HACCIN HAKİKATI
Hạc hakikatte iki manzaranın numûnesidir. Haccin her bir amelinde iki hakikat gizlidir. Gerçi Allahu Teâlâ’nın her hükmünde yüzbinlerce öyle maslahat ve hikmetler vardır ki, onlara her şahsın hayali dahi ulaşamaz. Ancak bazı maslahatlar öyle açık ve zahirdir ki, onları herkesin aklı alabilmektedir. Aynı şekilde haccın her rûknünde de herkesin aklının ermediği pek çok maslahat vardır. Ancak bu iki şey haccin her rûknünde ve her cüzünde tamamen âşikârdır. 1-Hac, ölüm ve ölümden sonraki haller için bir numûnedir. 2-Hac, aşk ve sevgiyi açıklamanın ve ruhu gerçek aşk ve gerçek sevgiyle boyamanın bir numûnesidir.
Örnek olarak ve özetle iki manzaraya dikkatler çekilecektir. Bu numûneler üzerinde iyice düşünmekle haccın bütün rükünlarında bulunan bu hikmetler açığa çıkıp vuzûha kavuşacaktır.
Ölüm ve Ölümden sonraki manzara
Birinci numûne ölüm ve ölümden sonraki manzaradır. Şöyle ki, insan evinden (hac için) çıkacağı zaman bütün yakınlarını ve akrabalarını çoluk-çocuğunu, vatanını, sevdiklerini bir anda terk edip başka bir memlekete, bir bakıma başka bir aleme sefer etmektedir. Kalbi meşgul eden ev, iş, tarla, bahçe ve dost meclislerine ölüm vaktinde bir anda elveda edildiği gibi, hac yolculuğunda da onlardan ayrılmak gerekmektedir. Hacca doğru yola çıkarken bu olay, üzerinde çok düşünülmesi, fikredilmesi, ibret alınması ve önem verilmesi gereken bir şeydir: Nasıl ki, geçici bir müddet için bütün bunlardan ayrılıyorsak, aynı şekilde çok yakında hepsinden ebedî olarak ayrılma vakti de gelecektir.
Ondan sonra bineklere, vasıtalara binilir. Eğer o vakit derin bir bakışla bakılırsa bu olay insanın zihninde cenazenin tabuta bindirilip (kabre) götürülme anını canlandırır. Arabaya bindikten sonra o araba ner adım başı vatanından ve sevdiklerinden git gide uzaklaşmakta ve onlardan ayrılmaktadır. Cenazeyi taşıyanlar da her adım başı onu akrabalarından, evinden, işinden ve bûtün eşyalarından uzaklara götürmektedirler. Şüphesiz ki bazı insanlar cenaze namazı kılınıncaya kadar onunla beraber olur, bazıları kabre kadar götürürler, bazıları ise kabre koyup üzerine toprak atarlar. Bütün bu manzara hacının da başından geçmektedir.
Şöyle ki, bazı insanlar evindeyken onunla musafaha ederek Fî emânillah (Allah’a emanet ol) derler. Kimileri trene (yada arabaya) bindirene kadar zahmet buyururlar. Bir kısım insanlar ise cok yakın dostlardır ki, onlar gemiye (yada uçağa) kadar ulaştırırlar. Gemiye veya uçağa (yada kabre) kadar giden dostlar, işte sadece onlar o alemde de beraber olacak olanlardır. İster onlar akraba ve yakınlar olsun, ister mal ve metâ olsun fark etmez.
Onlardan bazı yol arkadasları o kadar samini dert ortağı ve kolaylık gösteren kimseler olurlar ki her adım başı arkadaşının rahatını gözetirler. Bazı yol arkadaşları ise öyle kötü ahlaklı bozuk mizaclı, inatçı, çekişen kimselerdir ki, seferin her menzilinde rahat yerine musibet ve sıkıntıya sebeb olurlar.
Iyi ve Kötü ameller misali
Bu manzaranın aynısı ahiret yolculuğunda da meydana gelir. Şöyle ki, kabirde beraber olanlar onunla sonuna kadar beraber kalacak olan yol arkadaşlarıdır. Onlardan güzel ameller, her türlü rahat ve istirahate sebebtir. Kötü ameller ise her türlü eziyet ve sıkıntıya sebebtir. Güzel ameller son derece güzel ve yakışıklı bir insan sûretinde kabirdeki kişiyle beraber olur. Kötü ameller ise son derece çirkin, korkunç ve pis kokulu bir şekilde kişiyle beraber olur. O alemde insana ulaşan bütün rahatlıklar ölmeden önce işlediği iyi ameller sayesindedir.
