HACCIN HİKMETLERİ


Hac ne demektir? Hac neden yapılır? Haccın hikmet ve faydaları nelerdir? İşte İslam’ın beş şartından biri; hac ve hikmetleri…

Hac; mal ve sıhhat yönüyle gücü yeten müslümanların, ömürlerinde bir defa belirli günlerde Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret ederek ve bazı rükunları yaparak îfâ ettikleri bir ibadettir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“Gitmeye gücü yetenlerin Beytullah’ı haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.” (Âl-i İmrân, 97)

Hac Allah’ı, âhireti ve önceki Peygamberlerin hâtıralarını akla getiren nişânelerle dolu bir ibadettir. İslâmî şuur, ibadet heyecânı, birlik ve beraberlik duygusu… gibi pek çok yönden büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Her bir rüknün çok derin mânâları vardır. Hacda insanlar büyük bir ibadet, dua ve zikir tâlimi görürler. Her hareketlerinde Allah’ı hatırlar ve O’nun muhabbetini gönüllerine yerleştirirler.


MÜSLÜMANLAR TEFEKKÜRE DALAR

Hacılar, Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve sâlihlerin hâlini hatırlayarak tefekküre dalar, onların bulunduğu mukaddes zaman ve mekânlardan feyz alırlar. Büyük bir mânevî tesir altında kalarak ahlâkî kemâle doğru adım atarlar. Tevazû, hiçlik duygusu, sabır, teslîmiyet, yardımlaşma, ihlâs, zaman ve hareket disiplini, ölüme ve kıyamete hazırlık, hiçbir bitki ve canlıya zarar vermeme, kimse hakkında kötü düşünmeme gibi güzel vasıflar elde ederler. Çünkü dış görünüşü itibariyle bir takım semboller ihtiva eden hac, hakikatte muhtelif rûhî temrinler yaptıran farklı mekânlardaki farklı davranışlardan ibarettir. Dolayısıyla herkes onun bir veya birkaç yönünden mutlaka istifade eder.


ARAFATIN HİKMETLERİ

Bu mübarek mevkiye “Arafat” denilmesini Alimler bir kac Hikmetini yazmislar.

“Arafat” bilmek manasındaki marifetten gelip;  Hz. Âdem ile Havva Validemiz yeryüzüne indikten uzun zaman sonra birbirlerine kavuşup birbirlerini tanıdıklarından, Cibrîl-i Emin İbrahim (a.s.)a hac menâsikini burada tarif ettikten sonra عرفت هل (Araftuhal ) “bildin, öğrendin mi?” deyince İbrahim (a.s.) da ( عرفت (Arafte) “bildim, öğrendim” dediği içindir.  Diğer bir rivayete göre ise, Arafat itiraftan gelir. İnsanlar burada Cenab-ı Hakk’ın yüceliğini, azametini, kendilerinin acizliğini itiraf ederler. Nitekim Hz. Âdem ve Havva anamız Arafat’ta şöyle yalvardılar:                                                                                                                      

“Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz, bize acımazsan biz perişan olanlardan oluruz.” (A’râf, 23) Bu yalvarmalarına mukabil Allâh-ü Teâlâ “şimdi kendinizi bildiniz” manasına ( عرفتم(Araftum) buyurdu.

Dünyanın dört bir tarafından gelen insanların ataları Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın yaptıkları gibi burada birbirleriyle görüşüp tanışmaktadırlar. İnsanlar günahlarını itiraf ederek, Allah’tan af dileyerek kulluklarını ve çaresizliklerini arz etmeleri, af dileyenlerin af edilmelerinden sonra günah kirlerinden temizlenip Cenâb-ı Hakk katında güzel bir koku ismi olan (Arf) sahip olmaları sebebiyle bu adın verildiği de söylenmiştir.

Mekke tarihiyle ilgili eserlerde zikredildiğine göre Arafat’ta bahçeler, arefe gününde Mekkelilerin gelip kaldığı güzel mekânlar mevcuttu. Zaman içinde bunlardan eser kalmamış. Asrın ikinci yarısından itibaren ciddi bir ağaçlandırma projesi uygulamaya konularak Arafat yeşil bir mekân olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Bunun yanı sıra çeşitli tesislerle hacıların Müzdelife’ye dönüşünü kolaylaştırmak için Arafat’ı buraya bağlayan dokuz ayrı otoyol yapılmıştır.

