HIKÂYÂT-ÜS SAHÂBE

ON BİRİNCİ BÖLÜM


ÇOCUKLARIN DİN COŞKUSU

Sahâbelerin küçük ve genç yaştaki çocuklarının din coşkuları aslında büyüklerin terbiyesinin meyvesiydi.

Ana, baba ve akrabalar şefkat adına çocukları mahvedip, zayi edecekleri yerde, en baştan onların dini durumlarını gözetip, onları uyarmış olsalar o zaman dinin emirleri çocukların kalplerine yerleşir ve büyüyünce de o şeyler alışkanlık haline gelir. Ancak bizler bunun tam tersine çocuğun her kötü davranışını çocukluk hali kabul ederek göz yumuyoruz. Hatta aşırı sevgiden dolayı yaptıklarından memnun oluyoruz. Çocuklarda dini yönden bir eksiklik görünce “Büyüyünce hepsi düzelir.” diye gönlümüzü teselli ediyoruz. Halbuki başlangıçta atılan alışkanlık tohumları büyüyünce daha da olgunlaşır. Siz nohut ekip, ondan buğday bitmesini istiyorsunuz, bu imkansız bir şeydir. Eğer siz çocuğunuzun güzel ahlaklı, dinine önem verip onun emirlerini yerine getiren biri olmasını istiyorsanız, daha çocukken onu dine önem vermeye alıştırın. Sahâbe-i Kirâm radıyallahu anhüm evlatlarını çocukluktan itibaren gözetirler ve dinin emirlerine dikkatle sarılmalarını sağlarlardı. Hz. Ömer radıyallahu anh zamaninda, mübarek Ramazan ayında, şarap içmiş olup oruçlu olmayan bir adam yakalanıip getirildi. Hz. Ömer radıyallahu anh ona: “Yazıklar olsun sana (bu ayda) bizim çocuklarımız bile oruçludur.” dedi.

İZAH: Yani “Sen bu kadar yaşlı olduğun halde oruç tutmuyorsun” dedi. Ondan sonra adama içki içme cezası olarak seksen kırbaç vurdu ve Medine-i Münevvere’den çıkmasını emrederek onu Şam’a sürgün etti.

1. ÇOCUKLARA ORUÇ TUTTURMAK

Birinci bölümün son tarafında kendisinden bahsedilen Muavviz’in Kızı Rübeyyi radıyallahu anha diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir keresinde “Bugün aşure günüdür, hepiniz oruç tutunuz” diye ilan ettirdi. Ondan sonralari bizler devamlı (Aşure günleri) oruç tutar ve çocuklarımıza da tuttururduk. Açlıktan dolayı ağlamaya başladıklarında pamuk parçalarından oyuncak yapar. onları eğlendirirdik. Böylece iftar vaktine kadar onları oyunla meşgul ederdik.”  (Buhâri)

İZAH: Bazı hadislerde Ramazanda anaların süt emen çocuklarına sût emzirmedikleri de geçmektedir. Gerçi o devirde dayanma gücü fazlaydı. O insanlar ve onların çocukları buna dayanabiliyorlardı. Şimdi ise dayanma gücü çok zayıftır. Fakat gel gör ki, zamanımızda dayanılacak kadarı bile nerede yapılıyor ki? Tahammüle göre hareket etmek son derece gereklidir. Ama güç yetecek şeylerde tembellik etmek katiyyen münasip değildir. 


2. HZ. AİŞE (R.ANHA)’NIN HADİS RİVAYETİ

Hz. Aişe radıyallahu anha altı yaşında iken Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile nikahlandı. Nikah Mekke-i Mükerreme’de kıyıldı. Dokuz yaşında iken Medine’de düğünü oldu. Peygamber salallahu aleyhi vesellem ahirete intikal ettiğinde o, on sekiz yaşındaydı. On sekiz yaş nedir ki? O yaşta iken fıkhi meseleleri, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in sözleri ve yaptığı işleri nakleden rivayetlerinin haddi hesabı yoktur. Mesrük rahmetullahi aleyh diyor ki: Ben büyük sahâbelerin Hz. Aişe’den dini meseleleri sorup öğrendiklerini gördüm. Atâ rahmetullahi aleyh diyor ki: O dini meseleleri erkeklerden daha çok tanıyan ve bilendi. Eba Musâ radıyallahu anh diyor ki: Biz ilmî bir zorlukla karşılaşınca onun çözümünü Hz. Aişe’nin yanında bulurduk. Hadis kitaplarında ondan rivayet edilen 2210 hadis bulunmaktadır.

Bizzat kendisi diyor ki: Ben çocukluğumda Mekke-i Mükerreme’de oynarken Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e Kamer suresindeki şu ayet indi.

“Bilakis kıyâmet onlara vadedilen asıl saattir. O saat cidden çok feci ve acıdır.” (Kamer-46)

Hz. Aişe radıyallahu anha Mekke-i Mükerreme’de sekiz yaşına kadar kaldığına göre, o küçük yaşta bu ayetin indiğini bilmesi, sonra onu ezberlemesi, ancak dine gösterdiği özel bir bağlılıktan olabilir. Yoksa sekiz yaş nedir ki?


3. HZ. UMEYR (R.A.)’IN CİHADA KATILMA HEYECANI

Hz. Umeyr radıyallahu anh Âbillahm’ın kölesi ve küçük yaşta bir çocuktu. O devirde cihada katılmak küçük-büyük herkesin candan arzuladığı bir şeydi. O Hayber Savaşına katılmak istedi. Kabilesinin ileri gelenleri ona müsaade edilmesi için Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e rica ettiler. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi vesellem izin verdi ve ona bir kılıç hediye etti. Kılıcı boynuna astı. Fakat kıliç büyük, boyu da kısa olduğundan giderken kılıç yere sürünüyordu. İşte bu haliyle Hayber Savaşına katıldı. Hem çocuk hem de köle olduğu için ganimet malından bir pay alamadı ama bağış olarak payına bir şeyler düştü. 

İZAH: Onlar, ganimet malından kendilerine tam bir pay verilmeyeceğini bilmelerine rağmen (Cihada gitmek için) öyle bir arzuları vardı ki, başkalarını aracı yapıyorlardı. Bunun sebebi din coşkusu, Allah’ın ve onun hak olan Rasûlu’nün vaadlerine güvenmekten başka ne olabilirdi?


4. HZ. UMEYR (R.A.)’IN BEDİR SAVAŞINA KATILMAK İÇİN GİZLENMESİ

Ebû Vakkas’ın oğlu Hz. Umeyr radıyallahu anh küçük yaşta bir sahâbidir. Islam’ın ilk yıllarında müslüman olmuştu. Meşhur bir sahâbi olan Sa’d bin Ebi Vakkas’ın kardeşidir. Sa’d diyor ki: Ben kardeşim Umeyr’in Bedir Savaşı için hazırlıklar yaparken, kimse görmesin diye oraya buraya gizlenip durduğunu gördüm. Bu durumu görünce hayret ettim ve “Ne oldu, neden gizlenip duruyorsun?” deyince, şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem beni görüp de çocuk diye savaşa gitmemi yasaklarsa bir daha gidemem. Halbuki ben mutlaka savaşa katılmayı arzuluyorum. Belki de Allahu Teâlâ bana bir türlü şehidlik nasip eder” dedi. Nihayet ordu görüşe hazır olunca korktuğu başına geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yaşı küçük olduğu için onu kabul etmedi. Fakat arzusu çok fazla olduğundan dayanamayıp ağlamaya başladı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun arzu ve ağlamasını görünce izin verdi. O da savaşa katıldı. İkinci arzusu da yerine geldi ve bu savaşta şehid oldu. Kardeşi Sa’d radıyallahu anh diyor ki: “Boyunun küçük olması ve kılıcın da büyük olmasından dolayı ben (kılıç) yüksek dursun da yere sürünmesin diye bağına düğümler atıyordum.”