Hac seferinde de kişiye ulaşan bütün rahatliklar onun seferden önce hazırladığı para, mal ve eşyası sayesindedir. Elbette iyi kısmetli birine yakınları, akrabaları, dostları bir şeyler okuyup yada sadaka verip de onun ruhuna bağışlarsa, ölümden sonraki şiddetli ihtiyaç anında işine yarayacaktır. Aynı şekilde hacının bir yakını veya dostu, birinin eliyle yada başka bir yolla para gönderse, bu yolçuluk esnasında hacıyı ne kadar sevindirir, memnun eder ve rahatlatır.
Münker ve Nekir’in sorgulaması misali
Ondan sonra sefer esnasında eşkiya ve hırsızlar gibi tehlikeler, baskıcı idarecilerin arama ve teftişleri, sorgulamaları, pasaport vesairenin kontrolleri gibi hacının görmek zorunda kaldığı manzaralarin hepsi, kabrin bütün manzaralarını hatırlatmaktadır. Yani orada Münker ve Nekir’in sorgulaması olacak, kişinin imanı imtihan edilecek,(imtihanı kaybedenlere) kabirde yılan, akrep gibi haşarat tarafından ceşitli şekillerde azab edilecektir. (Mahşer meydanında) kişinin yanında amel defteri olacaktır. “Her insanın amel defterini boynuna astık.” (Isrâ-13) Şüphesiz ki Allahu Teâlâ’nın kendilerine servet verdiği pek çok zengin kimse (havaalanlarında) basit bir arama ve pasaport muamelesinden sonra birkaç saat içinde (uçakla) Hicaz’a ulaşmaktadırlar.
Aynı şekilde yanlarında iyi amellerinin birikimi olduğundan dolayı iyi amel zengini olanlar, kabrin o (korkunç) hallerinden habersiz ve endişesiz olarak gelin ve damatlar gibi öyle istirahat edeceklerdir ki, kıyamete kadar sürecek olan uzun zaman onlar için saatler ve dakikalar kadar bir süre olarak geçip gidecektir.
Aynen bir gelinin ilk gecesinde yumuşak pamuktan yapılmış ipek örtülü yataklarda uyuduğu gibi bu insanlar da kabirlerinde uyurlar. Ondan sonra iki parça ihram bezi kefen bezinin hayalini zihinlerde her an canlı tutar.
Eğer ibretle bakılacak olursa, hacı ihramda bulunduğu süre içinde daima iki parça kefen bezine sarılı bulunduğunu hatırlamalıdır. İhram vaktinde Lebbeyk (Ben hazırım! Ben hazırım!) sözü, kıyamet günü çağıranın çağırması üzerine, koşuşturmanın halini hatırlatmaktadır. “O gün insanlar kendisine muhalefet etmeksizin davetçiye (Sûra üfürecek olan İsrâfil aleyhisselam a) uyacaklardır.” (Tâ-hâ-108) “O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün.
Öbür aleme girmek gibidir
Her ümmet kendi kitabına (Casiye-28) Mekke-i Mükerreme’ye girmek sanki öbür aleme girmek gibidir. Orada Allah’ın rahmeti ümid edilir. Çünkü Mekke Dârül Emn (yani emniyet ve güvenlik yurdu)dur. Ancak insan kendi kötü amelleri yüzünden güvenlik yurdunda bile güvenlik içinde olmamaktan korkar Mekke’de kalınan bütün süre içinde insanın bu korku ve ümidleri tazelenir.
Şöyle ki, bu yerin güvenli ve emniyetli bir yer olması insana Allah’ın rahmetini, mağfiretini, keremini, lütfunu, ikramını ve ihsanını hatırlatır. Bir yandan da insan bütün ömür işlediği kötü amelleri hatırlar ve zihninde şu mısra tazelenir. “Ölünce de rahat etmezsek artık nere ye gideceğiz.” Beytullah ile gözün buluşması, o evin sahibinin dîdarını hatırlatır. O ev ne kadar büyük bir korku, heybet, azamet ve celalin mazharıdır.
