ÖNSÖZ
Allah celle celaluhu’na hamd ve Rasûlu’ne salât’ü selam’dan sonra , bu kitapta mübarek Ramazan hakkında rivayet edilen bir kaç hadisin izahı yapılmıştır . Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in müslümanlar için her konuda buyurmuş oldukları teşvik ve faziletlerin asıl şükrü ve kadri , onları yerine getirmek uğrunda can feda etmektir . Fakat bizim ihmalimiz ve dine karşı ilgisizliğimiz günden güne o kadar artmaktadır ki , o fazilet ve teşviklerle amel etmek bir tarafa , onlara iltifat ve teveccüh bile kalmamıştır. Nihayet şimdi insanların bu husustaki bilgileri de çok azalmıştır.
Bu sayfaların gayesi şudur : Eğer cami imamları , teravih kildıran hafızlar ve az da olsa dinle ilgilenen okumuş kişiler , Ramazan’ın ilk günlerinde bu risaleyi camilerde ve topluluklarda okurlarsa Allah’ın rahmetinden ümit edilir ki , sevgili Peygamberinin mübarek sözleri hürmetine , bizler mübarek ayın kadrini bilip onun bereketlerine daha fazla yönelmiş oluruz . Böylece iyi amellerin artmasına ve kötülüklerin azalmasına sebep oluruz . Rasûlullah sallallahu aleyhi veselem şöyle buyurmuştur : ” Senin sayende Allah’ın bir kişiyi hidayete erdirmesi senin için (çok kıymetli mal sayılan ) kırmızı develerden daha üstün ve hayırlıdır ” .
Mübarek Ramazan ayı müslümanlara Cenâb’ı Hakk’ın büyük bir ikramıdır . Fakat bu , o ikrama değer verdiğimiz takdirde olur . Yoksa bizim gibi mahrumlar için bir ay boyunca Ramazan Ramazan diye bağırıp çağırmaktan başka kazanç yoktur . Bir hadiste buyuruluyor ki : ” Eğer ümmetim Ramazan’ın ne olduğunu bilselerdi , bütün senenin Ramazan olmasını arzu ederlerdi ” . Sene boyu oruç tutmanın güç yetecek bir iş olmadığını herkes bilmektedir . Ancak Ramazan’ın sevabının büyüklüğünü karşılaştırmak için Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “ Insanlar ( bütün senenin Ramazan olmasını ) arzu ederlerdi ” buyurmuştur . Bir hadiste şöyle geçmektedir : ” Mübarek Ramazan’ın oruçları ve her ay tutulan üç gün oruç , kalpteki eğrilik ve vesveseleri giderir . ” Mutlaka bir önemi vardı ki , Sahâbe – i Kirâm ridvanullahi aleyhim Ramazan ayında cihad yolculuğunda iken , Rasûlullah sallallahu aleyhi veseller’in oruçlarını bozmalarına defalarca müsaade etmesine rağmen yine de oruç tutmaya özen göstermişlerdir . Nihayet Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem emir vererek oruç tutmalarını yasaklamak zorunda kalmıştı .
Sahih – i Müslim’deki bir hadiste şöyle buyurulmaktadır : Sahâbe – i Kirâm radiyallahu anhum , bir savaş yolculuğunda bir yerde konakladılar . Sıcak çok şiddetliydi . Yoksulluk sebebiyle her birinin güneşin sıcağından kendilerini koruyabilecek elbiseleri yoktu . Bir çok kimse elleriyle güneşin yakıcı ışınlarından korunma ya çalışıyordu . Bu durumda bile çoğu oruçlu olduğundan ayakta durmaya tahammül edemeyip yere yığılıp kalmışlardı . Demek ki , Sahâbe – i Kirâm’ın bir kısmı daima bütün seneyi oruçlu geçirirlerdi . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’den rivayet edilen yüzlerce hadiste Ramazan’ın çeşitli faziletleri nakledilmiştir . Onları toplayabilmek benim gibi bilgisiz birinin gücünün dışındadır . Bir de bunları genişçe yazarsam , okuyanların usanacağı kanaatindeyim . Çünkü zamanimizda dinin emirlerine karşı ilgisizliğin ne kadar arttığını açıklamaya gerek yoktur . İlim ve ameldeki aldırmazlığın ne kadar artmakta olduğunu herkes kendi halini düşünerek anlayabilir . Bu bakımdan yirmi bir hadisle yetinip bunları üç bölüme ayırıyorum :
Birinci bölümde Mubarek Ramazan ayının faziletleri hakkında on hadis ,
İkinci bölümde Kadir gecesi hakkında yedi hadis ,
Üçüncü bölümde de Itikaf hakkında üç hadis anlatılmıştır .
Son olarak uzun bir hadisle bu küçük kitabı bitirdim . Allahu Teâlâ , Kerim olan Zât’i ve sevgili Peygamberi sallallahu aleyhi vesellem hürmetine bunu kabul ederek , ben günahkara da bunun bereketlerinden faydalanmayı nasip eylesin .
Muhakkak O bol bol ihsan eden , çok cömert ve kerem sahibidir .
BİRİNCİ BÖLÜM
RAMAZAN AYININ FAZİLETLERİNE DAİR HADİSLER
1. Hz. Selman radıyallahu anh diyor ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Şaban ayının son günü bize hitap ederek şöyle buyurdu: “Ey insanlar, üzerinize büyük ve bereketli bir ay gelmektedir. Onda bir gece (Kadir gecesi) vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Allahu Teâlâ, o ayın orucunu farz kılmış ve gece ibadetini (teravih’i) çok değerli bir nafile kılmıştır. Kim bu ayda bir iyilik (nafile) ile Allah’a yaklaşırsa Ramazan dışında bir farzı yerine getiren gibidir. Kim de bu ayda bir farzı yerine getirirse bu ayın dışında yetmiş farzı yerine getiren gibidir. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennet’tir. Bu ay insanların acılarına ortak olma ayıdır. Bu ay Mü’minin rizkının arttırıldığı aydır. Kim bu ayda bir oruçluyu iftar ettirirse, bu onun bütün günahlarının bağışlanmasına ve Cehennem ateşinden kurtulmasına sebep olur. Oruç tutanın sevabından bir şey eksiltilmeden aynı sevab ona da verilir.” Sahâbe-i Kirâm radıyallahu anhum dediler ki, “Ya Rasûlallah, hepimiz oruçluyu iftar ettirecek (bolluğa) sahip değiliz.” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, “(Bu karın doyurmaya bağlı değil) Allahu Teâlâ, bu sevabı bir hurma ile, bir yudum su ile veya bir tadımlık süt ile iftar ettirene de lütfeder. Bu öyle bir aydır ki, başlangıcı rahmet, ortası mağfiret ve sonu ise Cehennem ateşinden kurtulmaktır. Kim bu ayda kendisine hizmet edenlerin işlerini hafifletirse, Allahu Teâlâ onu bağışlayıp Cehennem’den azad eder. Siz bu ayda dört şeyi çokça yapınız. Onlardan ikisiyle Rabbinizi razı edersiniz, diğer iki şeyi de yapmaktan başka çareniz yoktur. Rabbinizi razı edeceğiniz iki şey, Lâ ilahe illallah (yani Kelime-i Tevhid)i söylemek ve istiğfar etmektir. Kendisinden başka çareniz olmayan iki şey ise Cennet’i istemeniz ve Cehennem’den Allah’a sığınmanızdır. Kim bir oruçluyu su ile iftar ettirirse, Allahu Teâlâ ona-(Kıyamet günü) benim havzımdan öyle bir su içirir ki, Cennet’e girene kadar bir daha susamaz.” (Ibn-i Huzeyme, Beyhâki)
İZAH: Muhaddisler (hadis alimleri) bu hadisin bazı ravileri hakkında söz etmişlerdir. Ancak fazilet bildiren hadislerde bu kadarcık bir zayıflık önemli değildir. Ayrıca bu hadiste geçen konuların çoğu diğer hadislerle desteklenmiştir.
Bu hadisten bir kaç mevzu anlaşılmaktadır. Birincisi, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek Ramazan’ın bir saniyesinin bile gaflet içinde geçmemesi için özellikle Şaban ayının sönunda nasihat ederek insanları uyarmıştır. İkincisi, nasihatında bütün ayın faziletlerini açıkladıktan sonra, bazı önemli konulara özllikle dikkat çekmiştir. İlk önce Kadir gecesinin gerçekten çok önemli bir gece olduğunu anlatmıştır (bunun açıklaması kitabın ikinci bölümünde ayrıca gelecektir). Ondan sonra Allah’ın o aydaki orucu farz kıldığı ve gece ibadetini, yani teravihi sünnet kıldığı buyurulmuştur. Bundan anlaşılıyor ki, Teravih kılma emri de bizzat Allah celle celaluhu tarafından gelmiştir. O halde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in “Bu sünnettimdir” diye Teravih’i kendine mensup etmesini bildiren hadislerin maksadı, bunu te’yid edip pekiştirmektir. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem teravih kılınması üzerinde çok dururdu. Bundan dolayı bütün mezhep imamları Teravih’in sünnet olduğuna ittifak etmişlerdir. Burhan adlı kitapta yaziyor ki, müslümanlar arasında Rafizilerden baska hic bir kimse Teravih’i inkar etmemektedir. Büyük hadis alimi Mevlânâ Sah Abdulhak Dehlevi rahmetullahi aleyh Ma Sebete bis-Sünneh adli eserinde bazı fikih kitaplarından şöyle naklediyor: “Bir belde halkı teravihi terk ederlerse onu bıraktıklarından dolayı müslümanların devlet başkanı onlarla savaşmalıdır.”
Burada özellikle şu konuya dikkat edilmesi gerekmektedir. Bir çok kimseler “Bir camide sekiz-on günde Kur’an’ı (teravih’te) dinleyelim de sonra serbest kalalım” diye düşünmektedirler. Halbuki burada iki ayrı sünnet olduğunu bilmek gerekir. Kur’an-ı Kerim’in tamamını teravih namazında okumak veya dinlemek başlı başına bir sünnettir.’(Ramazan’da teravih namazını hatimle kılma sünneti İslam ülkelerinin çoğunda uygulanmaktadır. Hatta bir Ramazan’da teravih namazında Kur’an-ı Kerim’i bir kaç kere hatim yapan yerler de vardır) Ramazan boyunca teravih namazı kılmak da ayrıca bir sünnettir. Öyleyse bu durumda (bir kaç günde teravih namazında Kur’an’ı bitirmekle) sadece bir sünnete göre amel edilmiş, diğeri (yani Ramazan boyunca teravih kılmak) ise ihmal edilmiş olur. Ancak, Ramazan’da yolculuk veya başka sebeplerden dolayı teravihi bir yerde kılmaları zor olan kimseler eksik kalmaması için önce Kur’an-ı Kerim’in tamamını bir kaç günde (teravih namazında) din- lemelidirler. Sonra nerede vakit bulurlar ve ellerine fırsat geçerse teravihi kılmalıdırlar. Böylece hem Kur’an’ın hatmi eksik kalmamış olur hem de kendi işlerine bir zarar gelmemiş olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem oruç ve teravihi anlattıktan sonra farz ve nafile olan bütün ibadetlere önem verilmesine dikkat çekmiştir. Şöyle ki, bu ayda yapılan nafile bir ibadetin sevabı diğer aylarda işlenen farzlara eşittir. Bu aydaki bir farzın sevabı ise diğer aylardaki yetmiş farz sevabına eşittir. Burada (yeri gelmişken) biraz da kendi ibadetlerimize bir göz atmamız gerekiyor. Acaba bu mübarek ayda farzlara ne kadar dikkat ediyoruz. Nafile ibadetlerimizde ne kadar artış oluyor? Bir düşünelim. Farzlara gösterdiğimiz gayrete gelince, sahur yemeğini yedikten sonra öyle uykuya dalıyoruz ki, çoğu zaman sabah namazı kazaya kalıyor. En azından çoğu kimseler sabah namazını cemaatle kılamıyorlar. Bir bakıma Allah’ın en üstün dereceli bir farzını tamamen kazaya bırakmakla veya eksik kılmakla sahur yemeğinin şükrü edâ edilmiş oluyor! Usûl-u Fikih alimleri cemaatle kılınmayan bir namazın eksik olarak edâ edildiğini söylemişlerdir. Bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Mescide yakın otu- ranların mescid dışında kıldıkları namazlar (bir bakıma) geçerli değildir”. Mezâhir-i Hakk adlı kitapta şöyle yazılmıştır: “Kim bir özrü olmadan cemaatten ayrı namaz kılarsa ondan farz borcu düşer ama namaz sevabı alamaz.” Bunun gibi çoğu kimseler akşam namazını cemaatle kılmayı iftar uğruna feda etmektedirler. Artık birinci rekata veya ilk tekbire yetişmenin sözümü olur? Yine bir çok kimseler teravih namazının ihsanına karşılık, yatsı namazını vaktinden önce kılmaktadırlar. Mübarek Ramazan’da en önemli farzlardan olan namazlarımızın hali işte budur… Bir farz karşılığında üç farzı zayi ediyoruz. Zaten bu üç namaz çoğu zaman zayi edilmektedir. Yoksa öğlen istirahatından dolayı öğle namazının, iftarlık alış verişinden dolayı ikindi namazının zayi edildiğini gözler görmüştür. Aynı şekilde Mübarek Ramazan’da diğer farzlara ne kadar önem verildiğini artık siz kendiniz düşünebilirsiniz. Farzların hali böyle olunca nafileler sorulur mu? İşrak ve kuşluk namazları uykuya feda edilmektedir. Evvabin namazı nasıl kılınsin, henüz iftar edilmiş, biraz sonra kılınacak olan teravih namazının korkusu da var. Teheccüd vakti ise tam sahur yemeği vaktidir. Öyleyse nafile ibadetlere fırsat nerede? Fakat bütün bunlar ilgisizlik ve önemsemezliktendir.
Binlerce bahane bulursun, sen istemedikçe..
Allah’ın nice kulları vardır ki, onlar aynı vakitler içinde bütün bunları yapmak için fırsat bulabiliyorlar. Ben, üstadım Mevlânâ Halil Ahmed Efendi’yi (Allah kabrini nurla doldursun) bir çok Ramazan’da gördüm ki, çok yaşlı ve zayıf olmasına rağmen akşam namazından sonra nafile namazlarda yirmi beş sayfa Kur’an okur yahut dinletirdi. Ondan sonra yarım saat içinde yemek ve diğer ihtiyaçlarını görürdü. Daha sonra Hindistan’da kaldığı zamanlarda iki veya daha fazla saati teravih kılmakla geçirirdi. Medine-i Münevvere’de kaldığı zamanlarda yatsı ve teravih namazını yaklaşık üç saatte bitirirdi. Ondan sonra mevsimlerin değişmesine göre iki-üç saat istirahat ederdi. Teheccüd’de Kur’an-ı Kerim okur, imsak vaktinden yarım saat önce sahur yemeği yerdi. Sonra sabah namazına kadar bazen ezbere Kur’an okur bazen de devamlı yaptığı dualar ve zikirlerle meşgul olurdu. Sabah namazını ortalık aydınlanırken kıldıktan sonra işrak vaktine kadar Murakabeye dalardı. Sonra takriben bir saat istirahat ederdi. Ondan sonra yaklaşık saat on ikiye kadar, yazın da saat bire kadar Bezl-ül- Mechûd’ adlı eserini yazardı ve gelen mektupları gözden geçirip cevap yazdırırdı. Sonra öğlen namazına kadar istirahat eder, öğle namazından sonra ikindiye kadar Kur’an-ı Kerim okur, ikindiden akşama kadar tesbihatla meşgul olur ve gelenlerle sohbet ederdi. Bezl-ül-Mechûd adlı eserini tamamladıktan sonra sabahın bir kısmını Kur’an-ı Kerim okumakla, bir kısmını da çeşitli kitapları incelemekle geçirirdi. Bezl-ül-Mechûd ve Vefâ’ul Vefa adlı eserlerini daha çok bu vakitlerde incelerdi. Bu meşguliyetlerinde Ramazan’da özel bir değişme olmazdı. Çünkü bunlar devamlı meşgul olduğu nafilelerdi. Adı geçen nafile ibadetlere sene boyunca ihtimam gösterirdi. Yalnız Ramazan ayında namaz rekatları daha uzun olurdu. Elbette mübarek Ramazan’da ayrıca özel ibadetleri olan bu gibi zâtlara uymak da herkesin kârı değildir.
Şeyhûl Hind Mevlânâ Mahmud-ûl Hasan rahmetullahi aleyh hazretleri, teravih namazından sonra sabaha kadar nafile ibadetlerle meşgul olur, çeşitli hafızlardan sıra ile Kur’an-ı Kerim dinlerdi. Mevlânâ Şah Abdûrrahim Raypuri rahmetullahi aleyh hazretleri, mübarek Ramazan’da gece gündüzü sadece Kur’an-ı Kerim okumakla geçirirdi. Mektub dahi okumaz ve kimseyle de görüşmek istemezdi. Yalnız teravihten sonra bazı hususi hizmet edenlerin bir iki fincan çay içene kadar yanında bulunmalarına müsaade ederdi.
