Selman-ı Farisi (r.a.) Kimdir?


 Selman-ı Farisî (r.a.), Siddıyk-ı Ekber’den sonra tasavvuf cihanının sultanı bir yıldız… Veliler zincirinin ikinci halkası… Veliler rehberi… Hak ve hakîkat aşığı bir yiğit… Son Peygambere kavuşma hasretiyle baba servetini, dünya rahatını terk edip diyar diyar dolaşarak Medine’ye ulaşan bir iman eri…

Selman-ı Farisî, İranlılardan ilk Müslümandı. Hak dine girmek, ahir zaman nebîsini görmek için her türlü çileye razı oldu. Köle olarak satıldı. Fakat sonunda, Habib-i Ekrem (s.a.) Efendimizin: “Selman bizdendir. Ehl-i Beyt’ten’dir.” iltifatına mazhar olarak onun ailesine katıldı. Onun İslam’a kavuşma yolundaki sabır, azim ve aşkını Resül-i Ekrem (s.a.) şöyle ilan etti. Bir gün onun omuzuna elini koydu ve: “Şunlardan öyle erler vardır ki, iman Süreyya yıldızında olsa muhakkak ona yetişir.” buyurdu.

SELMANI FARİSİ NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

O, islam’la şereflenince Selman adını aldı, eski adı Mabih idi. Babası, Büd veya Budehşan adında bir mecüsî olup köyün beyi, ağasıydı. Çocuğunu da mecüsilikte yetiştirmişti. O, mecüsilik ateşinin bir an dahi sönmesini istemezdi. Çocuğu evden dışarı çıkarmazdı. Ama kaderin karşısında durulamazdı. Allah Teala onu son peygambere kavuşturacak ve İslam’la şereflendirecekti. Onun İslam’a girişi tam bir destansı arayıştı. Şöyle ki:

Bir gün babası onu çiftliğe gönderdi. Giderken yolda bir kilise gördü. Merakla içine girdi ve yapılan ibadeti seyretti. Bu dini mecüsîlikten üstün buldu ve Hristiyanlığın aslını öğrenmek için baba evinden kaçarak Şam’a gitti. Oradan Musul, Nusaybin ve Ammüriye kiliselerine geçti. Hizmetlerinde bulunduğu rahiplerin tavsiyeleri üzere diyar diyar dolaştı. En son rahip ona şu tavsiyelerde bulundu: “Oğlum, dünyada artık bizim mesleğimiz üzere kimse kalmadı. Fakat İbrahim dini üzere son peygamberin gelmesi pek yakındır. O, Arap toprağında zuhur edecek. İki taşlık arasında hurmalık bir yere hicret edecek. O peygamberin bazı alametleri vardır. Hediyeden yer, sadakadan yemez, iki kürek kemiği arasında peygamberlik mührü vardır. Çaresini bulur oraya gidebilirsen git.” dedi.

AHİR ZAMAN NEBİSİ

Ammuriye’de Anadolu’daki Sivrihisar’da kendisine birkaç koyun ve sığır alarak mal edinen Selman, Arabistan’a gitmeye karar verdi. Bir müddet sonra Beni Kelb kabilesinden ticaret için gelenler olduğunu duydu. Onlarla buluştu ve: “Size şu sığır ve koyunları vereyim de beni Arap diyarına götürün”, dedi. Onlar da kabul etti. Kervanla birlikte yola çıktı. Kervan Medine’ye yakın Vadi’l-Kura’ya gelince tacirler ona ihanet edip bir Yahudiye köle olarak sattılar. O Yahudi de Selman’ı Medine’den gelen amcazadesine sattı. Artık o, köle olarak Yahudinin bahçesinde çalışıyordu. Hurmaları suluyor, bakımını yapıyor ve topluyordu. Fakat kulağı daima sesteydi. Ahir zaman Nebisinden bir haber bekliyordu. Çünkü Ammuriye’deki rahibin tarif ettiği, iki taşlık arası hurmalık yer burasıydı. Peygamber Yesrib’e gelecekti. Bunun işaretini önceden almıştı.