Büyük bir padişahın huzuruna çıkıldığında uyulan bütün saygı ve âdâb orada da aynen olmalıdır. Beytullah’ı tavaf etmek, Ars’ı Muallâ’yı tavaf eden ve etmeye devam edecek olan melekleri hatırlatır. Kâbe’nin örtüsüne yapışıp ağlamak, Mültezem’e sarılmak, büyük bir hayırsever ve manevi terbiyeciye karşı kusur işledikten sonra onun eteğini tutup affetmesi için ağlayan ve onun evinin kapı duvarlarina yapışıp ağlayan kimsenin misali gibidir. Zira kusurun affolunmasının yolu ancak budur. Bu, kıyamet günü kendi günahlarını hatırlayıp ağlamaya örnektir.
Sâfâ ile Merve arasında koşmak, mahşer meydanında bir o tarafa bir bu tarafa koşmayı hatırlatır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Dağılmış çekirge sürüleri gibi kabirlerinden çıkarlar.” (Kamer-7) Bu aciz kulun görüşüne göre, Sâfâ ile Merve arasında sa’y yapmak, kıyametin acayip bir görüntüsünü canlandırmaktadır.
Mahşer meydanı
Bununla ilgili geniş ifadeler hadislerde geçmektedir. Mesela; mahşer meydaninda insanlar son derece perişan bir halde, musibetlerin çokluğundan bunalmışken akıllarına şöyle fikir gelir; “Peygamberler aleyhimüsselam yüce şahsiyetlerdir, Allah’ın makbul kullarıdır. Gidip onların şefaatlerini isteyelim.”
Bu düşünceyle ilk önce Hz. Adem aleyhisselam’ın yanına giderek şöyle derler; “Siz bizim babamızsınız. Allah sizi Kendi kudret eliyle yarattı, melekleri size secde ettirdi. Allah bizzat Kendisi size her şeyin ismini öğretti. Siz bize şefaat edin.” Adem aleyhisselam, “Ben şefaat edemem. Eğer ben, o yasaklanan dâneyi yemekten hesaba çekilirsem hâlim ne olur? Siz Nuh aleyhissolam’ın yanına gidin” buyurur.
Bu insanlar perişan bir hal içinde Hz. Nuh aleyhisselam’ ın yanına giderler. O da mazeret beyan ederek, “Ben tufan gelince oğlumu kurtarmak için gereksiz bazı sorular sormuştum. Siz Hz. Ibrahim aleyhisselam’ın yanına gidin” der. Hz. Ibrahim aleyhisselam da mazeret beyan edip Hz. Musa aleyhisselam’a gönderir. O da özrünü beyan edip Hz. Îsa aleyhisselam’a gönderir.
İsa aleyhisselam onlara Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gitmelerini söyler. Allah’ın Celâl sıfatının tecelli ettiği o günde şefaate başlaması Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem için iftihar edilecek bir üstünlüktür. Bu uzun bir konudur. Ben sadece şu manzarayı gözler önüne sermek istiyorum ki; o gün, bir oraya bir buraya çaresiz perişan bir vaziyette dönüp dolaşmak gerekecektir. O gün çok şiddetlidir.
Bu ahid Arafat meydanı
Arafat meydanı mahşer meydanının tam bir numûnesidir. Yani güneşin şiddetli sıcağı ve herkesin bağışlanma ümidi ve günahlarının korkusu ile yeşillik bitmeyen çorak bir meydanda toplanması buna örnektir. Bu kulun nakıs görüşüne göre Arafat meydanı hakkında en fazla düşünülüp, üzerinde durulacak şey, ezelde Elestü birabbiküm diye (ruhlardan) alınan sözdür. Şöyle ki; Cenab-i Hak sübhanehu ve Tekaddes, âlem-i ervahta bütün ruhlara, “Ben sizin Rabbi’niz değil miyim?” buyurunca hepsi bir ağızdan, “Şüphesiz Sen bizim Rabbi’mizsin” dediler.
