HZ. ÖMER (R.A.) KİMDİR?

(360 Derece Tur lütfen tıklayın)


Hz. Ömer (r.a.) kimdir? Adaleti ile tanınan halife; Hz. Ömer’in (r.a.) kısaca hayatı.

Hz. Ömer (r.a.) Kureyş kabilesinin Benû Adiyy kolundan olup nesebi, büyük atası Ka’b ibn-i Lüey’de Peygamber Efendimiz’in temiz nesebleriyle birleşir.[1] Hz. Ömer (r.a.) Fil Vak’ası’ndan on üç sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir.[2] Bu durumda, Resûl-i Ekrem Efendimiz’den 10 küsur yaş küçük olmaktadır.

HZ. ÖMER’İN (R.A.) ÇOCUKLUĞU

Çocukluğunda, babasına ait sürülere çobanlık yapmış, sonra da ticaretle meşgul olmuştur. Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak ettiği bildirilir.[3] Cahiliye döneminde, şehrin eşrafı arasında yer alır, Mekke şehir devletinin Sifâre (elçilik) vazîfesini deruhte ederdi. Bir savaş hâli zuhûr ettiğinde Ömer (r.a.) elçi olarak gönderilir, sonra da verdiği bilgilere ve ileri sürdüğü görüşlere göre hareket edilirdi. Kabileler arasında çıkan ihtilafların çözümünde büyük tesiri olur, verdiği kararlara hürmet gösterilirdi.[4] Îmanla şereflenmeden evvel Müslümanlara pekçok eziyette bulundu. Nüfûzuyla, güç ve kuvvetiyle meşhur olduğundan, onun îman etmesi Müslümanlara büyük bir kuvvet kazandırdı.

İslâm ile şereflendiği gün bütün Müslümanlar Kâ’be’ye giderek ilk defâ açıktan namaz kıldılar. Ömer (r.a.) Müslüman olduktan sonra devamlı Allah Resûlü’nün yanında bulundu, O’ndan hiç ayrılmadı ve İslâm için elinden gelen her şeyi yaptı. Kâfirlerle mücâdele etti, pek çok meşakkat ve eziyetlere mâruz kaldı. Medine’ye hicret edince, şehir merkezine 3 km. uzaklıkta bulunan Kuba’ya yerleşti. Hz. Ebûbekir’(r.a) den sonra Allah Resûlü’nün en büyük yardımcısı oldu. Efendimiz’in katıldığı bütün savaşlarda bulundu. Resûlullah Efendimiz mühim kararlar alacağı zaman Ömer (r.a.) ile de istişâre ederdi. Kızı Hafsa vâlidemizi Resûlullah ile evlendirerek Peygamber Efendimiz’in kayınpederi olma şerefine erdi. Efendimiz’i o kadar derin bir muhabbetle severdi ki, O’nun vefat ettiğini duyunca büyük bir şoka girdi, kılıcını çekerek, “Peygamber Efendimiz öldü” diyenlerin kafasını koparacağını söyledi. Peygamber Efendimiz’in vefatı üzerine zuhûr eden karışıklığı, Hz. Ebûbekir’in (r.a)  kısa zamanda halife seçilmesini sağlayarak büyük bir dirayetle önledi. Hilâfeti müddetince Hz. Ebûbekir’in (r.a)  en büyük yardımcısı oldu.

HZ. ÖMER’İN (R.A.) MÜSLÜMAN OLUŞU

Müşrikler, istişâre meclisleri olan Dâru’n-Nedve’de toplanmışlar ve Resûl-i Ekrem Efendimiz’i öldürmeye karar vermişlerdi. Bunun için de, aralarından cesur, bahadır ve sert tabiatlı biri olan Ömer bin Hattâb’ı seçip göndermişlerdi. Ömer, Âlemlerin Efendisi’ni öldürmek kastıyla gâfilâne bir şekilde yola çıktı. Yolda Nuaym bin Abdullâh’a rastladı.

Nuaym, Ömer’in hâlinden şüphelenerek:

“−Ey Ömer! Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Ömer:

“−Atalarının dînini bırakıp yeni bir dîn getiren Muhammed’i öldürmeye gidiyorum!” dedi.