 Hac esnasında Arafat’ta vakfe, bütün dünya müslümanlarını temsilen gelen heyetlerin oluşturduğu dünyada eşi benzeri görülmeyen bir zirvedir. Sadece Müslüman olan ülkelerden gelenlerin değil, diğer ülkelerde yaşayan müslümanların da katıldığı büyük bir ibadet toplantısıdır. Ancak bu büyük toplantının müslümanlar ve insanlık açısından çok büyük potansiyel faydaları vardır.

Geçmişte olduğu gibi, dinî, ilmî ve içtimaî meselelerini konuşup çözüme kavuşturabilecekleri modern anlamda organizeli, düzenli, disiplinli bir kongre olamasa da, gönüllerin, ruhların uzlaşması vardır orada. Dilleri, ırkları, renkleri, kültürleri ve coğrafyaları farklı olmasına rağmen, inançları, duyguları, dertleri, dilekleri ve duaları aynı olan milyonların yürekleri ve yanık yakarışları vardır Arafat vakfesinde.

Arafat, insan türünün geçici yurdu Dünya ile ilk buluştuğu noktadır. İnsanlığın başladığı yerdir âdeta. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi mahiyetindeki Veda Hutbesini okuduğu yerdir. Bu kutsal mekânı ziyaret ederken kişi, kendini daha iyi tanımak, yolunu daha iyi tanımak, hayat yolculuğundaki yerini tanımak ve sonuçta Rabbini tanımak için neler yapabileceğini, bundan böyle nasıl bir yol izleyeceğini düşünmelidir. Çünkü insan olarak kendini, yeryüzündeki görevini ve sorumluluğunu doğru bir şekilde kavrayabilen kişiler yolunu şaşırmaz.


ARAFAT NEYİ HATIRLATIR?

Arafât, kabirlerden kıyâmet sabâhına kalkışı ve fevc fevc mahşer meydanında toplanışı hatırlatır. Bütün kullar, Allah’ın huzûrunda âciz, muhtaç ve ümitvâr bir şekilde af beklerler. Gönüller ve gözler, tevbe yaşlarıyla ıslanır, nice samîmî ilticâlar Hakk’a yükselir. Hayat defterlerinde tertemiz sayfalar açılır ve Cenâb-ı Allah’a ömrün bundan sonraki kısmında itâat üzere yaşanacağına dâir sözler verilir. Böylece Arafat, mahşerî bir tablo arzeder. Kıyametteki hâlin bir kısmı orada da yaşanır. Baş açık, ayak çıplak, üstte bir havlu, altta da bir havlu, hava sıcak… Âdetâ hiç kimsenin birbirine bakmaya tâkati yok… Bu vaziyette Kâbe’de Allah’ın huzûruna çıkmak, âhiretteki ilâhî huzûra varmayı hatırlatır.


Müzdelife nin Ruhâniyeti

Müzdelife, Kur’ân-ı Kerîm’de işâret edilen “el-Meş‘aru’l-Harâm”ın rûhâniyetiyle rahmet tezâhürlerinin dolu olduğu bir mekândır. Kalbleri, Rabbin azamet, kudret, muazzam saltanat ve ilâhî tecellîleri ile yoğurup dünyâ ve âhıreti arkaya atma yeridir.

Müzdelife ziyareti sırasında kişi, Yüce Allah’ı hayatında ne derece andığının bir muhasebesini yapmalıdır. Çünkü Müzdelife’deki Meşar-i Haram, Kur’an’da, insanların Allah (c.c.)’ı çokça zikretmeleri emriyle birlikte geçmektedir.

Müslümanın övgüye lâyık en önemli niteliklerinden biri, her daim Allah’ı anması, ve O’nu unutmamasıdır. Yüce Allah, “Beni anın ki ben de sizi anayım…” (Bakara sûresi, 2/152)  buyurmaktadır. Gerek genişlik ve rahatlık zamanlarında ve gerekse sıkıntılı ve zor zamanlarda Allah’ı anan kişi, her zaman Allah’ın yardımını yanında bulur. Müzdelife, bu nitelik karşısındaki konumumuzu değerlendirme yeridir. Bu bakımdan “…Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin. Onu, size gösterdiği gibi zikredin…” (Bakara sûresi, 2/198) ayetinde özellikle, Allah’ı, üzerinde anmamız zikredilen Müzdelife’yi ziyaret ederken O’nu anma ve unutmama konusundaki konumumuzu gözden geçirmeli, bu açıdan bir nefis muhasebesi yapmalıyız.

