, yeni elbise giydi, sonra “Benim yatağımı evin ortasına koy” dedi. Yatağına gitti, yüzünü kıbleye döndü, elini yanağının altına koyarak yattı ve “Tamam artık ölüyorum” deyip ahirete intikal etti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in nesli onunla devam etti ve İnşallah kıyamete kadar devam edecektir. Onun üçũ erkek, üçü kız olmak ūzere altı evladı vardı. Evliliğinin ikinci senesi ilk önce Hz. Hasan radıyallahu anh dünyaya geldi. Üçüncü sene yani hicretin dördüncü yılında Hz. Hüseyin radıyallahu anh, ondan sonra Hz. Muhassen radıyallahu anh dünyaya geldiler. Hz. Muhassen radıyallahu anh daha çocukken vefat etti.

Kızlarından Hz. Rukiyye radıyallahu anha çocuklukta vefat ettiğinden bazı tarihçiler onu kayda geçmemişlerdir. İkinci kızı Ümmü Gülsüm radıyallahu anha mü’minlerin emiri Hz. Ömer radıyallahu anh ile evlendi. Zeyd adında bir oğlu ve Rukiyye adında bir kızı oldu. Hz. Õmer radıyallahu anh’ın vefatından sonra Ümmü Gülsüm, Hz. Cafer’in oğlu Avn ile nikahlandı. Ama çocukları olmadı. Avn’ın vefatindan sonra onun kardeşi Muhammed bin Cafer’le nikahlandı. Bir kızları oldu ve daha küçükken öldü. Muhammed bin Cafer de vefat edince üçüncü kardeşleri Abdullah bin Cafer’le nikahlandı. Ondan da hiç çocuğu olmadı. Onun nikahında iken Hz. Ümmü Gülsüm radıyallahu anha vefat etti. Aynı gün oğlu Zeyd radıyallahu anh’da vefat etti. Ikisinin cenazesi birden kaldırıldı. Ondan bir nesil devam etmedi. Abdullah, Avn ve Muhammed, Hz. Ali radıyallahu anh’ın yeğenleri ve Hz. Cafer’i Tayyar radıyallahu anh’ın çocuklarıdır.

Hz. Fatıma’nın üçüncü kızı Zeyneb’tir. Zeyneb Abdullah bin Cafer’le evlenmiş, bu evlilikten Abdullah ve Avn adlı iki çocuğu olmuştur. Zeyneb, Abdullah bin Cafer’in nikahında iken vefat etmiştir. Onun vefatından sonra, kocası Abdullah bin Cafer onun bacısı Ümmü Gülsüm’le evlenmiştir. Bu çocuklar Hz. Fatıma’dan olanlardır. Yoksa Hz. Ali kerremallahu vechehu’nun sonraları nikahladığı diğer hanımlardan daha bir çok çocukları vardır. Tarihçiler Hz. Ali radıyallahu anh’ın on altısı erkek, on altısı kız olmak üzere otuz iki evladı olduğunu yazmaktadırlar. Hz. Imam Hasan radıyallahu anh’ın on beş oğlu ve sekiz kızı, Hz. Imam Hüseyin radıyallahu anh’ın altı oğlu ve üç kızı vardı.

“Allahu Teâlâ onların cümlesinden razı olsun ve onları hoşnut etsin. Bizleri de onların yoluna tâbi olanlardan eylesin. Allah en iyisini bilen ve ilmi en mükemmel olandır.”

El-Hamis, Zerkani, Telkih, El-Isabe, Üsdül-Gabe

FEZAILI AMEL 112-145


Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de