Günün birinde Selman hurma toplarken ağacın altında oturan sahibine birisi geldi. Yüksek sesle: “Allah kahretsin!.. Peygamber dedikleri kimse Kuba’ya gelmiş. Evs ve Hazrec kabilesi de başına toplanmışlar” diyerek anlattı. Bunu duyan Selman titreyerek ağaçtan indi ve: “Ne dedin? Ne dedin?” dedi. Sahibi: “Bundan sana ne? Haydi sen işine bak!”

Selman o günü zor geçirdi. Akşamı adeta iple çekti. Hava kararınca biriktirdiği hurmaları alıp Kuba’ya gitti. Mekke’den gelen zatı araştıracak. Söylenen alametleri onda bulacak mıydı? Rahibin ona söylediği Peygamberlik ölçülerini onda görebilecek miydi? Kimseye bir şey diyemiyordu. Ama gönlü mutmain olmak istiyordu. Bunun için biriktirdiği hurmaları yanına alıp gelmişti. Allah Resulünün huzuruna vardı ve: “İşittim ki, salih bir zatsın. Yanında fakir kimseler varmış. Şunları sadaka olarak size getirdim.” diyerek ona sundu. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onları aldı ve yanındaki arkadaşlarına ikram etti. Kendisi yemedi. Selman kendi kendine: “Bu bir” dedi. Başka bir zaman tekrar yanına geldi ve getirdiği hurmaları; “Bu size hediyedir.” diyerek verdi. Bu defa ashabıyla birlikte yediler. Selman: “Bu iki”dedi. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye gelmişlerdi. Bakîu’l-Garkad’da onunla tekrar görüşen Selman üçüncü alameti görebilmek için fırsat kolluyordu. Bir ara Resül-i Ekrem (s.a.) Efendimizin arka taraflarına geçti. Efendimiz (s.a.) onun bir alamet aradığını sezdi. Ridasını hafif açarak iki kürek kemiği arasındaki mührü gösteriverdi. Nübüvvet mührünü gören Selman üzerine kapandı ve onu doyasıya öptü. Kendini tutamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Efendimiz ona: “bu tarafa dön!” buyurdular. Selman İki Cihan Güneşi Efendimizin karşılarına geçti ve kelime-i şehadet getirerek İslam’la şereflendi.

İSLAM’A KAVUŞMA HASRETİ

O, senelerdir aradığı nura kavuşmuştu. Çektiği çileleri, basından geçen hadiseleri bir bir Efendimiz’e anlattı. Fahr-i Kainat (s.a.) Efendimiz onun bu destansı arayışını, İslam’a kavuşma hasretini, aşkını, şevkini ve bu ibret dolu hayatını ashabına anlatmasını istedi. O da ibni Abbas (r.a.)’a tek tek anlattı. Onun kanalıyla bizlere ulaştı.

Evet!.. Selman-i Farisi (r.a.)’ın İslam’la buluşma hikayesi böyle gerçekleşiyor… Onların hayatı okundukça, onlardan bahsedildikçe aynı aşk ve heyecan gönüllerimize doluyor. Onların ruhaniyeti, feyizleri aynı sıcaklığıyla kalplerimizde duyuluyor elhamdülillah… Onlar zor olanı başardılar… Hedeflerine ulaşmakta engel tanımadılar.. Çile çektiler ama azim ve iradelerinde gevşemediler.. Büyük bir sabır ve irade ile en yüce şerefe erdiler.

 PEYGAMBERE KAVUŞMA HASRETİ

Selmân-ı Fârisî radıyallahu anh son peygambere kavuşma hasretiyle memleketi Isfahan’dan Medine’ye çileli bir yolculuk yaptı. Son dine ulaşma ve son peygamberi görme aşkı onu her türlü zulme razı etti. Diyar diyar dolaştı. Köle olarak satıldı. Buna rağmen o azminden, sabrından hiçbir şey yitirmedi. Sonunda aradığı nura kavuştu, o sevgiliye ulaştı. Ahir zaman nebîsinin nur yüzünü ve peygamberlik alâmetlerini dünya gözüyle gördü. Kendini ona teslim etti. İslâm’la şereflenerek yeni bir hayata başladı.

O, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den hiç ayrılmak istemedi. Allah’ın habibinin nur cemalini görüp de ondan ayrı kalmak onun için ne kadar zordu… Ama kader bu… Henüz hür değildi. Belki bir müddet daha hasret çekecekti. Bu arada o, fırsatını buldukça Efendimizin yanına koşuyor, sohbetinde bulunuyordu. İslâm güneşi etrafı aydınlatıyor, Müslümanlar çoğalıyordu. İnananlarla-inanmayanlar arasında savaşlar dahi başlamıştı. O ise daha esaret zincirinden kurtulamamıştı. Bedir, Uhud Gazvelerine de bu sebepten katılamamıştı. İçin için kavruluyordu. Bu esaretten kurtulacağı, İslâm için çarpışacağı günleri bekliyordu. Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi ziyarete gelmişti. Sevgili Peygamberimiz ona “Selman kendini mükâtebeye bağla. Kölelikten kurtar ” buyurdu.

Selman (r. a. ) işareti alıralmaz derhal sahibine koştu ve teklifi götürdü. 300 hurma ağacı dikmek ve kırk okka altın vermek şartıyla onunla anlaştı. Durumu Efendimize bildirince Fahr-ı Kainat sallallahu aleyhi ve sellem ashabına “Şu kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. Hemen oracıkta 30-40-50 derken 300 hurma fidanı toplanıverdi. Efendimiz Selman’a: “Bunların çukurlarını hazırlayıp tamamlayınca bana haber ver.” dedi. Selman kısa zamanda, büyük bir gayretle ve arkadaşlarının yardımıyla çukurları kazdı. İki Cihan Güneşi Efendimiz de bizzat kendi elleriyle o fidanları dikti. O hurmaların bir tanesi bile kurumadı. Hepsi meyve verdi. Geriye altın borcu kalmıştı. Onu da bir ödeyebilseydi… Selman tam hürriyetine kavuşacaktı.

Bir gaza dönüşünde Sevgili Peygamberimiz ona yumurta büyüklüğünde bir altın ayırmıştı. Ashabına “Mükâteb olan Farisli ne yaptı?” diye sordu. Hemen, Selman’ı bulup huzura getirdiler. Efendimiz ona: “Selman bunu al, kalan borcunu öde.” buyurdu. Selman altını küçücük gördü ve: “Ya Resûlallah bu kadarcık şey benim borcuma nerden yetecek?” dedi. Efendimiz, Selman’ın gönlünü hoş etmek için o altını alıp mübarek dili üzerinde dolaştırdı ve: “Hele sen bunu al. Allah senin borcunu öder.” buyurdu. Selman o altın parçasını aldı ve tartmaya başladı. Kırk okkayı eksiksiz tartarak sahibine ödedi ve azad oldu.

SELMANI FARİSİ’NİN SADAKAT VE TESLİMİYETİ

Selman artık hürdü. Gönlünü o ilahı nur pınarından istediği gibi doyuracaktı. Rahmet ve şefkat Peygamberi Efendimizin inci tanesi sözlerini, sohbetini hiç kaçırmayacaktı. Bundan sonra o, Peygamberimizden hiç ayrılmadı. Tenhalarda o sevgili ile başbaşa kaldı. Geceleri birlikte çöllere çıkıp sohbet etti. Efendimiz Selman’daki sadakat ve teslimiyeti, onun İslâm’a kavuşma yolunda çektiği çileleri, sabır gayret ve azmi gördü ve onunla daha yakından ilgilendi. Onun Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile başbaşa kalışlarını Hz. Aişe annemiz şöyle naklediyor: “Birçok geceler Selman, Resûlullah ile yalnız sohbet ederdi. O sırada zevceleri dahi hizmetlerine giremezdi.”

İşte bu birliktelikler Selman’ı veliler zincirinin başı yaptı. Onu kölelikten mana sultanlığına çıkardı. Bu ilahî feyizlenme kalpten kalbe aktarılarak bugünlere ulaştı. Rabbimiz bizlerin gönüllerini o ilahî feyizle doldursun. Bu yüce yolu insanlığın hizmetinde daim kılsın. Amin.

