NUR DAĞI VE HİRA MAĞARASI
Cebel-i Nur: Mekke-i Mükerreme’nin kuzey doğusunda, Mescid-i Haram’a yaklaşık 5 km. mesafede, içinde Peygamberimiz’e ilk vahyin geldiği mağaranın da yer aldığı dağdır. Cebel-i Nur (Nur Dağı) diye anılması, insanlara en doğru yolu gösteren vahiy nurunun bu mağaraya inmesi sebebiyledir.
Gâr-ı Hıra: Cebel-i Nûr’un zirvesinin 20 m. kadar aşağısındadır. Rasülüllah Efendimiz’e ilk vahyin geldiği yerdir. Mağaranın uzunluğu 3 m, genişliği 1,30 m, yüksekliği 2 m.dir.
Bu mağaranın Efendimiz’in hayatında çok ayrı bir yeri vardır. Burası mağara olarak anılmakla birlikte aslında üst üste yığılan kaya blokları arasında kalmış iki tarafı açık, sivri tonozlu tünele benzer şekilde gayri muntazam bir boşluktan ibarettir. İçerideki boşluk, bir kişinin başı tavana değmeyecek şekilde ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve yere uzanabileceği kadar genişlik ve uzunluktadır.
Mekke-i Mükerreme’de Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği dine tabi olan bazı kimseler (Hanif) Recep ve Ramazan gibi aylarda burada inzivaya çekilirlerdi. Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib de bunlardan biriydi ve zaman zaman Hira’daki mağaraya çekilip kendini ibadete verirdi. Efendimiz (a.s.) da muhtemelen otuz beş yaşlarında iken Ramazan aylarında dedesinin inzivaya çekildiği bu mağaraya gidip-gelmeye başladı. Hira’dan her inişinde evinden önce Mescid-i Haram’a giderek Kâbe’yi tavaf etmeyi âdet edinmişti.
Hicretten önceki Tâif yolculuğu dönüşünde de Rasül-ü Erkem, Mekke’ye girebilmek için himayesine sığınabileceği bir kimse ararken Hira Mağarası’nda beklemişti.
Peygamber Efendimiz 39 yaşında sadık rüyalar görmeye başlamıştı. Son 6 ayda tamamen şehirden, evlerden ve insanlardan uzak bu mağarada tefekkür ile meşgul oluyordu. Nihayet 40 yaşına bastığı Miladi 610 yılı Ramazan ayının 17’sinde, daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrail (a.s.) ilk defa Hira Mağarası’nda iken ilk vahyi getirmişti. Cibril-i Emin bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Rasül-ü Erkeme aslî suretinde görünmüş; “Ya Muhammed! Ben Cebrail’im, sen de Allah’ü Teâlâ’nın peygamberisin” dedikten sonra Alak suresinin ilk beş ayet inden oluşan ilk vahyi getirmiştir.
Bu suretle Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) peygamberlikle vazifelendirilmiş oldu. Bu vahiy de Gâr-ı Hıra’da gelmiş oldu. Rasülüllah Efendimiz’in Hira’da geçirmiş olduğu inziva hayatının ve peygamberlik görevinin burada başlamasının hem şahsı, hem de Müslümanlar için önemi büyüktür.
Hira Hira Mağarası’nı veya Hira Mağarası’nın bulunduğu Nur Dağı’nı ziyaret etmek, ibadetin bir parçası değildir. Ancak bir Müslüman, Mekke-i Mükerreme’de bulunduğu sürece Hz. Peygambere ilk vahyin geldiği Hira Mağarası’nın bulunduğu Nur Dağı’nı en azından uzaktan defalarca seyredecektir.
O’nun Nur Dağı’ndaki itikâfını, Hz. Musa’nın Tur Dağı’ndaki halvetiyle kıyaslarlar, inziva ve itikâfın önemini vurgulamak için Hira tecrübesine işaret ederler.
Hakikati arayış içerisinde olan Hz. Peygamber, câhiliyye’nin hüküm sürdüğü Mekke’nin hareketli hayatından uzaklaşıp, kendisini dinleyebilmek, kâinat hakkında tefekkür edebilmek amacıyla geliyordu Hira’ya. Orada inen ilk vahiylerle hem kendisini, hem de Rabbini bulmuştu. Çünkü O, vahiyle, Kur’an’la buluşmuştu.
O günkü Mekke’ye nispetle çok daha fazla yoğun ve yorucu bir hayatın içinde olan günümüz insanı, Hz. Peygamber’in bu inzivasına benzer bir inziva tecrübesini belki de hiç yaşamamıştır. Sürdürdüğü o hızlı tempolu modern hayatında “inziva” ve “tefekkür” kavramları, belki de hiç yer almamıştır. Doğrusu ne kendini dinlemeye, ne hakikati tefekkür etmeye, ne de Allah’ın gönderdiği vahiyle, Kur’an’la baş başa kalmaya yeterli zamanı olmuştur. Namaza ayırdığı kısa zaman dilimlerinden başka, belki de kâfi derecede zaman ayıramamıştır kendini ve Rabbini tanımaya. Yaşadığı modernite, ister istemez sürekli uzaklaştırdı ve yabancılaştırdı onu Hira’nın armağanı Kur’an’dan ve vahyin öğretilerinden.