Büyüklerin bu halleri gözucu ile okuyup geçmek veya onlar hakkında gönül eğlendirici bir kaç söz söylenmiş olsun diye değil, aksine (herkesin) kendi gücüne göre onlara uyması ve elden geldiği kadar (bu amelleri) yerine getirmesi için yazılmıştır. Çünkü her yol kendine ait üstün sıfatlardan dolayı diğerinden üstündür. (Ramazan’da) dünyevi işlerle uğraşmaya mecbur olmayanlar için on bir ayı zâyi ettikten sonra bir ay ölürcesine (ibadet için) gayret göstermeleri ne güzel olur. Belirli saatlerde dairede bulunması gereken memurlar, sabah görevlerine başlayacakları saate kadar Kur’an okumakla geçirmelerinde ne zorluk vardır? Nitekim, onlar dünyevi ihtiyaçları için mesai saatleri dışında vakit ayırabilmektedirler. Çiftçiler ise ne birinin emri altında ne de değiştiremeyecekleri şekilde belirli bir çalışma saatine bağlılıkları vardır. Böylece tarlada otururken Kur’an-ı Kerim’i okuyamayacakları bir durum yoktur. Tüccarlar hiç bir zorluk olmadan bu mübarek ayda dükkana verdiği vakti biraz azaltabilirler veya en azından dükkanda işi ile birlikte Kur’an-ı Kerim’i okuyabilirler.
Bu mübarek ayın Allah’ın kelâmı ile özel bir münasebeti vardır. Bundan dolayı genellikle Allahu Teâlâ’nın bütün kitapları bu ayda inmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in tamamı Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına ve oradan duruma göre azar azar yirmi üç senede dünyaya inmiştir. Bundan başka Hz. İbrahim aleyhisselam’a inen sahifeler bu ayın birinde veya üçünde verilmiştir. Hz. Dâvûd aleyhisselam’a Zebûr Ramazan’ın on iki veya on sekizinci gününde verilmiştir. Hz. Musa aleyhisselam’a Tevrat Ramazan’ın altısında, Hz. Isa aleyhisselam’a İncil Ramazan’ın on iki veya on üçünde verilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, bu ayın Allah’ın kelâmı ile hususi bir münasebeti vardır. Bundan dolayı bu ayda Kur’an-ı Kerim’in çokça okunması rivayet edilmiştir. Büyük zâtlar da bununla amel etmişlerdir. Hz. Cebrâil aleyhisselam her sene Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’in tamamını Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e dinletirdi. Bazı rivayetlere göre Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den dinlerdi. Bu iki hadisi göz önünde tutarak alimler yaygın olarak yapılan mukâbele (karşılıklı Kur’an okuma)’nın müstehab olduğu görüşüne varmışlardır. Kısaca mümkün olduğu kadar (bu ayda) Kur’an okumaya özel bir gayret gösterilmelidir. Kur’an okumaktan artan vakitleri de boşa geçirmek doğru değildir. Çünkü Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hadisin sonunda bilhassa dört şeye dikkatleri çekmiş ve bu ayda onların çokça yapılmasını emretmiştir. 1-Kelime-i Tayyibe, 2-Istiğfar, 3-Cennet’i kazanmak için dua etmek, 4-Cehennem’den kurtulmak için dua etmek. Ele geçen zamanı bu dört şeye sarfetmeyi saadet bilmelidir. İşte böyle yapmak, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in sözlerinin kıymetini bilmektir. Bir kimse kendi dünyevi işleriyle meşgul iken diliyle Salavat-i Şerife veya Kelime-i Tevhid’i söylemesinde ne zorluk vardır? Böylece yarın (ahiret’te) şöyle demeye yüzü olsun:
Zamanın eziyetleri içinde tutuldum kaldım
Ancak Seni hatırlamaktan gâfil kalmadım
Bundan sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bu ayın bazı hususiyetlerini ve adaplarını açıklamıştır. Birincisi, bu ay sabır ayıdır. Yani oruçtan veya başka şeyden dolayı sıkıntı gelirse, onlara cânı gönülden katlanmalı, çoğu kimselerin sıcak mevsimlere rastlayan Ramazan aylarında alışkanlık haline getirdikleri gibi kavga gürültü çıkarmamalıdır. Elde olmayan bir sebepten dolayı sahur yemeği yenmemişse, orucun matemi daha sabahtan başlamaktadır. Aynı şekilde teravihte bazı güçlükler hissedilirse buna büyük bir memnuniyetle katlanılmalıdır. Bunları müsibet ve âfet bilmemelidir. Çünkü böyle düşünmek çok büyük bir mahrumiyettir. Bizler bazı basit dünya işlerimiz uğrunda yemeyi, içmeyi, rahatı ve dinlenmeyi kısaca hepsini terk ediyoruz. Acaba Allah’ın rızasını elde etmenin karşılığında bunların ne değeri olabilir ki?
Daha sonra (hadiste) bu ayın acıları paylaşma ayı olduğu bildirilmiştir. Yani fakir ve yoksulların gönlünü almak ve kendi iftarlığı için on çeşit yemek hazırladıysa, en azından bunlardan bir kaç çeşit de fakirler için ayırmalıdır. Halbuki asıl iyilik onlara verdikleri kendininkinden daha üstün olmasa da eşit olmasıdır. Kısaca, mümkün olduğu kadar kendi iftar ve sahur yemeğimizden fakirlere muhakkak bir pay ayırmalıyız. Sahâbe-i Kirâm ümmet için dini yaşamış olan örneklerdir. Dinin her bölümünü o kadar açık bir şekilde yaşayarak göstermişlerdir ki, artık her iyi ameli tatbik etmek için geniş bir yol açılmıştır. Başkalarını da kendine tercih etmek ve dertlere ortak olmak hususunda o zâtlara uyabilmek yürekli kimselerin işidir. Bu hususta yüzlerce, binlerce hadiseyi duyunca hayret etmekten başka yapacak bir şey yoktur. Örnek olarak bir olayı yazıyorum: Ebû Cehm radıyallahu anh diyor ki; “Yermûk savaşında, ben amcamın oğlunu aramaya çıkmıştım. Eğer onda bir hayat eseri varsa, su veririm, elini yüzünü yıkarım diye bir de su kırbası almıştım. Birden onu yerde uzanmış olarak buldum. Ona su isteyip istemediğini sordum. İstediğini işaretle söyledi. O esnada yanındaki bir yaralı <Ah> çekti. Amcamın oğlu suyu içmeden önce işaretle ona gitmemi söyledi. Onun yanına gidip sorduğumda susuz olduğunu ve su istediğini anladım. Tam o sırada onun yanındaki yaralı da işaretle su istedi. O da suyu içmeden önce yanındakine gitmemi söyledi. Onun yanına ulaşıncaya kadar ruhunu teslim etmişti. Geri dönüp ikinci şahsın yanına varınca o da vefat etmişti tekrar geriye dönüp amca oğlunun yanına geldiğimde o da Allah’a kavuşmuştu.” İşte budur, sizin geçmişlerinizin başkalarını kendilerine tercih etmeleri! Kendileri susuz can verdiler ama tanımadıkları halde bir (din) kardeşinden önce su içmeye razı olmadılar.
Allah onlardan razı olsun ve onları razı etsin. Bizlere de onlara ittiba etmeyi nasip eylesin. Amin
Ruh-ul Beyan tefsirinde, Suyuti rahmetullahi aloyh’in Cami-us-Sağir ve Sahâvi rahmetullahi aleyh’in Makasid adlı eserlerinden nakledilen Hz. Ibn-i Ömer radıyalahu anhuma’nın rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle bu- yurmuştur: “Ümmetim içinde her zaman beş yüz evliya ve kırk ebdal bulunur. Onlardan biri ölünce hemen başka birisi onun yerini alır”. Sahâbeler, “Onların hususi olarak yaptıkları ameller nelerdir?” diye sorduklarında Peygamber sallalahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Onlar kendilerine zulmedenleri affederler, kötü davrananlara iyi davranırlar, Allah’ın lütfettiği rızkı insanların dert ve sıkıntılarına ortak olmak için dağıtırlar.” Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kim aç olanı doyurur, çıplağı giydirir, yolcuya geceyi geçirmek için yer verirse, Cenâb-ı Hak onu kıyametin dehşetinden emin kılar”. Yahya Bermeki rahmetullahi aleyh Sufyan-ı Sevri rahmetullahi aleyh için her ay bin dirhem harcardı. Sufyan rahmetullahi aleyh secde halinde onun için şöyle dua ederdi: “Allah’ım, Yahya benim dünyama kefil oldu, Sen de kendi lütfunla onun ahiretine kefil ol.” Yahya rahmetullahi aleyh vefat edince, onu rüyada görenler başından neler geçtiğini sorunca “Süfyan’ın duası sayesinde bağışlandım” dedi.
Daha sonra (başta geçen hadiste) Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem oruçlulara iftar ettirmenin faziletlerini anlattı. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kim Ramazan’da helal kazancından oruçluya iftar ettirirse, Ramazan gecelerinde melekler ona rahmet duası yaparlar. Kadir gecesinde Cebrâil aleyhisselam onunla müsafaha eder. Kiminle Cebrâil aleyhisselam müsafaha ederse (onun âlâmeti şudur ki,) o yufka yürekli ve gözü yaşlı olur”. Hammad bin Seleme rahmetullahi aleyh meşhur bir hadis alimidir. Her gün elli kişiye iftar yemeği vermeye gayret gösterirdi.”
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, iftar ettirmenin faziletini anlattıktan sonra bu ayın ilk bölümünün rahmet olduğunu söylemiştir. Yani Allahu Teâlâ’nın insani müslümanlara yönelir ve bütün müslümanları umumi bir rahmet kaplar. Sonra kimler bunun sükrünü edâ ederse, bu rahmet onlar için arttırılır. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi arttırırım.” (Ibrahim-7)
Ramazan’ın ortalarında (ikinci on günde) mağfiret başlar. (İlk on günde) orucun bir kısmi tamamlandığından onun karşılığı ve ikramı, günahların affıyla başlamış olur. Ramazan’ın son bölümü ise Cehennem ateşinden tamamen kurtulmaktır. Daha pek çok hadislerde, Ramazan’ın sona ermesiyle birlikte Cehennem’den kurtuluş müjdeleri bildirilmiştir. Ramazan ayı yukarıdaki izahtan da anlaşıldığı gibi üç bölüme ayrılmıştır. Acizane benim kanaatime göre rahmet, mağfiret ve Cehennem’den kurtuluş olarak belirtilen bu üç bölümün arasında fark vardır: Insanlar üç kısımdır. Birincisi, üzerinde günah yükü olmayanlar. Onlar için Ramazan’ın başından itibaren rahmet ve nimet yağmurları başlar. İkinci kısım, günahı az olanlar. Onlar biraz oruç tuttuktan sonra oruçlarının bereketi ve karşılığı olarak bağışlanırlar ve günahları affedilir. Üçüncü kısım ise günahları çok fazla olanlardır. Onlar Ramazan’ın büyük bir bölümünde oruç tuttuktan sonra Cehennem’den kurtulmuş olurlar. Ne mutlu Razaman’ın başlangıcından beri rahmete mazhar olanlara ve günahları önceden bağışlanan kimselere! Onlar için kimbilir ne kadar birikmiş rahmet hazineleri vardır.
Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem mühim bir şeye teşvik etmiştir. Şöyle ki, emri altında bulunanlara bu ayda kolaylık gösterilmelidir. Nihayet onlar da oruç tutmaktadırlar. Aşırı çalışmaktan dolayı oruç tutmakta zorlanabilirler. Ancak iş fazla ise Ramazan’a mahsus, geçici olarak bir kaç işçi daha alınmalıdır. Tabii bu durum işçi oruç tuttuğu takdirdedir. Yoksa oruç tutmayan için Ramazan olsun olmasın eşittir. Birde şu zulüm ve utanmazlığı anlatmaya gerek var mıdır ki, işveren kendisi orucunu yerken, oruç tutan işçileri çalıştırmakta, üstelik namaz ve oruç sebebiyle işlerinde biraz yavaşlama meydana geldiğinde onlara utanmadan kızıp bağırmaktadır.
“O zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine (Cehennem’e) döneceklerini bileceklerdir.” (Şuarâ-227)
Bundan sonra Nebiyyi Muhterem sallallahu aleyhi vesellem Ramazan’da dört şeyi çokça yapmayı emretmiştir. Birincisi, Kelime-i Şehadet’tir. Hadislerde Kelime-i Şehadet’in zikirlerin en üstünü olduğu bildirilmiştir. Mişkât adlı hadis kitabında, Ebû Saîd el-Hudri radıyallahu anh şöyle bir hadis naklediyor: Hz. Musa aleyhisselam bir defa Allahu Teâlâ’ya şöyle niyazda bulundu; “Allah’ım, bana öyle bir dua öğret ki, ben onunla Seni zikredeyim ve dua edeyim”. Allahu Teâlâ, “Lâ ilahe illallah de” buyurdu. Hz. Musa aleyhisselam, “Bu kelimeyi Senin bütün kulların söylüyor. Ben özel bir zikir veya dua istiyorum” dedi. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Musa! Eğer yedi kat gökler ve orada yaşayanlar (melekler) ve yedi kat yerler, terazinin bir kefesine konsa, Kelime-i Tayyibe de diğer kefesine konsa Kelime-i Tayyibe ağır basar.” Bir hadiste şöyle geçmektedir: “Kim bu kelimeyi ihlasla (yalnız Allah rızası için) söylerse, gök kapıları onun için derhal açılır, Arş’a ulaşıncaya kadar önüne hiç bir engel çıkmaz. Yeter ki, onu söyleyen büyük günahlardan sakınmış olsun”. Herkesin ihtiyacı olan şeyleri çokça lütfetmesi Allah’ın devam ede gelen âdetindedir. Dünyaya dikkatlice bakarsak, hangi şeye ne kadar ihtiyaç varsa onun o kadar yaygın olduğunu görürüz. Mesela su, her- kesin ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Allahu Teâlâ sonsuz rahmetiyle onu ne kadar da bol vermiştir. Bunun aksine madenleri altına çevirme sırlarını araştıran boş ve faydasız bir ilim olan Simya’yı, (ismi olup cismi olmayan) anka kuşu gibi hayal ürünü yapmıştır. Kelime-i Tevhid zikirlerin en üstünüdür. Çeşitli hadislerden onun bütün zikirlerden üstün olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan kimse Kelime-i Tevhid’den mahrum kalmasın diye yaygın bir hale getirilmiştir. Buna rağmen bir kimse ondan mahrum kalırsa, bu o kişinin bedbaht oluşundandır. Hülasa Kelime-i Tevhid’in fazileti hakkında bir çok hadisler gelmiştir.’ Mevzuyu kısa tutmak için onlar burada yazılmamıştır.
Yukarıdaki hadiste çokça söylenilmesi istenen ikinci şey istiğfardır. Hadislerde istiğfar hakkında pek çok faziletler bildirilmiştir. Bir hadiste buyuruluyor ki, “Kim çokça istiğfar ederse, Allah ona her darlıktan bir çıkış yolu açar. Onu her türlü üzüntüden korur. Beklemediği bir şekilde ona rızık ulaştırır”. Başka bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Bütün insanoğlu günahkardır, en iyi günahkarlar tevbe edenlerdir”. İleride zikredilecek olan bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Insan günah işlediği zaman kalbinde bir siyah nokta belirir. Tevbe ederse temizlenir, yoksa devamlı kalır.
Daha sonra Peygamberimiz salalahu aleyhi vesellem kendilerinden başka çare olmayan iki şeyi istememizi emretmiştir. Biri Cennet’e kavuşmak diğeri Cehennemden kurtulmak. Allahu Teâlâ kendi lütfu ile bana da sizlere de nasip eylesin. Amin.
2. Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Ramazan’da ümmetime önceki ümmetlere verilmeyen beş özel şey verilmiştir; 1-Oruçlunun ağız kokusu Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. 2-Denizlerdeki balıklar bile onlar için iftar edinceye kadar dua (istiğfar) ederler. 3-Cennet hergün onlar için süslenir. Allahu Teâlâ şöyle buyurur; <Yakında Benim salih kullarım (dünyanın) meşakkatini üzerlerinden atıp sana geleceklerdir>. 4-Diğer aylarda yaptıkları kötülükleri bu ayda yapmasınlar diye azgın şeytanlar bağlanır. 5-Ramazan’ın son gecesi oruç tutanlar bağışlanır.” Sahâbe-i Kirâm, “Ya Rasûlallah, o (mağfiret gecesi) Kadir gecesi midir?” diye sorduklarında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Hayır, fakat (kâide şudur ki) işçiye ücreti, işini bitirdiğinde ödenir” buyurdu. (Ahmed, Bezzar, Beyhaki, Ibn-I Hibban)
İZAH: Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bu hadiste önceki ümmetlerin oruçlularına verilmeyen ancak bu ümmete Allah tarafından özel bir lütuf olarak verilen beş hususi (sıfat) bildirmiştir. Keşke biz bu nimetlerin kadrini bilseydik ve bu hususi nimetleri elde etmeye çalışsaydık.
1. Oruçlunun ağzından açlık yüzünden meydana gelen koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. Hadis alimleri (burada anlatılan) ağız kokusunun sekiz manaya geldiğini söylemişlerdir. Acizane ben, bunları Muvatta’nın şerhinde genişçe açıkladım.’ (Yazar, Imam Mâlik rahmetullahi aleyh’in Muvatta adlı hadis kitabına “Evcezul Mesâlik” adlı bir şerh yazmıştır. Arapça olarak yazılan altı ciltlik bu eser Muvatta şerhlerinin en üstünü sayılmaktadır.) Fakat kanaatime göre bunlardan üçü tercihe lâyıktır. Birincisi, Allahu Teâlâ ahirette bu kokunun karşılığı ve mükafatı olarak miskten daha güzel ve tesirli bir koku nasip edecektir. Bu mana açık olup (hadisteki ifadeden) hiç de uzak değildir. Ayrıca Dürrü Mensûr adlı kitapta geçen bir hadiste bu açıkça söylendiğine göre artık bu mana kesinlik derecesindedir. İkincisi, kıyamet günü kabirlerinden kalktıkları zaman oruç tutanlarin bir alâmeti olarak ağızlarından miskten daha güzel bir koku gelecektir. Üçüncüsü, (kanaatimce) diğer ikisinden daha uygun olan mana şudur; dünyada bile oruçlunun ağız kokusu Allah indinde misk kokusundan daha sevimlidir. Bu hal sevgi babındandır. Kimin birine sevgi ve bağlılığı varsa, onun hoş olmayan kokusu bile gönül veren biri için binlerce güzel kokudan daha üstün olur.
