ARAFAT FAZİLETİ VE HİKMETLERİ
Mekke-i Mükerreme’nin 25 km. güneydoğusunda, Taif yolu üzerinde düz bir alan olan Arafat, haccın en önemli rüknü olan vakfenin yapıldığı yerdir. En uç noktaları arasında doğudan batıya 6,5 km, kuzeyden güneye 11-12 km uzunlukta olan bu sahanın tamamı 13,68 km2’dir.
Bu mübarek mevkiye “Arafat” denilmesini Alimler bir kac Hikmetini yazmislar.
“Arafat” bilmek manasındaki marifetten gelip; Hz. Âdem ile Havva Validemiz yeryüzüne indikten uzun zaman sonra birbirlerine kavuşup birbirlerini tanıdıklarından, Cibrîl-i Emin İbrahim (a.s.)a hac menâsikini burada tarif ettikten sonra عرفت هل (Araftuhal ) “bildin, öğrendin mi?” deyince İbrahim (a.s.) da ( عرفت (Arafte) “bildim, öğrendim” dediği içindir. Diğer bir rivayete göre ise, Arafat itiraftan gelir. İnsanlar burada Cenab-ı Hakk’ın yüceliğini, azametini, kendilerinin acizliğini itiraf ederler. Nitekim Hz. Âdem ve Havva anamız Arafat’ta şöyle yalvardılar:
“Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz, bize acımazsan biz perişan olanlardan oluruz.” (A’râf, 23) Bu yalvarmalarına mukabil Allâh-ü Teâlâ “şimdi kendinizi bildiniz” manasına ( عرفتم(Araftum) buyurdu.
Dünyanın dört bir tarafından gelen insanların ataları Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın yaptıkları gibi burada birbirleriyle görüşüp tanışmaktadırlar. İnsanlar günahlarını itiraf ederek, Allah’tan af dileyerek kulluklarını ve çaresizliklerini arz etmeleri, af dileyenlerin af edilmelerinden sonra günah kirlerinden temizlenip Cenâb-ı Hakk katında güzel bir koku ismi olan (Arf) sahip olmaları sebebiyle bu adın verildiği de söylenmiştir.
Mekke tarihiyle ilgili eserlerde zikredildiğine göre Arafat’ta bahçeler, arefe gününde Mekkelilerin gelip kaldığı güzel mekânlar mevcuttu. Zaman içinde bunlardan eser kalmamış. Asrın ikinci yarısından itibaren ciddi bir ağaçlandırma projesi uygulamaya konularak Arafat yeşil bir mekân olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Bunun yanı sıra çeşitli tesislerle hacıların Müzdelife’ye dönüşünü kolaylaştırmak için Arafat’ı buraya bağlayan dokuz ayrı otoyol yapılmıştır.
Vakfenin zamanı
Haccın rükünlerinden biri olan vakfe burada yapılır. Vakfenin zamanı, Zilhicce ayının 9. günü güneşin zevalinden sonra burada başlar, ertesi günü şafak vaktine kadar devam eder. Burada kısa bir süre de kalınsa vakfe yapılmış olur. Arafat’ın tamamı vakfe mahallidir (Müslim, Hac, 149).
Arafatta vakfe yapılmadan hac görevi tamamlanmaz. Peygamberimiz (a.s.) “Hac, Arafat’tır” buyurmuştur (Ebû Davut, Menasik, 68) Arafat kelimesi Kur’ân’da bir âyette geçmiştir. “Arafat’tan ayrılıp (seller gibi Müzdelife’ye) akın edince Meş’ar-i Haram’da Allah’ı anın.” (Bakara, 2/198)
Hac esnasında Arafat’ta vakfe, bütün dünya müslümanlarını temsilen gelen heyetlerin oluşturduğu dünyada eşi benzeri görülmeyen bir zirvedir. Sadece Müslüman olan ülkelerden gelenlerin değil, diğer ülkelerde yaşayan müslümanların da katıldığı büyük bir ibadet toplantısıdır. Ancak bu büyük toplantının müslümanlar ve insanlık açısından çok büyük potansiyel faydaları vardır.