 Müzdelife, Peygamber Efendimiz’e üzerinde kul hakkı olanların da bağışlanacağına dair müjdenin verildiği, şeytanların ise perişan olduğu yerdir.

Peygamber Efendimiz (sav.) Arafat’ta ümmetinin affı için yaptığı duayı burada da tekrarlamış ve bunun ardından gülümsemişti. Bunun sebebi sorulunca “duasının Allah tarafından kabul edildiğini, bunu öğrenen şeytanın nasıl perişan olduğunu gördüğü için” gülümsediğini ifade etmiştir.

Allahu Teala sevdiklerini götürdügü o güzelim yerlere biz zayif kullarinida kabul buyurub tekrar tekrar gitmeyi nasib etsin.


Şeytan Taşlamanın Hikmeti

Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm-’ın Hakk’a tevekkül ve teslîmiyetini temsîlen kesilen kurbanlar, hacıların gönül deryâsında o yüce peygamberin hissiyâtını dalgalandıran bir rahmet ve hikmet esintisidir. Bunu teneffüs edenlerin dillerinden Halîlullâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’de beyan buyrulan şu sözleri dökülür:

Doğrusu ben; yüzümü, gökleri ve yeri Yaratan’a, doğruya yönelerek çevirdim. Ben puta tapıcılardan değilim.” (el-En’âm, 79)

“De ki: Namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allâh içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur; bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.” (el-En’âm, 162-163)


DOST’A DOĞRU BİR VUSLAT YOLCULUĞU

Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm-, Bâbil’den Şam’a doğru giderken:

“«Ben Rabbime gidiyorum; O bana doğru yolu gösterecek! Rabbim! Bana sâlihlerden bir evlât ver!» demişti.” (es-Sâffât, 99-100)

Burada, kalbden, yâni iç âlemden en yüce Dost’a doğru bir vuslat yolculuğunun yapıldığına işâret vardır.

Âyet-i kerîmenin devâmında Hazret-i İsmâil’in müjdelenmesi ve kurban hâdisesi zikredilir:

“İşte o zaman, Biz O’na halîm bir oğul müjdeledik.” (es-Sâffât, 101)

“Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince (babası): «–Yavrucuğum, rüyâda seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, (buna) ne dersin?» dedi. O da cevâben: «–Babacığım, sen emrolunduğun şeyi yap! İnşâallâh beni sabredenlerden bulursun!» dedi.” (es-Sâffât, 102)

“Her ikisi de teslîm olup, (İbrâhim) onu alnı üzerine yatırınca: «–Ey İbrâhim, rüyâyı gerçekleştirdin. Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten çok ağır bir imtihandır.» diye seslendik.” (es-Sâffât, 103-106)

“Biz oğluna bedel olarak O’na büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında O’na (iyi bir nam) bıraktık: «İbrâhim’e selâm!» dedik. (İşte) Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Çünkü O, bizim mü’min kullarımızdandı.” (es-Sâffât, 107-111)


KURBANDAN SONRA SAÇ KESİLMESİNİN SEBEBİ

Diğer taraftan hacda kurban kesildikten sonra saçların tıraş edilmesinin de ayrı bir hikmeti vardır. İslâm’dan evvel, bir kimse kölesini âzâd ettiğinde onun saçlarını ustura ile tıraş ederdi. Bu da, köleliğin bir işâreti olarak yapılırdı. Hacdaki tıraş ile de hacılar, Cenâb-ı Hakk’ın dâimî köleliğini ve kulluğunu kabul ve îtirâf etmiş olurlar. Yâni bu tıraş, bir mânâda kendimizi Allâh’a adayışımızın ve O’na teslîm olmuş bir kul olduğumuzun tescili mâhiyetinde bir bağlılık ifâdesidir.

Mina”, Müzdelife ile Mekke arasında Harem sınırları içinde bir bölgenin adıdır.

Kurban bayramı günleri (Zilhicce 10, 11, 12 ve 13) Mina’da şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olmak üzere 3 görev îfa edilir.


İHRAMLI OLMANIN RUHANIYETI

İhram, bir teslim oluş, bir terk ediş, yepyeni bir hayata doğuş ve ölmeden önce öldükten sonraki hayatı prova ediştir.

İhrama giren hac ve umre adayı Allah’ın, “İnsanla- rı hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.” davetine “evet” demiş ve Allah’ın emrine teslim olmuştur. Böyle yapmakla kul kendi çaresizliğini anlamış ve Allah Teâlâ’nın fazilet ve kereminden medet umar hale gelmiştir.