Ey biçare Hâfız Huten miskini (dünyayı) ne eylersin sen.
Kokusunu al, Ahmed’in saçlarındaki Adn Cennet’inin sen.
Oruçlunun maksadı, Allah’a en yakın olmak olduğundan bir bakıma o, Allah’ın sevdiği biri olur. Oruç Allahu Teâlâ’nın çok sevdiği ibadetlerdendir.
Bundan dolayı buyurulmuştur ki: “Her iyi amelin mükafatını melekler verir. Fakat orucun mükafatını Ben kendim veririm.” Bazı alimlerden nakledildiğine göre hadisteki kelime ‘dir. Yani, “Orucun karşılığı bizzat Ben’im” demektir. Öyleyse (insan için) sevdiğiyle buluşmaktan daha üstün hangi karşılık olabilir ki? Bir hadiste buyuruluyor ki: “Bütün ibadetlerin kapısı oruçtur.” Yani, oruç sayesinde kalp nurlandığından, her ibadete karşı istek doğar. Ancak bu durum, oruç tam bir oruç olduğu zaman olur. Sadece aç kalmak maksat deģildir. Aksine oruç âdaplarına uyarak tutulmalıdır. Bu âdaplar dokuz numaralı hadiste genişçe anlatılacaktır. Burada hatırlatmaya değer önemli bir mesele de şudur: Ağız kokusu ile ilgili bu hadise dayanarak bazı mezhep imamları oruç tutanın akşam üstü misvak kullanmasını menetmişlerdir. Hanefi mezhebine göre misvak kullanmak her zaman müstehaptır. Çünkü misvakla dişlerdeki koku gider. Hadiste zikredilen koku ise dişlerin kokusu değil, midenin boş olmasından doğan kokudur. Hanefi mezhebinin delilleri, fikıh ve hadis kitaplarında bu konunun bahsedildiği yerlerde bulunmaktadır.
2. İkinci özellik, oruçlulara balıkların istiğfar etmesidir. Bundan maksat dua yapanların çokluğunu anlatmaktır. Çeşitli hadislerde bu konu geçmektedir. Bazı rivayetlerde “Melekler onlar için istiğfar ederler” demişlerdir. Muhterem Amcam’.( Mevlânâ Ilyas rahmetullahi aleyh ) “Özellikle balıkların adının geçmesinin görünen sebebi, Allahu Teâlâ’nın şöyle buyurmasıdır” derdi:
“İman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rahmân (olan Allah, daha dünyada iken) bunlara bir sevgi verecek (onları gönüllere sevdirecektir)” (Meryem-96)
Hadis-i Şerif’te buyuruluyor ki: Allahu Teâlâ bir kulunu sevdiğinde Cebrâil aleyhisselam’a der ki: “Ben filan kulumu seviyorum, sen de onu sev” Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselam onu sevmeye başlar ve gökyüzündekilere, “Allah filanı seviyor, siz de seviniz” diye seslenir. Böylece gök ehli onu sevmeye başlar. Sonra yeryüzündekilerin kalplerine onun sevgisi konulur. Gerçi herkesin kendisine yakın olanları sevmesi genel bir kaidedir. Fakat Allah’ın sevdiği birinin sevgisi o kadar çok yayılır ki, sadece kendi yakınında bulunanlar değil, denizlerde yaşayan hayvanlar bile onu sever ve dua ederler. Karaları aşarak denizlere kadar ulaşması bir bakıma sevginin son noktasıdır. Ayrıca bundan kara hayvanlarının da dua ettikleri daha iyi anlaşılmış oluyor.
3. Üçüncü özellik, Cennet’in süslenmesidir. Bu da bir çok hadislerde zikredilmiştir. Bazı hadislerde “Senenin başından itibaren, Ramazan için Cennet süslenmeye başlar” buyurulmuştur. Bilindiği gibi bir misafirin gelmesine ne kadar önem verilirse, o kadar önceden hazırlık yapılır. Düğün hazırlıklarına da aylarca önce başlanır
4. Dördüncü özellik, azgın şeytanların bağlanıp hapsedilmesidir. Çünkü böylece mübarek Ramazan’da günahların şiddeti azalır. Ramazan ayındaki rahmetin coşması ve ibadetlerin artması yüzünden şeytanların insanları sapıtmak için daha çok çalışıp bütün güçlerini kullanmaları ve bu yüzden Ramazan’da günahların haddinden fazla çoğalması gerekmekteydi. Fakat bu ayda günahlarda kesin olarak geniş ölçüde bir azalma olduğu görülmektedir. Nice içki düşkünleri vardır ki, özellikle Ramazan’da içmezler. Aynı şekilde diğer günahlarda da apaçık bir azalma olur. Buna rağmen tâbi ki, günah işlenmektedir. Ancak bunların işlenmesinden dolayı bu hadise bir itiraz edilemez. Çünkü bu hadisde azgın şeytanların bağlanacağından bahsedilmiştir. O halde işlenen günahlar azgın ol- mayan şeytanların tesirinden ise bu (husus) hadise ters düşmemektedir. Yalnız, bazı hadislerde azgın kaydı geçmeden, genel olarak bütün şeytanların bağlanacağı bildirilmiştir. Bu rivayetlerden de azgın şeytanların kasdedildiği söylenebilir. Çünkü çoğu defa bir söz mutlak (kayıtsız şartsız) olarak kullanılır, ama diğer bir yerde onun kaydı belirtilir. O halde hadislerde bir çelişki yoktur. Eğer bu hadislerden bütün şeytanların hapsedilmesi kasdedilse bile, Ramazan’da günahların işlenmesinden dolayı bir çelişkiye düşülmemelidir. Çünkü her ne kadar günahlar şeytanların tesiriyle oluyorsa da, sene boyunca nefsin o günahlarla iç içe olması, onlara karışması ve onun zehirli tesirinin pekişmesi sonucu günahlara o kadar alışır ve tesir alır ki, artık şeytanların bir zaman orta- da bulunmayışını hissetmez. Bu yüzden şeytani düşünceler alışkanlık haline gelir. İşte bu sebepten Ramazan’ın dışında fazla günah işleyenler Ramazan’da da fazla günah işlemeye devam ederler. Nefis devamlı insanla beraber kaldığından bu ayda işlenen günahlar onun yüzündendir. Bir başka mesele de şöyledir: Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur; “İnsan bir günah işleyince kalbinde siyah bir nokta belirir. Gerçekten tövbe ederse o nokta silinir, yoksa orada kalır. İkinci defa günah işlediğinde ikinci nokta belirir. Hatta (günah işleye işleye) kalbi tamamen kararır da artık iyilik o kalbe tesir etmez olur”. Bu hususu Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklamıştır:
“Hayır. Doğrusu onların kalpleri paslanmıştır.” (Mutaffifin-17)
Bu durumda onların kalpleri günahlara kendiliğinden meyleder. İşte bundan dolayı bir çok kimseler (alışmış olduğu) bir nevi günahı çekinmeden işler. Fakat (alışmamış olduğu) başka bir günahla karşılaşınca kalbi onu reddeder. Mesela, içki içenlere domuz eti yemeleri söylenince tabiatları ondan nefret eder. Halbuki günah bakımından ikisi de eşittir. Bunun gibi Ramazan dışında günahlar devamlı işlendiğinden kalp onların rengine bürünür. Bu yüzden mübarek Ramazan’da o günahların işlenmesi için şeytana gerek kalmaz. Sonuç olarak, eğer bu hadiste bütün şeytanların bağlanması kasdedilmiş olsa bile, yine de mübarek Ramazan ayında günahların işlenmesinden dolayı bu hadiste bir çelişki meydana gelmez. Eğer azgın ve şerli şeytanların bağlanması kasdedildiyse, o zaman zaten bir mesele voktur. Benim acizane kanaatime göre bu açıklama daha üstündür. Herkes şunu düşünüp deneyebilir, műbarek Ramazan ayında bir iyilik yapmak veya bir günahtan kaçmak için Ramazan’ın. dışında kendini zorladığı kadar Ramazan’da zorlaması gerekmez. Biraz cesaret ve dikkat göstermek yeterli olur. Mevlânâ Şah Muhammed Ishak rahmetullahi aleyh’in görüşüne göre, bu iki hadis değişik insanlar için geçerlidir. Yani fasıklar için sadece büyük şeytanlar, salih kimseler için genel olarak her çeşit şeytanlar hapsedilir.
5. Beşinci özellik, Ramazan’ın son gecesinde oruç tutanların tamamı bağışlanır. Bu konu önceki hadisde geçmiştir. Ramazan gecelerinde en üstün gece Kadir gecesi olduğundan dolayı Sahâbe-i Kirâm, bu kadar büyük faziletin ancak o geceye ait olabileceğini zannetmişlerdir. Fakat Rasûlullah salallahu aleyhi vesellem Kadir gecesinin faziletinin ayrı bir şey olduğunu, bu ikramın ise ancak Ramazan’ın tamamlanmasından dolayı verileceğini bildirmiştir.
3. Hz. Ka’b bin Ucre radıyallahu anh’dan rivayetle, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bize minbere yaklaşmamızı emretti. Biz de yaklaştık. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem minberin birinci basamağına mübarek ayağıni koyunca “Amin” dedi. İkinci basamağa ayağını koyunca yine “Amin” dedi. Üçüncü basamağa ayağını koyunca yine “Amin” dedi. (Hutbeyi bitirip) inince, “Ya Rasûlallah, sizden daha önce duymadığımız şeyleri duyduk” dedik. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu, “Cebrâil aleyhisselam yanıma geldi, birinci basamağa çıktığımda <Ramazan’a yetiştiği halde günahları bağışlanmayan kimse helak olsun> dedi, ben de <Amin> dedim. İkinci basamağa çıktığımda, <Yanında senin ismin anıldığı halde sana Salavat-ı Şerife getirmeyen kimse helak olsun> dedi, ben de <Amin> dedim. Üçüncü basamağa çıktığımda, <Ana babası veya onlardan biri yanında yaşlandığı halde onların hakkını edâ etmediğinden dolayı Cennet’e giremeyen kimse helak olsun> dedi. Ben de, <Amin> dedim”. (Hakim, Taberanl)
İZAH: Bu hadiste Cebrâil aleyhisselam üç beddua yapmıştır. Peygamber salalahu aleyhi veselem üçüne de amin demiştir. Hz. Cebrâil aleyhisselam gibi Allah’a en yakın olan bir meleğin beddua etmesi az midır? Üstelik Rasalullah sallallahu aleyhi veselem’in amin demesinin bu bedduaları ne kadar ağırlaştırdığı meydandadır. Allahu Teâlâ kendi lütfu ile bizlere bu üç şeyden sakınmayı nasip edip bu kötülüklerden korusun. Yoksa helak olmamızda ne şüphe vardır. Dürrü Mensur’daki bazı hadislere göre Cebrâil aleyhisselam, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in amin demesini istemiş, bunun üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem de amin demiştir. Bundan meselenin ehemmiyeti daha çok anlaşılmaktadır.
1. Bu hadiste geçen ilk şahıs, üzerinden mübarek bir Ramazan geçtiği halde ba- ğışlanmayan biridir. Yani Allah’ın rahmetinin yağmur gibi yağdığı Ramazan gibi hayır ve bereket zamanı da gaflet ve günahlar içinde geçer. Netice olarak kişi Ramazan ayını da böyle kötü ameller ve kusurları yüzünden mağfiretten mahrum olarak geçirirse, artık onun bağışlanması için başka hangi vakit uygun olabilir? Böyle birinin helak olmasında ne şüphe vardır? Bağışlanmanın yolu ise şöyledir; Mübarek Ramazan’a ait ameller yani oruç ve teravih son derece dikkatle edâ edildikten sonra her zaman günahlara bol bol tevbe ve istiğfar edilmelidir.
2. Kendisine beddua edilen ikinci şahıs, yanında Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselem’in adı anıldığı halde ona Salavat’ı Şerife getirmeyen kimsedir. Bu konu daha bir çok rivayetlerde de zikredilmiştir. Bundan dolayı bazı alimlere göre Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in adı geçtiği zaman dinleyenler üzerine Salavat-ı Şerife getirmek vacip olur. Yukarıdaki hadisten başka daha bir çok hadislerde yanında Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek zikri edildiği halde ona Salavat-i Şerife getirmeyen kimse hakkında çok tehditler geçmiştir. Bazı hadislerde o kişi bedbaht ve cimri kimselerden sayılmıştır. Ayıca Zalim, Cennet’in yolunu kaybeden hatta Cehennem’e girecek olan ve Dinden uzak olan ifadeleri kullanılmıştır. Üstelik böyle birinin Peygamberimiz salalahu alayhi vesellem’in mübarek yüzünü göremeyeceği bildirilmiştir. Hakikatı araştıran alimler bu gibi rivayetleri tevil etmiş olabilirler. Ama şunu kim inkar edebilir ki, Salavat-i Şerife okumayan biri için Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in doğrudan anlaşılan sözleri o kadar ağırdır ki, onlara tahammül etmek çok zordur. Niçin olmasın ki, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetine yaptığı iyilikler o kadar çoktur ki, ne yazılanlar ne de konuşulanlar onları kuşatabilir. Bununla beraber Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ümmeti üzerine olan hakkı o kadar çoktur ki, onlara bakınca Salavat-i Şerife okuma- yanların hakkındaki her çeşit tehdit ve tenbihin yerinde ve uygun olduğu anlaşılmaktadır. Salavat-ı Şerife getirmenin faziletleri o kadar çoktur ki, onlardan mahrum olmak başlı başına nasipsizliktir, Sundan daha büyük hangi fazilet olabilir? “Kim Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e bir defa Salavat-i Şerife getirirse, Allahu Teâlâ ona on defa rahmet gönderir”, Bununla beraber meleklerin ona dua etmesi, günahların affolunması, derecelerin yükselmesi, Uhud dağı kadar sevab kazanması, onun için sefaatin vacib olması vs. gibi faziletler de buna ilavedir. Ayrıca Salavat-ı Serife’yi belli miktarda okumaya karşılık Allahu Teâlâ’nın rızası ve rahmeti, onun gazabından korunmak, kiyametin dehşetinden kurtulmak, ölmeden önce Cennet’teki yerini görmek gibi bir çok mükafatlar kararlaştırılmıştır. Bunlardan başka Salavat-ı Şerife geçim sıkıntısı ve fakirliği uzaklaştırır. Allah ve Rasûlu’ne yakınlık nasip olur. Düşmanlara karşi yardım nasip olur. Kalp, nifak ve günah pasından temizlenir. Insanlar onu sever. Hadislerde çokça Salavat-i Şerife getirmek hakkında daha bir çok müjdeler geçmektedir. Fıkıh alimleri ömürde bir defa Salavat-i Şerife’yi okumanın farz olduğuna ittifak etmişlerdir. Ancak, Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem’in mübarek ismi anılınca her defasında Salavat-ı Şerife getirmek vacip olup olmadığı hakkında alimler arasında görüş ayrılığı vardır. Bazı alimlere göre her defasında Salavat-i Şerife okumak vaciptir. Diğer bazı alimlere göre müstehaptır.
3. Hadiste zikredilen üçüncü şahıs, ana-babası yahut onlardan biri hayatta olup, Cennet’e girmeye hak kazanana kadar onlara hizmet etmeyen biridir. Bir çok hadislerde ana-baba hakları üzerinde iIsrarla durulmuştur. Alimler ana-baba haklarını şöyle yazmışlardır: Mubah işlerde onlara itaat etmeli, onlara karşı saygısızlık yapmamalı, müşrik olsalar dahi onlara karşı kibirli davranmamalıdır. Sesini onların sesinden fazla yükseltmemeli, onları isimleriyle çağırmamalıdır. Hiç bir işte onların önüne geçmemeli, iyiliğe çağırıp, kötülükten vazgeçirirken yumuşak olmalı, kabul etmedikleri takdirde yine onlarla,iyi geçinmeye devam etmeli ve onların hidayeti için dua etmelidir. Kısacası, her hususta onlara saygı göstermeye dikkat göstermelidir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Cennet kapılarından en değerli kapı Baba’dır. Istersen onu koru, istersen kaybet.” Bir sahâbi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e, “Ana-babanın hakkı nedir?” diye sorunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Onlar senin ya Cennet’indir ya da Cehennem’in. Yani onların rızası Cennet, darılmaları ise Cehennem’dir” buyurmuştur. Başka bir hadiste buyuruluyor ki; “Itaatkâr evladın sevgi ve şefkatle babasına bir defa bakması kabul olunmuş bir hac sevabına eşittir.” Diğer bir hadiste, “Allahu Teâlâ, şirkten başka dilediği günahların hepsini affeder. Ancak, ana babaya karşı gelmenin cezasını ölmeden önce daha dünyada iken verir.” buyurulmuştur. Bir gün bir sahâbi, “Ben cihada katılmak istiyorum” dedi. Pey- gamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Senin annen sağ mı?” diye sorunca, o “Evet sağ” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Ona hizmet et. Çünkü onun ayakları altında senin için Cennet vardır” buyurdu. Bir hadiste, “Allah’ın rızası babanin rızasında, Allah’ın gazabı ise babanın gazabındadır” buyurulmuştur. Daha başka hadislerde de ana babaya itaate önem gösterilmesi ve bunun faziletleri anlatılmıştır. Bir gafletten dolayı bu hususta kusur edip de artık ana babaları hayatta olmayanlar için yüce dinimiz bir çare göstermiştir. Nitekim bir hadiste buyuruluyor kl: “Ana babasına karşı geldiği bir durumda iken onları kaybeden kimse, onlar için bol bol dua ve istiğfar etmekle itaat edenlerden sayılır”. Bir di- ğer hadiste, “En üstün iyilik, babası ölen kişinin onun dostlarına iyi davranmasıdır” buyurulmuştur.