Geçmişte olduğu gibi, dinî, ilmî ve içtimaî meselelerini konuşup çözüme kavuşturabilecekleri modern anlamda organizeli, düzenli, disiplinli bir kongre olamasa da, gönüllerin, ruhların uzlaşması vardır orada. Dilleri, ırkları, renkleri, kültürleri ve coğrafyaları farklı olmasına rağmen, inançları, duyguları, dertleri, dilekleri ve duaları aynı olan milyonların yürekleri ve yanık yakarışları vardır Arafat vakfesinde.
Arafat, insan türünün geçici yurdu Dünya ile ilk buluştuğu noktadır. İnsanlığın başladığı yerdir âdeta. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi mahiyetindeki Veda Hutbesini okuduğu yerdir. Bu kutsal mekânı ziyaret ederken kişi, kendini daha iyi tanımak, yolunu daha iyi tanımak, hayat yolculuğundaki yerini tanımak ve sonuçta Rabbini tanımak için neler yapabileceğini, bundan böyle nasıl bir yol izleyeceğini düşünmelidir. Çünkü insan olarak kendini, yeryüzündeki görevini ve sorumluluğunu doğru bir şekilde kavrayabilen kişiler yolunu şaşırmaz.
ARAFAT NEYİ HATIRLATIR?
Arafât, kabirlerden kıyâmet sabâhına kalkışı ve fevc fevc mahşer meydanında toplanışı hatırlatır. Bütün kullar, Allah’ın huzûrunda âciz, muhtaç ve ümitvâr bir şekilde af beklerler. Gönüller ve gözler, tevbe yaşlarıyla ıslanır, nice samîmî ilticâlar Hakk’a yükselir. Hayat defterlerinde tertemiz sayfalar açılır ve Cenâb-ı Allah’a ömrün bundan sonraki kısmında itâat üzere yaşanacağına dâir sözler verilir. Böylece Arafat, mahşerî bir tablo arzeder. Kıyametteki hâlin bir kısmı orada da yaşanır. Baş açık, ayak çıplak, üstte bir havlu, altta da bir havlu, hava sıcak… Âdetâ hiç kimsenin birbirine bakmaya tâkati yok… Bu vaziyette Kâbe’de Allah’ın huzûruna çıkmak, âhiretteki ilâhî huzûra varmayı hatırlatır.
Arafat’ta genel görünüm
İnsan olarak kendimizi tanıyamazsak yolumuzu şaşırırız. Sonuçta hem kendimize hem de çevremize ve diğer yaratılmışlara karşı zararlı bir unsur hâline geliriz. İnsanlık tarihinde en acımasız, en kirli,en kötü yönelişlere de tanık olmak mümkündür, en güzel, en erdemli yönelişlere de. Önemli olan bu yelpazede bizim yerimizin bugüne kadar neresi olduğunu keşfedip bundan sonra neresi olması gerektiğini belirleyebilmektir. Bunun için Arafat önemli bir fırsattır. Çünkü Arafat marifettir. Cebel-i Rahme, Arafat’ın doğu tarafında Hz. Peygamber (s.a.s.)’in eteğinde Arafat vakfesini yaptığı tepeciktir. Allah Resûlü (s.a.s.), Arafat vakfesini sırtını Rahmet dağına verip Kıbleye dönerek bu tepeciğin eteğinde yapmıştır.
Bazı rivayetlerde burası, Âdem (a.s.) ile Havva validemizin Cennetten indikten sonra dünyada ilk defa buluştukları yer olarak anlatılmaktadır. Rahmet dağı, Arafat düzlüğündeki yegâne tepeciktir. Dağın tam tepesinde dikdörtgen bir sütun bulunmaktadır. Bu sütunun dinî bir niteliği yoktur. Bu tepeye tırmanmak da Sünnet değildir.