5. ENSARDAN İKİ ÇOCUĞUN EBÛ CEHL’İ ÖLDÜRMELERİ

Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh meşhur ve büyük sahâbilerdendir. Buyuruyor ki: Ben Bedir Savaşında meydanda savaşan askerlerin safındaydım. Sağımda ve solumda Ensar’dan küçük yaşta iki çocuğun durduğunu gördüm. Kendi kendime “Eğer kuvvetli ve sağlam adamlar arasında olsaydım ne lyl olurdu. Ihtiyaç anında birbirimize yardım edebilirdik. Her iki tarafımda da çocuk var, bunlar bana nasıl yardım edebilir ki?” diye düşünürken onlardan biri elimden tutarak “Amcacığım siz Ebû Cehl’i tanıyor musunuz?” dedi. Ben “Evet tanıyorum. ne yapacaksın?” deyince, o “Ben duydum ki, Ebû Cehl, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hakkında çirkin sözler söylüyormuş. Canım kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki, eğer onu görürsem peşini bırakmayacağım. Ya ben onu öldüreçeğim ya da o beni öldürecek” dedi. Ben onun bu sorusuna ve cevabına  hayret ederken diğeri de aynı soruyu sordu ve birincinin söylediğini söyledi. O anda Ebû Cehl’in meydanda koşmakta olduğu gözüme çarptı. Her ikisine “Sizin aradığınız ve benden sorduğunuz adam iste şu giden adamdır” dedim. Bunu duyunca ikisi birden kılıçları ellerinde, aniden koşup gittiler. Kilıçlarıyla ona hamle yapmaya başladılar ve en sonunda onu yere yıktılar.  

İZAH: Bu iki çocuk, Amr Ibn-i Cemûh’un oğlu Muâz radıyallahu anh ve Muâz bin Afra radıyallahu anh idi. Muâz bin Amr diyor ki: Ben “Ebû Cehl’i kimse öldüremez çünkü o büyük bir koruma altında kalmaktadır diye duymuştum. O günden beri de onu öldürmeyi kafama koymuştum. Bu iki çocuk yayandı. Abdurrahmân bin Avf radıyallahu anh Ebû Cehl’i gördüğünde, o ata binmiş ordunun saflarını düzenliyordu. Bunların ikisi ona saldırdılar. Ancak ata binmiş birine doğrudan doğruya saldırmak zor olduğundan onlardan biri atına hamle yaptı diğeri de Ebû Cehl’in bacağına vurdu. Bu yüzden hem at hem de Ebû Cehl düştü ve kalkamadı. Bu ikisi onu kalkamayacak bir vaziyette çırpınırken bırakıp geldiler. Fakat kardeşleri Muavviz bin Afrâ radıyallahu anh kalkıp gitmesin diye onu biraz daha hırpaladıysa da tam olarak işini bitiremedi. Ondan sonra Abdullah Ibn-i Mes’ud radıyallahu anh başını vücudundan ayırdı. Muâz bin Amr radıyallahu anh diyor ki: Ben onun ayağına hamle yaptığım sırada oğlu İkreme de yanındaydı. Benim omzuma bir darbe indirdi. Bu yüzden kolum kesildi ve bir parça deriye asılı kaldı.? Ben asılı olan kolumu sırtıma attım ve bütün gün boyunca diğer elimle savaştım. Fakat onun asılı kalmasından zorluk çekince ayağımla üzerine basıp çektim. Kolumu tutan deri koptu ve kolumu kaldırıp attım.


6. HZ. RAFİ (R.A.) İLE İBN-İ CÜNDÜB (R.A.)’IN GÜREŞMELERİ

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek adetlerinden biri de savaşa gidileceği zaman Medine-i Münevvere’nin dışında askeri gözden geçirmekti. Onların durumuna ve ihtiyaçlarına bakar ve orduyu düzene sokardı. Küçük yaşta olanları geri gönderirdi. Çocuklarda coşarak yola çıkarlardı. Nitekim Uhud Savaşı için yola çıktığında bir yere vardı, askeri gözden geçirdi ve küçük yaşta olanları “Henüz çocukturlar” diye geri çevirdi. Bunlar arasında Abdullah İbn-i Ömer radıyallahu anh, Zeyd bin Sâbit radıyallahu anh, Üsame bin Zeyd radıyallahu anh, Zeyd bin Erkam radıyallahu anh, Bera bin Azib radıyallahu anh, Amr bin Hazm radıyallahu anh, Useyd bin Zuheyr radıyallahu anh, Urabe bin Evs radıyallahu anh, Ebû Said Hudri radıyallahu anh, Semüre bin Cündüb radıyallahu anh, Rafi bin Hadic radıyallahu anh vardı. “Bunlar yaklaşık on üç, on dört yaşları civarındaydılar. Onlara dönmeleri emredilince Hadic radıyallahu anh “Ya Rasûlallah, oğlum (Rafi) ok atmayı çok iyi bilir” diyerek aracı oldu. Rafi de izin alabilme arzusundan dolayı büyük görünmek için topuklarını yukari kaldırarak dikiliyordu. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona izin verince Semüre bin Cündab radıyallahu anh üvey babası Mürre b Sinan’a “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Rafi’ye müsaade etti, bana müsaade etmedi. Halbuki ben Rafi’den daha güçlüyüm. Eğer o benimle güreşirse onu yıkarım” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ikisini güreştirdi. Gerçekten Semüre, Rafi’yi yere yıktı. Bundan dolayı Peygamber aleyhisselatü vesselam ona da izin verdi. Daha sonra diğer çocuklarda izin almaya çalıştılar, bazılarına izin verildi Bu işler devam ederken gece oldu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem būtin ordunun korunması için elli kişi seçti. Ondan sonra “Bizi kim bekleyecek buyurdu. Bir adam kalktı. Peygamber aleyhisselam “Adın ne?” buyurdu. Adam “Zekvân” dedi. Peygamber aleyhissalatü vesselam “Peki otur” dedi. Tekrar “Bizi kim bekleyecek?” buyurdu. Biri kalktı. Peygamber aleyhissalatü vesselam adını sorunca “Eba Sebü (Sebü’nun babası)” dedi. Peygamber aleyhissalato vesselam “Otur buyurdu. Üçüncü defa tekrar “Bizi kim bekleyecek?” diye sorunca yine bir adam kalktı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem adını sordu. O “Ibn-i Abdi-l Kays (Abdul Kays’ın oğlu)” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhí vesellem “Peki otur” dedi. Az sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Nöbet tutacakların üçü de buraya gelsin” buyurunca bir adam çıkıp geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Senin diğer iki arkadaşın nerede?” diye sorunca “Ya Rasûlallah her üç defasında da yalnız ben kalkmıştım” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona dua etti ve nöbet görevini ona verdi. Gece boyunca o Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in çadırının yanında nöbet tuttu.