4. Hz. Ubade bin Samit radryallahu anh’dan rivayetle, bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ramazan’a yakın şöyle buyurdu: “Ramazan ayı (size) gelmiştir. O, çok bereketli bir aydır. Allahu Teâlâ o ayda sizlere yönelir ve hususi rahmetini indirir. Hataları affeder, duaları kabul eder. Sizin (hayırda) yarışmanıza bakar ve sizinle meleklere karşı övünür. O halde iyiliklerinizi Allah’a gösterin. Bedbaht kişi, bu ayda Allah’ın rahmetinden mahrum olandır.” (Taberâni, Terğib)
İZAH: Tenâfüs başkalarına bakarak hırsla iş yapmak ve yarışta diğerlerini geçmek için çalışmaktır. Övülmek ve yarışmak isteyenler, gelsinler de bu meydanda hünerlerini göstersinler. Gururlanmak için değil, Allah’ın verdiği nimetleri anlatmak için yazıyorum. Ehil olmadığım için her ne kadar bir şey yapmasam da aile efradımın çoğunun Kur’an-i Kerim okumakta bir birini geçmeye gayret etmelerini gördükçe hoşlanıyorum. Ramazan ayında ev işlerinin yanı sıra her gün rahatlıkla on beş, yirmi cüz’ü bitiriyorlar. Allahu Teâlâ rahmetiyle kabul ederek daha fazlasını yapmak için tevfik versin.
5. Hz. Ebû Said el-Hudri radıyallahu anh’dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Mübarek Ramazan’ın her gündüz ve gecesinde (Cehennem’de olanlardan) Allah’ın serbest bıraktığı kimseler vardır. Ve her müslümanın gece ve gündüz (muhakkak) kabul olunan bir duası vardır.” (Bezzar, Terğib)
IZAH: Bir çok rivayetlerde oruçlunun duasının kabul edileceği bildirilmektedir. Bazı hadislerde “Iftar vakti dualar kabul edilir buyurulmuştur. Fakat biz o sirada yemeklere öyle dalıyoruz ki, dua etmeve fırsat nerede, iftarın kendi duasi bile aklımıza gelmiyor. Meşhur iftar duası şudur:
Allahumme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve ala rizkıke eftartü. (Allah’ım ancak Senin icin oruç tuttum, Sana inandim, Sana tevekkül ettim, verdiğin rızıkla orucumu açıyorum).
Hadis kitaplarında bu dua kısa olarak geçmektedir. Hz. Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anhuma da şöyle dua ederdi:
Allahumme inni es’elüke bi rahmetikelleti vesiat külle şey’in en teğfireli (Allah’ım, herşeyi kuşatan rahmetinin hürmetine, beni affetmeni istiyorum).
Bazı kitaplarda bizzat Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dua ettiği bildirilmiştir.
Ya vasi’el fazli iğfirli (Ey lütfu bol olan Allah’ım, beni bağışla).
Hadislerde daha bir çok dualar geçmektedir. Fakat herhangi bir dua iftar için tayin edilmemiştir. Duaların kabul olunduğu o vakitte kendi ihtiyacınız için dua ediniz. Şayet hatırlarsanız, bu günahkarı da duanıza ortak ediniz, Ben isteyenim, isteyenin hakkı vardır.
Eğer bir işaret olursa, feyiz çeşmenden
Bizim işimiz olur, lütuf da olur senden
6. Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem söyle buyurmuştur: “Üç kişinin duası reddolunmaz. Oruçlunun iftar vaktindeki duasi, adaletli devlet reisinin duası ve mazlumun duası. Allahu Teâlâ mazlumun duasını bulutların üzerine çıkarır, gök kapıları onun için açılır ve Rabb (olan Allah) şöyle buyurur; <Izzetime yemin olsun ki, (bir hikmetimden dolayı) biraz gecikse de, elbette sana yardım edeceğim>” (Ahmed, Tirmizi, Terğib)
İZAH: Dürrü Mensûr’da Hz. Aişe radıyallahu anha’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ramazan ayı gelince Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in rengi değişirdi. Namazlarında artış olurdu. Dualarında çok yalvarıp yakarır ve vücudunu korku kaplardı.” Başka bir hadiste, “Ramazan’ın sonuna kadar yatağına gelmezdi” buyurulmuştur. Bir rivayete göre Allahu Teâlâ, Arş’ı tutan meleklere, “Kendi ibadetlerinizi bırakın, oruçluların dualarına amin deyin” diye emreder. Bir çok hadislerden bilhassa Ramazan’da duaların kabul edildiği anlaşılmaktadır. Şu kesindir ki, bu Allah’ın vaadidir ve onun doğru olan Rasûlü’nden nakledilmiştir. Bunun gerçekleşmesinde artık hiç bir şüphe yoktur.
Ancak bazı kimseler herhangi bir gaye için dua ederler ama o işleri olmaz. Bundan dolayı o duanın kabul olmadığı anlaşılmamalıdır. Aksine duanın kabul olmasının ne demek olduğunu bilmek gerekir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Bir müslüman dua edince, akrabalık bağlarını koparmak veya bir günah için olmamak şartıyla, Allahu Teâlâ katından ona üç şeyden biri muhakkak verilir. Ya duasında istediği şey ona verilir veya istediği şeyin yerine ondan bir kötülük ve musibet uzaklaştırılır veya ahirette hissesine o kadar sevab yazılır.” Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kıyamet günü Allahu Teâlâ kulunu çağırarak, <Ey kulum! Ben sana dua etmeni emretmiştim ve onun kabul olacağını da vaadetmiştim. Sen Bana dua ettin mi?> der, O, <Evet etmiştim> der. Bunun üzerine, <Ettiğin dualardan kabul etmediğim hiç bir dua yoktur. Sen falan derdini gidermemi istemiştin, Ben onu dünyada yerine getirmiştim. Falan üzüntünün kaldırılması için dua etmiştin, ama onun tesirini (dünyada) görmedin. Ben onun karşılığında sana şu kadar ecir ve sevap verdim> buyurur.” Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Ona yaptığı her dua hatırlatılacak ve karşılığının dünyada verilmiş olduğu veya ahirette verileceği bildirilecektir. O kul bu kadar ecir ve sevabı görünce, <Keşke dünyada hiç bir duam kabul olmasaydı da burada daha fazla ecir kazansaydım> diye arzu edecektir.”
Kısaca dua son derece önemli bir şeydir. Ondan gâfil olmak çok büyük bir kayıp ve hüsrandır. Duanın kabul olma alameti açıkça görülmese de ümidi kesmemek gerekir. Bu kitabın sonunda gelmekte olan uzunca hadisten anlaşıldığına göre, dua da Cenâb-ı hak kul için yararlı olana bakar. Eğer istediği şeyi vermek kul için daha yararlı ise ona lütfeder. Yoksa vermez. Bu da Allah’ın büyük ihsanıdır. Çünkü çoğu zaman anlayışımızın kıtlığından dolayı kendimize uygun olmayan şeyler istiyoruz. Bunun yanı sıra diğer önemli ve dikkat edilecek bir konu da şudur: Bir çok erkekler ve bilhassa kadınlar çoğu zaman öfke ve üzüntüden dolayı evlat ve yakınlarına beddua ediyorlar. Unutmayın! Allah katında duaların kabul edildiği bazı anlar vardır ki, hangi dua yapılırsa kabul edilir. Anlayışı kıt olan kadınlar öfke halinde iken önce çocuklarına beddua ederler, sonra çocukları ölür veya bir musibete uğrarlarsa ağlayıp dururlar da, bu halin kendi beddualarının neticesi olduğunu hiç düşünmezler. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Kendinize, çocuklarınıza, mal ve hizmetçilerinize beddua etmeyiniz. Belki Allah’ın duaları kabul etme vaktine rastlar da kabul oluverir.” Bilhassa mübarek Ramazan ayının tamamı çok önemli bir zamandır. Bu ayda beddua etmekten şiddetle sakınmaya çalışmak son derece gereklidir. Hz. Ömer radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Mübarek Ramazan’da Allah’ı zikreden kişi muhakkak bağışlanmıştır. Allah’tan isteyen kişi de eli boş dönmez.” Hz. İbni Mes’ud radıyallahu anh’ın Terğib adlı kitaptaki rivayet edilen hadisinde şöyle buyurulmuştur: Ramazan’ın her gecesinde bir münadi şöyle seslenir: “Ey hayrı arayan kişi, Allah’a yönel ve O’na doğru ilerle. Ey kötülüğü isteyen kişi. Dur, gözlerini aç”. Sonra o melek şöyle der: “Yok mu bir mağfiret dileyen, mağfiret edilsin. Yok mu bir tövbe eden, tövbesi kabul edilsin. Yok mu bir dua eden, duası kabul edilsin. Yok mu bir isteyen, isteği yerine getirilsin.”
Bütün bunlardan sonra son derece gerekli ve göz önünde bulunması gereken husus, duanın kabul olması, için bazı şartların bildirilmiş olmasıdır. Bu şartlar bulunmazsa çoğu kez dua reddedilir. Onlardan biri haram gıdalardır. Bu yüzden dua reddolunur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Şöyle buyurmuştur: “Nice sıkıntılı hallerde olanlar vardır ki, ellerini göğe doğru kaldırıp dua ederler. <Ya Rabbi, Ya Rabbi> diye yalvarırlar. Ancak yemeleri haram, içmeleri haram, giyimleri haramdır. Bu durumda onların duaları nasıl kabul edilir?” Tarihçilerin yazdığına göre Kûfe’de duaları kabul olunan kişilerden bir cemaat vardı. Başlarına zâlim bir hükümdar geçtiğinde beddua ederler, o da helak olurdu. Haccâcı Zâlim o beldenin başına geçince bir ziyafet verdi. Bu zâtları da özellikle cağırdı. Yemek yendikten sonra, “Ben bunların bedduasından kurtuldum, çünkü karınlarına haram rizık gitmiştir” dedi.
Bir de faizin dahi helal yapılması için çalışıldığı, memurların rüşvet almayı, tüccarların aldatmayı güzel bir şey olarak kabul ettikleri şu devrimizde helal kazancın (ne kadar) olduğuna bir göz atalım.
7. Hz. İbn-i Ömer radıyallahu anhuma’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ ve O’nun melekleri sahur yemeği yiyenlere rahmet indirirler.” (Taberani, Ibn-i Hibban, Terğib)
İZAH: Allahu Teâlâ’nın ne kadar büyük ihsan ve ikramıdır ki, orucun sayesinde ondan önce yenilen sahur yemeğini, ümmetin sevab kazanmasına sebep kılmıştır. Bir çok hadislerde sahur yemeğinin fazilet ve mükafatı bildirilmiştir. Allâme Ayni rahmetullahi aleyh sahur yemeğinin faziletine dair on yedi sahâbeden hadis nakletmiştir. Ayrıca onun müstehap olduğunda Icma olduğunu bildirmiştir. Nice kimseler tembellikten dolayı bu faziletten mahrum kalmakta, bazıları da teravih’i kılıp yemek yedikten sonra uyumakta ve onun sevabından mahrum kalmaktadır. Çünkü Sahur kelimesi lugatta Sabaha yakın yenen yemek manasındadır. Kâmus adlı sözlükte böyle yazılmıştır. Bazıları sahur vaktinin gece yarısından başladığını söylemişlerdir.
Keşşaf adlı eserin yazarı ise gecenin son altıda biri olduğunu söylemiştir. Yani gecenin tamamı altı hisseye bölünüp son hissesi alınır. Mesela, güneşin batışından imsak vaktine kadar olan zaman on iki saat ise, son iki saati sahur vaktidir. Bunda da geciktirmek daha sevaptır. Yalnız, orucu şüpheye düşürecek kadar geciktirmemek şartıyla… Sahurun fazileti bir çok hadislerde geçmektedir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Bizimle, ehli kitap (Yahudi ve Hristiyanlar)’ın orucu arasındaki fark sahur yemeği yemektir. Zira onlar sahur yemeği yemezler” buyurdu. Başka bir hadiste, “Sahur yemeği yiyiniz, çünkü onda bereket vardır” buyurulmuştur. Diğer bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur: “Üç şeyde bereket vardır. Cemaatte, serid yemeğinde ve sahur yemeğinde.” Bu hadiste Cemaat kelimesi genel olarak kullanılmıştır. Cemaatle krlınan namaz ve müslüman cemaatin birlikte yaptıkları her iş kasdedilmiştir. Çünkü Allah’ın yardımının onlarla beraber olduğu buyurulmuştur. Serid, tirit denilen, et suyu ile ıslatılmış çok lezzetli ekmek yemeğidir. (Bereketli olan) üçüncü şey ise sahur yemeğidir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem herhangi bir sahâbiyi sahur yemeğine davet ettiği zaman, “Gel, bereketli yemekten ye.” buyururdu. Bir hadiste buyuruluyor ki, “Sahur yemeği yiyerek oruca güç kazanınız. öğlen vakti az bir zaman uyuyarak gecenin sonunda kalkarak ibadet yapabilmek için yardım elde ediniz”.
Abdullah bin Haris radıyallahu anh diğer bir sahâbiden şöyle bir hadis naklet- miştir: Ben, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna sahur yemeği yediği bir sırada gelmiştim. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Bu Allah’ın sana lütfettiği bereketli bir şeydir. Bunu bırakma” buyurdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem çeşitli hadislerde sahur yemeği yemeğe teşvik etmiştir. Hatta, “Yiyecek başka bir şey yoksa, bir hurma yiyiniz veya bir yudum su içiniz” buyurmuştur. Bundan dolayı oruç tutanlar, “Hem hurma ye, hem sevap kazan” atasözüyle ifade edilen sahur yemeğine önem vermelidirler. Yani, bunda kendi rahat ve kazancının yanı sıra, bedavadan sevab da vardır. Ama iyi bilmeliyiz ki, her şeyin azında ve çoğunda ölçüyü aşmak zararlıdır. Bundan dolayı ibadetlerde zayıflık farkedilecek kadar az yememeli ve gün boyu hazımsızlıktan geğirecek kadar çok yememelidir. Yukarıdaki hadislerde, “Ister bir hurma olsun, ister bir yudum su” diye, bu konuya işaret edilmiştir. Ayrıca hadislerde çok yemek menedilmiştir. Hafız İbn-i Hacer rahmetullahi aleyh, Buhâri’nin şerhinde şöyle buyuruyor: “Sahur yemeğinin bereketleri çeşitli sebeplerdendir. Sünnete uymak, ehli kitaba (Yahudi ve Hıristiyanlara) muhalefet etmek (çünkü onlar sahur yemeği yemezler)… Ve biz onlara uymama uğrunda elimizden geleni yapmakla mükellefiz.” Ayrıca ibadetlere kuvvet, gönül rahatlığı içinde ibadet yapabilmek, şiddetli açlıktan dolayı çoğu kez meydana gelen huysuzluğu gidermek, sahur vaktinde ihtiyaçlı biri bir şey istemeye gelirse ona yardım etmek, komşulardan fakir ve yoksul biri varsa ona yardım etmek (sahur yemeğinin bereketlerindendir). Sahur vakti özellikle duaların kabul edildiği zamanlardır. Sahura kalkma sayesinde Allah’a dua etmeye fırsat bulunur, zikir ve diğer ibadetlere de muvaffak olunur.
Ibn-i Dakik-ul-lyd rahmetullahi aleyh diyor ki: “Tasavvuf ehli sahur konusunda bazı sözler etmişlerdir. Onlara göre orucun maksadi, midenin isteklerini ve cinsi arzuları kırmaktır. Sahur yemeği ise bu maksada aykırıdır. Fakat orucun gayesini tamamen yok edecek kadar fazla yemek iyi değildir. Tabii ki bu duruma ve ihtiyaca göre değişir. Benim eksik kanaatime göre bu meselede son söz şudur: Asıl olan, sahur ve iftarda yemeği azaltmaktır. Ancak bu durumlara göre değişir. Mesela, talebelerin yemeği azaltmaları (gerçi orucun faydalarını elde etmek için yararlıdır ama) ilim tahsili için zararlıdır. Bu bakımdan talebeler için en iyisi yemeği azaltmamalarıdır. Çünkü İslam’da dini ilimlerin önemi çok büyüktür. Aynı şekilde zikredenler ve din işleriyle uğraşan cemaatler, yemeği azaltmaktan dolayı din işleriyle gerektiği kadar uğraşamıyorlarsa, yemeği azaltmamalıdırlar. Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem bir defasında cihada giderken, “Seferde oruç tutmak iyi bir amel değildir” diye ilan ettirdi. Halbuki o oruç mübarek Ramazan orucuydu, fakat o durumda cihadla karşı karşıya gelmişti. Şüphesiz ki, oruçtan daha önemli olan bir din işinde, zayıflık ve tembellik meydana gelmediği takdirde yemeği azaltmak uygundur.
Allâme Şa’rani rahmetullahi aleyh, Şerhi İkna adlı eserinde şöyle demiştir: “Bizden doyana kadar yemeyeceğimize dair söz alındı. Özellikle Ramazan gecelerinde”. En iyisi Ramazan yemeklerinde Ramazan dışındaki aylara nisbeten yemeği bir miktar azaltmalıdır. Çünkü iftar ve sahur vakitlerinde doyasıya yiyen kişinin orucunun ne manası var ki? Alimler diyorlar ki, “Ramazan’da aç kalan kimse gelecek Ramazan’a kadar sene boyunca şeytanın şerrinden korunmuş olur.” Daha bir çok alimlerden bu konuda sert görüşler nakledilmiştir.