Zilhicce ayının 9. günü… İşte bu- gün, öğleden sonra akşam gün batımına kadar olan bir zaman zarfında…. Bir an bile burada durmak…. Haccın temeli bu… Nasıl mı duracaksın? Nasıl istersen öyle… Çünkü buradaki şart, belirtilen o gün, o zaman arasın- da bir an orada bulunmaktır? Neden mi? Allah bilir…. Sebeplerine ilişkin çok şey anlatılır… Atamız Âdem ile Havva cennetten çıkarıldıktan sonra, tekrar ilk kez yer yüzünde Arafat’ta buluşmuşlar. Veya, İbrâhim (a.s.) hacc menasikini öğrendiğini, Cebrâil’e burada bildirmiş. Veya, bütün dünyadan gelen çeşit çeşit insan burada tanışırmış. Veya, bütün bu insanlar kendi günahlarını burada itiraf ederlermiş… Allah bilir… Ama bu Arafat denilen dağ başında durmak ve Rabbimize dua etmek, haccın rüknü…
İşte o an gelene kadar, yani vakfe vakti gelene kadar, zaman zaman dua ediyor ve zaman zaman da Allah’ın diğer kulları ile hasbihâl ediyoruz. Tanıdıklarımızı ziya- rete gidiyor, kucaklaşıyor, karşılıklı dualaşıyoruz. Uzaklarda kalan sevdiklerimizin, dostlarımızın kendileri için istedikleri özel duaları da kendi dualarımız ve niyazlarımız arasına katıyoruz. “Ya Rabbi, biz günahkar kullarını affeyle. Çünkü sen affedenlerin en yücesisin!!!
Tek olan Allah’tan başka ilah yoktur. Ki O’nun ortağı da yoktur. Mülk ve iktidar sadece O’nundur. Hamd da sadece O’nadır. Ve O, diriltir, öldürür. Kendisi ise diridir, bakidir, hiç bir zaman sonsuza kadar ölmez. Hayır, O’nun elindedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Dönüş yine O’na olacaktır. Ey Allah’ım kalbimi nurla doldur. İşittiğimi (kulağımı) de nurla doldur. Gördüğümü (gözümü) de nurla doldur. Allah’ım! Kalbimi aç, gönlümü genişlet. İşlerimi âsan eyle. Dilimden de bağları çöz.
Öğleyin biraz geçince
öğle ve ikindi namazlarımızı cem’ ediyoruz. Herkes kendi hâlinde dua ediyor Kur’an’dan ayetler okuyor… Biz de okuyoruz… Kur’an sayfaların- dan birkaç sayfa açtığımızda karşımıza: “Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslamiyet’i beğendim. (Mâide suresi, 3) ayeti çıkıyor. Bu ayetin indiği Veda Haccı ve Veda Hutbesi’ni andık… Gönlümüz ürperdi… Üzüntüden mi, sevinçten mi? Böylesine önemli bir müjde karşısında sevinilmez mi? Elbette ki sevinçten…
“Ey İnsanlar!.. Bugünün ne günü olduğunu biliyor musunuz? Burası, Belde-i Haram’dır. (Mekke’dir) Bugünü- nüz nasıl mukaddes bir gün, bu ayınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz nasıl mukaddes bir şehir ise, biliniz ki canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da; bu mukaddes gün, bu mukaddes ay, bu mukaddes şehir gibi yek diğerinize karşı mukaddestir. Bunlara tecavüz haramdır.” diyen, Al- lah’ın sevgilisi, İbrâhim’in hem nesepte ve hem de din- de torunu Muhammed’i düşünüyoruz. O’na ümmet ola- biliyor muyuz??? Onun ümmetinin diğer mensuplarına karşı kalbimiz açık; onun ümmetine düşman olanlara karşı sesimiz yüksek mi?