Basîretli sahâbî Nuaym (r.a.) zaman kazanmak niyetiyle:

“−Ey Ömer! Vallâhi nefsin seni aldatmış! Sen O’nu öldürdüğünde Abdi Menaf Oğulları’nın seni sağ bırakacağını mı sanıyorsun?! Sen önce kendi âilene baksan daha iyi edersin?” dedi. Ömer hiddetlenerek:

“−Sen kimi kastediyorsun!?” dedi. Nuaym (r.a.):

“−Kimi olacak, enişten Saîd bin Zeyd ile kardeşin Fâtıma’yı kastediyorum! Vallâhi ikisi de Müslüman oldular!” cevâbını verdi.

Nuaym (r.a.), Ömer’in bu çirkin emelini öğrenince, onu kız kardeşi ve enişte­sinin evine yönlendirerek, durumu Allâh Resûlü’ne bildirmek için zaman kazanmıştı.

Nuaym’dan (r.a.) bu sözlerini duyan Ömer’in öfkesi iyice kabardı ve çok sinirli bir vaziyette, doğruca kız kardeşinin evine yöneldi.

O esnâda, kız kardeşi ve eniştesinin yanlarında Habbâb (r.a.) vardı ve Kur’ân-ı Kerîm tâlîmiyle meşgul idi. Ömer’in hışımla kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördükleri an, Habbâb’ı evde bir odaya gizlediler. Fâtıma Hâtun da hemen Kur’ân-ı Kerîm sahîfesini sakladı. Ömer eve girince:

“−Neydi o işitmiş olduğum sözler?!” diye gürledi. Eniştesi ve kızkardeşi:

“−Sen yanlış duydun herhâlde, burada öyle bir şey yok!” dediler. Ömer:

“−Hayır! Vallâhi ikinizin de Muhammed’e tâbî olduğunu öğrendim!” dedi ve hışımla eniştesinin üzerine yürüdü. Onu hırpalamaya başladı. Araya giren kardeşi Fâtıma’yı da tokatladı. Bunun üzerine Fâtıma:

“–Yâ Ömer! Ne yaparsan yap! İstersen bizi öldür! Biz Müslümanlıktan aslâ vazgeçmeyiz!..” dedi.

Fâtıma (r.a.), îman cesâretiyle bu sözleri haykırırken mübârek yüzünden ince bir şerit hâlinde kanlar sızıyordu.

Kardeşinden böyle bir cevap beklemeyen Ömer şaşkınlaştı. Kız kardeşinin yüzündeki kanları görünce de içinde bir sızı duydu. Yaptığına pişman ola­rak:

“–Şu okuduklarınızı bir getirin hele!” dedi. Kız kardeşi:

“−Biz senin sahîfeye bir şey yapmandan korkarız!” dedi. Ömer:

“−Korkma!” dedi ve onu okuduktan sonra geri vereceğine dâir ilâhları üzerine yemin etti. Bunun üzerine, Fâtıma Hâtun, onun Müslüman olacağını ümîd ederek:

“−Ey kardeşim! Sen puta taptığın müddetçe temiz değilsin! Hâlbuki Kur’ân yazılı sahîfeye pâk olmayan dokunamaz!” dedi.

Ömer kalkıp gusledince, Fâtıma Hâtun ona sahîfeyi verdi. Sonra getirilen âyet-i kerîmeleri[1] okumaya başladı:

طٰهٰ. مَاۤ اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰى. اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰى. تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰى. اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى. لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى. وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى. اَللّٰهُ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَهُ الْاَسْمَاۤءُ الْحُسْنٰى. وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰى. اِذْ رَاٰ نَارًا فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُوۤا اِنّ۪يۤ اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّ۪يۤ اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى. فَلَمَّاۤ اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى. اِنّ۪يۤ اَنَاۨ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى. وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحٰى. اِنَّن۪يۤ اَنَاۨ اللّٰهُ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّاۤ اَنَاۨ فَاعْبُدْن۪ي وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي. اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى. فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى

“Tâ-hâ. (Ey Muhammed!) Kur’ân’ı Sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Ancak Allâh’tan korkan kimse için bir öğüt olarak (indirdik.)

(Kur’ân) yeryüzünü ve yüce gökleri yaratan Allâh tarafından peyderpey indirilmiştir. O Rahmân (kudret ve hâkimiyetiyle) Arş’a istivâ etti. Bütün göklerde olanlar, bütün yerdekiler, bu ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O’nundur.

Sen sözü izhâr etsen (de etmesen de müsâvîdir.) Şüphesiz O, gizliyi de, daha gizlice olanı da bilir.

Allâh O’dur ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.