İZAH: İşte bu, o mübarek zatların arzu ve heyecanlarıydı. Küçük, büyük herkes kendinden öyle geçmişti ki, (din uğruna) can vermek başlı başına gayeleri olmuştu. Bu yüzden zafer onların ayaklarını öpüyordu. Rafi bin Hadîc radıyallahu anh Bedir Savaşında da kendini ileri sürmüş, fakat izin verilmemişti. Sonra (yukarıda anlatıldığı gibi) Uhud’da da kendini ileri sürmüştü. Daha sonraları bütün savaşlara katılmıştı. Uhud Savaşında göğsüne bir ok saplandı, çekip çıkarınca ucundaki demir parçası bedeninde kalıp yara şeklini aldı. Yaşlılığında bu yara azdı ve ölümûne sebep oldu.


7. HZ. ZEYD (R.A.)’IN KUR’AN-I FAZLA BİLMESİ YÜZÜNDEN ÜSTÜNLÜK SAĞLAMASI

Hicret sırasında Hz. Zeyd bin Sâbit radıyallahu anh on bir yaşındaydı. Altı yaşında iken yetim kalmıştı. Bedir Savaşına katılmak istemiş, fakat izin verilmemiştir. Sonra Uhud Savaşı için çıkmış, fakat (az önce anlatıldığı gibi) yoldan geri çevrilmiştir. Bazı (tarihçiler) diyorlar ki: Rafi radıyallahu anh ve Semüre radıyallahu anh’a (bundan önceki bahiste anlatıldığı gibi) müsaade edilmişti. Bunun üzerine ona da izin verildi. Ondan sonra devamlı her savaşa katıldı. Tebuk Savaşında Malik oğullarının sancağı Hz. Amâra radıyallahu anh’ın elindeydi. Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem sancağı onun elinden alarak Hz. Zeyd radıyallahu anh’a verdi. Amâra radıyallahu anh “Acaba ben bir hata mı işledim, yoksa Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i darıltacak bir şey mi yaptım?” diye endişelendi ve “Ya Rasûlallah, benim hakkımda size bir şikayet mi ulaştı?” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Hayır, böyle bir şey yok, ama Zeyd Kur’an-ı Kerim’i senden fazla biliyor. Kur’an’ı (bilmesi) sancağı taşımakta onu üstün kılmıştır” buyurdu.

IZAH: Genellikle din bakımından üstün olanı tercih etmek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek âdetlerindendir. Bu olay savaş anında olmuştu. Kur’an-ı Kerim’i fazla bilmenin savaşla bir alakası olmamasına rağmen Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Kur’an-ı Kerim’i fazla bilmesinden dolayı sancağı taşıması için onu öne geçirmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem çoğu işlerde bunu göz önünde bulundururdu. Hatta bir mecburiyetten dolayı birkaç ölüyü bir kabre koymak gerektiğinde (Uhud Savaşında olduğu gibi) Kur’an-ı Kerim’i daha iyi bileni önde tutardı.


8. HZ. EBÛ SÂÎD HUDRİ (R.A.)’IN BABASININ VEFATI

Hz. Ebü Sâid Hudri radıyallahu anh diyor ki: Uhud Savaşına katılayım diye getirildim. Henüz on üç yaşındaydım. babam gücümün yerinde olduğunu ve kemiklerimin kalın olduğunu söyleyerek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den benim için müsaade istedi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem beni baştan aşağı süzüp duruyordu. Nihayet yaşım küçük olduğu için izin vermedi. Babam o savaşa katıldı ve şehid oldu. Hiç mal varlığımız yoktu. Ben bir şeyler istemek için Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldim. Beni görünce “Sabır isteyene Allah sabır lütfeder, iffet isteyene Cenâb-ı Hak iffet nasip eder, tok gözlülük isteyene Allah tok gözlülük nasip eder.” buyurdu. Bu sözleri duyunca hiçbir şey istemeden oradan geri döndüm. Ondan sonra Allahu Teâlâ ona öyle bir makam lūtfetti ki, genç sahâbeler arasında ondan daha büyük alim zor bulunur.

İZAH: Hem çocukluk çağı hem de babayı kaybetme üzüntüsünün yanı sıra bir de maddi yardıma ihtiyacı olduğu bir zamanda Peygamber’in umumi manadaki bir nasihatını dinleyip sessizce geri gelmesi ve kendi sıkıntılı halini bile açıklamaması (gibi yüce bir davranışı) bugün yetişkin bir insan dahi yapabilir mi? Doğrusu, Allahu Teâlâ kendi Rasûlu sallallahu aleyhi vesellem’e arkadaşlık için ona layık olanları seçmişti. Bundan dolayı (son bölümde de geleceği gibi) Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Allahu Teâlâ benim sahâbelerimi bütün insanların içinden seçti” buyurdu.


9. HZ. SELEME BİN EKVA (R.A.)’IN GÂBE’DEKİ KOŞMASI

Gâbe, Medine-i Münevvere’den dört, beş mil uzakta bir yerleşim yeriydi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in develeri orada otlardı. Abdurrahman Fezari bir grup kafirle gelip develeri çaldı. Kafirler çobanı öldürerek develeri alıp gittiler, Bu soyguncular atlı ve silahlı idiler. Seleme bin Ekva radıyallahu anh Allah’ın hikmeti o sabah okunu ve yayını almış, Gabe’ye doğru yayan olarak gidiyordu. Aniden gözü soygunculara ilişti. Çocuktu ama çok hızlı koşardı. Denilir ki, onun koşması meşhur ve dillere destandı. Koşmakta olan bir atı yakalardı. Fakat ata binmiş biri onu yakalayamazdı. Bununla birlikte ok atmakta çok meşhurdu.

Hz. Seleme bin Ekva radıyallahu anh bir tepeye çıkıp yüzünü Medine-i Münevvere’ye doğru çevirip soygunu bağırarak haber verdi. Kendisi de yayını alarak soyguncuların peşinden koştu ve nihayet onlara yaklaştı. Ok atmaya başladı. Süratli bir şekilde arka arkaya öyle ok yağdırıyordu ki soyguncular karşılarında büyük bir kabalık olduğunu zannettiler. O hem yalnız hem de yaya olduğundan biri atını geriye çevirmek ve ona doğrų gelmek isteyince bir ağacın arkasına gizlenirdi. Oradan onun atina ok atar, bu yüzden at yaralanırdı. (O soyguncu) yaralı olan atının oraya düşüp de kendisinin yakalanacağını düşünerek hemen geri dönerdi.