Bu duygularla, güneşin batması ile birlikte Meş’aru’l Haram’a yöneliyor ve geceyi burada açıkta geçiriyo- ruz. Burada, güneş doğumuna kadar kalıyoruz. Akşam namazı ile yatsı namazını cem’ ediyoruz. Dünyanın her tarafından gelmiş milyonlarca insan, bembeyaz elbise- leri içinde, gecenin sessizliğinde Rabblerine yöneliyor. Çünkü yarın, şeytan taşlanacak…
KIYAMETTEKİ HÂLİN BİR KISMI ARAFATTA YAŞANIR
Böylece Arafat, mahşerî bir tablo arz eder. Kıyâmetteki hâlin bir kısmı orada da yaşanır. Hakîkaten orası âdeta kabirden kalkıp herkesin kendi günahlarının nedâmetiyle nefsinin derdine düştüğü mahşer yerine gelişi ve çâresizlik içerisinde çırpınarak Rabb’e gönülden yalvarış hâlini hatırlatır. Altta ve üstte birer havlu ile baş açık, yalın ayak, bütün dünyevî rütbelerden soyunma hâlidir…
Diğer taraftan Arafat, bizleri kadîm hâtıralara da götürür. Mâlumdur ki, yasak meyveye yaklaşma zellesi netîcesinde murâd-ı ilâhî olarak Âdem (a.s.) ve Havvâ vâlidemiz cennetten çıkarılıp dünyâda birbirlerinden uzak, ayrı ayrı yerlere indirilmiş, böylece birbirlerine hasret bırakılmışlardı.
Âdem -aleyhisselâm-, Hazret-i Muhammed’in (s.a.v.) Allâh katındaki şeref ve îtibârını düşünerek, nihâyet Cenâb-ı Hak’tan, O’nun yüzü suyu hürmetine affını talep etti. Ardından talebi kabûl edildi ve Allâh Teâlâ, kendisine Mekke istikâmetinde yol göstermek üzere bir meleği memur etti. Bu duâ bereketiyle Cidde’de yaşamakta bulunan Havvâ anamız da diğer bir melek rehberliğinde Hz. Âdem’e (a.s.) doğru yola çıkarıldı ve bunlar, bir arefe günü ikindi vakti Arafat vâdisinde buluşup ağlaştılar ve tekrar istiğfâr ettiler.
İhsan ve keremi sonsuz olan Cenâb-ı Hak, onların duâlarını kabûl etmenin yanında, bir de onların neslinden olup kıyâmete kadar her sene aynı gün ve saatte oraya gelerek af dileyecek olanların tamamını bağışlama vaad ve lutfunda da bulundu. İşte hacıların arefe günü Arafat’a çıkıp istiğfâr etmelerinin hikmeti budur.
ÜMMÜ’L-KURÂ NE DEMEK?
Bu buluşmadan sonra Hz. Âdem (a.s.) ile Havvâ vâlidemiz, Allâh’ın emriyle bugünkü Mekke şehrinin olduğu yeri vatan edindiler. Bundan dolayı ve yeryüzünde yaratılan ilk mekân oluşu sebebiyle Mekke şehrinin bir adı da, yerleşim bölgelerinin anası mânâsına gelen “Ümmü’l-Kurâ”dır.
Zîrâ Mekke; vatan, renk, zenginlik-fakirlik, kılık-kıyâfet gibi fânî ve izâfî mefhumların ortadan kalkıp bütün inananların İslâm kardeşliği altında tek bir millet olduğu gerçeğinin tecellîgâhıdır. Orada âmir-memur, zengin-fakir, câhil-âlim hep bir arada, aynı elbiseler içinde, aynı meydanda ve aynı saftadır. Orası fânî sınıf farklılıklarından sıyrılıp kefen iklîmine girerek Rabb’e ilticâ edebilme ve kıyâmetin o dehşetli manzarasının hissiyâtıyla ürperme yeridir.
ARAFAT: EMNİYET, HUZUR VE MUHABBET BELDESİ
mübârek belde, emniyet, huzur ve muhabbet kucağı, gönülleri feyz ü bereket ve rahmetle dolduran peygamberler bucağıdır. Günümüz İslâm âleminin bütün sancılarına rağmen o mübârek mekânlarda hac ve umrelerde oluşturulan birlik, kardeşlik ve muhabbet tezâhürleri, dünyâ milletlerinin hâlâ sadece hayallerini süslemektedir.