“Lebbeyk” diyerek Allah’ın emrine uyan ve ihrama giren Müslüman, bu hâliyle kıyameti yaşayan insanların kabirlerinden haşr meydanına gelmesini ve Allah Teâlâ’nın nidâsına cevap vermek suretiyle toplanan insanların psikolojisini yaşar.

Asıl itibariyle ibadetlerin neden yapıldığını tam manasıyla anlamak mümkün olmasa da ibadetlerin kula bakan yönleriyle hikmet pırıltılarını anlama imkânımız olur.

İhram, kulun bütün dünyevi arzularından sıyrılmış ve gönülden boyun eğmiş olarak Allah’ın huzuruna varmasının sembolüdür. İhramlı Müslüman lisan-ı hâliyle demek istiyor ki, “Allah’ım huzurundayım. Sen yegâne yaratıcısın. Bütün mahlukatla birlikte benim de sahibim, hakimim ve Rabbim olarak ne buyuruyorsan şeksiz ve şüphesiz bir şekilde kabul ettim ve sana teslim oldum.” Bu emre uyuş öyle bir teslimiyettir ki, bu icabete bütün yeryüzünü kaplar. Nitekim Peygamber Efendimiz (as) şöyle buyurur: “Hiçbir Müslüman yoktur ki, telbiye getirsin de, yeryüzünün bir ucundan ötekine sağında ve solunda bulunan taş, ağaç, toprak da onunla birlikte telbiyede bulunmasın.”

İhrama girmek, ihram yasakları sebebiyle nefsinin ve hevâsının bütün nevilerini Allah rızası için terk etmektir. Bu yönüyle ihram, bir edep ve güzel ahlak okuludur. Günah kirlerinden temizlenmek üzere bir inzivaya çekilmektir. Çünkü bunun böyle olmasını âdeta bir müfredat programı kullarının önüne koyan Rabbimiz hazırlamıştır. Bunda erkeklerle kadınlar arasında bir fark yoktur. Şu kadar ki, bu okulun programına dahil olan erkekler üzerlerine okul formaları gibi bütün elbiselerinden soyunmuş ve sadece iki havluyla örtünmüşlerdir. Kadınlar ise Allah’ın emriyle giyinmiş oldukları

libaslarıyla Allah’ın huzurunda olmaya devam ederler. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Hac bilinen aylardadır. O aylarda hacca girişen kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, sövüşmek, dövüşmek yoktur. Ne iyilik yaparsanız Allah onu bilir. Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en iyisi Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun.” ”(Bakara,197.)

Ayetteki “rafes”, şehvet kuvveti diye bilinen cinsellik duygusudur. Şehvet duygusu insanı fuhşa veya iffete sevk eder. Müslüman ihramla iffet duygularını geliştirir, fuhşa yöneltecek duyguları yok eder.

İhram, dövüş, kavga ve çekişmeleri de tedavi eden bir medresedir. Çünkü ihramdaki insan aklını hikmet pınarlarına açar. Öfke ile hareket etmek isteyen ve kendisini kontrol edemeyen insanı, âdeta melekleştirecektir. Kendi isteği ile ihrama girmiş olan erkek veya kadın bundan önceki hayatından koparak yepyeni bir kimlikle evine, ailesine dönmek üzere nefsiyle sözleşmiş olacaktır.

Hac ve umre yapma niyetiyle ihrama giren Müslümanlar, bu kutsal yolculukta sabrı, tahammülü, sıkıntılara katlanmayı, güçlüklere göğüs germeyi, yardımlaşma ve dayanışma içinde hareket etmenin de pratiğini yaparlar. Bu suretle de takvaya götüren perdeleri aralamış olurlar. Çünkü hac ve umreden maksat, Allah’ın huzuruna varmak, takvaya ulaşmak ve O’nun sevdiği kullardan olmaktır.                                                                               

Bu mertebeye varmak için ise, Zeynelabidin (r.h.m.) gibi ihrama girip telbiye getirmek gerekir.

Süfyan b. Uyeyne (r.h.m.) anlatıyor: Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeynelâbidin (r.h.m.) hacca giderken ihramını bağladı, devesinin üstüne bindi. O anda benzi attı ve tir tir titremeye başladı. Lebbeyk diyemeyecek derecede dili tutuldu. Kendisine bu hali müşahede eden- lerden biri ‘Neden Lebbeyk demiyorsun?’ diye sordu. Ali Zeynelâbidin (r.h.m.) ‘Ben Lebbeyk dediğimde, Allah Teâlâ’nın bana ‘Ne Lebbeyk, ne de sa’deyk’ diye cevap vereceğinden korkuyorum.’ dedi. Telbiye getirmek üzere “Lebbeyk” der demez bayıldı ve yere düştü. Hac sonu- na kadar da böyle baygınlıklar geçirmeye devam etti.”