Hz. Seleme diyor ki: Kısacası onlar kaçtılar, ben onları takip ettim. Hatta çalmış oldukları Peygamberimizin bütün develeri benim arkamda kalmışlardı. Bununla birlikte otuz mızrak ve otuz elbise birakıp kaçtılar. Bu esnada Uyeyne bin Hısn bir grupla onlara yardım için yetişti. Böylece o haydutlar güçlendiler. Benim de yalnız olduğumu öğrendiler. Onlardan bir çok kişi benim peşime düştü. Ben tepeye tırmandım, onlar da tırmandı. bana yaklaştıklarında yüksek sesle “Durun beni dinleyin. Benim kim olduğumu biliyor musunuz?” dedim. Onlar “Söyle sen kimsin?” deyince “Ibnul Ekva’yım. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e izzet ve şeref veren Allah’a yemin ederim ki, sizlerden biri beni yakalamak isterse yakalayamaz, ben sizden birini yakalamak istediğimde o benden kurtulamaz.” Onun çok hızlı koştuğu, hatta bir Arap atının bile onunla yarışamadığı herkesçe biliniyordu. Bu bakımdan onun bu iddiası pek şaşılacak bir şey değildi.

Seleme radıyallahu anh diyor ki: Ben böylece onlarla konuşup duruyordum. Gayem Medine’den müslümanların benim yardımıma yetişmeleriydi. Çünkü ben (daha önce) Medine civarında iken yüksek sesle onlara haber verip gelmiştim. Düşmanlara ise yardım ulaşmıştı. Kısacası onlarla bu şekilde konuşurken Medine-i Münevvere’ye doğru dikkatlice bakıyordum. Atlı bir cemaatin hızla gelmekte olduğunu gördüm. En önde Ahrem Esedi radıyallahu anh vardı. O gelir gelmez Abdurrahmân Fezâri’ye saldırdı. Abdurrahmân da ona doğru yöneldi. O Abdurrahmân’ın atına hamle yapıp ayaklarını kesti. At yere yuvarlanırken, Abdurrahmân ona saldırdı. Bu yüzden O şehid oldu. Abdurrahmân hemen atına bindi. Arkasında Ebû Katâde radıyallahu anh vardı. Derhal Abdurrahmân’a karşı hücuma geçti. Abdurrahmân, Eba Katâde radıyallahu anh’ın atına saldırarak onun ayaklarını kesti. Bu yüzden at yuvarlandı. Attan düşerken Hz. Katâde Abdurrahmân’a bir hamle yaparak onu öldürdü. Ebü Katâde derhal daha önce Ahrem Esedí’ye ait olan Abdurrahmân’ın binmekte olduğu ata bindi.

IZAH: Bazı tarih kitaplarında yazdığına göre Hz. Seleme radıyallahu anh, Ahrem Esedî radıyallahu anh’a “Biraz dur, arkadaşlarının gelmesini bekle” diyerek onu Abdurrahmân’a saldırmaktan vazgeçirmeye çalıştı. Ancak o “Beni bırak da şehid olayım” demişti. Deniliyor ki, müslümanlardan sadece o şehid oldu. Kafirlerden ise çok sayıda adam öldürüldü. Ondan sonra müslümanlardan kalabalık bir topluluk oraya yetişti. Kafirler kaçınca Hz. Seleme radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e “Bana yüz kişi ver de onları takip edeyim” diye rica etti.” Rasalullah sallallahu aleyhi vesellem “Onlar kendi topluluklarına ulaştılar” buyurdu. Tarih kitaplarının çoğuna göre o vakit Hz. Seleme radıyallahu anh on iki veya on üç yaşındaydı. On iki, on üç yaşında bir gencin atlılardan oluşan bir topluluğu akıllarını başından alacak şekilde kovalaması, hem çaldıklarını hem de kendi eşyalarını bıraktırması Allahu Teâlâ’nın sahâbeler topluluğuna nasip ettiği o ihlasın bereketiydi.


10. BEDİR SAVAŞI VE HZ. BERÂ (R.A.)’IN ARZUSU

Bedir Savaşı en üstün ve en önemli bir savaştır. Çünkü bu savaş son derece şiddetli idi. Müslümanların sayısı çok azdı. Toplam üç yüz on beş kişiydiler. Yanlarında sadece üç at, altı veya dokuz zırh, sekiz kılıç ve yetmiş deve vardı. Her bir deveye bir çok kişi sırayla biniyordu. Kafirler topluluğu ise bin kişi civarındaydılar. Onlarda yüz at, yedi yüz deve ve çok miktarda savaş malzemeleri vardı. Bu nedenle kendilerinden son derece emin bir şekilde, çalgılar ve şarkıcı kadınlarla birlikte savaş meydanına geldiler. Diğer taraftan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem derin bir şekilde müslümanların son derece zayıf olduklarını düşünüyordu. İki ordunun arasındaki farkı mukayese edince şöyle dua etti: “Allah’ım, müslümanlar yayan ancak sen bunlara binek verensin. Vücutları çıplak ancak sen onlara elbise verensin. Bunların karınları açtır ancak sen onları doyuransın, bunlar fakirler ancak sen bunları zengin edensin.” Nitekim dua kabul oldu. Bütün bu durumlara rağmen Abdullah Ibn-i Ömer radıyallahu anhuma ve Berâ bin Azib radıyallahu anh, her ikisi savaşa katılma arzusu ile evlerinden çıktılar. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem çocuk oldukları için onları yoldan geri çevirdi. Bu ikisi Uhud Savaşında da geri gönderilmişlerdi. Bu hadise birinci bahiste geçmişti. Uhud Savaşı, Bedir Savaşından bir yıl sonra oldu. Onlar Uhud Savaşında küçük sayıldıklarına göre Bedir Savaşında haliyle çocuktular. Ancak öyle bir arzuları vardı ki daha çocukken bu heyecan ve arzu coşmaktaydı ve her savaşa katılmaya ve izin almaya çalışıyorlardı.


11. ABDULLAH BİN ÜBEYY’İN OĞLU ABDULLAH’IN BABASINA DAVRANIŞI

Hicretin beşinci senesinde Beni Mustalık adlı meşhur bir savaş oldu. Bu savaş esnasında bir Muhacir ve Ensar arasında kavga oldu. Sebebi basit bir şeydi. Fakat sonra büyüdü. Her biri kendi kabilesinden diğerine karşı yardım istedi. Böylece iki tarafta kalabalıklar oluştu. Orada kanlı bir çatışma olmak üzereydi ki bazı kişiler araya girerek barıştırdılar. Çok aşırı ve meşhur bir münafık olan Abdullah bin Ubeyy mûnafıkların reisiydi. Müslümanların şiddetli bir düşmanıydı. Fakat kendisini mūslüman gösterdiği için ona karşı ters bir muamele yapılmazdı. O zamanlar genellikle münafıklara böyle davranılırdı. O, bu hadiseyi duyunca Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hakkında küstahça sözler sarf etti arkadaşlarına hitaben “Siz kendi ektiklerinizi biçiyorsunuz, siz bu adamları kendi şehrinizde barındırdınız ve mallarınızı onlarla yarı yarıya paylaştınız. Eğer sizler bunlara yardımı kesseniz, şimdi bile hepsi buradan giderler.” dedi ve sözlerine şunu ekledi: “Allah’a yemin olsun ki, Medine’ye vardığımızda biz şerefliler, bu rezil kimseleri oradan çıkaracağız.”  