Arafat’ın ortasında “Cebel-i Rahmet” (rahmet dağı) batısında Nemîre Mescidi vardır.
Cebel-i Rahme: Arafat Ovası’nın kuzey tarafında, halk arasında “Arafat Dağı” olarak bilinen granit taşlarından oluşmuş tepedir. Âdem aleyhisselam’ın, yeryüzüne inişinin yüzüncü senesi, Kâbe’nin inşasını tamamladıktan sonra Havva Validemizle buluştukları mübarek mevkidir. Peygamberimiz (s.a.v.) arefe günü öğle ve ikindiyi Mescid-i Nemre’de kılmış, Cebel-i Rahme’nin eteğinde Mescid-i Sahrat’ın bulunduğu arsaya gelmiş, Arafat vakfesini orada yapmıştır. Mescid-i Sahrât: Cebel-i Rahme’ye çıkarken sağ tarafa düşen, yarım metre civarında bir duvar ile çevrili, kıble tarafına uzunluğu 13 m, genişliği 8 m. civarında olan yerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) veda hutbesini burada îrad buyurmuşlardır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Arafat’ın tamamı vakve yeridir” (Müslim, Hac, 149) hadis-i şerifi gereğince zikredilen Arafat sahasının her yerinde vakfe yapılabilir.
Allahu teala cümlemize o manevi havayı tenefüs etmeyi tekrar tekrar nasib etsin. Velhamdulillahirabbilalemin.
Arafatin Fazileti
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim fahiş konuşmaksızın, fısk-u fücurda bulunmaksızın Beyt-i ziyaret ederse, annesinin kendisini doğurduğu gün gibi günahlardan sıyrılmış olur.
Şeytan, Arefe gününde olduğu gibi, hiçbir günde küçülmüş, zelil olmuş, hakir olmuş ve kızmış görünmez.
Şeytanın bu şekilde görünmesinin hikmeti muhakkak Allah´ın (c.c.) hacılar için, indirdiği rahmeti görmesinden ve Allah´ın (c.c.) büyük günahları affetmesinden dolayıdır.
Bazı günahlara, sadece Arafat dağında vakfeye durmak keffaret olur.
Günahça insanların en büyüğü, Arafat dağında vakfeye durduğu halde Allah Teâlâ´nın (c.c.) kendisini affetmediği zannına kapılan kimsedir,
Resulullah şöyle buyururlar: ”
Cenâb-ı Hakk’ın, Arefe günü (vakfe sırasında) Cehennem’den azad ettiği kulların sayısı diğer günlerde azad edilenlerle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Allah, Arefe günü vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek ‘bunlar ne istiyorlar buyurur.
VAKFE NEDİR, NEREDE YAPILIR?
Haccın aslî rüknü olan vakfe, Arafat’ta yapılır. Sözlükte belirli bir yerde bir süre kalmak anlamına gelen “vakfe” bir hac terimi olarak, hac yapma niyetiyle ihrama girmiş olan bir kimsenin Zîlhicce ayının 9. günü zevalden sonra Arafat’ta bir müddet kalması demektir.
Arafat vakfesi yapılmadan hac ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Şu ayetler, Arafat vakfesine işaret etmektedir:
Arafat vakfesinin vacibi nedir? Vakfenin geçerli olması için ne gerekiyor?
Arefe günü gündüz Arafat’a çıkmış olanların güneş batıncaya kadar Arafat’ta beklemeleri vaciptir.
Peygamberimiz (s.a.s.), güneş batıncaya kadar Arafat’ta beklemiştir.(Ebû Dâvûd, Menâsik, 61, II, 467. Ahmed, I, 75.)
Gündüz Arafat’ta bulunmayıp güneş battıktan sonra Arafat’a gelenler, Arafat vakfesini yapmış olurlar, bu kimseler için her hangi bir ceza da gerekmez.