İHRAM ÖNEMI?

Hacılar, Mekke’ye yaklaşırken belirli yerlerde (mîkat mahallerinde) elbiselerini çıkarıp iki parça havluya bürünürler. Buna ihrâm denir. İhrâm, ihlâs ve tâzîmin duygularla hissedilebilir bir şeklidir. Aynı zamanda bu, nefsin her türlü lezzetlerini, râhatını ve âdetlerini terk etmek sûretiyle Allah’a boyun eğdiğini simgeler. İnsanın Allah korkusunu ve O’na duyduğu saygıyı içinde hissetmesini sağlayarak yine O’nun rızâsı için yorgunluğa katlanma ve toza toprağa bulanma mânâsını ihtivâ eder.                                                       


ALLAH’A YÖNELMENİN VE O’NUN DERGAHINA SIĞINMANIN SEMBOLÜ

Hacda dikişsiz elbise giymek ve birçok dünyevî işlerden men olunmak, dünyadan alâkayı kesip, her türlü mal ve mülkiyet iddiasını terk ederek tam bir fakr ve ihtiyaç hâli ile Allah’a yönelmenin ve O’nun dergâhına sığınmanın sembolü olarak anlaşılmıştır. Bu vaziyet insana “Dünyaya hiçbir şeye sahip olmadığım hâlde geldim, dünyadan giderken de aynı vaziyette olacağım. O hâlde doğumla ölüm arasında sahip olacağım maddî şeylere hırs ve tamahla bağlanmam, bu uğurda insanlara zulmetmem, haksızlık yapmam ve ahlâk kâidelerine aykırı davanmam benim için son derece zararlıdır” kanaatini verir.

Hac, insanı kalbî hayata yönlendirir. Çünkü bu nâzik ibadet; av avlamayı, avcıya avı göstermeyi, bir sineği bile öldürmeyi, yeşil bir yaprağı dahi koparmayı, Allah’ın mahlûkâtını incitmeyi yasaklamak gibi şefkat, merhamet ve muhabbet tezâhürleriyle doludur.

İhramlıyken kötü ve müstehcen konuşmalar, kavga, gürültü ve çekişmeler yasaktır. Yalnız Yaratan’dan dolayı yaratılanlara sevgi ve nezâket vardır. Bilhassa gönül kırmamak zaruridir. Böylece insanlar zararsızlık tâlimi görürler.

Hacca giden müslümanlar, aynı zaman ve mekân içinde bir araya gelerek manevî bir ittifak içinde bulunurlar. Birbirlerinin dertlerini ve meselelerini dinler, uzaklardaki kardeşlerine mesajlarını iletirler.

Öğleyin biraz geçince                                                                                                                     


İHRAMDAN SONRA TIRAŞIN HİKMETİ NEDİR?

Önce şeytana taş atan ardından Allah’a bir baş kurban eden hacı, daha sonra tıraş olmak suretiyle sembolik olarak kendi varlığının bir parçasını da kurban eder. Bu bir taraftan gerektiğinde saçını değil, canını da Allah yolunda verebileceğini temsil ederken bir taraftan da dökülen her saç teli ile dökülen günahlarının da simgelenmesidir.

Saç kelime olarak da Arapçada şar kelimesine tekâmül etmektedir ki; bu nedenle şuurla aynı kökten gelmektedir. Peki, saçlarımız ne işe yaramaktadır? Saçlarımız başımızı örtmektedir. İşte aslında hacı saçını keserken Yaratıcısına şöyle demek istemektedir:

“Ya Rab, ben başımı örten saçlarımı kestim, sen de benim şuurumu örten örtüleri kaldır Tüm şuur perdelerimi kaldır ki ilmim artsın ve ben böylece evrenin ruhunu daha iyi idrak edebileyim…”


TAVAFIN RUHANIYETI

Yeryüzündeki bütün Müslümanların namaz kılarken yöneldiği Kâbe’ye kavuşup çevresindeki muhteşem tavaf deryasına bir damla olarak karışıverdiğimizde ise; dünyanın bütün mekânlarının bir tarafta, tavaf alanının diğer bir tarafta olduğunu iliklerimize kadar hissederiz.