Hz Zeyd bin Erkam radıyallahu anh genç yaşta bir çocuktu. Orada bulunuyordu. Bu sözleri duyunca dayanamadı ve “Allah’a yemin ederim ki, rezil sensin, sen kendi kavmin arasında da kötü görülen birisin. Kimse senin tarafında değildir. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem ise izzet ve şeref sahibidir. Rahmân olan Allah tarafından kendisine izzet ve şeref verilmiştir. Kavmi arasında da izzet ve şeref sahibidir” dedi. Bunun üzerine Abdullah bin Ubeyy ona “Sen sus, ben öylesine şaka söylüyordum” dedi. Fakat Zeyd radıyallahu anh giderek Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem’e olup bitenleri anlattı. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh “O kafirin kellesi uçurulmalıdır dedi. Fakat Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buna müsaade etmedi.  

Abdullah bin Ubeyy, Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem’in bu hadiseyi oğrendiğini duyunca hemen huzuruna gelip yalan yere yemin etmeye başladı ve “Ben öyle bir söz söylemedim, Zeyd yalan söyledi dedi. Ensar’dan birkaç kişi Rasúlullah sallalahu aleyhi vesellem’in huzurunda bulunuyorlardı. Onlar da araya girerek “Ya Rasûlallah, Abdullah kendi kavminin reisidir. Büyük adamlardan sayılır. Onun sözũ karşısında bir çocuğun sözü kabul edilmez. Dinlemekte veya anlamakta yanlış olabilir” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun özrünü kabul etti. Hz. Zeyd onun yalan yeminler ederek kendini doğru çıkardığını ve kendini yalanladığını haber alınca utancından dışarıya çıkmayı biraktı. Pişmanlığından dolayı Rasûlullah’ın meclisine de gelemiyordu. Sonunda Münafikûn suresi nazil oldu. Onunla Hz. Zeyd’in doğruluğu ve Abdullah Ibni Ubeyy’in yalan yeminler ettiği ortaya çıktı. Hz. Zeyd’in değeri kendisini destekleyenler ve karşı çıkanlar arasında arttı ve Abdullah bin Ubeyy’in durumu da herkes tarafından anlaşılmış oldu. Abdullah bin Ubeyy’in oğlu Abdullah radiyallahu anh çok sağlam bir müslümandı. Medine-i Münevvere’ye yaklaştıklarında kılıcını cekerek durdu ve babasına “Sen kendini rezil ve Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in izzet ve şerefli olduğunu ikrar etmedikçe seni Medine-i Münevvere’ye sokmayacağım” dedi. Babası, daima kendine saygılı ve iyi davranan oğlunun haline şaşıp kalmıştı. Ancak oğlu, Peygamber’e olan sevgisine karşılık, babasının saygısızlığına tahammül edememişti. Nihayet babası mecbur kalarak (oğlunun önünde) “Vallahi ben rezilim, Muhammed sallallahu aleyhi vesellem aziz ve şereflidir diye itiraf etti. Ondan sonra Medine’ye girebildi.


12. HZ. CÂBİR (R.A.)’IN HAMRÂ-ÜL-ESED SEFERİNE KATILMASI

Uhud Savaşından sonra müslümanlar Medine-i Münevvere’ye vardılar. Üzerlerinde yolculuk ve savaşın büyük bir yorgunluğu vardı. Fakat onlar Medine- i Mûnevvere’ye varınca, Ebû Süfyan savaştan geri dönerken Hamrâ-ül Esed denilen yere ulaşınca arkadaşlarıyla görüştü ve şu fikri ortaya attı: “Uhud savaşında müslümanlar yenildi. Böyle bir fırsatın bir daha ele geçip geçmeyeceği bilinmez. Öyleyse bu firsatı ganimet bilmeli ve (Neûzü Billah) Muhammed’i öldürüp dönmeliydik.” O bu düşünce ile tekrar geri (Medine’ye) dönülmesine karar verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem (bunu öğrenince) “Bizimle beraber sadece Uhud’da bulunanlar gelsinler. Tekrar hücuma geçmek için gitmeliyiz” buyurdu. Gerçi o vakit müslümanlar yorulmuşlardı. Fakat buna rağmen hepsi hazır oldular. Bunun üzerine Hz. Câbir radıyallahu anh “Ya Rasûlallah, ben Uhud Savaşına katılmayı arzuluyordum. Fakat <yedi tane kız kardeşim var, evde benden başka erkek yok> diye babam bana müsaade etmemiş ve ikimizden birinin evde kalması gerekir demişti. Kendisi savaşa katılmaya karar verdiğinden bana izin vermemişti. Uhud Savaşında o şehid oldu. Şimdi ey Allah’ın Rasûlu bana izin verin de sizinle beraber gideyim” dedi. Peygamberimiz sallallahu alèyhi vesellem ona izin verdi. Onun dışında Uhud’a katılmayan hiç bir kimse bu sefere katılmadı.?

İZAH: Babası yeni şehid olmuş olan Hz. Câbir radıyallahu anh’ın bu arzu ve istekle izin istemesi ne kadar imrenilecek bir şeydir. Babasının yahudilere yüklü bir borcu vardı. Yahudiler bu konuda çok sert davranırlardı. Bilhassa ona sert davranıyorlardı. Bütün bunlarla birlikte babasının geride bıraktığı yedi kız kardeşinin geçim sıkıntısı vardı. Zaten bu sebeple babası Uhud Savaşına katılmasına izin vermemişti. Fakat yine de cihad aşkı bütün bunlara üstün geliyordu.


13. ROMA’LILARLA YAPILAN SAVAŞTA HZ. ABDULLAH İBN-İ ZÜBEYR (R.A.)’IN KAHRAMANLIĞI

Hz. Osman radıyallahu anh’ın hilafeti döneminde hicretin yirmi altıncı senesinde Mısır’ın ilk valisi olan Hz. Amr bin Âs radıyallahu anh’ın yerine Abdullah bin Ebi Serah radıyallahu anh tayin edildikten sonra yirmi bin kişilik bir orduyla Roma’lılarla savaşmak üzere yola çıktı. Roma ordusu yaklaşık iki yüz bin kişiydi. Çok kanlı bir savaş oldu. Roma’lıların komutanı Cercir “Kim Abdullah bin Ebi Serah’ı öldürürse kızımı onunla evlendirip yüz bin dinar ödül vereceğim “diye ilan etti. Bu ilandan dolayı bazı müslümanlar endişeye kapıildılar. Hz. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh durumu öğrenince “Endişelenecek bir şey yok. Bizim tarafımızdan da şöyle ilan edilsin: “Kim Cercir’i öldürürse onun kızıyla evlendirilecek ve yüz bin dinar ödül verilecek. Bir de o bölgeye vali olarak tayin edilcektir.” Kısaca geç vakitlere kadar savaş devam etti. Hz. Abdullah, Cercirin ordunun arkasında, bütün askerlerin ondan ileride olduğunu ve iki cariyenin tavus kuşu tüyünden ona gölgelik yaptıklarını gördü. Hz. Abdullah radıyallahu anh onun dalgın bir anını yakalayıp ordudan ayrılarak yalnız başına gidip ona saldırdı. Cercir onun tek başına geldiğini görünce, “Herhalde barış teklifi getiriyor” zannetti. Fakat Hz. Abdullah doğruca gidip ona saldırdı, kılıcı ile kafasını üçurdu ve mızrağının ucuna takarak getirdi. Herkes bu duruma şaşırıp bakakaldı.