Malikî mezhebine göre Arafat’ta güneş batıncaya kadar beklemek gerekmez. Az da olsa gündüz Arafat’ta bulunmakla vâcip yerine gelmiş olur. Vakfe yapan kimse gündüz Arafat’tan ayrılması durumunda vakfesinin geçerli olabilmesi için geceleyin gelip kısa bir süre de olsa Arafat’ta bulunması gerekir. (Kâsânî, II, 127. Şirbînî, II, 262-263. İbn Kudâme, V, 155)
ARAFAT VAKFESİNİN SÜNNETLERİ NELERDİR?
1) Arefe günü sabahı güneş doğduktan sonra Mina’dan Arafat’a hareket etmek.
2) Zeval vaktinden önce Arafat bölgesinde bulunmak.
3) Mümkünse vakfe için gusletmek.
4) Öğle namazı öncesinde Nemîre Mescidi’nde hutbe okunması.
5) Oruçlu olmamak.
6) Vakfe esnasında abdestli ve kıbleye yönelik bulunmak.
7) Mümkün olduğu kadar vakfeyi “Cebelü’r-Rahme” denilen tepenin yakınında yapmak.
8) Öğle vakti olunca öğle ve ikindi namazlarını birleştirerek kılmak (cem‘-i takdîm). Peygamberimiz (s.a.s.) Arafat’ta öğle namazı ile ikindi namazını öğle vaktinde birleştirerek kılmıştır.(Nesâî, Menâsik, 201. V, 254.)
Ebû Hanîfe’ye göre öğle ile ikindi namazının cem‘- i takdîm ile kılınabilmesi için; Arefe günü hac için ihramlı olarak Arafat’ta bulunmak ve namazı Mescid-i Nemîre’de “cemâat-i kübrâ” ile kılmak gerekir. Aksi halde her namaz kendi vaktinde kılınır.
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ile Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî mezheplerine göre, Arefe günü hac için ihramlı olanların, öğle ile ikindi namazlarını; ister Nemîre Mescidi’nde ister çadırlarda, ister cemaatle, ister münferit olsun herkesin cem‘-i takdîm ile kılması sünnettir.(Kâsânî, II, 152-153. Şirbînî, II, 260. İbn Kudâme, V,12-13. İbn Rüşd, I, )
CEM-İ TAKDÎM İLE NAMAZ NASIL KILINIR?
Ezan okunduktan sonra önce öğle namazının ilk sünneti kılınır, sonra kamet getirilir ve öğlenin farzı kılınır, tekrar kamet getirilir ve ikindinin farzı kılınır. İki farz arasında sünnet ve nafile kılınmaz. Her iki farzdan sonra telbiye ve teşrik tekbirleri okunur.
ğ) Vakfeyi, cem‘-i takdîm ile kılınan namazdan sonra yapmak. Vakfe esnasında ayakta durmak oturmaktan daha faziletlidir.
h) Gün boyunca, Kur’an okumak, telbiye, zikir, tehlîl, tekbir, tespih, dua ve istiğfar gibi ibadetleri çokça yapmak. Mukim olanlar, Arafat’ta öğle ve ikindi namazlarını tam kılarlar. Namazları tam kılanlar da cem-i takdîm yaparlar.
Mekke’de 15 gün ve daha fazla, diğer mezheplere göre giriş ve çıkış günleri hariç 4 gün ve daha fazla kalan kimse mukîm sayılır ve namazlarını tam kılar. Bu sürelerden az kalacak olan kimse ise seferî sayılır ve dört rekatlı namazları iki rekat olarak kılar. (Kâsânî, II, 152. Şirbînî, II, 260. Tirmizî, Hac, 52, III, 229.)
Arafat vakfesinin cezaları nelerdir? Vakfe cezası neden verilir? İşte cevabı…
Gündüz Arafat ’a gelip vakfe yapan bir kimse güneş batmadan önce Arafat’tan ayrılırsa dem gerekir. Güneş batmadan önce Arafat’a geri dönerse ceza düşer. Güneş battıktan sonra dönerse artık ceza düşmez.