Şerhi İhya’da ariflerden şöyle nakledilmiştir: “Sehl bin Abdullah Tüsteri rahmetullahi aleyh on beş günde bir yemek yerdi. Ramazanda ise bir lokma yerdi. Ancak sünnete uymak için hergün su ile iftar ederdi.” Hz. Cüneydi Bağdâdi rahmetullahi aleyh devamlı oruç tutardı. Fakat (Allah ehli) dostlarından biri gelince, onun hatırına orucunu bozar ve “Böyle arkadaşlarla yemek yemenin sevabı, oruç tutmanın sevabından hiç de az değildir.” derdi. Geçmişteki salihlerin daha binlerce hadiseleri, onların yemeği azaltmakla nefislerini islah ettiklerine dair şahitlik yapmaktadırlar. Fakat bunun şartı (daha önce belirtildiği gibi) yemeği azaltmak yüzünden dinin diğer önemli işlerine zarar gelmemesidir.
8. Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan onlara kalan (kazanç) ancak açlıktır. Ve nice geceleri ibadetle geçirenler vardır ki, onlara kalan ancak uykusuzluktur.” (Ibn-i Mace, Nesei, Terğib)
İZAH: Bu hadisin açıklamasında alimlerin bir kaç görüşü vardır. Birincisi, bu hadisten gün boyu oruç tutup haram malla iftar eden biri kasdedilmiştir. Çünkü haram mal yemenin günahı oruç tutmanın sevabından fazladır. Böylece gün boyu çektiği açlıktan başka bir şey elde edemez. İkinci görüşe göre, oruç tutarken gıybete bulaşan biri kasdedilmiştir. Bunun izahı ilerde gelecektir. Üçüncü görüş, oruçlu iken günah vs.’den sakınmayan kişi kasdedilmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in sözleri çeşitli manaları toplayıcı olduğundan bütün bu görüşler ve bundan başka olanlar buna dahildir. İbadet etmek için gece boyu uyumamak da bunun gibidir. Gece boyu ibadetle meşgul olmuş ama eğlence olsun diye gıybet etmiş veya (buna benzer) bir ahmaklık daha yapmış ise, bütün uykusuzluğu boşa gitmiş olur. Mesela, sabah namazını kazaya bırakmış veya sadece gösteriş ve şöhret için uykusuz kalmış ise boşunadır.
9. Hz. Ebû Ubeyde radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şöyle işittiğini söylemiştir: “Oruç insan için bir kalkandır. İnsan onu delmediği müddetçe..” (Nesei, Ibn-i Mace, Hakim, Terğib)
İZAH: Orucun kalkan olması demek, insanın kalkanla kendini koruduğu gibi, oruçlunun da düşmanı olan şeytandan korunmasıdır. Bir hadiste, “Oruç Allah’ın azabından korunmadır buyurulmuştur. Başka bir rivayette, “Oruç Cehennem’den korunmaktır” buyurulmuştur.
Bir hadiste bildirildiğine göre biri, “Ya Rasûlallah, oruç ne ile bozulur?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Yalan ve gıybetle” buyurdu. Bu iki hadiste ve bunun gibi daha bir çok hadislerde buna benzer kötülüklerden ısrarla sakınilması belirtilmiş, bir bakıma böyle yapmanın orucu zayi etmek olduğuna karar verilmiştir.
Zamanımızda onun bunun hakkında boş şeyler konuşarak oruçlu vakitleri geçirmek iş olarak kabul edilmektedir. Bazı alimlere göre yalan ve gıybetle oruç bozulur. Bu iki şey, o zâtlara göre yemek içmek gibi orucu bozan şeylerdendir. Alimlerin çoğunluğuna göre her ne kadar bunlarla oruç bozulmasa da, orucun bereketlerinin gitmesi hususunda kimsenin itirazı yoktur.
Islam büyükleri orucun edepleri hakkında oruçluların dikkat etmeleri gereken altı hususu yazmışlardır:
1. Gözleri korumak: Yani gözlerin uygun olmayan yere kaymaması, Hatta ailesine dahi şehvet gözüyle bakmamalı denilmiştir. O halde yabancı (namahrem)’den söz etmeye gerek kalmaz. Aynı şekilde caiz olmayan her türlü oyun ve eğlence yerlerine de bakılmamalıdır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Bakış, şeytanın oklarından bir oktur. Kim Allah korkusundan dolayı kötü bakıştan sakınırsa, Allahu Teâlâ ona öyle bir iman nuru nasip eder ki, tadını ve lezzetini kalbinde hisseder…” Tasavvuf ehli, kalbi Allah’tan başka yöne çeken şeylere bakmayı uygunsuz olan yerlerden saymışlardır.
2. Dili korumak: Yalan söylemek, söz gezdirmek, boş sözler, gıybet, sövmek, çirkin söz, kavga vs.’den dilini korumak bu konuya girer. Sahih-i Buhâri’deki bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Oruç insan için bir kalkandır. Bundan dolayı oruçlu kişi diliyle alay etmek, çekişmek gibi çirkin ve cahilce bir söz söylememeli. Başkası sataşmak isterse ona, <Ben oruçluyum> demelidir. Yani başkası münakaşayı başlatsa dahi, ona bulaşmamalı, eğer anlayışlı biri ise ona, ben oruçluyum demelidir. Eğer o ahmak ve anlayışsız biriyse, kendi kendine <Sen oruçlusun, senin böyle boş şeylere karşılık vermen doğru değildir> demelidir.”
Özellikle gıybet ve yalandan çok fazla sakınmak gerekir. Bazı alimlere göre, önceden de geçtiği gibi, gıybet orucu bozar. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında, iki kadın oruç tuttu. Oruçlu iken o kadar şiddetli acıktılar ki, dayanamaz oldular. Neredeyse öleceklerdi. Sahâbe-i Kirâm, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den bunun sebebini sorunca, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kadınlara bir tas gönderdi ve ona kusmalarını söyledi. O iki kadın tasa kusunca et parçaları ve yeni içilmiş kan çıktı. Oradakiler buna hayret edince, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Onlar Allahu Teâlâ’nın verdiği helal rızıkla oruç tuttular, sonradan haram olan şeyleri yediler. Şöyle ki, bu ikisi de halkın gıybetini ediyorlardı”. Bu hadisten şöyle bir konu daha anla- sılmış oluyor. Gıybet etmekten dolayı oruç insana çok ağır gelir. Bu yüzden o iki kadın ölümle karşı karşıya geldiler. Diğer günahların hali de böyledir. Çoğu zaman orucun takva sahiplerine zerre kadar tesir etmediği tecrübe ile öğrenilmistir. Fasıkların hali ise çoğu zaman oruç yüzünden kötüleşir. Öyleyse orucun kendinize zor gelmesini istemiyorsanız bunun en güzel yolu, oruçlu iken günahlardan sakınmanızdır. Bilhassa gıybetten… Insanlar oruçlu vakitleri geçirmek için gıybeti bir meşgale olarak âdet edinmişlerdir. Cenâb-ı Hâk yüce kelâminda gıybeti ölü kardeşinin eti olarak ifade etmiştir. Hadislerde de bu çeşit olaylar çokça anlatılmıştır. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, gıybeti yapılan. kişinin eti gerçekten yenilmiş olur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bir defasında bazı kimseleri görünce, “Dişlerinizin arasını temizleyin” buyurdu. Onlar, “Biz bugün ağzımıza et sürmedik” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Falan adamın eti dişlerinizin arasında duruyor” buyurdu. Anlaşılan onlar o kişinin gıybetini etmişlerdi. Allah esirgesin, biz bundan çok gafiliz. Halkın geneli söz konusu değil, din bakımından seçkin sayılan kimseler de buna müptela olmuşlardır. Dünya ehli denilen kimseler bir tarafa, dindarların toplantıları dahi genellikle gıybetten pek uzak olmamaktadır. Bundan daha kötüsü, çoğu defa, gıybetin gıybet olduğu bile kabul edilmemektedir. Kendi kalbine veya başkasının kalbine “Bu gıybettir” diye bir şüphe gelse bile, “Bu olmuş bir şeyin açıklamasıdır” diye üzeri örtülmektedir.
Biri Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e “Gıybet nedir?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Birinin arkasından onun hoşlanmadığı şeyi söylemektir” buyurdu. Soru soran kişi, “Söylenilenler gerçekten o kişide varsa?” deyince, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Zaten o takdirde gıybettir. Gerçekten onda yoksa, o iftiradır” buyurdu. Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem iki kabrin yanından geçerken, “Bu kabirde bulunanlar azab çekmekteler. Biri, insanların gıybetini etmekten, diğeri kendini idrardan korumamaktan” buyurdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Faizin yetmişten fazla çeşidi vardır. Onların en hafifi kendi anası ile zina etmeye denktir. Bir dirhem faiz otuz beş zinadan daha ağırdır. En çirkin ve en kötü faiz ise bir müslümanin şeref ve namusu ile oynamaktır.” Hadislerde gıybet ve müslümanların şerefini düşürmeye karşı çok şiddetli tehditler geçmektedir. Bizim toplantılarımız bunlarla dolup taştığı için gönlüm o hadislerden bir miktarını toplayıp burada zikretmeyi istiyor ama, konumuzun değişik olmasından dolayı bu kadarla yetiniyorum. Allah celle celaluhu hepimizi bu beladan korusun. Büyüklerimin ve dostlarımın duasıyla bu günahkarı da muhafaza buyursun. Çünkü ben bir çok manevi hastalıklara müptelayım.
Kibir, gurur, cehalet ve gaflet. Hinç, kin ve kötü zan,
Düşmanlık, vefasızlık, nefret, gybet, gösteriş, yalan,
Acaba hangi hastalıktır, Ya Rabb. bende olmayan
İhtiyacımı gider, kurtar beni her hastalıktan
Sensin hastaya şifa veren, kalbimdir hasta olan.
3. Kulakları korumak: Oruçlunun dikkat etmesi gereken üçüncü şey de kulaklarını korumasıdır. Söylenmesi ve ağıza alınması caiz olmayan her söze kulak vermek ve dinlemek caiz değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Gıybet eden ve dinleyenin ikisi de günaha ortaktırlar.”
4. Vücudun azalarını korumak: Oruçlunun, vücudunun diğer azalarını da korumaya dikkat etmesi gerekir. Mesela elini caiz olmayan şeyleri tutmaktan, ayağını caiz olmayan yere gitmekten korumak gibi… Aynı şekilde diğer vücut azalarını caiz olmayan işlerden, karnını da iftar vaktinde şüpheli şeylerden korumak gerekir. Haram malla iftar eden, ilaca biraz zehir katarak kullanan bir hastaya benzer. Gerçi ilaç hastalığa iyi gelecek ama zehir de hastayı öldürecektir.
5. Fazla yememek: Oruçlunun dikkat edeceği beşinci şey iftar vakti helal mal ile de olsa karnını tıka basa doldurmamasıdır. Çünkü böyle yapmakla orucunun gayesi yok olur. Oruçtan maksat, şehvâni ve hayvani kuvvetlerin azaltılması, meleki ve nurani kuvvetlerin çoğaltılmasıdır. On bir ay boyunca çok şeyler yiyoruz. Eğer bir ay bu yemeği biraz azaltırsak canımız mı çıkar? Fakat bizler iftar ederken gün boyunca kaybettiğimiz yemeklerin telafisi, sahurda da gündüzün tedbirini alarak öyle çok yiyoruz ki, Ramazan dışında oruç tutmadığımız zamanlarda bile bu kadar yemeğe fırsat bulamıyoruz. Ramazan ayı bir bakıma bizim beslenmemize yarıyor. Imam-i Gazâli rahmetullahi aleyh yazıyor ki: “Eğer kişi gündüz oruçlu iken yemediği miktarı iftarda telafi ederse, orucun gayesi, yani şeytanın gücünü ve nefsani arzularını kımak nasıl elde edilebilir?” Gerçekten bizler, yemek vakitlerimizi değiştirmekten başka hiç bir azaltma yapmıyoruz. Aksine Ramazan dışında bulunmayan değişik yemek çeşitleriyle iftar yemeğini zenginleştiriyoruz. Ramazan için en güzel yiyecekler hazırlamak, halkın alışkanlığı haline gelmiştir. Gün boyu aç kalan nefis, bunlara dalınca tıka basa yiyip iyice karnını doyuruyor. Böyle olunca şehvâni kuvvetler zayıflama yerine daha da azgınlaşıp coşuyor ve orucun gayesine ters düşüyor.
Oruç tutmakta çeşitli faydalar ve gayeler ile onun farz kılınmasında çeşitli yararlar vardır. Tâbii ki bunlar biraz da olsa aç kalmakla kazanılır. Bilindiği gibi orucun en büyük faydası arzuları kırmaktır. Bu da ancak az da olsa aç kalmaya dayanır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Şeytan insanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun yollarını açlıkla tıkayınız”. Bütün âzâların doyması nefsin aç kalmasına bağlıdır. Nefis aç kalınca bütün âzâlar doyar. Nefis doyunca bütün azalar aç kalır. Orucun diğer gayesi de, fakirlere benzemek ve onların halini anlamaktır. Bu da sahurda karnını akşama kadar acıkmayacak şekilde sütlü ve tatlılarla doldurmamakla mümkündür. Fakirlere benzemek ancak bir müddet aç kalıp biraz halsiz düşmekle olur. Biri Hz. Bişri Hafi rahmetullahi aleyh’in yanına gitti. O elbisesini yanına koymuş soğuktan titriyordu. O kişi, “Şimdi elbiseleri çıkarma zamanı mıdır?” diye sordu. Bişri Hafi rahmetullahi aleyh, “Bir çok yoksul var. Benim onlara yardım edecek gücüm yoktur. En azından onlara benzeyerek dertlerine ortak olayım” buyurdu. Tasavvuf ehli genellikle az yemenin üzerinde önemle durmuşlar, fıkıh alimleri de bunun gerekli olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Merakil-Felah adlı eserin yazarı “Bolluk ve rahat içinde olanların alışkın olduğu gibi sahurda fazla yemeyin. Çünkü fazla yemek orucun gayesini yok eder.” diye yazmıştır. Âllame Tahtavi rahmetullahi aleyh, bunun açıklamasında şöyle diyor: “Oruçtan maksat, sevabın çoğalması, fakir ve yoksullara acımaya sebep olması için, biraz açlığın acısını duymaktır.” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Hiç bir kabın doldurulması Allahu Teâlâ’ya midenin doldurulması kadar sevimsiz değildir.” Bir diğer hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veselem buyuruyor ki: “Insanoğlu için belini doğrultacak bir iki lokma kâfidir. Eğer bir kimse çok yemek istiyorsa, karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içmeğe ayırsın, üçte birini de boş bıraksın.” Elbette bir önemi olduğu için, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem günlerce peşpeşe hiç bir şey yemeden oruç tutardı. Ben üstadım Mevlânâ Halil Ahmed’in (Allah kabrini pürnur etsin), Ramazan boyunca iftar ve sahurdaki toplam yemek miktarının bir buçuk yufkadan fazla olduğunu görmedim. Hizmet edenlerden biri ona biraz daha yemesini söyleyince, “Açlık hissetmiyorum, ama arkadaşlarımın hatırına sofraya oturuyorum” derdi. Dahası var, duyduğuma göre Hz. Mevlânâ Şah Abdurrahim Raypûri rahmetullahi aleyh, günlerce aralıksız sahur ve iftarda bir kaç bardak çaydan başka bir şey almazdı. Bir gün onun samimi müridlerinden Mevlânâ Şah Abdulkadir rahmetullahi aleyh kibarca, “Efendim, çok zayıflayacaksınız, hiç bir şey yemiyorsunuz” deyince, o, “Allah’a hamd olsun ki, Cennet’in zevkini alıyorum” buyurdu. Allahu Teâlâ bizim gibi günahkarlara da o mübarek zâtlara uymayı nasip ederse, bu ne güzel bir nasip olur. Şeyh Sadi rahmetullahi aleyh bir beytinde şöyle demiştir:
Olmaz basireti, vücud beslemeye dalanların
Çünkü boşalır hikmeti, midesi tok olanların
6. Kendi ibadetlerini eksik görmek: Oruçlunun uyması gereken altıncı şey, tuttuğu orucun Allah tarafından kabul edilip edilmediği hakkında endişeli olmasıdır. Aynı şekilde her ibadetin sonunda, “Acaba bu ibadetim önemsemediğim bir hata yüzünden kabul olmayıp da yüzüme vurulacak mı?” diye korkmalıdır. Peygamberimiz salalahu aleyhi veselem şöyle buyurmuştur: “Nice Kur’an okuyanlar vardır ki, Kur’an onlara lanet eder.” Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselam buyurdu ki: “Kıyamet günü ilk sırada hesaba çekilecek olanlar arasında şehid (olmuş biri) olacaktır. O çağrılacak ve kendisine Allahu Teâlâ’nın dünyada vermiş olduğu nimetler hatırlatılacak. O bütün bu nimetleri itiraf edecek. Sonra ona, <Bu nimetlerin karşılığında ne yaptın?> diye sorulacak, o, <Senin yolunda şehid oluncaya kadar savaştım> diyecek. Allah celle celaluhu <Yalan söylüyor- sun. Halk sana kahraman desin diye savaştın. Nitekim öyle denilmiştir> buyuracak. Sonra onun hakkında karar verilecek, yüz üstü sürüklenerek Cehennem’e atılacaktır. Yine aynı şekilde bir alim çağırılacak. Ona da aynı şekilde Allahu Teâlâ’nın verdiği nimetleri hatırlatılacak ve, <Bu nimetlerin karşılığında ne yaptın?> denilecek, o, <Senin rızan için ilim öğrendim ve başkalarına öğrettim. Senin rızan için onu okudum> diyecek. Ona, <Yalan söylüyorsun. (Bütün bunları) halk, çok bilgili biri desin diye yaptın, nitekim öyle denildi> buyurulacak. Onun hakkında karar verilecek ve o da yüz üstü sürünerek Cehennem’e atılacaktır. Aynı şekilde bir zengin çağırılacak, Allah’ın kendisine verdiği nimetler saydırılıp itiraf ettirildikten sonra, <Allah’ın verdiği bu nimetler ile ne yaptin?> denilecek, o, <Mal sarfetmediğim hiç bir hayır yeri bırakmadım> diyecek. Ona, <Yalan söylüyorsun. Halk cömert desin diye yaptın. Nitekim öyle denildi> denilecek. Onun hakkında da aynı karar verilecek ve yüz üstü sürünerek Cehennem’e atılacaktır.” Allah esirgesin, bütün bunlar kötü niyetin sonuçlarıdır. Buna benzer daha bir çok olaylar hadis kitaplarında anlatılmıştır. Bundan dolayı oruçlu kimse niyetini korumakla birlikte (bu duruma düşmekten) korkmalıdır ve orucunun Allah’ın rızasına sebep olması için dua etmelidir. Bununla beraber, şu hususu gőz önünde bulundurmak gerekir; kişinin yaptığı amelini kabule şayan görmemesi başka bir konu, Kerim olan Mevlâ’nın lütfunu gözetip beklemesi de başka bir konudur. Çünkü Allah’ın lütuf şekli bambaşkadır. Bazen masiyete bile sevab verir, öyleyse eksik bir amele sevab vermesine ne denebilir?
