RAVZA-İ MUTAHHARA NEDİR, NEREDEDİR?
(360 Derece Tur lütfen tıklayın)
Ravza-i Mutahhara ne demektir? Ravza-i Mutahhara neresidir?
Ravza-i Mutahhara, Mescid-i Nebevî içinde Hz. Peygamber’in kabri ile minberi arasındaki bölümdür.
Ravza-i Mutahhara, temiz bahçe demektir. Bu tâbir; Medîne’de Mescid-i Nebevî’de Peygamber Efendimiz’in kabri ile minberi arasındaki bölüme denir. 10×20 = 200 metrekarelik bir alandır.
Peygamberimiz “Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden (ravza) bir bahçedir.” buyurmuştur. (Buhârî, Fadlü’s-Salat. 6; Müslim, Hac, 500-502)
MESCİD-İ NEBEVİDE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ
Resûl-i Ekrem, Mescid-i Nebevî’de kılınan namazın Mescid-i Harâm hariç diğer yerlerde kılınan namazdan bin kat daha faziletli olduğunu haber vermiş, (Buhârî, “Fażlü’s-śalât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 1; Müslim, “Ĥac”, 505-510) bu hadisler Resûlullah’ın mescidinin faziletine, onun içinde de Ravza-i Mutahhara’nın daha faziletli olduğuna delil sayılmıştır. Ancak sözü edilen mekânın genişliği ve ifadenin mecaz olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
İmam Mâlik gibi bazı âlimler hadisi zâhirî mânasına göre yorumlamayı daha uygun görmüştür. (Semhûdî, II, 162) Bazılarına göre ise yapılan ibadetler sebebiyle burası rahmetin inmesi, insana mutluluk vermesi açısından cennete benzer. Dolayısıyla Resûl-i Ekrem’in cennetin anaların ayakları altında, kılıçların gölgesinde bulunduğuna ve hasta ziyaret eden kimsenin cennet bahçelerinden bir bahçede olduğuna dair sözleri veya güzel geçen bir gün için, “Bugün cennet günlerinden biriydi” denilmesi gibi mecazi bir anlam ifade eder. (İbnü’l-Esîr, I, 493; Semhûdî, II, 164, 165)
RAVZA-İ MUTAHHARA NERESİ?
Hz. Peygamber’in evinden maksadın Hz. Ayşe’nin odası mı (hücre-i saâdet), yoksa mescidin doğu duvarı boyunca sıralanan hanımlarına ait odaların tamamı mı, minberden maksadın bulunduğu yer mi, yoksa hücre-i saâdet hizasındaki batı duvarı mı olduğu konusunda da farklı görüşler nakledilir. Eyüp Sabri Paşa bu konudaki görüşleri dikkate alarak Ravza-i Mutahhara planıyla ilgili üç değişik çizim yapmıştır.
Bazı âlimler Ravza-i Mutahhara’nın alanının bütün mescidi kapsadığını söylemiş, ravzanın Mescid-i Nebevî ile musallâ arasında olduğunu bildiren bir rivayete dayanarak Mescid-i Nebevî ile bayram musallâsı (Mescid-i Gamâme) arasında kalan alanı buna dahil edenler de olmuştur. (İbn Şebbe, I, 138) Ancak Ravza-i Mutahhara’yı hücre-i saâdet ve minber arası olarak ifade eden rivayetler daha güçlüdür.
Günümüzde Ravza-i Mutahhara’nın güneyi mihrabın hemen kıble tarafındaki demir korkuluk ve kitap raflarıyla sınırlanmış olup doğudan batıya 22 m., kuzeyden güneye 15 m. olmak üzere yaklaşık 330 m²’lik bir alanı kapsamaktadır. Batı tarafında III. Murad’ın armağanı olan minberle ortada Kayıtbay döneminden kalan mihrap yer alır. Bu alanda her biri ayrı bir hâtırayı yaşatan sütunlar bulunmaktadır.
MUHALLAKA SÜTUNU
Muhallaka sütunu Hz. Peygamber’in minber yapılmadan önce dayandığı hurma kütüğünün yerindedir ve kıbleye göre sağ taraftan mihraba bitişiktir.