Mişkâtı Şerif’te, Müsned-i Ahmed rivayetiyle Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir; “Bu ahid Arafat meydanında olmuştu. Bu yer, verilen sözün ve o sözün nasıl yerine getirildiğinin hatırlandığı yerdir.” Ondan sonra Müzdelife, Minâ ve diğer ictimalar hakkında Imam Gazali rahmetullahi aleyh şöyle buyurmaktadır: Bu yerlerde insanların izdihamı, onların gürültüleri, çeşitli lisanlar, farklı sesler, insanların kendi imamlarının (kâfile başkanlarının) arkasında yürümeleri, kıyamet meydanında (her kavmin) kendi peygamberinin ve önderinin peşinde yürümeleri, hayranlık ve perişanlık alemi içinde bir oraya, bir buraya gitmelerini hatırlatmaktadır. Bu yerlerde acizlik göstermeye ve ağlamaya önem vermek, işe yarayacak bir iştir.
Bu durum, kısa ve genel hatlarıyla haccın, kıyamet gününü hatırlatan görüntüsünün bir özetidir. Ben bu durumu, kısa sözlerle ve (ahiretin) çeşitli ahvallerini anlatarak, işaret yoluyla yazdım. Eğer iyice düşünülürse bu örneklerden pek çok ayrıntı ve tafsilat anlaşılabilir.
Ikinci manzara
Haccın ikinci manzarası aşk ve sevgiyi açığa vurmaktır. Bu hacıların halinden öyle zahir ve vâzıh olur ki, onu genişçe anlatmaya gerek kalmaz. Insanların Allahu Teâlâ ve Tekaddes ile iki türlü bağlılığı vardır: Birincisi, dua ve kulluktur. O yüce Zât Mâlik ve Hâlik’tir. Bu bağlılığın görüntüsü namazdır. Namaz başlı başına dua ve kulluğun izharıdır. Bundan dolayı namazdaki her şey bu bağlılığın mazharıdır. Şöyle ki, son derece vakar ve sükunetle, münasib bir elbise, şahane bir âdab ve uygun bir hal içinde Allah’ın huzurunda hazır olmaktır.
Kişi abdestli olarak, temiz elbise içinde, son derece vakar ve sükûnetle ilk önce ellerini kulaklarının hizasına kadar kaldırıp kulluğunu ve Allah celle celaluhunun büyüklüğünü ikrar etmeli, sonra ellerini bağlayarak arzuhalini takdim etmeli daha sonra başını eğerek tâzimde bulunmalı en sonunda alnını yere sürerek kendi itaatini ve acziyetini göstermelidir. Rabbinin büyüklüğünü diliyle ikrar etmeli ve hiçbir söz ve davranışı O’nun büyüklüğü ve kendi güçsüzlüğüne ters düşmemelidir. Allahu Teâlâ’ya olan bu bağlılık nevinde sükûn ve vakara ne kadar önem verilirse o adar Allah’ın şânına layık olur. Bundan dolayıdır ki, namaza koşarak gitmek mekruhtur. Namazı beklemek için otururken parmakları birbirine geçirmek mekruhtur. Namazda parmakları çıtlatmak mekruhtur. Gereksiz yere öksürmek mekruhtur. Hatta oraya buraya bakmak mekruhtur. Tertipsiz yani uygun olmayan bir şekilde elbise giyinmek mekruhtur. Aynı şekilde (giyinmeden) beden üzerinden elbise sarkıtmak da mekruhtur. Namazda konuşulursa bu ibadet zayi olur. Abdest bozulunca namaz sona erer. Hatta ki, elinde olmadan, kasıtsız olarak gülmekle de namaz bozulur. Ve yine secde de iki ayak birden yerden kalkarsa namaz bozulur. Çünkü bunlar sükûnet ve vakara ters düşmektedir.
Cenâb-ı Hak ve Tekaddes’e bağlılığın ikincisi, sevgi ve aşk bağlılığıdır. Çünkü o Mürebbî’dir, Mün’im’dir, Muhsin’dir. Cemâl ve Kemal ile ilgili ne kadar sıfatlar varsa hepsiyle muttasıftır. Burada zaten her insanda yaratılıştan aşk ve sevgi maddesi vardır.