İZAH: Hz. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh çok genç yaştaydı. Hicret sonrası muhacirler arasında doğan ilk çocuktu. Müslümanlar onun doğmasına cok sevinmişlerdi. Çünkü bir sene kadar hiçbir muhacirin evinde erkek çocuk doğmayınca yahudiler “Biz muhacirleri büyüledik, artık onların erkek çocukları olmayacaktır” demişlerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in çocuklardan biat alma âdeti yoktu. Fakat Hz. Ibn-i Zübeyr radıyallahu anh’dan yedi yaşındayken biat almıştı. Bu savaşta o yirmi dört veya yirmi beş yaşındaydı. Bu yaşta iki yüz bin kişilik bir orduyu aşıp komutanlarının başını kesip getirmek basit bir olay değildir.


14. HZ. AMR BİN SELEME (R.A.)’IN İSLAM’A GİRMEDEN ÖNCE KUR’AN’I EZBERLEMESİ

Amr bin Seleme radıyallahu anh diyor ki: “Biz Medine-i Münevvere yolu üzerinde bir yerde yaşardık. Oraya gidip gelenler bizim yanımızdan geçerlerdi. Medine’den dönenlere biz, “Insanlar ne haldeler, O Peygamberlik davasına kalkışan kişiden bir haber var mı?” diye sorardık. Onlar durumları ve Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in “Bana vahiy geliyor, şu ayetler nazil oluyor” dediğini anlatırlardı. Ben küçük yaşta bir çocuktum, onlar ne anlatırlarsa ezberlerdim. Böylece müslüman olmadan önce, Kur’an-ı Kerim’in bir çoğunu ezberlemiştim. Araplar müslüman olmak için Mekke’lilerin müslüman olmalarını bekliyordu. Mekke-i Mükerreme feth olunca her kabile İslam’a girmek için Rasûlullah’ın huzuruna geliyordu. Babam da birkaç kişiyle birlikte kavmimiz adına elçi olarak huzuruna geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona Islam’ın emirlerini anlattı ve namazı öğretti. Cemaatle namaz kılmanın şeklini de anlattı ve “Sizden Kur’ani en çok ezbere bilen imamlığa daha layıktır” buyurdu. .Ben (Medine’den) gelenlerden devamlı ayetleri dinleyip ezberlediğimden Kur’an’ı en çok ezbere bilen bendim. Kabilemdekiler araştırdılar, benden daha fazla Kur’an ezbere bilen cıkmayınca beni imam yaptılar. Ben o zaman henüz altı, yedi yaşındaydım. Bir cemaat olduğunda veya cenaze namazı kılmak gerektiğinde beni imam yaparlardı.

İZAH: Böyle küçük yaşta müslüman olmadan Kur’an’ın bir çoğunu ezberlemesi insan tabiatının dine meyletmesi ve dini tercih etmesinin alametidir. Bir çocuğun imam olma konusuna gelince bunda görüş farklılığı vardır. Caizdir diyenlere göre bunda bir itiraz yoktur. Caiz olmadığını söyleyenler ise “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem aralarında Kur’an’ı en fazla bilenin imam olmasını söylemişti, bu sözden çocuk kastedilmemiştir.” demişlerdir.


15. HZ. İBN-İ ABBAS (R.A.)’IN KÖLESİNİN AYAĞINI BAĞLAMASI 

Hz. Abdullah Ibn-i Abbas radıyallahu anhüma’nın kölesi Hz. İkrime rahmetullahi aleyh meşhur alimlerdendir. Diyor ki: “Efendim Abdullah bin Abbas radıyallahu anh Kur’an, hadis ve dinin diğer emirlerini bana öğretirken bir yere gitmeyeyim diye ayağımı bağlamıştı. Böylece o bana Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerif leri öğretirdi.

İZAH: Gerçek ilim tahsili ancak bu şekilde olabilir. Kimler ilim tahsili zamanında gezip dolaşmak ve çarşılarda eğlenmek arzusu taşıyorlarsa onlar ömürlerini boşuna geçirip zayi etmektedirler. İşte kendini tam olarak ilme vermenin tesirinden dolayı köle olan Ikrime artık Hz. İkrime rahmetullahi aleyh olmuş ve “Bahrul Ümmeh (Ümmetin ilim denizi)”, “Hibrül Ümmeh (Ümmetin derin alimi)” ünvanları ile anılmaya başlanmıştır. Katâde radıyallahu anh diyor ki: Bütün tabiinlerin arasındaki en büyük dört alimden biri Ikrime rahmetullahi aleyh’dir.


16. HZ. İBN-İ ABBAS (R.A.)’IN ÇOCUKLUKTA KUR’AN’I EZBERLEMESİ

Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor: “Benden Kur’an’ın tefsirini sorun, çünkü ben çocukken Kur’an-ı Kerim’i ezberledim.” Başka bir rivayette ise, “Ben on yaşında iken Kur’an-ı Kerim’in son menzilini (yaklaşık dört cüzünü okumuştum)

İZAH: O devirde Kur’an okumak, bu zamanda bizim gibi lisanı Arapça olmayan kimselerin okuması gibi değildir. Onlar Kur’an’ı tefsirleriyle beraber okurlardı. Bundan dolayı Hz. Ibn-i Abbas tefsirde en büyük imamdı. Çocuklukta ezberlenen bir şey daha çok hafızada kalır. Nitekim tefsirle ilgili hadisler Abdullah Ibn-i Abbas radıyallahu anhüma’dan nakledildiği kadar başka hiç kimseden nakledilmemiştir.

Abdullah Ibn-i Mes’ud radıyallahu anh diyor ki: “Kur’an-i en iyi tefsir eden Abdullah Ibn-i Abbas’tır.” Ebû Abdurrahmân radıyallahu anh diyor ki: Bize Kuran okutan sahabeler şöyle derlerdi; “Sahâbeler Rasûlullah’tan on ayet öğrendiklerinde onların tefsirini de öğrenip ona göre amel yapmadıkça diğer ayeti öğrenmezlerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ahirete intikal ettiği zaman Abdullah İbn-i Abbas on üç yaşındaydı. Bu yaşta tefsir ve hadiste elde etmis olduğu makam açık bir keramettir ve imrenilmeye layıktır. O tefsir imamıydı. Büyük sahabeler ondan Kur’an-ı Kerim’in tefsirini sorarlardı. Tabii ki bu sadece Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in duasının neticesiydi. Bir defasinda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ufak abdest bozmak için bir yere çıkmıştı. Ibriğin su ile doldurulup konmuş olduğunu görünce “Bunu kim koydu?” dedi. “Ibn-i Abbas” denildi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu hizmeti çok beğendi ve ona “Allahu Teâlâ sana dini anlamayı ve Allah’ın kitabını idrak etmeyi nasip etsin” diye dua buyurdu.

Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem nafile namaz kılıyordu. O da niyet  ederek Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in arkasında namaza durdu. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem onu elinden tutup çekerek kendi hizasına getirdi. Çünkü imama uyan yalnız bir kişi olunca imam ile yan yana durması gerekirdi. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem namaza devam etti. O biraz geri çekildi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem namazdan sonra (geride durmasının) sebebini sorunca, o “Siz Allah’ın Rasûlusünüz. Ben sizinle aynı hizada nasıl durabilirim” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ilminin ve anlayışının artması için ona dua etti.


17. HZ. ABDULLAH İBN-İ AMR (R.A.)’IN HADİS EZBERLEMESİ

Hz. Abdullah bin Amr bin El-As radıyallahu anhüma günde Kur’an’ı Kerim’i bir defa hatmeden, gece boyu ibadetle meşgul olan, gündüzleri devamlı oruç tutan abid ve zahid sahâbelerdendi. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bu fazla uğraşmasına karşı onu uyardı ve “Bu şekilde ibadet etmekle vücut zayıflar, gözler gece uykusuz kalmakla sertleşir. Vücudun da hakkı var, çoluk çocuğunda hakkı var, gelip giden misafirlerin de hakkı var buyurdu. Diyor ki: “Ben her gün bir hatim yapıyordum.” Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Ayda bir hatim indir buyurdu. Ben “Ya Rasûlallah, bana gençliğimden faydalanmam için izin veriniz” dedim. O “Peki yirmi günde bir hatim indir buyurdu. Ben “Ya Rasûlallah bu çok az, bana gençliğimden ve gücümden faydalanmama mūsaade ediniz” dedim. Kısaca o bu şekilde müsaade istemeye devam etti. Sonunda üç günde bir hatim yapmasına izin verildi.

O, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sözlerini, hatırında kalması için yaziyordu. Nitekim onun yanında Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yazılı bir hadis mecmuası vardı. Ona “Sådıka” ismini vermişti. Diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in her söylediğini hatırımda kalsın diye yazardım. Insanlar bana “Peygamber sallalahu aleyhi vesellem nitekim bir insandır. Bazen birine kızgınlık ve öfke halinde bir şey söylüyor, bazen de sevinç ve şaka halinde bir şey söylüyor. Her sözü yazma” dediler. Ben de yazmayı bıraktım. Bir defasında Rasûlullah sallallahu aleyhi veselleme bu konuyu söyleyince, “Yazmaya devam et, Allah’a yemin olsun ki öfkeli ve sevinçli hallerde bu ağızdan haktan başka bir şey çıkmaz” buyurdu.”

IZAH: Hz. Abdullah bin Amr radıyallahu anhüma bu kadar zahid ve abid olmasının yanı sıra fazla ibadet etmekle seçkin kişilerden sayılırdı. Yine de Ebû Hureyre radıyallahu anh diyor ki: “Sahâbeler arasında Abdullah bin Amr’dan başka benden daha fazla hadis rivayet eden yoktur. Çünkü o yazıyordu, ben ise yazmıyordum”. Bundan anlaşılıyor ki, onun rivayet ettiği hadisler Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın hadislerinden çok fazladır, Gerçi zamanimızda Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadisler onunkinden daha fazla bulunmaktadır. Bunun bir çok sebepleri vardır. Abdullah bin Amr radıyallahu anhüma, bu kadar ibadet etmesine rağmen onun rivayet ettiği hadisler çok fazlaydı.


18. HZ. ZEYD BİN SÂBİT (R.A.)’IN KUR’AN’I EZBERLEMESİ

Hz. Zeyd bin Sâbit radıyallahu anh kendi devrinin en büyük alimi ve fetva ehli sayılan yüksek dereceli sahâbilerdendir. Bilhassa feraiz ilminde söz sahibiydi. Denilir ki, Medine-i Münevvere’de fetva, hukuk, feraiz, kıraat dallarında en önde gelen kişilerdendi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hicret edip Medine-i Münevvere’ye geldikleri zaman o henüz on bir yaşında küçük bir çocuktu. Bundan dolayı, arzu etmesine rağmen Bedir ve bunun gibi ilk savaşlara katılmasına müsaade edilmemişti. Hicretten beş yıl önce altı yaşında iken yetim kalmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hicret edip Medine-i Münevvere’ye geldiğinde halk huzuruna geliyor, feyzinden istifade etsinler diye çocuklarını da birlikte getiriyorlardı. Zeyd radıyallahu anh da huzuruna getirildi. Zeyd radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna getirildiğim zaman “Bu Neccâr kabilesinden bir çocuktur. Siz daha Medine’ye gelmeden önce Kur’an-ı Kerim’den on yedi sure ezberlemiştir” dediler. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem beni imtihan etmek için okumamı söyledi. Ben de Kâf suresini okudum. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem benim okuyuşumu beğendi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yahudilere bir mektup göndermek istediği zaman mektubu yahudilerden biri yazardı. Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Yahudiler yazdıkları mektuplara bir şey karıştırırlar diye güvenmiyorum. Sen yahudilerin dilini öğren” dedi. Zeyd radıyallahu anh diyor ki: Ben on beş günde onların lisanı olan ibranice’yi iyice öğrendim. Ondan sonra yahudilere giden mektupları ben yazardım ve onlardan gelenleri ben okurdum Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem “Benim bazı kimselere Süryanice mektup yazmam gerekiyor” buyurdu ve bana Süryanice’yi öğrenmemi emretti. Ben de on yedi günde Süryani dilini öğrendim.


19. HZ. İMAM HASAN (R.A.)’IN ÇOCUKLUĞUNDA İLİMLE UĞRAŞMASI

Seyyidlerin efendisi Hz. Hasan radıyallahu anh çoğu tarihçilere göre hicretin 3. yılının Ramazan ayında doğmuştur. Buna göre Rasûlullah sallallahu alevhi vesellem’in vefatı sırasında onun yaşı yedi seneyi birkaç ay geçmişti. Ilmî bir beceri elde etmek için yedi yaş nedir ki? Fakat buna rağmen bir çok hadisler ondan rivayet edilmiştir.

Ebül Havrâ adlı bir şahıs Hz. Hasan’a “Sen Peygamber sallallahu aleyhi vesellem”den herhangi bir şey hatırlıyor musun?” diye sordu. O “Evet, ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte gidiyordum. Yolda sadaka hurmalarından olusan bir yığın duruyordu. Ben ondan bir hurma alarak ağzıma attım. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Sakın ha! Yeme” deyip onu ağzımdan çıkardı ve “Biz sadaka malı yemeyiz” buyurdu. Bir de ben beş vakit namazı Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’den öğrendim. Hz. Hasan radıyallahu anh buyuruyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Vitir namazında okumak için bana şu duayı öğretti:

“Allah’ım! Hidayet verdiklerinle birlikte bana hidayet ver, afiyet verdiklerinle birlikte bana afiyet ver, işlerini gördüğün kimselerle birlikte benim de işimi gör. Bana verdiklerini bereketli kıl. Kısmetimde olan şeylerin şerrinden beni koru. Sen karar verensin, sana karşı kimse zarar veremez. Senin gözettiğin kimse hiçbir zaman zelil olamaz. Senin zatın bereketli ve herkesten yücedir.”