RAVZA-İ MUTAHHARA KOKUSU
Halûk, adlı bir koku sürülmesi sebebiyle bu adla anılan sütun, Resûl-i Ekrem’in minberde hutbe okumaya başlaması üzerine hurma kütüğünün inlemesinden dolayı Hannâne, Haccâc b. Yûsuf’un gönderdiği mushafın burada bir sandık içinde korunmasından dolayı Mushaf sütunu diye de anılmıştır.
KURA VEYA AYŞE SÜTUNU
Kur‘a sütunu, Hz. Peygamber’in kıble değişikliğinden sonra on gün kadar namaz kılıp sonra bilinen mihrabına geçtiği yerdedir. Hz. Ayşe’nin, “Eğer orada ibadetin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi insanlar izdiham sebebiyle aralarında kura çekerlerdi” şeklindeki sözünden dolayı buraya Kur‘a veya Ayşe sütunu denilmiştir. Muhacirlerden bazıları bu sütunun yanında toplanmayı âdet edindiklerinden Meclisü’l-muhâcirîn olarak da anılırdı.
EBU LÜBABE SÜTUNU
Tövbe (Ebû Lübâbe) sütunu, Ebû Lübâbe’nin Benî Kurayza kuşatması sırasında yaptığı hatadan dolayı kendisini bağladığı sütundur ve Kur‘a sütununun kıbleye göre solunda yer almaktadır.
ÜSTÜVANETÜ’S-SERİR SÜTUNU
Ravzada mevcut sütunlardan biri de Resûlullah’ın itikâfa girdiğinde üzerinde istirahat ettiği hurma yaprağından yapılmış yaygı veya yataktan (serîr) dolayı Üstüvânetü’s-serîr diye anılan sütun olup Tövbe sütununun doğusunda hücre-i saâdetin şebekesiyle bitişiktir. Bunun kuzeyinde yine şebekeye bitişik olan Muhâfız sütunu (Üstüvânetü’l-mahres, Üstüvânetü Emîri’l-mü’minîn Ali b. Ebû Tâlib) Hz. Peygamber’e bir zarar gelmemesi için Hz. Ali’nin yanında oturup onu gözetlediği yerdedir.
ELÇİLER SÜTUNU
Allah’ın, resulünü insanlardan koruyacağına dair âyet nâzil olunca (el-Mâide 5/67) orada beklemeye gerek kalmamıştır. Bu sütunun kuzeyinde Resûl-i Ekrem’in, yanında elçileri kabul ettiği Elçiler sütunu (Üstüvânetü’l-vüfûd) yer almaktadır.
RAVZA-İ MUTAHHARA’DA GÖZETİLEN MUHTEŞEM EDEP
Derviş Ahmed Peşkârîzâde, Medine hatıralarını anlattığı Tayyibetü’l-Ezkâr’da Osmanlı döneminde Peygamberimize gösterilen eşsiz muhabbeti anlatıyor.
18. asrın sonlarında Derviş Ahmed Peşkârîzâde tarafından kaleme alınan “Tayyibetü’l-Ezkâr” isimli hâtıratta, Ravza-i Mutahhara’da gözetilen edep, hürmet ve nezâketin bir misâli şöyle nakledilmektedir:
“Yatsı namazı kılınıp cemaat gittikten sonra, Ravza vazifelileri olan ağalar, ellerine birer fener alıp Harem-i Şerîf’i köşe köşe gezer ve Bâbü’s-Selâm’a gelip kapıyı kapatırlar. Eğer içeride bir kimse görürlerse; «بِسْمِ اللهِ / Bismillâh!» diyerek dışarı çıkmasını işâret ederler. Zira Harem-i Şerîf’te dünya kelâmı olmaz. Eğer Hücre-i Şerîf’te bir kimse olursa, ona da; «لَا اِلٰهَ اِلَّا اللهُ / Lâ ilâhe illâllâh!» diye seslenirler.