Birçokları için bu ve buna benzer gerçekleri düşünebilmesi için Mekke-i Mükerreme’ye geliş, bir fırsattır. Hira, bu acı gerçekle yüzleşmenin bir anlık da olsa düşünüldüğü, hatırlandığı yerdir.
Hz. Peygamber’i vahiyle buluşturan Hira, ziyaretçiyi de buluşturmalıdır vahiyle, Allah’ın Kitabıyla. Hz. Muhammed’in hayatını değiştiren Hira’nın Kitabı, onun hayatını da değiştirmeli, ona da hayat vermelidir. Hira’yı anlamak, vahyi anlamaktır, Kur’an’la yeniden buluşmaktır. Hira, hakikati arayan için inzivaya ve tefekküre olan ihtiyacı hatırlamaktır.
Rivayetlere göre Hz. İbrâhim Kâbe’yi inşa ederken bu dağın taşlarından da istifade etmiştir.
Osmanlılar zamanında, üzerine, kalıntıları hâlâ görülebilen bir su sarnıcı yaptırılmıştır.
Dağın bitki örtüsü oraya buraya dağılmış dikenli çalılardan ibarettir. Ön kısmı dikkati çekecek kadar sarp ve yüksektir. Çıkış için arkasını dolaşmak icap eder.
Resûlullah’ın vahye hazır hâle getirilmesi için göğsünün yarılması ve kalbinin zemzemle yıkanması gibi birkaç kez vuku bulduğu rivayet edilen “Şakku’s-Sadr” mucizelerinden birinin yine bu Hira Dağı üzerinde gerçekleştiği, Resûlullah’ın Kureyşli müşriklerin isteği üzerine gösterdiği “Şakku’l-Kamer” yani “Ayın ikiye yarılması” mucizesi sırasında kamerin bir parçasının Hira’nın bir tarafında, diğer parçasının da bir başka tarafında görüldüğü rivayet edilmiştir.
Yine bir seferinde Resûlullah ve bazı ashabının üzerinde bulunduğu sırada Hira’nın sallandığı ve Peygamberimiz’in: “Ey Hira, sakin olI Zira üzerinde bir Nebi, bir Sıddık (Ebû Bekir) ve bir şehitten (Hz. Ömer) başkası bulunmamaktadır.” dediği rivayet edilmiştir. Benzer bir hadise Uhud Dağı üzerinde de vuku bulmuştur.
Resûlullah’ın Taif’den dönüşü sırasında Hira’ya uğrayıp burada dinlendiği, bir itikaf sırasında Cebrâil aleyhisselâmın yine buraya gelip Hz. Hatice annemize selam gönderdiği bilinmektedir. Cebrâil bu esnada: ”Cennette ona, içinde çalışıp yorulmayacağı, inciden oyulmuş bir köşkün verileceğini” müjdelemiştir.
Bazı âlimler Hira ile Hz. Mûsâ’ya Tevrat’ın nazil olduğu Tur Dağı’nın karşılaştırıp, ikisinin de benzer hatıraları barındırdığını söylemişlerdir. Yine âlimlerimiz itikaf ve inzivanın insan hayatındaki önem ve faziletinden bahsederken Resûlullah’ın Hira’daki yalnız kalma isteğini örnek göstermişlerdir.
İlk vahyin nazil olduğu mübarek Hira Mağarası
Cebel-i Nur diger bir Rivayet
Nur dağı eski adıyla Cebel-i Hıra.Hıra mağarasının bulunduğu dağ. Rasulullah (sav) Efendimizin kırk yaşlarına geldiklerinde, içine yerleşen inzivaya çekilme, ibadet ve tefekkür duygu ve arzularını gerçekleştirmek için bu dağdaki mağarayı seçmişti. Zirveye yakın, Beytullaha bakan istikamette, yönü de Kâbe‟ye yönelik bu mağaraya yerleşmiş, gönlüne yerleşen bu duyguyla insanlardan uzak bu ıssız mağarada tefekküre dalar, hanif dini üzerine ibadet ederdi. Yiyecek ve içeceği bitince Mekke‟ye gelir, Hz. Hatice validemizin hazırladığı yiyecek ve içecekleri alır ve tekrar mağaraya dönerdi.
Buhârî ve Müslim’de Hz. Âişe’ye isnad edilen rivayete göre Hz. Peygamber, içinde yalnız kalmayı âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27. Gecesi (Pazar-Pazartesi) tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nuranî varlığın (Cebrâil) kendisine seslendiğini duymuştur. Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: “Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra ‘oku!’ dedi. Ben yine, ‘Okuma bilmem’ dedim. Beni tekrar kollarının arasına aldı, kuvvetle sıktı ve ‘oku!’ diye tekrar etti. Ben yine ‘Okuma bilmem’ dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: ‘Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir” (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”, Ürperti ve dehşet geçmemişti. Ama ayeti kerimelerin gönlüne nakşedildiğini hissetmiş, üslup ve mana güzelliğinin lezzetini duymuştu. Böylece burada nübüvvetin ilk günleri başladı.