Şafiî ve Mâlîkî mezheplerine göre Arafat ’ta güneş batıncaya kadar beklemek sünnet olduğundan güneş batmadan önce Arafat’ın terk edilmesi halinde her hangi bir ceza gerekmez.(Nevevî, el-İzâh, 289; Kinânî, III, 1031-1033. İbn Kudame, V, 23. Kâsânî, II, 127. Şirbînî, II, 262-263.)
Mâlikî mezhebine göre, gecenin bir cüz’ünde Arafat ’ta bulunmak vakfenin geçerli olması için şarttır. Bu itibarla güneş batmadan önce Arafat’tan ayrılıp bir daha dönmeyen kimsenin haccı geçerli olmaz.(İbn Rüşd, I, 426. Kurtubî, II, 417. İbn Kudâme, V, 22.)
PEYGAMBERİMİZİN ARAFAT VAKFE DUASI
Arafat vakfe duası nedir?
Peygamber Efendimiz’in Arafat Vakfesi’nde okuduğu dualar…
Vedâ Hutbesi’nden sonra Bilâl-i Habeşî -radıyallâhu anh- ezân okudu. Efendimiz, cem yaparak önce öğle namazının farzını, ardından da tekrar kâmet getirtip ikindi namazının farzını kıldırdı. Namazdan sonra devesi Kasvâ’ya binip Cebelü’r-Rahme’nin dibindeki vakfe yerine vardı. Kasvâ’nın göğsünü kayalara doğru çevirdi ve kıbleye döndü. Güneş batıp sarılığı gidinceye kadar vakfe yaptı.
Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vakfede bir eliyle devesinin yularını tutup diğer elini kaldırarak kulluğunun ve kalbî hayâtının hassâsiyetini ifâde eden uzunca bir duâ yaptı. Bu duânın bir kısmı şöyledir:
“Ey Allâh’ım! Sen’in buyurduğun şekilde ve bizim söylediğimizden daha üstün olarak Sana hamd olsun! Ey Allâh’ım! Benim namazım, ibâdetim, hayâtım ve ölümüm Sen’in içindir! Dönüşüm Sanadır!
Ey Allâh’ım! Kabir azâbından, kalbin vesvesesinden, işlerin dağınıklığından Sana sığınırım! Ey Allâh’ım! Rüzgârların getirdiği âfetin şerrinden Sana sığınırım!
Ey Allâh’ım! Gözümde bir nûr, kulağımda bir nûr, kalbimde bir nûr yarat! Ey Allâh’ım! Göğsüme genişlik ver! İşimi kolaylaştır! Ey Allâh’ım! Sağlığın hastalığa çevrilmesinden, birdenbire gelip çatacak azâbından ve bütün gazabından Sana sığınırım! Ey Allâh’ım! Beni doğru yoluna ulaştır! Geçmişimi, geleceğimi bağışla!
Ey dereceleri yükselten, bereketleri indiren, ey gökleri ve yeri yaratan Allâh’ım! Sesler türlü türlü dillerle coşup Sana doğru yükseliyor, Sen’den taleplerde bulunuyor! Benim isteğim de; dünyâ halkının beni unuttuğu imtihan yurdunda Sen’in beni hatırlamandır!