SELMAN UL-HAYR

Selman-ı Fârisi (r.a. ) kısa zamanda ashabın sevgilisi, Resûlullah (s. a .)’ın gözdesi oldu. O, Hendek Savaşının tek yıldızıydı. Hendek kazma teklifi ondan geldi ? Bu savaşta o, bütün maharet ve becerisini gayret ve hizmetini gösterdi. Bu yüzden ona ‘Selman ul-Hayr’ lakabı verildi.

“SELMAN BİZDENDİR. EHL-İ BEYT’TENDİR”

O, tek başına on kişinin kazdığı yeri kısa zamanda bitirmişti. Onun hizmetteki süratı, firaseti ve işbilirliliği herkesin dikkatini çekti. Ensar ve muhacir arasında paylaşılamaz oldu. Her iki taraf da: “Selman bizdendir.” diyordu. Bu durumu gören iki Cihan Güneşi Efendimiz: “Selman bizdendir. Ehl-i Beyt’tendir.” buyurarak hem ashabın arası telif edilmiş oldu, hem de Selman’a iltifat ederek kendi ailesine dahil edildiğini duyurdu.

Ne yüce şeref !.. Ne mutluluk!.. Ne seâdet !.. Allah’ım bu şeref ve mutluluğu bizlere de nasib et!..

Selman her şeyiyle kendini İslâm’ın hizmetine vermişti. İslâm onun kanı, canı, damarıydı. Bir gün Sa’d İbni Ebi Vakkas (r.a.) ona, nesebini sordu. O da: “İslâm’a dahil olduktan sonra neseb aramam. Lâkin ben Selman ibni İslâm’ım.” dedi. Hz. Ömer (r.a.) da Selman’ı destekleyerek “Ben de Ömer ibni İslâm’ım. ” dedi.

PEYGAMBERİMİZİN TAVSİYESİ

O son derece sâde ve zâhidâne yaşadı. Ömrü boyunca bir yolcuya yetecek kadar dünyalığı kendine kâfi gördü. Evlendiği gece odasının süslendiğini görünce “Resûlullah bana, dünyadaki eşyan bir yolcunun azığı kadar olsun.” buyurdu diyerek eve girmedi. Süs eşyaları kaldırıldı da öyle girdi. Aynı tavrı ölüm döşeğinde de gösterdi. Ziyarete gelenlere hem sevinir hem de ağlardı. Ağlayışını şöyle izah ederdi: “Dünyadan ayrılıp, ölümden korktuğum için ağlamıyorum. Resûlullah (s a )’ın tavsiyesine uyamadığım için ağlıyorum. O bana; Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun azığından fazla olmasın.” buyurmuştu. İşte buna ağlıyorum derdi. Halbuki o vefat ettiğinde geriye bir leğen bir kap bir de abdest ibriği bıraktı. Hepsine 15-20 dirhem kıymet biçildi.

İşte saâdet çağı simâları!.. O yıldız insanlar inançlarını hayata geçirmek için tavsiyelere böylesine titizlik gösterirlerdi. Rabbimiz cümlemize uyanıklık versin. Halimizi ıslah edip bizi onlara lâyık etsin.. Amin.

Hz. Ömer (r .a) devrinde İran fethine katılan Selman (r .a ) Medayin’e vâli tayin edildi. Vâlilik onun hayatını değiştirmedi. Aldığı maaşı fakirlere dağıttı. Sepet örer ve kendi el emeği ile geçinirdi. Doğru dürüst ne evi ne giyeceği ne de yiyeceği vardı. Bunlar onun için bir gaye değildi. Yemekte ısrar edenlere Resûlullah’tan şöyle duyduğunu söylerdi: “Dünyada iken karınlarını çokça doyuranlar kıyamet günü en çok acıkanlar olacaktır.”

“Cennet üç kişiye müştaktır. Ali, Ammar ve Selman.” buyurulan bu yıldız insan Medayin’de vali iken vefat eyledi. Rabbimizden şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.