Kısmetimde aşk yazılmış benim, ezelde
Âşık mizâcı var, çocukluğumdan bende
Doğduğumda ciğerimin üzerindeydi elim
Ne zamandır, kimlere vurulmuşuz, ne bileyim
Çocukluğumda bende âşıklık hâli âșikârdı
Oynadığım oyun sadece göz göze bakışlardı
Daha hayırlıdır, nemsiz gözün kör olması
Yarası olmayan kalbin, yanıp kül olması
Senden ayrı yaşamak beşerin işi değil
Binlerce şükür ki, bu ömür dâimi değil
Belki de Bezm-i Ezel bir nazlı bakışla, aşkı
Kılmıştır, bu meclisin süslenmiş tahtı
İşte bu aşk ve sevgi bağlılığının tezahür ettiği yer hacdır. Çünkü hac daha sefer başlar başlamaz (başkalarıyla olan) bütün bağlantıları keserek, bütün akraba-i taallukâttan, ev ve işlerden yüzünü çevirip sevgilinin yanına gitmektir. Sahralarda ve sokaklarda kendinden geçmek, dolaşmaktır. İşte bu iki davranış âşıkların işidir.
Biz ve Mecnûn aynı dersi gördük divan-ı aşkta
0, çöllere gitti, bizse rüsvay olduk yollarda
Hayatıma renk katan çaresizliğim oldu
Terkettiğim vatanım, çölde hayalim oldu
Bahçelerden ziyade bende aşk-ı sahrâ doğdu
Yeni yeni renklere karşı kara sevda doğdu
Ey hasret, ye’s ve temenni! Sizin yalnızlığınız aşkına
Bırakın izdihamı, izin verin çöllere çıkmak için bana
Bütün bu perişanlık ve arzu niçindir? Acaba bu izdırab ve nuzursuzluk ona niçin musallat olmuştur? Çünkü sevgilinin eşiğinde aşıkların toplanma vakti belirlenmiştir ve o vakit gelip çatmıştır.
Bende gelip onlara katılayım, eğer verirsen izin
Duydum ki, yarın aşıklar toplanacaklar kapında Senin
Sevgili kendisine gelinsin ister, deli divâne
Bunun için kılmıştır, hac seferini bir bahane
Bu niyetle ve cezbeyle evden çıkılacaksa şu iyi bilinmelidir ki, musibetler aşkın ayrılmaz parçalarıdır.
Allah yeter muhabbet yolunda yürüyenlere
Bu yolda gelmektedir birkaç zorlu merhale
Ey gönül, biraz dikkatli söyle sevginin adını
Ey bedbaht, kimse kaldıramaz aşkın ağırlığını
Mademki bu mübarek sefer aşk hürmetinedir. O halde yoldaki bütün sıkıntılar aynı zevk ve heyecana tabî olmalıdır. Ve yine aynı derin sevgiyle o musibetlere katlanılmalıdır.
Musibet, tehlike, âƒet, elem, zillet, kabir ve ölümü
Gösterseler de, sen onların gençliğine bakarak yürü
Dert, elem, acı, yeis, kaygı, korku içinde, keder ve gamda
Olmayan bela hangisidir, acaba şeb’i hicranda
Eziyetler, musîbetler, belâlar ve kınama
Neler neler görmedik ki senin aşkın uğruna
Sevgi de aynı şeydir, cefâ olsun vefâ olsun
Her şeyde lezzet var, yeter ki kalpte safå olsun
Ondan sonra ihramda bu âşıkâne rengin tam bir tezâhūrūdür. Ne başta takke ne de bedende elbise vardır. Sadece dervîşâne bir sûret vardır. Ne güzel koku ne zînet vardır Elem ve istırabın kemâlini ortaya koyan mecnûnâne bir şekil vardır.
Kimse isteyerek zilletini kabullenemez bence
Yırtıverir daracık yakasını, đîvane gelince
Dağınıklık, yırtık yaka, inleyen gönül, yaşlı gözler
Böyle gördük aşkın neticesini dünyadan bizler
Libas telâşına girme, dest’i cünûn ten üzerinde
Yaka yırtmak nedir ki? Yırtıp ativer elbiseni de
Aslında bu hal evden çıkar çıkmaz başlamalıdır. Bundan dolayı bazı alimlere göre ihrama evde girip yola çıkmak efdaldir. Ancak ihrama girdikten sonra pek çok şey caiz olmadığından bu ihram libâsını giyinmek bazı nâzik yetişmiş insanlara zor gelmektedir. Bu yüzden Allahu Teâlâ rahmetinden dolayı, başlangıçta meşakkat olacağından dolayı ihram giyilmemesine mūsaade etmiştir. Elbette bir kimse o hakiki sevgilinin yakınına ulaşınca buna ihtimam göstermesi gerekir.