(Habîbim!) Mûsâ’nın kıssası Sana geldi mi? Hani O, bir ateş görmüştü de, âilesine: «Yerinizde durun, benim gözüme bir ateş ilişti, belki size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.» demişti. Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan): «Ey Mûsâ!» diye nidâ edildi: «Ben, şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen mukaddes bir vâdi olan Tuvâ’dasın. Ben seni seçtim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle.»

Şüphesiz Ben Allâh’ım, Ben’den başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için Bana kulluk et ve Ben’i zikretmek için namaz kıl. Çünkü kıyâmet muhakkak gelecektir. Onun vaktini gizli tutuyorum ki, herkes yaptığının karşılığını görsün. Sakın kıyâmete inanmayıp kendi hevâ ve hevesine uyan kimse seni, ona îmân etmekten alıkoymasın; sonra helâk olursun.” (Tâ-hâ, 1-16)

Bu âyetleri okuyan Ömer, âdeta donakaldı:

“−Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!” demekten kendini alamadı.

Kur’ân’ın fesâhat ve belâgati kendisini son derece cezbetmişti. Bu sözler, bir beşerin aslâ söyleyemeyeceği hakîkat ve hikmetlerle doluydu. Bir an derin derin düşüncelere daldı.

Hazret-i Ömer’in sözlerini işiten Habbâb (r.a.), saklandığı yerden çıkıp:

“−Ey Ömer! Vallâhi Resûlullâh’ın duâsı sana nasîb olacak. Allâh Resûlü dün:

«Yâ Rabbi! İslâm’ı Ebu’l-Hakem bin Hişam veya Ömer bin Hattâb ile te’yîd eyle!» diyerek duâ etmişti. Ey Ömer! Artık Allâh’tan kork!” dedi. Hazret-i Ömer, Habbâb’a:

“−Ey Habbâb! Sen beni Muhammed’in bulunduğu yere götür de Müslüman olayım!” dedi.

Hemen yola çıktılar. Bu seferki adımlar, îman aşk ve heyecânı içerisinde Resûlullâh’ın hakîkatini idrâk edebilmenin muhabbet ve iştiyâkı ile doluydu.

HZ. ÖMER’İN (R.A.) MÜSLÜMAN OLUŞU MÜSLÜMANLARI NASIL ETKİLEMİŞTİR?

Hazret-i Ömer, Erkam’ın evine vardığında kendisini Hazret-i Hamza karşıladı. Belinde kılıcı, hazır vaziyetteydi. Zîrâ Nuaym (r.a.), onlara daha önceki haberi vermiş bulunuyordu. Sonraki gelişmelerden ise kimse haberdar değildi.

Allâh Resûlü de kalkıp Ömer’e doğru yürüdü. Onu avluda karşıladı ve niçin geldiğini sordu. Hazret-i Ömer, merâmını şu mesut cümle ile dile getirdi:

“–Müslüman olmaya geldim, yâ Resûlallâh!”

Bunun üzerine Allâh Resûlü, Cenâb-ı Hakk’ın nelere kâdir olduğunu ifâde ve şükür sadedinde;

اَللهُ أَكْبَرُ

diyerek tekbîr getirdi. Bunu duyan bütün ashâb yüksek sesle tekbîr getirmeye başladı. Böylece Allâh Resûlü’nün bir duâsı daha müstecâb ol­muştu.

HZ. ÖMER’İN (R.A.) İMAN ETTİKTEN SONRA İLK SÖYLEDİĞİ SÖZ

Hazret-i Ömer konuşmaya başladığında kalbi mutmain bir şe­kilde ilk söylediği söz kelime-i şehâdet oldu:

أَشْهَدُ أَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهَ وَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

Peygamber Efendimiz’in duâsı, Ömer’e (r.a.) nasîb olmuştu. Ebu’l-Hakem bin Hişam, yâni meşhur adıyla Ebû Cehil ise, düştüğü bedbahtlık çukurunda helâk olup gidecekti.[2]

Hazret-i Ömer’in Allâh Resûlü’nün huzûrunda kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olmasının ardından, onun teklifiyle bütün Müslümanlar toplu olarak Erkam’ın evinden çıktılar. Tekbîrler getirerek Kâbe’ye doğru yürümeye başladılar.