Imam Hasan radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kim sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar aynı yerde oturmaya devam ederse, Cehennem ateşinden kurtulmuş olur.” Hz. Hasan radıyallahu anh defalarca yayan olarak Hac yapmıştır. Şöyle buyurdu: “Allah’ın evine yaya gitmeden ölüp de, Allah’a kavuşmaktan hayâ ederim.” Son derece yumuşak huylu ve takva sahibi bir kişiydi. Müsned-i Ahmed adlı kitapta ondan bir çok hadisler rivayet edilmiştir. “Telkih” adlı kitabın yazarı onu, on üç hadis rivayet eden sahâbeler arasında saymıştır. Yedi yaş nedir ki? Daha o yaşta o kadar hadisi ezberlemek ve nakletmek, hafızanın üstünlüğünü ve öğrenme arzusunun son sınırıdır. Ne yazık ki, bizler kendi çocuklarımıza yedi yaşına kadar dinin en basit meselelerini bile öğretmiyoruz.


20. HZ. İMAM HÜSEYİN (R.A.)’IN ÇOCUKLUKTA İLİMLE UĞRAŞMASI

Seyyidlerin efendisi Hz. Hüseyin radıyallahu anh, kardeşi Hasan’dan bir yaş küçüktü. Dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatinda yaşı ondan daha ufaktı. Yani altı yaşını birkaç ay geçmişti. Altı yaşındaki çocuk dini konuları nasıl ezberleyebilirdi? Ama buna rağmen Imam Hüseyin’in rivayetleri hadis kitaplarında nakledilmektedir. Hadis alimleri onu sekiz hadis rivayet edenler arasında saymışlardır. Imam Hüseyin radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim; “Bir müslüman erkek veya kadına bir musibet geldiğinde, bir zaman sonra o musibeti hatırlayıp da “Innâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn” derse, musibetin ilk gelişinde okumuş gibi sevaba nail olur.”

Yine Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Ümmetim deniz yolculuğu yapacağı zaman gemiye binince:

“Onun (geminin) yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbin çok bağışlayan ve merhamet edendir. “ (Hud-41)

derse batmaktan korunurlar.”

Hz. Hüseyin radıyallahu anh yirmi beş defa yayan Hac yapmıştır. Çok namaz kılar ve oruç tutardı. Sadaka vermeye ve dinin her emrini yerine getirmeye gayret ederdi. Rebîa radıyallahu anh diyor ki: Hz. Hüseyin radıyallahu anh’a “Peygamber aleyhisselâm’dan herhangi bir şey hatırlıyor musun?” dedim. O “Hurmaların konmuş olduğu bir dama çıkmıştım. Onlardan bir hurma alıp ağzıma koydum. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem <Onu at, çünkü sadaka malı bize helal değildir> buyurdu.” dedi. Hz. Hüseyin radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şu hadisi de nakletmiştir: “Boş şeyleri terk etmesi kişinin Islam’ının güzelliğindendir.

Bundan başka daha bir çok hadisler ondan rivayet edilmiştir.

İZAH: Buna benzer şekilde, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem zamanında Sahâbe-i Kirâm’ın çocuklukta olan hadiseleri hatırlarında tutmaları hakkında pek çok kıssalar vardır. Mahmúd bin-Er-Rebi radryallahu anh Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in vefatı sırasında beş yaşındaydı. Diyor ki: Ömrüm boyunca şunu hiç unutmam. Bir defasında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem evimize geldi. Bizim bir kuyumuz vardi.Onun suyundan ağzına alip, yüzüme püskürttü.

Bugün bizler çocuklarımızı boş ve zararlı şeylerle meşgul ediyoruz. Onlara aslı olmayan yalan hikayeler anlatarak zihinlerini lüzumsuz şeylerle perişan ediyoruz. Eğer Allah dostlarının hikayeleri seçilerek onlara anlatılsa, cinler ve devlerle korkutmak yerine, Allah’tan ve O’nun azabından (anlatılarak) korkutulsa, Allah’ın gazabının önemi ve heybeti kalplerine yerleştirilse, dünya da işe yaradığı gibi ahiretteki faydası da kesindir. Çocukluk çağı hafızanın en güçlü olduğu çağdır. O çağda ezberlenen şey hiçbir zaman unutulmaz. Böyle çağlarda çocuğa Kur’an ezberletilirse ne zorluk olur ne de fazla zaman alır. Ben rahmetli babamdan ve evimizdeki yaşlılardan defalarca işittim ki, rahmetli babam (Allah kabrini nurlandırsın) anne sütünden kesildiği zaman Kur’an-ı Kerim’in (yaklaşık beş sayfası) ezberindeydi. Yedi yaşında iken Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberlemişti. Ayrıca “Bostan”, “Iskender Nâme” ve bunun gibi eski Farsca’nın büyük bir bölümünü dedemden okumuştu. Bize derdi ki: “Babam, <Kur’an Kerim’i ezberleyince, bana, her gün bir defa Kur’an’ı hatmet, ondan sonraki saatlerde serbestsin> derdi. Ben de sicak mevsimlerde sabah namazından sonra evin damında oturur, altı yedi saatte Kur’an-ı Kerim’i hatmederdim. Sonra öğlen yemeğimi yiyip akşama doğru kendi isteğimle Farsça okurdum. Bu durum altı ay böylece devam etti.” Altı ay boyunca günde bir defa Kur’an-ı Kerim’i hatmetmek, bununla beraber diğer dersleri de okumak hem de yedi yaşında. basit bir olay değildir. İşte bu gayretin neticesidir ki, Kur’an-ı Kerim’i okurken unutmak veya birbirine benzeyen ayetlerde yanılmak nedir bilmezdi.

Onun geçimi kitap ticaretine dayanıyordu. Kitapevinin işleri ile çoğu zaman kendisi uğraşırdı. Eliyle iş görürken diliyle Kur’an okumadığı an olmazdı. Bir de ara sıra medreseden ayrı okumakta olan bizlere de ders okuturdu. Böylece üç işi bir anda yapmış olurdu. Ancak onun bizim için uyguladığı öğretim tarzı medresedeki gibi değildi. Medresede genellikle bütün yük hocanın üzerindeydi. Bunun aksine özel talebelerine onun öğretim tarzı şöyleydi. Talebe kitabı okuyup onu tercüme edip manasını kendisi açıklardı. Eğer talebenin açıkladığı mana doğru ise devam etmemizi emrederdi. Eğer bir yanlış çıkar ve tenbihi gerektirirse tenbih eder, düzeltmeyi gerektirince düzeltirdi.

Bu anlatılanlar eski zaman kıssaları değil, bu devrin hadiseleridir. Öyleyse “Sahâbeler gibi kuvvet ve gayreti zamanımızda nereden bulalım?” denemez.

FEZAILI AMEL 146-162


Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de