Çünkü O’nun beldesine girerken saçlar dağınık ve elbise divaneler tarzinda bir şekilde olmalı, toz toprak içinde, kendinden geçmiş âşıklar gibi bir görüntū olmalıdır. İşte bu hâli Rasûlullah sallallahu alayhi veselem yüce hadisinde şöyle açıklamıştır; Hacının saçları dağınık ve bedeni kirli olur.” Yani yolda kendinden geçme, şevke gelme durumunda bir miktar toz toprak bedene bulasir Iste bizzat Allahu Teâlâ övünerek bu hâli meleklere şöyle açıklamaktadır:
“Evimin ziyaretçilerine bakınız, saçları dağınık ve toz toprak içinde Bana geldiler.”
Hoşlanırlar dîvaneleri feryadı basarken
Duvar dibinde dinlerler, onları ağlarken
Ben feryad edip dolaşırken onlar hoşlanırlar
Şöhretimin artmasına da onlar bayılırlar
Şu açıktır ki, insan çöllerin ve dağların tozlarını eleyerek, ağlayip sızlayarak oraya ulaştığına göre bunlar mutlaka olacaktır. Bu yolun etkileri ne kadar fazla olursa o kadar arzu ve iştiyak (özlem) açığa çıkacaktır.
Muhabbet ayağıyla nice çöl kumları eledik
Dikenli ağaçlar ne ki, aşarak dağları geldik
Çöldeki yabanî bu hususta seni mağlub etti
Öyle ki, göklere kadar yeryiüzünün adı bitti
Bu hål içinde (hacı) kendinden geçmiş olarak Bên hazırım, Allah’ım ben hazırım, ben hazırım. Senin hiçbir ortağın yoktur. Ben hazırım” diye bağırarak, ağlayarak, sızlanarak, feryâdu figan ederek ulasır, Iste Rasûlullah salalahu aleyhi vasellem bu hususa şu mübarek sözüyle işaret buyurmuştur,
(En mükemmel) hac, yüksek sesle bağırmak ve kurban kanı akıtmaktır: Pek çok hadislerde erkeklerin yüksek sesle telbiye getirmeleri teşvik edilmiştir. Bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur, “Cebrâil aleyhisselam bana, <Ashabına yüksek sesle Lebbeyk demelerini emret> dedi.” Şu açıktır ki, feryadu figan ederek çığlık atmak aşkın canıdır.
Dostlar, Allah için bırakın ağlayayım, uğraşmayın benimle
Kendimi tutar, ağlamazsam acı çekerim buna ilave
Feyradda, figanda, inlemekte, çığlıkta, ağlamaktayım
Dinleyenin gücü varsa kalbimin derdini anlatayım
Bu heyecan, istırab, feryad ve figan ile (hacı) sonunda sevgilinin şehrine ulaşır ve Mekke-i Mükerreme’ye dahil olur. Araya araya gidip vardık onun evine Yol gösterdi bana, yolunu kaybetmiş gönlüm Cezb’i gönül ulaştırdı bugün yârin köyüne Hayattayken Cennet bahçesine dahil oldum Ben mürşidim Hz. Mevlânâ Halil Ahmed Newverallahu Merkadehứnun pek az şiir okuduğunu duydum. Ancak hacca gittiklerinde ve Mescid-i Haram’da otururken onun çok acayib bir üslub ile şu şiiri okuduğunu duydum:
Biz neredeyiz, nerede bu gül kokusu
Ey Bâdisabâ, sana minnettarız kucak dolusu
Bir gönül ki, mahvolmuş… Bir kalp ki, gerçekten sevgiden yaralanmış… Mahbûbunun evine ulaşınca o anda onun başından neler geçer ve o neler düşünür? Bunlar kelimelerle ifade edilemez.
Aşığın maşuka bakma gücü nerede var mı ki?
Bayılmak, Musaʼyı Tür üzerinde durdurmadı ki
Ey gönül, bu vuslat gecesi yarın bir daha ele geçmez
Olabildiğince tadını çıkar, bugün bir daha gelmez
Ondan sonra o kişi artık yaptığı işlerde herhangi bir kâide ve kanuna tabî değildir. Bazen sevgilisinin evinin etrafında dolaşır, O’nun kapısını, duvarını ve eşiğini öper, gözlerini sürer, alnını başını sürter.