HZ ÖMER’E (R.A.) FARUK İSMİNİN VERİLMESİ

Bu durum müşrikleri kahretti. O zaman Allâh Resûlü Hazret-i Ömer’e, hak ile bâtılı ayırdığı için “Fârûk” sıfatını verdi.[3]

Hazret-i Ömer, o günleri daha sonra şöyle anlatır:

“Müslüman olup da ezâ ve cefâ çekmeyen, mücâdele etmeyen kimse yoktu. Ancak bana kimse dokunamıyordu. Kendi kendime dedim ki:

«Müslümanlar çeşitli musîbetlere uğrarken, ben selâmette kalmak istemem!»

İslâm’a girdiğim gece düşündüm, Mekke müşriklerinden, Resûlullâh’a karşı düşmanlıkta en aşırı giden kim ise, gidip ona Müslüman olduğumu söylemeye karar verdim. Sabah olduğunda Ebû Cehil’in kapısını çaldım. Kapıya çıktı:

«−Hoş geldin ey Ömer! Ne haber getirdin?» dedi. Ben:

«−Allâh’a ve Resûlü’ne îmân edip O’nun getirdiği bütün şeyleri tasdîk ettiğimi sana haber vermeye geldim!» deyince, lânet ederek kapıyı yüzüme çarparcasına kapattı.” (İbn-i Hişâm, I, 371)

Daha sonra Hazret-i Ömer, Kureyş’in azılı müşriklerinden dayısı Velîd bin Muğîre’ye ve hakîkat düşmanı iki müşriğe daha giderek bu güzel haberi vermiş, fakat onlardan hiçbiri kendisine bir şey yapmaya cesâret edemeyerek, kapıyı yüzüne çarpmış, me’yûs bir şekilde evlerine çekilmişlerdi.

KABE’DE AÇIKTA KILINAN İLK NAMAZ NE ZAMAN KILINMIŞTIR?

Abdullâh bin Mesut (r.a.) şöyle der:

“Hazret-i Ömer’in Müslüman olması bir fetih, hicreti bir yardım, halîfeliği de bir rahmet idi! Ömer (r.a.) Müslüman oluncaya kadar Kâbe’nin yanında açıktan namaz kılamadık. O Müslüman olunca Kureyş müşrikleriyle mücâdele etti, onlar da bizi serbest bıraktılar. Böylece orada namaz kılabildik.” (Heysemî, IX, 62-63)

Hazret-i Ömer, Hicret’e kadar Mekke’de İslâm uğrunda var gücüyle mücâdele etti ve mü’minlerle birlikte pek çok çileye katlandı.

[1] Hazret-i Ömer’in okuduğu âyetlerin, Hadîd Sûresi’nin ilk âyetleri olduğu da rivâyet edilir. (Beyhakî, Delâil, II, 217)

[2] Bkz. İbn-i Hişâm, I, 365-368.

[3] Bkz. Diyarbekrî, I, 296.

İSLAM’IN İKİNCİ HALİFESİ

Hz. Ebûbekir’in (r.a)  vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu. İran, Irak, Suriye ve Mısır’ı İslâm toprakları arasına dâhil etti. Kudüs, Azerbaycan, Ermenistan, Horasan, İskenderiye onun zamanında fethedildi. Kudüs kuşatıldıktan sonra şehirdeki Hıristiyanlar bir müddet direndilerse de nihayet barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, kumandanlardan çekindikleri için şehri bizzat Halîfe’ye teslim etmeyi şart koştular. Durum Ebû Ubeyde (r.a) tarafından bir mektupla Hz. Ömer’e (r.a) bildirildi. Ömer (r.a.) ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine-i Münevvere’den Câbiye’ye doğru yola çıktı. Câbiye’de yapılan bir anlaşmadan sonra Ömer (r.a.), bizzat Kudüs’e kadar giderek şehri teslim aldı. (16/637)

Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dâhil olmak üzere, Horasan’a kadar bütün İran toprakları İslâm Devleti’nin sınırları içine alındı. İslâm ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, Müslümanlardan gördükleri müsamaha, adâlet ve güzel ahlâktan müteessir olarak kitleler hâlinde İslâm’a girdiler. Dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuştular.

Hz. Ömer (r.a.) kumandanlarından yeni şehirler kurmalarını, yeni fethettikleri İran şehirlerinde fazla kalmamalarını istedi. Muhtemelen o, bölge insanının âdetlerinin ve lüks anlayışının Müslümanlara geçmesinden korkmuştu. Bu sebeple Müslümanlar için Basra, Kûfe, Fustat gibi düzenli şehirler kuruldu.[5] Ömer (r.a.), Basra ordugâh şehrini kurarken aynı zamanda İran ve Hindistan tarafından gelebilecek deniz akınlarına karşı bir hazırlık yapmış oluyordu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer (r.a)  tarafından tesbit edildi. O, şehrin kurulma vazîfesini sahâbî Utbe bin Gazvân’a (r.a) verdi. Utbe (r.a), sekizyüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip hicrî 14 senesinde Basra şehrinin inşasına başladı.