Sevgilinin güzelliği, değil yalnız nâz, endâz ve dehâsı
Sevilen kimselerin vardır adı olmayan nice edâsı
Bu altı hususun bütün salih müminler için gerekli olduğu bildirilmiştir. Seçkin mü’minler ve Allahu Teâlâ’ya çok yakın olan zâtlar için, bununla beraber, yedinci bir husus daha ilave edilmiştir. O da kalbin Allah’tan başka bir tarafa yönelmemesidir. Hatta oruçlu iken, acaba iftar için bir şey var mı, yok mu diye düşünme ve tedbir almanın bile hata olduğu söylenmiştir. Bazı mürşidler oruç esnasında akşama iftar etmek için birşeyi elde etmeye niyet etmenin de yanlış olduğunu yazmışlardır. Çünkü bu, Allah’ın rızkı hakkında vermiş olduğu söze itimadın eksikliğini gösterir. Ihya Şerhinde bazı din büyüklerinin hakkında şöyle yazıyor, “Onlar iftar vaktinden önce bir yerden bir yiyecek gelirse, kalpleri ona yönelir de, tevekkülde herhangi bir eksilme olur diye, onu başkalarına verirlerdi. Fakat böyle davranmak büyük zâtlara mahsustur. Bizlerin böyle işlere heveslenmesi bile yersizdir. O seviyeye ulaşmadan böyle davranışlara yeltenmek kendini helak etmek olur.
Tefsir alimleri orucun “Oruç size farz kılındı” ayeti ile insanın her âzâsına farz kılındığını yazmışlardır. O halde dilin orucu, yalan vs.’den sakınmak, kulağın orucu, caiz olmayan şeyleri dinlemekten kaçınmak, gözlerin orucu, (caiz olmayan) oyun ve eğlenceleri seyretmekten korunmaktır. Bunun gibi diğer âzâların da orucu vardır. Hatta nefsin orucu, hırs ve şehvetten sakınmaktır. Kalbin orucu, onu dünya sevgisinden boş tutmaktır. Ruhun orucu, ahiret lezzetlerinden bile perhiz etmesidir. En seçkin Allah dostlarının orucu ise gayrullahın (Allah’tan başkasının) varlığını düşünmekten sakınıp perhiz etmeleridir.
10. Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kim (dinen geçerli) hiç bir özrü olmadığı halde Ramazan’ın bir gününü dahi (bilerek) oruçsuz geçirirse, Ramazan’ın dışında ömrü boyunca oruç tutsa da onun yerini asla tutamaz. (Ahmed, Tirmizi, Ebo Davad, Ibn-i Mâce)
İZAH: Aralarında Hz. Ali radıyallahu anh’ın da bulunduğu bazı alimler bu hadise dayanarak, “Ramazan orucunu geçerli bir sebep olmadan yiyen kimse ömür boyu oruç tutsa da yine onu kaza edemez.” görüşüne varmışlardır. Fakat fikıh alimlerinin çoğunluğuna göre bir kimse Ramazan orucunu tutmamış (yani oruca niyet etmemiş) ise, bir günlük orucun karşılığında kaza olarak bir gün oruç tutar. Eğer oruca başlayıp da bozmuş ise kaza olarak tutacağı bir güne ilave olarak altmış gün (keffaret) orucu tutar. Üzerinden farz borcu kalkmış olur. Elbette, mübarek Ramazan’daki bereket ve faziletleri kazanamamış olur. Yukaridaki hadiste zaten Ramazan’da oruç tutmakla elde edilen bereketin (Ramazan dışında tutulan oruçla) elde edilmeyeceği kasdedilmiştir. Bütün bunlar oruç sonradan kaza edildiği takdirdedir. Bir de devrimizdeki bazı fasıkların yaptığı gibi daha baştan hiç oruç tutmayan birinin sapıklığına ne demeli?
Oruç İslam’ın şartlarından biridir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Islam’ın temelinin beş şeye dayandığını söylemiştir. Birincisi, tevhid ve risalet’in, yani Allah’ın birliği ve Rasûlullah’ın peygamberliğinin ikrarıdır. Bundan sonra herkesçe bilinen şartlar (namaz, oruç, zekat ve hacc)’dır. Nice müslümanlar vardır ki, bu beş şartın birini bile yerine getirmedikleri halde nüfus sayımlarında müslüman kabul edilmektedirler. Resmi kayıtlarda müslüman olarak yazılmış olsalar da Allah indindeki kayıtlarda müslüman sayılmazlar. Hatta, Ibn-i Abbas radryallahu anhuma’dan rivayet edilen bir hadis şöyledir: “Islam üç temel üzerine kurulmuştur: Kelime-i Şehadet, namaz ve oruç. Kim bunlardan birini terk ederse, o kafirdir. Kanını akıtmak helal olur”. Her ne kadar alimler bu gibi rivayetlerdeki hükümleri, inkar şartına bağlamışlar veya başka türlü tevil etmiş olsalar da, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu gibi insanlara en sert ifadeleri kullandığı reddedilemez. Farzları ihmal edenlerin, Allahu Teâlâ’nın kahrına uğramaktan çok fazla korkmaları gerekir. Çünkü ölümden hiç kimse kurtulamaz. Dünyanın zevk ve sefâsı elden çok çabuk çıkan bir şeydir. İşe yarayacak olan sadece Allah’a itaattir.
Bir çok cahiller sadece oruç tutmakla yetinirler. Ancak dinden çok uzaklaşmış bir çok kimseler ise ağızlarından kendilerini küfre götürecek sözler savururlar. Mesela, “Orucu evinde yiyecek bir şeyi olmayanlar tutsun” veya, “Bizi aç bırakmakla Allah’ın eline ne geçecek” vs… Bu gibi laflardan son derece sakınılmalıdır. Şu meseleyi iyice düşünüp anlamamız gerekmektedir: Dinin en ufak bir emriyle alay etmek ve onu küçük görmek, insanın küfre düşmesine sebep olur. Bir kimse ömür boyu namaz kılmasa, hiç oruç tutmasa, bunun gibi dinin hiç bir farzını yerine getirmese, bunları inkar etmemek şartıyla kafir olmaz. Edâ etmediği farzın günahını kazanır ve yaptığı iyi amellerden ecrini alır. Fakat dinin en küçük bir emriyle alay etmek küfürdür. Bu yüzden ömür boyu biriken namazlar, oruçlar ve diğer iyi ameller zâyi olur, gider. Bu, üzerinde çok önemle durulması gereken bir meseledir. Bu bakımdan oruç hakkında da buna benzer hiç bir söz söylenmemelidir. Oruç tutmayan bir kimse, oruçla alay etmese bile özürsüz oruç tutmadığı için yine de fasık olur. Hatta fikıh alimleri Ramazan’da açıkça ve özürsüz olarak orucunu yiyen kimselerin katledilmesi gerektiğini açıklamışlardır. Ancak, İslami bir hükümet olmadığından (çünkü bu görev müslümanların devlet başkanına aittir) dolayı böyle yapılmıyor olsa bile, bu çirkin hareketten nefret ettiğini açığa vurma mes’uliyetinden kimse kurtulamaz. İmanın, bunun kötü olduğunu kalpten geçirmekten daha aşağı bir derecesi yoktur.
Allahu Teâlâ itaatkâr kulları hürmetine bana da iyi ameller yapmayı nasip etsin. Zira, ben en fazla ihmalkar davrananlardanım. Birinci fasılda on tane hadisi yeterli görmekteyim. Çünkü inananlar için bir hadis bile yeterlidir. Kaldı ki, burada tam olarak on tane (hadis) vardır. Kabul etmeyenler için ne kadar yazılırsa yazılsın, boşunadır. Allahu Teâlâ bütün müslümanlari (anlatılanlarla) amel etmeye muvaffak kılsın.
İKİNCİ BÖLÜM
KADİR GECESİ
Mübarek Ramazan gecelerinden birine Kadir Gecesi denir. Çok bereketli ve hayırlı bir gecedir. Kur’an-ı Kerim, bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Bin ay, seksen üç sene dört ay eder. O gece ibadet etmek için kendisine tevfik verilen kimse çok bahtiyar biridir. Çünkü bu geceyi ibadetle geçiren kimse seksen üç sene dört aydan daha fazla zamanı ibadetle geçirmiş gibidir. Ayıca bu fazla zamanın bin aydan kaç ay fazla olduğu bilinmemektedir. Kıymetini bilenlere böyle sonsuz bir nimeti nasip etmesi yüce Allah’ın gerçekten ne büyük nimetidir.
Dürrü Mensur’da Hz. Enes radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemden şu hadisi naklediyor: “Allahu Teâlâ Kadir gecesini benim ümmetime lütfetmiştir. Önceki ümmetlere (böyle bir gece) verilmemiştir.” Bu ihsan ve ikramın sebebi hakkında çeşitli hadisler nakledilmiştir. Bazı hadislerde bildirildiğine göre Allah’ın sevgili Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem önceki ümmetlerin ömrünün çok uzun, kendi ümmetinin ömrünün çok kısa olduğunu ve iyi amellerde onlara yetişmelerinin mümkün olamadığını görünce üzülüverdi. Onu telafi etmek için Allah celle celaluhu bu geceyi lütfetti. Nitekim, bahtiyar birine on tane Kadir gecesini ibadetle geçirmek nasip olursa, sekiz yüz otuz üç sene dört aydan fazla bir zamanı aralıksız ibadetle geçirmiş gibi olacaktır. Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre Peygamberimiz salalahu aleyhi vesellem, Beni İsrail’den bir zâtın bin sene Allah yolunda cihad ettiğini anlatinca, Sahâbe-i Kirâm buna imrendirler. Bunun üzerine rahmeti bol olan yüce Allah, (bu eksikliği) telâfi etmek için bu geceyi lütfetti. Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Beni İsrail’den dört büyük zâttan bahsetti. Hz. Eyyûb aleyhisselam, Hz. Zekeriyya aleyhisselam, Hz. Hızkîl aleyhisselam ve Hz. Yûşa aleyhisselam (bunlar hakkında şöyle buyurdu); “Bunlardan her biri seksen sene boyunca Allah’a ibadet ettiler ve göz açıp kapayıncaya kadar Allah’a isyan etmediler”. Sahâbe-i Kirâm buna hayret ettiklerinde, Hz. Cebrâil aleyhisselam, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi ve Kadir sûresini okudu. Bu sûrenin inişi hakkında başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlerdeki farklılığın sebebi, çoğunlukla şundandır: Aynı zamanda meydana gelen çeşitli olaylardan sonra inen bir ayet, artık o olayların her birine atfedilebilir. Bu sûresinin iniş sebebi ne olursa olsun, bu gece Ümmeti Muhammed için Allahu Teâlâ’nın çok büyük bir ihsanıdır. Bu gece ancak Allah’ın bir bağışıdır. Bu gecede ibadet yapmak ancak O’nun tevfikiyle kolay olur. Yoksa bir şairin dediği gibi:
Kısmet yoksunlarına fayda vermez, bir mürşid-i kamil dâhi
Susamış İskendere, Âb-ı Hayat içiremedi Hızır dâhi.
Ergenlik çağından beri Kadir gecesinin ibadetlerini hiç kaçırmadığını söyleyen din büyükleri ne kadar da imrenilecek kişilerdir.
Bu geceyi tayin etmekte alimler arasında çok farklı görüşler vardır. Yaklaşık elli civarında görüş olduğu için hepsini buraya sığdırmamız zordur. Ancak meşhur olan görüşlerin açıklaması ileride verilecektir. Hadis kitaplarında bu gecenin fazileti bir çok rivayetlerle, çeşitli şekillerde anlatılmıştır. Fakat bu gecenin fazileti bizzat Kur’an-ı Kerim’de zikredildiğinden ve onun hakkında başlı başına bir sûre nazil olduğundan dolayı ilk önce Kadir sûresinin tefsirinin yazılması uygun görülmüştür.
“Şüphesiz, Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir-1)
İZAH: Yani, Kuran-ı Kerim Levhi Mahfuz’dan dünya semasına bu gece inmiştir. İşte bu söz, Kadir gecesinin üstünlüğünü göstermek için yeterlidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim gibi azametli bir şey, bu gece nazil olmuştur. Ayrıca Allah celle celaluhu kim bilir o geceyi daha nice bereketler ve faziletlerle süslemiş olabilir. İlerdeki ayette o geceye karşı arzu ve istekleri çoğaltmak için şöyle buyurulmaktadır:
“Kadir gecesinin ne (kadar büyük) olduğunu sen bilir misin?” (Kadir-2)
İZAH: Yani, “Bu gecenin üstünlük ve büyüklüğünü belirten ne kadar çok güzellikler ve faziletler olduğunu sen biliyor musun?” demektir. Bundan sonraki ayetlerde (kadir gecesinin) bir kaç fazileti bildirilmektedir.
“Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir-3)
İZAH: Kadir gecesinde ibadet etmenin sevabı, bin ay boyunca ibadet etmekten daha fazladır. Bu fazlalığın da ne kadar olduğu bilinmemektedir.
“O gece melekler inerler.” (Kadir-4)
İZAH: Allâme Râzi rahmetullahi aleyh yazıyor ki: “(Ey insan) melekler seni ilk defa (yaratılırken) gördüklerinde nefretlerini açıklayarak Allahu Teâlâ’ya, <Yeryüzünde fesad çıkartıp kan dökecek birini mi yaratacaksın?>” demişlerdi. Ondan sonra annen ve baban senin yaratıldığın maddeyi ilk defa gördüklerinde senden nefret etmişlerdi. Hatta elbiseye bulaşsa o elbiseyi temizliyorlardı. Fakat Allah celle celaluhu o maddeye en güzel bir sûret nasip edince, ana ve baban onu sevmeye başladılar. Bugün sen Allah’ın tevfikiyle Kadir gecesinde Allahu Teâlâ’nın marifetiyle (O’nu tanımakla) ve Rabbine ibadet ile meşgulsun. Melekler de, o ilk söyledikleri sözden dolayı özür dilemek için yeryüzüne inerler.”
“Ve o gece Ruh’ul-Kuds (yani Cebrâil aleyhisselatu vesselam) da iner.” (Kadir-4)
İZAH: (Bu ayetteki) Ruh kelimesi hakkında tefsir alimlerinin bir kaç görüşleri vardır: 1-Çoğunluğun görüşü, yukarıda yazıldığı gibi Hz. Cebrâil aleyhisselam’dır. Allâme Râzi rahmetulahi aleyh bunun en doğru görüş olduğunu yazmıştır. Hz. Cebrâil aley- hisselam’ın üstünlüğünden dolayı, melekler zikredildikten sonra özel olarak zikredil- miştir. 2-Bazıları, “(Bu ayette zikredilen) Ruh, yerler ve gökler önünde bir lokma kadar ufak olan büyük bir melektir” demişlerdir. 3-Bazılarına göre bundan meleklerin hususi bir cemaati kasdedilmiştir. Bunlar diğer meleklere de sadece Kadir gecesinde görünürler. 4-Bazılarına göre de bunlar Allah’ın hususi yaratıklarıdır. Yerler, içerler fakat ne insandırlar ne de melektirler. 5-Bir başkalarına göre bundan Isâ aleyhisselam kasdedilmiştir. Ümmeti Muhammed’in hayret verici ibadetlerini görmek için o gece meleklerle beraber iner. 6-Kimilerine göre ise bu Allah’ın özel bir rahmetidir. Yani “Bu gece evvela melekler inerler sonra Benim hususi rahmetim iner” demektir. Bunlardan başka daha bir çok görüşler vardır. Ama meşhur olan görüş birincisidir. Sünen-i Beyhaki’de Hz. Enes radıyallahu anh yoluyla Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şöyle bir hadis nakledilmiştir: “Kadir gecesinde Hz. Cebrâil aleyhisselam, meleklerden bir toplulukla birlikte iner. (O melekler) zikir ve ibadetle meşgul olan birini görünce onun için Allah’tan rahmet dilerler.” …
“Rablerinin emriyle, her hayırlı emir alarak (yeryüzüne) inerler.” (Kadir-4)
İZAH: Mezâhir-i Hak adlı kitapta şöyle yazmaktadır;, “Melekler Kadir gecesinde yaratıldı. Hz. Adem aleyhisselam’ın yaratıldığı maddeler bu gece bir araya gelmeye başladı. Cennetteki ağaçlar bu gece dikildi.” Ayıca, bir çok hadislerde bu gecede duaların kabul edildiği bildirilmiştir. Dürrü Mensur’daki bir hadiste, “Hz. Isa aleyhisselam o gece göğe kaldırıldı ve Ben-i İsrail’in tövbesi o gece kabul edildi” buyurulmuştur.