Başımı korku içinde dağlardan sakınıp getirdim
Sevgilinin şehri başındaki eşik ve kapı için
Bir şehri tavaf etmeye gitmemiz gerekmez bizim
Kabe zâhidlere lazımdır, meyhane ayyaş için
Tavaf, Hacer-i Esved’i öpmekle başlar. O, hadisi şerifte Allah’ın mübarek eli olarak tabir edilmiştir. Onu öpmek sanki Kerim olan Mevla’nın kudret elini öpmek gibidir. Bu ise topraktan yaratılan bir varlığa bu saadeti bahşeden Mâlik’in sonsuz lütuf ve keremidir. Aşıklara göre mahbûbun evini, kapısını, duvarını, eşiğini, elini ve ayağını öpmek öyle gereklidir ki, belki de bunu herhangi bir ifade tarzı ile kendine en önemli maksad edinmemiş gönül ehli hiçbir şair yoktur.
Diyardan, sevdiğimin diyarından geçerim
Gidip o duvarı, bu duvarı öperim
Başımı ayakları üzerine koyunca şöyle dedi: Bakın
Ne kadar boş ve manasızdır senin davranışın
Hiç kimse iltifat etmesin sakın bana
Hasretim, gülümseyerek senin böyle konuşmana
Ben İstirahat edip dinleneyim
Ayaklarının altna sürünürken gözlerim
Kimileri yolda ayaklar altına aldılar kalbimizi
Biz ise birilerinin ayak izlerine sürüyoruz gözlerimizi
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem mübarek dudaklarını Hacer-i Esved’in üzerine koydu. Uzun bir müddet böyle kaldı ve gözlerinden yaşlar boşandı. Sonra Hz. Ömer radıyallahu anh’ın da ağladığını görünce, “Ağalanacak yer işte burasıdır” buyurdu.
Bizim destanımız şudur kısaca
Gözlerden kendi kendine yaşlar boşanmakta
Soluk yanaklarım üzerinde aşk kanı süzülmekte
Bahar ve hazânın rengi aynı görünmekte
Toprağa kadar ulaştı gözyaşlarım
Göklere kadar yükseldi feryatlarım
Yaşlı gözlerimin bu hali nedir benim
Eteklerime kadar kırmızıya boyandı gömleğim
Gözyaşı yağmuru gözlerimden akmazdı
Gam bulutu kalbimi kaplamasaydı
Kâbe-i Şerif’in örtüsüne yapışmak ve sarılmak da aşıkların şânından hususi bir manzaradır. Zira mahbûbun eteğine yapışmak da aşkın tezahür ettiği yerlerden özel bir mazhardır.
Güzelliğe yemin olsun. Ey aşkın bitirdiği adam
Kimse ayıramasın seni, eteğini tut ki sağlam
Ey cunûn! Dîvânelik şunu da yaptı
Bahar rüzgarının eteğini de bıraktı
Uzun bir zaman sonra eline geçtiyse birinin
Senin gömleğin, onu niçin terk etsin
Onun eteğine yapışarak şöyle dedim o an
Artık hiç bırakır mıyım, ey perileri kıskandıran!
Gülümseyerek ve nazlanarak şöyle dedi bana
Aşkını mı izhar ediyorsun, zor mu kullanıyorsun bana
Kabe-i Şerif’in duvarının hususi bir hissesi olan Mültezem mũbarek bir yerdir. Özellikle bu yerde dua kabul olunur. Hadiste şöyle geçmektedir; Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve Ashab-i Kiram ona yapışırlar ve yüzlerini ona sürerlerdi.
Bugün Erşedi gördük acâib bir hâl içinde
Ağlıyordu o birinin duvarının dibinde
Sâfâ ve Merve arası
Ondan sonra Sâfâ ve Merve arasında koşmak da bu mecnûnâne şeklin keyif verici bir manzarasıdır. Şöyle ki, baş açık, ne gömlek var ne de şalvar, (sadece ihram denilen iki bez parçası) buradan oraya, oradan buraya koşa koşa gidip gelmektedirler.