Biraz dinlendikçe, her fırsatta kendimizi tavafın akışına bırakıveresimiz gelir. Kâbe’nin etrafında döndükçe, sanki ötelere doğru yükselen bir rampada ilerlediğimizi, en sonunda O’nun -celle celâlühû- huzûrunda iki rekat tavaf namazı kıldığımızı hayal edebiliriz. Sevap heybemizi doldura doldura, Rabbimizin emrini yerine getirerek yaptığımız bir yürüyüştür tavaf… Bütün hayatımız boyunca olduğu gibi, gayret göstermemizi; durağan değil, hareket hâlinde olmamızı istiyor Cenâb-ı Hak…

Uzmanlar, yürürken beynin iki lobunun birlikte çalıştığını, düşünmek ve karar vermek, stresten kurtulmak, rahatlamak için yapacağımız en güzel şeylerden birinin “yürümek” olduğunu söylüyorlar.

Bu, bütün ömrümüz boyunca yapmamız, üzerinde çalışmamız gereken bir vazife elbette… Ama hayat maratonumuzun o en kıymetli kısmına baktığımızda, o günleri en az pişmanlıkla yâd edebilmek için ayrı bir önem arz etmekte… Yapacağımız bütün ibadetlerden kazanacaklarımızı parantez içindeki rakamlar olarak düşünürsek; bu parantezin dışındaki katsayı, ihlâs ve samimiyetimizdir. Bu yüzden, nefsimizi tanıyabildiğimiz ve onunla olan savaşı ciddiye alabildiğimiz ölçüde, takva maratonunda da mesafe katedebiliriz, Allâh’ın izniyle…


İHLASI KUŞANMA DERDİ

Yaptıklarımızın kıymetini kat kat artıracak olan ihlâsı kuşanmak gibi büyük bir hedef ve derdimiz oldukça; hâdiseler karşısındaki tavrımız da değişecektir. Havaalanında, pasaport kuyruklarında, bavul vb. eşya bekleyişlerinde, otel ile mescid arası gidiş-gelişlerde, bütün ibadet ve ziyaretlerimizde gaflete düşmemek için elimizden geleni yapmalıyız.

Gönlümüzü Allah ile birlikte bulundurmaya, içinde bulunduğumuz zaman ve mekânın ömrümüzün tamamına nispetle ne büyük bir fırsat dilimi olduğunu hatırımızdan çıkarmamaya çalışmalıyız meselâ… Ayrıca din kardeşlerimizle, gündelik hayatımıza kıyasla çok fazla içli-dışlı olacağımız bu ibadet boyunca, şu hadîs-i şerîfi sık sık hatırlamakta fayda var:

“Kendi kusurlarıyla uğraşıp, başkalarının kusurlarını kurcalamaktan kendisini alıkoyan kimseye müjdeler olsun!”

Vatanımızdan uzaklaşıp harem topraklarına girerken, bir yandan içinde günah işlediğimiz coğrafyayı terk etmenin psikolojik avantajıyla destekleniriz. Bizi Rabbimizden alıkoyan, nefsimizin bize mazeret olarak sunduğu alışkanlıklarımızdan, mâlâyânîye teşvik eden arkadaşlarımızdan, zihnimizi, gözümüzü, gönlümüzü meşgul eden pek çok şeyden uzaklaşıp âdeta bir ibadet kampına adım atarız. İçine düştüğümüz mânevî atmosfer de ikinci büyük desteğimiz… Zihnimizi oraya bağlamamız, feyiz ve rahmet yağmurundan istifade edebilmemiz için birazcık gayretle âzamî fırsatlar serpilmiştir her bir yana…


VAKİTTE TEFEKKÜR

Namaz vaktini beklerken, tavaf ve sa’y yaparken pek çok vakitte tefekkürü kuşanabilir, iç âlemimize yolculuk yapabiliriz. Geçmişimizle hesaplaşırsak, geleceğe yönelik hedefler belirleyip kararlar vermekte daha isabetli düşünebiliriz. Bu hesaplaşma esnasında, en çok derdine düşeceğimiz, kuşkusuz “amel defterimiz” olacaktır. Hesabımızın kolay olmasını arzu ederiz hepimiz… Bunun için de, öncelikle kendi kendimizi hesaba çekmeliyiz.

“Oku (şimdi) kitabını! Bugün kendini hesaba çekmek üzere kendi nefsin sana yeter!” (el-İsra, 14) âyet-i kerîmesinin tarif ettiği dehşetin yaşanacağı günde, huzurlu ve sevinçli olabilmek için başımızı ellerimizin arasına alarak düşünmeli, ardından da geçmişte yaptığımız hatalara samimiyetle tevbe etmeliyiz.