Güneşin doğmasına üç saat kala, (yani teheccüd vakti girince) müezzinlerin reisi kapının dışında bir kere; « لَا اِلٰهَ اِلَّا اللهُ/ Lâ ilâhe illâllâh!» diye nidâ eder. İçerideki nöbetçiler bunu duyunca; «مُحَمَّدٌ رَسُولُ الله / Muhammedü’r-Rasûlullah!» diye seslenirler ve sonra kapıyı açarlar.”
Şüphesiz ki ecdâdımızın bütün bu zarâfet ve nezâketinden almamız gereken dersler bulunmaktadır. Bunlardan biri de, bilhassa Hac veya Umre’ye gidip Peygamber Efendimiz’i ziyâret edenlerin, orada gereksiz yere dünya kelâmı etmeyip boş sözleri terk etmeleri, dillerini ve gönüllerini zikrullâh ile yıkamaları, sükûnet ve edep içerisinde, salevât-ı şerîfelerle huzûr-i Rasûlullâh’a yüz sürmeleri gerektiğidir.
ZİYÂUDDİN EFENDİ HAZRETLERİ’NİN NASİHATİ
Yakın dönem Kâdirî şeyhlerinden, Medîne-i Münevvere ehli Ziyâuddin Efendi, o mübârek makâma gelenlere şu nasihatte bulunurlardı:
“Buraya gelen kimse, ayak ucuna bakarak Ravza’ya girmeli ve ayak ucuna bakarak evine, istirahatine dönmelidir.”
Yani çarşı-pazarda dünya telâşıyla meşgul olarak gönlündeki rûhâniyeti bozmamalı, orada hangi makamda bulunduğunu hatırından çıkarmamalıdır.
Müezzin mahfili
Mescid-i Nebevî müezzin mahfili Ravza-i Mutahhara’da (Cennet Bahçesinde) ve minberin hemen önünde yer alır. Hicrî 1403 yılında Kral Fehd bin Abdülaziz tarafından son şekli verilen mahfil, italyadan getirilen beyaz mermerden yapılmıştır.
Mahfil. Mescid-i Nebevî’ye ilk mahfili (maksûre) Hz. Ömer’in namaz kıldırırken şehid edilmesini dikkate alan Hz. Osman yaptırmıştır. Mescid-i Nebevî’de Resûl-i Ekrem’in minberinin kuzeyinde Bilâl-i Habeşî’nin müezzinlik yaptığı yerde bulunan müezzin mahfili “makberiyye” adıyla meşhur olmuştur. İlk zamanlarda basit ve sade yapıda ahşap olan mahfil, Kayıtbay tarafından kare planlı ince ve zarif dört direkten bir kaide üzerine tamamı mermerden yapılmıştır (a.g.e., I, 60). Ardından bazı tamir ve tâdilâttan geçirilen müezzin mahfilinin en son tamiratı 1983’te gerçekleştirilmiştir.
HÜCRE-İ SAADETİN BATI DUVARI “Ravza-ı Mutahhara’ya Mescidi Nebevi’ye bakan yön”
Muvacehe-i Saadete yakın olan pencere, Peygamberimizin “SAV” “Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim havuzumun üzerindedir.”Hadisi Şerifinden sonra gelen ilk bölümdeyiz ,bu bölüm altın yaldızlı şebekelerle boydan boya kapalı
Yaldızlı şebekelerin hemen alt bölümünde altın çerçeve içerisinde kalan ve 1.Abdülhamit’e ait olan şiirin hafif oynandığı, silinmeye ve boyanmaya çalışıldığı ancak boyanmadığı, silinmediği ve Sultan I.Abdulhamit’in şiirinin bölümlerinin net olarak okunabildiği görülmektedir;
Şiirin Arapça yazım hali
ya man yaqumu maqam al-hamdi munfaridan li al-wahidi al-fardi lam yulad wa lam yalid
Ey hamd makamında (Makâm-ı Mahmud’da) bulunmaya layık olan Efendim,
Tek, eşsiz, doğurulmamış ve doğmamış olan Rabbimin huzurunda
Sultan Abdulhamit Han
Şiirin altına denk gelen altın yaldızlı şebekeler içerisinde ufak bir pencere yapılı, bu pencere Hücre-i Saadete bakar