Dîvânelikte, neden sevilmesin ki dolaşmak sahrada
Yaralar lezzet bulurlar dikenlerin ucunca
Artık hiçbir sûrette rahat yoktur bu kalbe
O nazlı bakış biüyüledi de soktu bu hâle
Bu aciz için hayır duası yapacaksan ey sûfi
De ki; Mâşukların sokaklorında gezenlerin artsın bu hâli
Yani ey sûfi efendil Eğer sen bu aciz için hayır duası yaparsan şu duayı yap; “Mâşukların sokaklarında gezip duranların bu håli daha da artsın”. Işte bu izdırap, elem, perişanlık ve çöllerde kendinden geçip dolaşmanın tezahürüdür. Mesela, (hacı) sabah Mekke’de, gece Mina’da. Ertesi sabah Arafat’ın kıraç sahrasında olur. Akşam olur olmaz hızla Müzdelife’ye gelir. Sabahın erken saatlerinde oradan tekrar Minâ’ya, öğlen vakti Mekke-i Mükerreme’ye, akşama doğru tekrar Minâ’ya döner.
Leyla’nın aşkından daha az olabilir mi aşk’ı Mevlâ
Sokak sokak dolaşmaktır, daha üstün ve daha evlâ
Bednam aşık duramaz bir yerde
Gündüz bir yerdedir, gece bir yerde, sabah ve akşam bir yerde
Senin güzellik ve aşkını dilenmek benim için daha iyidir
Biz dilenen fakirleriz, kapılarda sürünmemiz gerekir
Kırlarda, sahralarda, yârin sokaklarında, virânelerde
Gölge gibi gezip tozarım bu dört tane yerde
Harâbeye dönen aşk uğrunda
Kapı kapı dolaşırım, yar diyarında
Mecnûn gibi, kalbin divâneliğinden bezeriz
Gece gündüz, dağları ve çölleri eler gezeriz
Bütün bunlardan sonra Minâ’da şeytanları taşlamak, aşıkların başına gelen bu divâneliğin ve aşk halinin son bölümünün görüntüsüdür. Aşığın divâneliği haddini aşınca, kendi işine engel gördüğü her şahsı taşlamaya başlar.
Aşk hususunda bana akıl vermeye çalışanı düşman bilirim
En sonunda kurban kesilir. Bu, aslında kişinin kendi canını kurban etmesidir. Allah celle celaluhu sonsuz rahmeti ve merhameti ile onu bir hayvan kurban etmekle yani kişinin malını feda etmesiyle değiştirdi. İşte bu, aşkın son sınırı ve son halidir.
Ayrılık derdine ölüm çare olacaksa olsun
Gaslı-meyyit, bizim için guslü-shhat olacaksa olsun
Ölümdür âşığın tek devâsı
Ondan daha güzel yoktur pek devası
Birinin kılıcı olsun, benimde boynum olsun
Istıraplı kalbimin arzusu tamam olsun
Ey ölüm çabuk gel ki, bu kavga bir yerde bitsin
Gönül ne zamana kadar firak gecesinin acısını çeksin
Yaralı halimde beni ölüm döşeğinde bırakıp kaçmakta
Ey şehâdet aşkı, git onu durdur Allah aşkına
Bunlar haccın aşkla ilgili olan manzarasının kısa kısa işaretleridir. Kalbinde sevgiden bir iz, bir yara bulunan, başından aşk divâneliği geçmiş bulunan kimse, oraya ulaşınca bu seferin her safhasının bu aşk tezahürünü tam olarak içine aldığını görür. Bunun tafsilatı için defterler yetmez. Zaten duygular kağıtlar üzerine aksetmez. Kalb derdini uzaktan size nasıl dinletelim Âh’u vâh sadâlarını posta ile nasıl gönderelim Kağu tamam, kalem tamam, biz tamam Aşk destanının tamamı henüz nâ tamam Bunlara ilave olarak haccın hikmetlerini veya Allah celle celaluhunun herhangi bir hükmünün hikmetlerini kim ne kadar anlatabilir ki? Allahu Teâlâ’nın her hükmünde o kadar hikmetler vardır ki, onlardan pek çok faydalara akıllarımız dahi ulaşamaz. Her hüküm hakkında düşünüldükçe günden güne daha fazla faydalar anlaşılmaktadır. Her şahıs kendi anlayabildiği kadar onlar üzerinde düşünmektedir.
(Fezaili Hac sayfa 45)
Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de