Bir araba sürüyor olsak ve yolda radar varsa, hızımızı ona göre ayarlar, limitinin de aşağısında tutarız. Ya da polis arabası varsa yolun kenarında, sarı ışıkta bile geçmeye kalkışmayız. Belki de arabanın içindeki polis uyuklamaktadır o anda, ama biz ceza ödeme endişesiyle tedbirli davranırız. Aslâ uyumayan, hiçbir şeyi ıskalamayan Rabbimizin ikazlarına olan îmânımızı da bu minvalde gözden geçirmeliyiz. Her birimizin ferdî olarak hesap vereceği o güne hazırlanırken, çevreye göre “daha müttakî/dindar” olduğumuzu düşünmek yaygın bir yanlıştır. Kalabalıkların gittiği yanlış yolun, bizim şahsî muhasebemizde “hafifletici bir sebep” olacağını düşünerek sadece kendimizi kandırmaktayız. Hâlbuki Mevla-yı zü’l-Celâl, dünya imtihanının neticelerini değerlendirirken “çan eğrisi” metodu kullanmayacak!.. DNA’mız, vücut ve ruhumuz “biricik” olduğu gibi nâil olduğumuz şahsî imkân, nîmet ve istîdatlar hususunda da imtihanlarımız “biricik”… Allâh’ın her kuluna ihsânı farklı farklı ve herkes sahip olduklarından ayrı ayrı hesaba çekilecek!..


MAHŞERİN PROVASI

İşte rahmet yağmurunun sağanak sağanak yağdığı o iklimden arınmış olarak çıkabilmek için, her fırsatta iç âlemimize yönelip, tek başımıza devam edeceğimiz uhrevî yolculuk için yaptığımız hazırlıkları gözden geçirmeliyiz. Ne veya ne kadar yaptığımızdan ziyade, niçin ve nasıl yaptığımızın mühim olduğu; amellerimizin niyet ve samimiyete göre tartılacağı, âzâlarımızın gizli hâllerimize de şâhitlik edeceği o günü hayal etmek için muhteşem bir mânevî ve görsel desteğe sahibiz oralarda… Mahşerin âdeta provasının yapıldığı o kalabalığın içinde, küçücük bir zerre misaliyiz.

Memleketimizde onca iş-güç ve alışkanlığımızın içinde nefsimizle baş başa kalma fırsatını yakalamak kolay değildir. Ama Harameyn’de sağımızda-solumuzda kefen misali ihrama bürünmüş, Rabbine yönelmiş, gözyaşı döken, duâ eden binlerce insanın içinde, bulunduğumuz her bir mekânda ayrı bir hâtıra gözümüzün önünde canlanırken, sanki bu dünyadan bir köşede değilmişiz gibi yüreğimiz bir anafora kapılır gider.


TAVAFTAKİ HİKMET

Ucunda sevap olan her amelde olduğu gibi, tavafta da pek çok sır ve hikmet gizli, tabiî ki… Yeryüzünün başka hiçbir yerinde yapamayacağımız bir ibadeti, ne kadar dolu dolu icrâ edersek o kadar kârda olacağız Allâh’ın izniyle… Rabbimizin:

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır…” (el-Mülk, 2) buyruğunu aklımızdan çıkarmadan, ibadetlerimizin ihlâs kat sayısını yükseltmeye gayret etmeliyiz. Meselâ şunları düşünebiliriz tavaftan önce: Bir valinin pek çok isteğini yapmayan, fakat buna rağmen büyük taleplerde bulunmak için huzuruna çıkacak olan bir memur olsak… Nasıl bir ruh hâline bürünürüz? Ezilir büzülürüz, değil mi? Beytullâh’a vardığımızda bu mahcûbiyetle orada değilsek; kasıla kasıla, kayıtsız, hiç günahı yokmuşçasına yürüyorsak, hattâ bir yandan cep telefonumuzla kullarla irtibat hâlindeysek, o tavaf nasıl bir ibadet olur acaba? Tavaf, -hâşâ- Kâbe’nin etrafında tur atmak değildir. Evet, konuşmak namazı bozduğu gibi tavafı bozmaz belki, ama sevabını ve rûhâniyetini azaltır da azaltır… Namazda yöneldiğimiz yerde, O’nun misafiri olduğumuzu, kâinâtın kalbinde bulunduğumuzu hatırımızdan hiç çıkarmamalıyız.