Sa’d ibn-i Ebî Vakkas (r.a.), Kadisiye’de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Ordusu Medâin’de bulunmaktaydı. Ancak buranın iklimi Müslüman askerlerin sıhhati için münâsip değildi. Ömer (r.a.), Hz. Sa’d’dan iklimi güzel ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup orada bir şehir kurmasını istedi. Selmân ve Huzeyfe (r.a), Kûfe mevkiini uygun buldular ve hicrî 17’de kırk bin kişilik Kûfe şehri kuruldu. Amr ibn-i Âs (r.a), Mısır’ın fethinden sonra İskenderiye’yi karargâh edinmek istedi. Ömer (r.a.), haberleşme açısından endişe duyduğu için kendisiyle Mısır’daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını münâsip görmedi. Amr (r.a.) da Nil’in doğusuna geçerek hicrî 21’de Fustat şehrini kurdu.

Verimli Irak toprakları fethedilince Ömer (r.a) oraları askerlere taksim etmedi. Eski ahâlîyi yerinde bırakarak topraklardan haraç aldı. Böylece fâtihler fellâh hâline gelmedi. Öyle olsaydı Müslümanların savaş gücü zayıflar, tecrübeleri olmadığı için ziraat gelirleri de düşerdi. Hâlbuki toprak sâhipleri ziraatı iyi bildikleri için daha iyi mahsul elde ediyor, Müslümanlar da doğuda İranlılarla, batıda Bizanslılarla cihât ediyorlardı. Ayrıca Ömer (r.a.) haraç arazilerinin satın alınmasını da yasakladı. Çünkü onlar bütün ümmetin vakfı idi, gelirlerinden bütün Müslümanlar istifade ediyordu.[6]

HZ. ÖMER’İN (R.A.) DEVLET İDARESİ

Ömer (r.a.), devlet idâresinde mühim yenilikler yaptı, pek çok ilk’e imzâ attı. İdârî, adlî, mâlî ve askerî teşkilâtlar kurdu. Onun devrinde yeni fetihlerle İslâm devletinin hudutları genişlemiş, zaferlerden elde edilen ganimetlerle devlet hazinesi dolup taşmıştı. Bunun üzerine Ömer (r.a.), İslâm’a hizmetlerini göz önünde bulundurarak Müslümanlara maaş bağlamaya karar verdi. Hz. Ömer’in Müslümanlara bağladığı bu maaş, senelik tahsisat şeklindeydi. İlk olarak askerlerin kayıtlarını tutturduğu, fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımını kaydettirdiği “Divan” teşkilatını kurdu. Divan defterinin başına da derece derece Efendimiz’in akrabalarını ve şanlı Bedir Ashâbı’nın isimlerini yazdı.

Kaza (mahkeme işleri)ni bir düzene koymak için vâlilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin etti. Ömer (r.a.) şehirlere tâyin ettiği vâlilerin İslâm’ı yayma ve güzelce öğretme faaliyetleriyle iktifâ etmiyordu. Bilâkis onları, Medîne’den gönderdiği âlimlerle destekliyordu. Bu âlimlerle muhtelif tavsiye ve mektuplar da gönderiyordu. Meselâ içlerinde Abdullah bin Muğaffel’in (r.a.) de bulunduğu 10 kişilik bir sahâbe heyetini Basra’ya, insanlara dînî ilimleri derinlemesine öğretmeleri için göndermişti.[7] Aynı şekilde İmrân ibn-i Husayn’i (r.a.) da Basra’ya, halkına İslâm’ı derinlemesine öğretmesi için göndermişti. İmrân (r.a.) ashâbın fakîhlerinden biriydi.[8]

HİCRİ TAKVİM NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Fethedilen bölgelerde okullar açtı, buralara müderrisler tayin ederek Kur’an-ı Kerim’in okunup anlaşılmasına ve onunla amel edilmesine gayret etti. İslâm’ın, Müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etti ve onları değişik bölgelere gönderdi. Kur’ân, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere maaş bağladı. Devletin her tarafında camiler inşa ettirdi. Onun zamanında dört bin adet cami yapıldığı rivayet edilir.[9]