“O gece (baştan başa) selamettir, esenliktir.” – (Kadir-5)
İZAH: Bütün gece melekler tarafından mü’minlere devamlı selam verilir. Böylece meleklerden bir bölük gelir diğeri gider. Bazı rivayetlerde bu açık bir ifade ile belirtilmiştir. Veya bu gecenin tamamen selamette olup şer ve fesattan emniyet içinde olduğu kasdedilmiştir.
“o gece (bütün bereketleriyle birlikte) fecrin doğuşuna (İmsak vaktine) kadar devam eder.” (Kadir-5)
İZAH: Bu bereketler, Kadir gecesinin belli bir saatine ait olmayıp bütün gece sabaha kadar devam eder.
Bizzat Allahu Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de bu gecenin bir çok faziletlerini bildirdiği bu mübarek sûreyi size açıkladıktan sonra hadisleri zikretmeye gerek kalmaz. Fakat hadislerde de bu gecenin pek çok faziletleri bildirilmiştir. Onlardan bir kaç hadis aşağıda zikredilmektedir. :
1. Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim Kadir gecesini imanlı olarak, mükafatını Allah’tan umarak, ibadetle geçirirse, onun geçmiş bütün günahları affolunur.” (Buhari, Maslim)
İZAH: Bu hadiste, Ibadetle geçirmek’ten maksat, namaz kılmaktır. Fakat Kur’an okumak, zikirle meşgul olmak vs. de buna dahildir. Mükafatını Allah’tan ummak, yani gösteriş ve diğer kötü niyetlerle ibadet yapmayıp, ihlasla sadece Allah’ın rızası için ve sevap kazanmak niyetiyle ibadet yapmak demektir. Hattabi rahmetullahi aleyh diyor ki: Bundan maksat, sevap kazanacağına tam olarak inanıp, seve seve ibadet yapmaktır. Onu bir yük kabul ederek, gönülsüz bir şekilde yapmak değildir. Şu açık bir şeydir ki, sevab kazanılacağına ne kadar kesin gözüyle bakılırsa ve inanç da kuvvetli ise, ibadetler uğrunda o kadar zorluklara katlanmak kolay olur. İşte bu sebepten, kişinin Allahu Teâlâ’ya yakınlığı arttığı miktarda ibadetlere düşkünlüğü de artar. Ancak şu bilinmelidir ki, yukarıdaki ha- dis ve ona benzer hadislerde geçen günahlardan maksad, alimlere göre küçük günahlardır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de büyük günahlar “Tevbe eden müstesna” sözü ile zikredilmiştir. Alimler buna dayanarak büyük günahların tevbe etmeden affedilemeyeceği hakkında icma (yani görüş birliğine) varmışlardır. O halde alimler hadislerde günahların affolunacağı ifadesi geçince, onlara küçük günah kaydı koyarlar. Rahmetli babam (Allah kabrini pürnûr etsin) şöyle buyururdu: Hadislerde günahlar zikredilince küçük günahlar kaydı iki sebepten belirtilmez: Birincisi, bir müslümanda büyük günahın bulunması zaten ona yakışmaz. Çünkü bir büyük günah işlediğinde bir müslümana yakışır şekilde o günahtan tevbe edinceye kadar kendinde rahatlık hissedemez. Ikincisi, Kadir gecesi gibi Allah’ın rahmetinin indiği zamanlarda kişinin sevabını Allahu Teâlâ’dan umarak ibadet yapması, bir bakıma kötülüklerine pişman olmasını gerektirir. Nitekim öyle de olmaktadır. Dolayısıyla kendiliğinden tevbe gerçekleşmiş olur. Hakiki tevbe, geçmiş günahlara pişmanlık duyup, gelecekte günah işlememeye karar vermektir. Öyleyse büyük günah işlemiş olan biri, Kadir gecesi veya duaların kabul olduğu başka bir zaman da samimi olarak hem kalbiyle hem de diliyle kötü amellerinden tevbe etmelidir. Tâ ki, Allahu Teâlâ’nın rahmeti tam olarak ona yönelsin de küçük büyük bütün günahları bağışlansın. Eğer hatırlarsanız bu günahkarı da kendi samimi dualarınızda unutmayınız.
2. Hz. Enes radıyallahu anh’dan şöyle rivayet edilmiştir: Mubarek Ramazan ayı gelince Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Size, içinde bin aydan daha hayırlı bir gece olan bir ay gelmiştir. Kim, o gecenin hayrından mahrum kalırsa, o bütün hayırlardan mahrum kalmış demektir. O gecenin hayrından ancak gerçekten nasipsiz biri mahrum kalır” (lbn-i Mace, Terğib, Mişkat)
İZAH: Bu kadar büyük bir nimeti elden kaçıran kimsenin mahrum olmasında ne şüphe vardır. Bir demiryolu görevlisi bir kaç kuruş hatırına gece boyu uyumuyor. Öyleyse, seksen senelik ibadet sevabı kazanmak uğruna bir ay kadar geceleri uyanik geçirmek zor bir şey midir? Aslında bu, kalpte bir heyecan ve harâret olmayışındandır. Yoksa biraz tadı alınırsa, bir gece değil yüzlerce gece uyanık kalınabilir.
Sevgide aynı şeydir, cefâ olsun vefâ olsun
Heyşeyde lezzet var, yeter ki kalpte safâ olsun
Muhakkak bir önemi vardı ki, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, gerçekleşeceğine kesin inandığı bütün müjdelere ve vaadlere rağmen, o kadar uzun namaz kılardı ki, ayakları şişerdi. Nitekim, biz de ona uyan ve onun ümmeti denilen kimseleriz. Doğrusu bu hususların kadir ve kıymetini bilenler, onun uğrunda her fedakarlığı yapıp gittiler. Böylece ümmete numûne olduklarını gösterdiler. Artık kimse, “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’deki ibadete düşkünlük kimde olabilir” ve “Kim böyle yapabilir ki” diyemez. Bu ancak kalbe yerleştirilecek bir şeydir. Isteyenler için dağları kazarak süt nehri akıtmak bile zor değildir. Ancak bu istek, alçak gönüllülükle, sünnete uyan bir mürşide hizmet etmeden zor elde edilir.
Arzun, gönül derdiyse, Ehlullahın hizmetini görüver
Padişahların hazinelerinde bulunmaz bu mücevher
Peki, o hangi arzu ve istek, hangi tat ve lezzett , Hz. Omer redyaau anh yatsı namazinı kıldıktan sonra eve gider ve sabaha kadar namaz kilardi. Hz. Osman radıyallahu anh, gündüzleri oruç tutar, gece boyunca namaz klardi Yalnız gecenin ilk bölümünde biraz uyurdu. Gece kldigi nafile namazın bir rekatında Kur’an’ı hatmederdi.,
Ihya Şerh’inde Ebû Talip Mekki rahmetulahi aleyh den rivayet edillyor k Tabiîn’den kırk kişinin yatsı namazının abdestiyle sabah namazını kildiklan Tevatür yoluyla sabittir. Hz. Şeddad rahmetullahi aleyh gece yatar, fakat sabaha kadar bir yandan bir yana döner dururdu ve, “Allah’ım! Cehennem ateşinin korkusu uykumu kaçırdı” derdi. Esved bin Yezid rahmetullahi aleyh Ramazan’da akşamla yatsı arasında biraz uyur, ondan sonra uyumazdı. Said bin El-Müseyyeb rahmetullahi aleyh’in elli sene kadar yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı rivayet edilmiştir. Sıla bin Eşyem rahmetullahi aleyh gece boyunca namaz kılar ve sabahleyin şöyle dua ederdi: “Allah’ım, ben Cenneti istemeye layık değilim, Sen’den istediğim sadece, beni ateşten koru”. Hz. Katade rahmetullahi aleyh Ramazan boyunca her üç gecede bir hatim yapardı. Son on gününde ise her gece bir hatim yapardı. Imam Ebû Hanife rahmetullahi aleyh’in kırk sene boyunca yatsı abdesti ile sabah namazı kılması o kadar meşhurdur ki , bunu kabul etmemek tarihe olan itimadı yok eder. Ona, “Siz bu kuvveti nasıl kazandınız diye sorulunca, “Ben Allah’ın isimleri hürmetine hususi bir şekilde dua ettim” buyurdu. Sadece öğlen vakti biraz uyur ve “Hadiste öğlen uykusu tavsiye edilmiştir” buyururdu. Yani, öğlen uykusunda bile sünnete uymaya niyet ederdi. Kur’an-ı Kerim okurken o kadar ağlardı ki, komşuları ona acırlardı. Bir keresinde bütün geceyi şu ayeti okuyarak ve ağlayarak geçirmişti
“Daha doğrusu onların asıl azab vakti, Kıyamettir. O vaktin azabı daha müthiş, daha acıdır.” (Kamer-46)
Ibrahim bin Edhem rahmetullahi aleyh, Ramazan’da ne gece uyurdu ne de gündüz. Imam Şafi rahmetullahi aleyh mübarek Ramazan’da gece ve gündüz kılmış olduğu namazlarda Kur’an-ı Kerim’i altmış defa hatmederdi. Büyük zatlann bunlardan başka yüzlerce vakıaları vardır. Onlar aşağıdaki ayetle amel edip (aynısını) yapmak isteyenler için hiç zorluk olmadığını göstermişlerdir.
“Ben, Cinleri ve Insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat-56)
Bunlar, ilk asırdaki müslümanların yaptıklarıdır. Zamanımızda da gayret gösterenler vardır. Onlar kadar mücahede yapamasalar da, kendi devrine, kendi güç ve kuvvetlerine göre, Selefi Salihin’in benzerleri bugün de bulunmaktadır. Bu fesat devrinde bile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e gerçekten tâbi olanlar meycuttur, Kendilerini tam manasıyla ibadete vermelerine ne rahatları, ne dinlenmeleri mani olmakta ne de dünya meşguliyetleri yollarını kesmektedir.Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: Allah celle celaluhu şöyle buyurmaktadır; “Ey Ademoğlu! Sen Bana ibadet etmek için zaman ayır ki, gönlüne zenginlik doldurayım ve yoksulluğunu kapatayım. Yoksa kalbini meşguliyetlerle doldururum da, yoksulluğun hiç bitmez.” Her geçen gün görülen hådiseler, bu gerçek sözlerin insaflı şahitleridirler. :
3. Hz. Enes radıyallahu anh’dan, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kadir gecesinde Hz. Cebrâil aleyhisselam, meleklerden bir toplulukla beraber (yeryüzüne) iner. (Melekler) ayakta veya oturarak Allah’ı zikreden (ve ibadetle meşgul olan) kimselere rahmet duası yaparlar. Bayram günü gelince Allahu Teâlâ kullarının (yapmış olduğu ibadetlerle) meleklere karşı övünür. (Çünkü onlar insanoğlunu ilk yaratıldığında kusurlu görmüşlerdi) Onlara: <Ey meleklerim! Görevini tam yapan bir işçinin mükafatı nedir?> diye sorar. Onlar, <Ey Rabbimiz, onun mükafatı ücretinin tam olarak verilmesidir> derler. Sonra Allahu Teâlâ şöyle buyurur: <Ey meleklerim! Benim erkek ve kadın kullarım, kendilerine yüklediğim vazifeyi yerine getirdiler. Sonra yüksek sesle dua yaparak bayram namazı kılacakları yere çıktılar. İzzetime, Celâlime, Keremime, Yüceliğime ve Üstünlüğüme yemin olsun ki, onların dualarını mutlaka kabul edeceğim>. Sonra, insanlara hitap ederek, <Haydi dönün. Sizi bağışladım, günahlarınızı da iyiliklere çevirdim> buyurur. Böylece onlar, günahları bağışlanmış olarak (Bayram namazı kıldıkları yerden) evlerine dönerler”. (Beyhaki, Mişkat)
İZAH: Hz. Cebrâil aleyhisselam’ın meleklerle beraber inmesi, bu bölümün başlangıcında anlatıldığı gibi, Kur’an-ı Kerim’de de zikredilmiştir. Ayrıca bir çok hadislerde bu husus açıklanmıştır. Bu kitapçığın son hadisinde bu konu genişçe geçmektedir. Şöyle ki, Hz. Cebrâil aleyhisselam bütün meleklerden, zikir ve ibadet yapan herkesin evine gidip olanlarla müsafaha yapmalarını ister. Ğaliyet-ul-Mevaiz isimli kitapta, Şeyh Abdulkadir Geylâni rahmetulahl aleyh’ın eseri olan Ğunyet-üt Tâlibin’den şöyle naklediliyor: Hz. Ibn-i Abbas radryallahu anhuma’nın rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Hz. Cebrâil aleyhisselam’ ın söylemesiyle melekler etrafa dağılırlar. İçinde iman sahibi bulunan bir ev, büyük- küçük orman veya gemi bırakmayıp, imanlı birini bulunca onunla müsafaha ya- parlar. Fakat içinde köpek, domuz ve haram bir yolla cünüb olmuş bir kimse veya resim bulunan eve girmezler.” Nice müslümanların evlerinde hayali bir süs uğruna resimler asılmakta, böylece Allah’ın bu kadar büyük nimetinden kendilerini kendi elleriyle mahrum etmektedirler. Aslında resim asan bir-iki kişi olmaktadır. Fakat o eve rahmet meleklerinin girmesine mani olup, kendileriyle birlikte bütün evi de mahrum etmektedirler.
4. Hz. Aişe radıyallahu anha, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şöyle nakletmiştir: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününün tek sayılı gecelerinde arayınız.” (Buhâri, Mişkat)
İZAH: Çoğu alimlere göre Ramazan’ın son on günü, yirmibirinci geceden başlamaktadır. Ay ister yirmidokuz çeksin, ister otuz farketmez. Bu hesaba göre yukarıdaki hadise uygun olarak Kadir gecesini 21, 23, 25, 27, 29’uncu gecelerde aramak gerekir. Ay yirmi dokuz gün çekse bile yine de ona Ramazan’ın son on günü denilir. Fakat İbn-i Hazm rahmetullahi aleyh’e göre hadisteki Aşere kelimesi on sayısını ifade ettiği için otuzuncu gün (yeni ay) görünürse o zaman bu hesap doğrudur. Fakat ay yirmi dokuzunda göründüğü takdirde Ramazan’ın son on günü yirminci geceden başlamış olur. Bu hesaba göre tek sayılı geceler 20, 22, 24, 26, 28 olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kadir gecesini aramak için Ramazan’ın son on gününde itikaf’a girerdi. Bu son on gün ise ittifakla yirmibirinci geceden başlardı. Bundan dolayı çoğu alimlerin “Kadir gecesi yirmi birinci gecesinden başlayarak tek sayılı gecelerde olması kuvvetli bir ihtimaldir” görüşü tercih edilmiştir. Gerçi diğer gecelerin de Kadir gecesi olma ihtimali vardır. Bu iki görüşe göre de Kadir gecesini aramak için Ramazan’ın yirminci gecesinden başlayıp Bayram gecesine kadar her geceyi ibadetle geçirmeli ve Kadir gecesi olabileceğini düşünmelidir. On veya onbir gece uyanık kalmak öyle büyük ve zor bir şey değildir. Sevabını uman birine bu geceleri uyanık geçirmek hiç ağır gelmez.
BEYİT:
Ey Urfi ağlamakla kavuşmak mümkünse, sevgiliye
Yüz yıl boyunca ağlarım bu arzu gerçekleşsin diye.