HESABI SORULACAK NİMET

Pek çok eksiği olan memur, valinin kapısında beklerken, ceketini omzuna atarak oturamaz; odasından çıkıp da belki görür diye… Rabbimiz bizi her hâlükârda görürken, edebe aykırı hareketleri ne cür’etle yapabiliriz? Cep telefonuyla “selfie” çekmek, video kaydı almak nedir tavafta? Çevremizdekileri rahatsız edecek şekilde yüksek sesle duâ etmek, hangi diğergâmlığa ve kardeşlik ölçüsüne sığar? Oraların hasretiyle yanıp tutuşan o kadar ümmet-i Muhammed’in içinden kutsal topraklara gelmenin bize nasip olması, hesabı muhakkak sorulacak büyük bir nîmettir oysa…

Nerede olduğumuzun farkında olursak, yaptığımızın eksikliğine bakılmaksızın bağışlanmayı umut edebiliriz.


ŞEYTANIN AMELİ

İçinde bulunduğumuz rahmet deryasını hissedemiyorsak, geriye dönüp kendimize bakmalı, kalbimizi yumuşatmaya gayret etmeliyiz. Eğer yaptıklarımızı güzel ve yeterli görüyorsak, bu şeytanın amelidir.

“Allâh’ı unutan, bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.” (el-Haşr, 19) âyet-i kerîmesinde portresi çizilen fâsıklardan olmaktan, Rabbim cümlemizi muhafaza buyursun. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bile münâfık olmaktan endişe ederken, cennetle müjdelenmiş edâsıyla tavaf yapmak, sû-i edeptir, Allah korusun.

Önümüzde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i, Kâbe’nin üzerinde ezan okuyan Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-’ı, Hazret-i Âdem, Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail -aleyhimüsselâm-’ı; Beytullah’ın göğe doğru uzantısı olan Beyt-i Mâmur’un etrafında tavaf eden melekleri düşünürsek, şeytan ve nefsin tavafımızdan en az sevapla çıkmamız için yapacağı çalışmaları boşa çıkarmamız kolaylaşacaktır.


Hacerül esvedin anlamı nedir?

Tavafa başlama noktasını gösterme şeklindeki pratik faydası yanında, Hacerülesved’in aynı zamanda sembolik bir anlamı da mevcut olup bununla ilgili birçok rivayet nakledilmektedir. Bunlar arasında, Cenâb-ı Hakk’ın bezm-i elestte bütün insanlardan kendisini rab olarak tanımaları yönünde aldığı sözü (bk. el-A’râf 7/172) içinde taşıdığı ve buna uyanlar lehinde kıyamet günü şahitlik yapacağı (Ezrakî, I, 324; Süheylî, 11,273); Hacerülesved’e dokunan kimsenin Rahmân’ın eline dokunmuş gibi olduğu (İbn Mâce, “Menâsik”, 32); Hacerülesved’in yeryüzünde Allah’ın sağ eli olduğu ve kullarıyla onun vasıtasıyla musafaha ettiği, Hacerülesved’e dokunanın Allahla biat etmiş olacağına dair rivayetler (Heysemî, III, 242; Müttakî el-Hindî, XII, 215, 217) sayılabilir.

Peygamber Efendimiz Hacerül esved ile ilgili ne buyuruyor?

Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir defasında dudaklarını Hacerülesved’in üzerine koyarak uzun süre ağlamış, daha sonra dönüp Hz. Ömer -radıyallâhu anh-’ın de ağladığını görünce şöyle demiştir: “Ey Ömer! Göz yaşları burada dökülür” (İbn Mâce, “Menâsik”, 27). İbn Abbas -radıyallâhu anh-, Allah’ın kıyamet günü Hacerülesved’i getireceği ve onun da hak üzere kendisini istilâm edenlere şahitlikte bulunacağını rivayet etmektedir (Tirmizî, “Hac”, 113; İbn Mâce, “Menâsik”, 27). Hz. Ömer -radıyallâhu anh-  Hacerülesved’le ilgili olarak, “Allah’a and olsun ki, senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum; eğer Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem’i seni istilâm ediyor görmeseydim, ben de seni istilâm etmezdim” ve “Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i seni öperken görmeseydim seni öpmezdim” şeklindeki sözleriyle Hacerülesved’in İslâm kültürü içindeki önemine işaret etmiştir (Buhârî, “Hac”, 57, 60; Müslim, “Hac”, 249-250).