Hz. Ömer (r.a.): “Hicret, hak ile bâtılı ayırdı” diyerek hicreti takvim başlangıcı yaptı. Ali ve Osman (r.a) Hazretlerinin işâreti ile Muharrem ayını sene başı olarak tâyin etti. İnce anlayış ve büyük bir firâset sahibi olan ashâb-ı kirâm, takvim başlangıcını, Allah Teâlâ’nın, İslâm’da ilk inşâ edilen mescid olan Kuba Mescid’i hakkındaki: “…(Medîne’ye hicretin) ilk gününden takvâ üzerine kurulan Mescid…”[10] âyet-i kerîmesinden ilhâmla tesbit etmişlerdir.[11]

HZ. ÖMER (R.A.) DÖNEMİNDEKİ İLKLER

İlk defâ Emîrü’l-Mü’minîn (Mü’minlerin Emîri) diye isimlendirilen odur.

Terâvîh Namazı cemaatle kılınmaya ilk defâ onun zamanında başladı.

Kur’an’ın iki kapak arasına toplanıp yazılmasını ilk dafâ o teklif etti ve bu tahakkuk edinceye kadar ısrarla üzerinde durdu.

Zimmîlere ilk defa alâmet taktıran odur.

İlk defa yazılı kararlar alan odur.

Kumandan ve vâlilerle ilk defa toplantı yapan odur.

İlk defâ İslâm devletine âit para bastıran odur…

Bunun gibi daha pek çok “ilk”e imzâ atmıştır.

Ömer (r.a.), köleliğe karşı şiddetli bir mücâdele verdi. Beytü’l-mâl’in gelirleri düzelince, devlet içindeki bütün Müslüman kölelerin hürriyete kavuşturulmasını vasiyet etti.[12]

Ömer (r.a.), memurlarının, hastalanan köleleri ziyaret etmediklerini anladığında onları vazifeden azlederdi.[13] Kendisi de her cumartesi Medîne’nin kenar semtlerine gider, herhangi bir köleyi gücü yetmeyeceği bir işte çalışırken görürse, bu işi ondan alırdı.[14]

HZ. ÖMER (R.A.) NASIL VEFAT ETTİ?

Ömer (r.a.) hicretin 24. senesinde Zerdüşt bir köle olan Ebû Lü’lü tarafından şehit edildi ve Efendimiz’in ayakları dibine defnedildi. Enes (r.a) şöyle der: “Efendimiz altmışüç yaşında vefat etti. Ebûbekir (r.a.) de altmışüç yaşında vefat etti, Ömer (r.a.) de altmışüç yaşında vefat etti.” (Müslim, Fedâil, 114)

HZ. ÖMER’İN (R.A.) KABRİ NEREDE?

Hz. Ömer’in (r.a.) kabri Peygamber Efendimizin Medine’de vefat ettikten sonra ebedi istirahata çekildiği Ravza-i Mutahhara’nın yanında bulunmaktadır.

Dipnotlar: [1] Nesebi şöyledir: Ömer b. Hattâb b. Nüfeyl b. Abdüluzzâ b. Riyâh b. Abdullah b. Kurt b. Rezâh b. Adiyy b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib. [2] İbn Esîr, Üsdül-ğâbe, IV, 146. [3] H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, I, 210. [4] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 108; İbn Esîr, Üsdül-ğâbe, IV, 146. [5] Ekrem Ziyâ Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, Riyâd, 1432, s. 360. [6] Ekrem Ziyâ Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, s. 198-199, 361. [7] İbn-i Hacer, İsâbe, IV, 243. [8] İbn-i Hacer, İsâbe, IV, 705-706. [9] Ahmed en-Nedvî, Asr-ı Saadet, I, 317. [10] et-Tevbe, 108. [11] Semhûdî, Vefâü’l-vefâ, Mısır 1955, I, 248. [12] Ekrem Ziyâ Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, Riyâd, 1432, s. 252. [13] Ramazanoğlu M. Sâmi, Hz. Ömeru’l-Fâruk, s. 158-160. [14] Muvatta’, İsti’zân, 41.

Hac farizasını edâ ettikten sonra, medine’ye dönen Hz.ömer (r.a) efendimiz hicri 23
yılında fotoğrafta belirtilen yerde suikaste uğradılar ve birkaç gün sonra şehit oldular.