Ey Allâh’ım! Sen sözümü işitiyor, bulunduğum yeri görüyor, gizli açık neyim varsa biliyorsun! İşlerimden hiçbiri Sana gizli değildir! Ben çâresizim, yoksulum, Sen’den yardım ve emân diliyorum! Korkuyorum, kusurlarımı îtirâf ediyorum! Bir çâresiz Sen’den nasıl isterse, ben de öyle istiyorum! Zelil bir günahkâr Sana nasıl yalvarırsa, ben de öyle yalvarıyorum! Sen’in yüce huzûrunda boynunu bükmüş, Sen’in için gözlerinden yaşlar boşanan, Sen’in uğrunda bütün varlığını fedâ eden, Sen’in için yüzünü topraklara süren bir kulun Sana nasıl duâ ederse, ben de öyle duâ ediyorum! Ey Rabbim! Duâmın kabûl edilmesinden beni mahrum bırakma! Bana Raûf ve Rahîm ol, ey kendisinden istenilenlerin en hayırlısı ve verenlerin en keremlisi!” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, V, 166-168; Heysemî, III, 252; İbn-i Kayyım, II, 237)
SELEFİ SALİHİNİN ARAFAT’TA YAPTIĞI DUALAR
Selef-i sâlihînin Arafat’ta yaptığı duâlardan bir kısmı da şöyledir:
“İlâhî! Sana karşı kim kendisini övebilir? İlâhî! Dilim mâsiyetlerle tutulmuş, benim Sana vesîle kılacak ne işe yarar bir amelim ne de emelden başka bir şefaatçim var! İlâhî! Biliyorum ki; kusurlarım yüzünden ne huzûrunda mevkiim ne de Sen’den özür dilemeye yüzüm kalmıştır! Fakat Sen keremlilerin en keremlisisin! İlâhî! Ben merhametine nâil olmaya lâyık değilsem, merhametin bana yetişebilir! Çünkü Sen’in rahmetin her şeyi kuşatacak derecede geniştir! İlâhî! Benim kusurum ne kadar büyük de olsa, Sen’in affının yanında küçük kalır! Sen onları bana bağışlayıver ey kerem sâhibi Allâh’ım!
Rabbim! Sen ancak itaatkâr kullarını affedeceksen, günahkârlar kime gidip sığınsınlar? Rabbim! Sen sâdece takvâ sâhibi kullarına rahmet ve merhamet edeceksen, mücrimler kimden yardım istesinler!
Ben Sana her an muhtâcım! Sen’in ise bana hiçbir ihtiyâcın yoktur! Sen ancak yaratanım olarak beni bağışlarsın! Beni şu durduğum yerden, bütün hâcetlerimi yerine getirmiş, taleplerimi ihsan buyurmuş, temennîlerimi gerçekleştirmiş olarak döndür!
Ey isteyenlerin ihtiyaçlarına sâhip ve mâlik olan Allâh’ım! Ey susmakta olanların içlerinden geçirdiklerini bilen Allâh’ım! Ey kendisinden başka yardım beklenecek başka Rab bulunmayan Allâh’ım! Ey kendisinin üstünde korkulacak başka bir yaratıcı bulunmayan Allâh’ım! Ey yanına varılacak veziri, rüşvet verilecek kapıcısı bulunmayan Allâh’ım! Ey dilekler çoğaldıkça cömertlik ve keremi artan; ihtiyaçlar çoğaldıkça fazl u ihsânı çoğalan Allâh’ım! Ey Allâh’ım! Sen her misâfiri ağırlarsın! Bizler de Sen’in misâfirleriniz! Bizleri cennetinde ağırla!
Ey Allâh’ım! Her kâfileye hediye, her isteyene atiyye verilir; her ziyâretçiye ikrâm edilir! Her sevap umana sevap verilir! Bizler topluca Sen’in Beyt-i Harâm’ına geldik! Şu büyük meşâirde vakfeye durduk! Şu mübârek yerlerde hazır bulunduk! Ümîdimiz, yüce katındaki sevap ve mükâfâta nâil olmaktır! Ümîdimizi boşa çıkarma Allâh’ım!” (Gazâlî, İhyâ, I, 337-338; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, II, 25-26)
Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Arafat’ta bulunduğu sırada, yanına Necid halkından bâzı kimseler gelerek: “–Yâ Rasûlallâh! Hac nasıldır, ne ile tamam olur?” diye sordular. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Hac Arafat’tır. Kim Müzdelife gecesi sabah namazından önce Arafat’a gelirse o hacca yetişmiş olur. Minâ günleri üçtür. Acele edip orada iki gün kalan kimseye günah yoktur. Geciken kimseye de günah yoktur.” buyurdu. (İbn-i Mâce, Menâsik, 57)