5. Hz. Ubâde bin Samit radıyallahu anh diyor ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize Kadir gecesini bildirmek için dışarı çıkmıştı. Fakat iki müslüman aralarında çekişiyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Size Kadir gecesini haber vermek için çıkmıştım. Ama falan ve filanın çekişmesi yüzünden onun tarihi kaldırıldı. Belki de böyle olması (Allah’ın ilminde) sizin için daha hayırlıdır. Artık onu, dokuzuncu, yedinci ve beşinci gecelerde arayın.” (Buhari, Mişkat)
İZAH: Bu hadiste düşünmeye değer üç konu vardır. En önemli olan birinci konu (iki müslüman arasındaki) çekişmedir. Bu o kadar kötü bir şeydir ki, bunun yüzünden Kadir gecesinin tarihi ebedi olarak kaldırılmıştır. Yalnız bu kadar değil, zaten çekişmek her zaman bereketlerden mahrum kalmaya sebep olur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Size namaz, oruç, sadakadan daha üstün bir şeyi haber vereyim mi?” Sahâbeler; “Evet, buyurunuz (Ya Rasûlallah)” dediklerinde, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Aranızda iyi geçinmeniz en üstün şeydir. Aranızdaki kavga ise dini yok eder” buyurmuştur. Yani ustura ile baştaki saçlar tamamıyla kazındığı gibi aranızdaki kavgalar da aynı şekilde dini yok eder. Dünyayı seven, dinden haberi olmayan kimseleri anlatma- ya gerek yok, nice uzun zaman tesbihler çeken ve din davasına kalkışanlar bile her zaman aralarında çekişmektedirler. Önce onlar Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bu sözüne iyice dikkat etmeli, sonra gururuna kapılarak barış için baş eğemedikleri dindarlıklarının halini de bir düşünmelidirler. Bu konu birinci bölümde orucun adablarında geçmişti. Şöyle ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem müslümanların şeref ve haysiyetine dokunmanın en kötü ve en çirkin faiz olduğunu söylemişti. Fakat biz çekişmemizin şiddetinden ne müslümanın şeref ve haysiyetine aldırış ediyoruz ne de Allah ve Rasûlu’nün sözlerini düşünüyoruz. Bizzat Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Birbirinizle çekişmeyin, sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal-46)
Bugün başkalarının şerefini düşürmek isteyenler yalnız başlarına bir yerde oturup bizzat kendi şereflerine zarar verdiklerini iyice düşünmelidirler. Bir de bu âdi ve çirkin davranışları ile Allah’ın gözünde ne kadar zelil olmaktadırlar. O halde dünyada zillete düşmeleri kesindir. Rasûlullah sallallhu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Kim üç günden fazla müslüman kardeşiyle dargın durur da o halde iken ölüm gelirse, doğru Cehennem’e gidecektir.” Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Her pazartesi ve perşembe günü kulların amelleri Allahu Teâlâ’nın huzuruna arz edilir. Allah’ın rahmetiyle (iyi ameller yüzünden) müşriklerden başka diğerleri mağfiret olunur. Fakat aralarında kavga eden iki kişi müstesna. Onların bağışlanması hakkında <Onları barışıncaya kadar bırakın> buyurulur.” Diğer bir hadiste buyuruluyor ki, “Her pazartesi ve perşembe günleri ameller Allah’ın hu- zuruna arz edilir. Tevbe edenlerin tevbesi kabul olunur. Istiğfar edenlerin istiğfarı kabul edilir. Fakat aralarında çekişenler kendi hallerine terk edilir.” Başka bir yerde şöyle buyurulmuştur: “Berat gecesinde Allah’ın umumi rahmeti yaratıklara yönelir. (Ufacık bahanelerle) kullar bağışlanır. Ancak iki çeşit insan bağışlanmaz. Biri kafir diğeri ise başkasına kin tutan kişidir.” Bir diğer hadiste şöyle geçmiştir. “Üç çeşit insanın namazı kabul olmak için onların başlarından bir karış bile yukarı geçmez. Onlardan biri aralarında çekişenlerdir”
Kitabımız bu çeşit rivayetlerin hepsini içine almaya müsait değildir. Fakat bir kaç hadis yazmamızın sebebi şudur: Halkın geneli bir tarafa, seçkin kimseler, itibar sahipleri ve dindar kabul edilenlerin meclisleri, toplantıları, törenleri vs. bile bu çirkin hareketlerle doludur.
Şikayetlerimiz ancak Allah’adır ve yardım ancak O’ndandır.
Fakat bütün bunlardan sonra bilinmelidir ki, bunların hepsi dünya menfaatiyle ilgili düşmanlık ve çekişmeye dayanmaktadır. Yoksa birinin Allah’a âsî olmasından dolayı veya dinin herhangi bir hükmünü korumak uğrunda onunla ilişkiyi kesmek caizdir. Şöyle ki; Hz. İbni Ömer radıyallahu anhuma bir defasında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek hadisini nakledince, oğlu görünüşte hadise itiraz olan bir söz söyledi. Bunun üzerine Hz. İbni Ömer radıyallahu anhuma onunla ölene kadar konuşmadı. Sahâbe-i Kirâm’ın buna benzer daha birçok olayları vardır. Fakat Allahu Teâlâ her şeyi görendir, bilendir. Kalplerin halini çok iyi tanıyandır. Hangi bozuşmanın din için olduğunu hangisinin de kendine itibar kazanmak, başkasının şerefini düşürmek ve kibirlenmek için olduğunu çok iyi bilmektedir. Herkes kendi kin ve buğzunu dine dayandırabilir (ama Allah gerçeği çok iyi bilendir).
Yukarıdaki hadisten anlaşılan ikinci husus şudur: Allah’ın hikmeti karşısında riza göstermek O’nu kabul etmek ve O’na teslim olmaktır. Çünkü Kadir gecesi’nin tayin edilen vaktinin ortadan kaldırılması görünüşte büyük bir hayrın ortadan kalkmasidır. Ancak bu, Allah celle celaluhu tarafından olduğundan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Belki de bizim için böylesi daha hayırlıdır” buyurmuştur. Son derece Ibret alınacak ve düşünülecek bir konudur. Allahu Teâlâ’nın Rahim ve Kerim olan zâtı, kullarına daima merhametlidir. Kul kötü bir amelden dolayı bir musibete düşer, buna rağmen Allahu Teâlâ’ya birazcık yönelir ve aczini itiraf ederse, Allah’ın lütfu ona yetişir ve o musibet büyük bir hayra sebep kılınır. Çünkü Allah için hiç bir şey zor değildir. Nitekim alimler Kadir gecesi’nin gizlenmesinin (aşağıda belirtilen) bir kaç faydası olduğunu bildirmişlerdir.
1. Eğer bu gecenin tarihi ilan edilseydi bir çok ihmalci kimseler diğer gecelerde ibadet etmeyi tamamen bırakırlardı. Halbuki bu durumda belki de bu gece Kadir gecesidir ihtimaliyle istekli olanlara bir çok geceyi ibadetle geçirmek nasip olacaktır.
2. Günah işlemeden duramayan bir çok insanlar vardır. Bu gecenin ne zaman olduğunu bildikleri halde o gece günah işlemeye kalkışsalardı durumları çok endişe verici olurdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün mescide geldi. Bir sahâbi uyuyordu. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ali radıyallahu anh’a “Onu uyandır, abdest alsın” buyurdu. Hz. Ali radıyallahu anh onu uyandırdıktan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e, “Siz hayırlı işlerde daima ileri geçtiğiniz halde, niçin siz onu uyandırmadınız?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Belki de dediklerimi reddederdi. Benim emrime karşı gelseydi küfre girerdi. Senin dediklerini inkar etmek ise küfür olmaz” buyurdu. İşte böyle, Allahu Zül’celâl hiç kimsenin bu büyük gecenin tarihini bildiği halde günah işlemeye kalkışmasını istememiştir.
3. Biri Kadir Gecesini kesin olarak bildiği halde, bir sebepten dolayı o gece ibadet yapmayı kaçırdıysa, artık ona üzüntüsünden dolayı diğer geceleri uyanık geçirip de ibadet yapmak nasip olmazdı. Fakat şimdi Kadir gecesi bilinmediğinden dolayı, en azından herkese Ramazan’ın bir iki gecesini ibadetle geçirmek kolay gelmektedir.
4. Kadir gecesini araştırma uğrunda kaç gece ibadetle geçirilirse onların her birine ayrı ayrı sevab verilir.
5. Önceki rivayetlerden anlaşıldığı gibi Ramazan’da insanların yaptıkları ibadetlerden dolayı Allahu Teâlâ meleklere karşı övünür. Bu durum övünmenin tam yeridir. Çünkü kullar Kadir gecesinin ne zaman olduğunu bilmedikleri halde bir ihtimal ve tahmin üzerine gece boyunca uyanık kalıp ibadetle meşgul oluyorlar. Yalnız bir ihtimal üzerine bu kadar gayret ederlerse, kendilerine şu gece Kadir gecesidir denseydi o zaman onların gayretleri nasıl olurdu?
Bunlardan başka da bir takım faydalar olabilir. Bu gibi hikmetlerden dolayı bu çeşit önemli şeyleri gizlemesi, Allahu Teâlâ’nın devam eden âdetindedir. Nitekim, Ism-i Âzam’ı da gizlemiştir. Aynı şekilde Cuma günü duanın kabul edildiği özel vakti de gizlemiştir. Bunun gibi gizlenmiş olan daha çok şeyler vardır. Ayrıca çekişmeden dolayı sadece o seneki Ramazan’da bulunan Kadir gecesi unutturulmuş ve daha sonra yukarıda sayılan hikmet ve faydalarından dolayı ebedi olarak kesin tarihi kaldırılmış olabilir.
Bu hadiste geçen üçüncü husus: Kadir gecesinin üç geceden birinde aranılması emredilmiştir. Bunlar, dokuzuncu, yedinci ve beşinci gecelerdir. Bunu diğer hadislerle karşılaştırdığımız zaman bu üç gecenin Ramazan’ın son on gününde olduğu kesindir. Fakat bundan sonra bir kaç ihtimal daha vardır. Eğer son gün başından itibaren sayılırsa Kadir gecesi 29., 27. veya 25. gecelerden biridir. Eğer bazı kelimelerden de anlaşıldığı gibi sondan sayılırsa ayın durumuna bakılır. Eğer ay Ramazan’ın yirmidokuzunda görünürse Kadir gecesi 25., 23. veya 21. geceleri olabilir. Eğer Ramazan otuz çekiyorsa o zaman 26., 24. veya 22. geceleri olabilir. Bundan başka olan rivayetlerde de Kadir gecesinin tayininde cok farklılıklar vardır. Bu yüzden, bu konuda alimler arasında daha önce belirtildiği gibi elliye yakın farklı görüş oluşmuştur. Araştırma yapan alimlere göre rivayetlerdeki ihtilafın çok oluşunun sebebi, Kadir gecesinin herhangi bir tarihe bağlı olmayışındandır. Daha doğrusu, değişik senelerde, değişik gecelerde bulunmasıdır. İşte bundan dolayı rivayetler muhteliftir. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kadir gecesinin her sene değişik bir şekilde, o senenin bir kaç gecesinde aranmasını emretmiş, bazı seneler gününü de belirtmiştir. Nitekim, Ebû Hûreyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bulunduğu bir mecliste, Kadir gecesi konuşuldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Bugün Ramazan’ın kaçı?” diye sorunca, “Yirmi ikisi” denildi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de “Öyleyse bu gece onu arayın” buyurdu. Hz. Ebû Zer radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e, “Kadir gecesi peygamberin yaşadığı zamana mi aittir, yoksa sonra da devam edecek midir?” diye sordum. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Kıyamete kadar devam edecektir” buyurdu. Ben, “Kadir gecesi Ramazan’ın hangi bölümünde bulunur” dedim. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Onu ilk on günde ve son on günde ara” buyurdu. Sonra Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem başka konulara geçti. Ben yine bir ara fırsat bularak, “Peki Kadir gecesi on günün hangi kısmında bulunur?” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem o kadar kızdı ki, ne ondan önce bana böyle kızmıştı ne de sonra. Şöyle buyurdu: “Eğer Allah bize bildirmek isteseydi, bildirmez miydi? Onu son yedi gecede ara. Artık bundan sonra hiç bir şey sorma”. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, başka bir sahâbiye Kadir gecesi’nin yirmi üçünde olduğunu belirtmiştir. Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: “Ben uyuyordum. Rüyamda biri bana, <Kalk, bu gece Kadir gecesidir> dedi. Ben çabucak kalkıp Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gittim. O namaza başlamıştı. O gece yirmi üçüncü geceydi.” Bazı rivayetlerden de Kadir gecesinin yirmidördüncü gece olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Abdullah Ibn-i Mes’ûd radıyallahu anh buyuruyor ki: “Kim senenin bütün gecelerini ibadetle geçirirse Kadir gecesini bulabilir.” (Yani Kadir gecesi senenin bütün gecelerinde devreder). Biri Übeyy bin Ka’b radıyallahu anh’a bunu söyleyince o, şöyle buyurdu: “Ibn-i Mes’ûd radıyallahu anh halkın sadece bir gecelik ibadetle yetinmemelerini istiyordu” Sonra yemin ederek Kadir gecesinin Ramazan’ın yirmiyedisinde olduğunu söyledi. Aynı şekilde bir çok Sahâbe ve tâbiinin görüşüne göre Kadir gecesi yirmiyedinci gecesindedir. Ubeyy bin Ka’b radıyallahu anh’ın araştırması da aynıdır. Fakat Ibn-i Mes’ûd radıyallahu anh’ın araştırması da (yukarıda açıklandığı gibi) şöyledir: “Onu senenin bütün gecelerini ibadetle geçiren bulabilir” Dürrü Mensur’daki bir hadisten anlaşıldığına gőre Ibn-i Mes’ûd radryallahu anh bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den nakletmektedir. Dört mezhep imamlarından Imam Ebû Hanife rahmetullahi aleyh’in meşhur olan görüşüne göre Kadir gecesi bütün sene içinde devreder. Imam Ebû Hanife rahmetullahi aleyh’in ikinci görüşüne göre bütün Ramazan içinde devreder. Imam Ebû Yusuf rahmetullahi aleyh ve Imam Muhammed rahmetullahi aleyh’e göre, Kadir gecesi Ramazan’ın belirli bir gecesidir. Ancak bilinmemektedir. Şafiilere göre Ramazan’ın yirmi birinci gecesi olması en yakın ihtimaldir. Imam Mâlik rahmetullahi aleyh ve Imam Ahmed bin Hanbel rahmetullahi aleyh Kadir gecesinin Ramazan’ın son on gününün tek sayılı gecelerinde bulunduğu, bunun da seneden seneye değiştiği görüşün dedirler. Alimlerin çoğunluğuna göre Ramazan’ın yirmiyedinci gecesi olma ihtimali daha kuvvetlidir. Şeyh’ul Ârifin Muhyiddin İbn-i Arabi rahmetullahi aleyh diyor ki: “Bana göre Kadir gecesinin sene içindeki gecelerde devrettiğini söyleyenlerin görüşü daha doğrudur. Çünkü ben onu iki defa Şaban ayında gördüm, on beşinde ve on dokuzunda. İki defa Ramazan’ın ikinci on gününde, yani on üçünde ve onsekizinde gördüm. Bir de Ramazan’ın son on günündeki tek sayılı gecelerde gördüm. Bundan dolayı kesin olarak inanıyorum ki, Kadir gecesi yılın bütün gecelerinde dolaşmaktadır. Ancak çoğunlukla Ramazan ayında bulunmaktadır.” Şah Veliyullah Dehlevi rahmetullahi aleyh, “Kadir gecesi senede iki kere olur. Birincisi, Allah’ın hükümlerinin indiği gecedir ki, o gecede Kur’an-ı Kerim Levhi Mahfuz’dan indirilmiştir. Bu gece Ramazan’a mahsus değildir, bütün sene dönüp dolaşır. Fakat Kadir gecesi, Kur’an-i Kerim’in indiği sene mübarek Ramazan’a rastlamıştı. Zaten Kadir gecesi çoğunlukla Ramazan’da bulunur. İkinci Kadir gecesi ise manevi güzelliklerin her tarafa yayıldığı, meleklerin kalabalık bir şekilde yeryüzüne indiği, şeytanların uzaklaştığı, dua ve ibadetlerin kabul edildiği bir gecedir. Bu ancak Ramazan’ın son on gününün tek sayılı gecelerinde bulunur ve seneden seneye değişir.” Rahmetli Babam’ (Allah kabrini pürnûr etsin), bu son görüşü tercih ederdi.
Her neyse Kadir gecesi bir olsun veya iki herkes kendi gücü ve gayretine göre sene boyunca onu araştırmaya çalışmalıdır. Buna gücü yetmezse Ramazan boyunca araştırmalı. Bu da zor geliyorsa Ramazan’ın son on gününü ganimet bilmelidir. Bu da olmazsa, son on günün tek sayılı gecelerini elden kaçırmamalıdır. Allah esirgesin, bunu da yapamazsa, yirmiyedinci geceyi mutlaka iyi bir fırsat bilmelidir. Bahtiyar birine, Allahu Teâlâ’nın yardımı gelir de, o geceyi bulursa, dünyanın bütün nimetleri ve rahatları o gecenin yanında hiç kalır. Ancak Kadir gecesini bulamazsa da műkafatsız kalmayacaktır. Bilhassa, sene boyunca akşam ve yatsı namazını camide cemaatle kılmaya herkes gayret gösterme- lidir. Eğer güzel kısmetinden dolayı, birine Kadir gecesinde bu iki namazı cemaatle kılmak nasip olmuş ise ne kadar çok (yani bin aydan fazla) cemaatle namaz kılma sevabı kazanmış olacaktır. Allah’ın ne büyük ihsanıdır ki, bir din işinde gayret gösterip başarı sağlanamasa bile o gayretin mükafatı mutlaka verilecektir. Fakat buna rağmen dini yaşayan, ölürcesine dine bağlı olan ve din için gayret eden kaç kişi vardır? Buna karşılık dünya menfaatleri uğrunda çalışmaktan bir netice çıkmazsa o uğraşma boşuna gitmiş olur ve zayi olur. Ancak böyle olmasına rağmen nice insanlar dünyalık menfaatler, boş ve faydasız şeyler elde etmek için hem canlarını hem de mallarını mahvetmektedirler.
MISRA:
Bak aradaki farkın nereden nereye vardığına.
6. Hz. Ubade bin Samit radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e Kadir gecesi hakkında sorunca, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, “O Ramazan’ın son on günündedir. Şüphesiz o tek sayılı olan 21, 23, 25, 27, 29. gecelerinde veya Ramazan’ın son gecesindedir. Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan umarak, o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş bütün günahları bağışlanır. O gecenin alâmetlerinden bazıları şunlardır: O gece parlak ve açık bir gecedir. Saf ve berraktır. Sakin ve durgundur. Ne sıcak ne de soğuk olup (mûtedildir). O gece (nûrların bolluğundan dolayı) ay parlak görünür. O gece sabaha kadar şeytanlara yıldızlar atılmaz. Yine onun alâmetlerinden biri o gecenin sabahında güneş ışınsız sanki ayın on dördü gibi yuvarlak bir şekilde doğar. Allahu Teâlâ, o gün şeytanın güneşle beraber ortaya çıkmasını yasaklamıştır” buyurdu. (Dürrü Mensar, Ahmed, Beyhaki)
İZAH: Bu hadisin ilk konusu daha önceki hadislerde anlatılmıştır. Hadisin sonunda Kadir gecesinin bir kaç alâmeti zikredilmiştir. Onların manaları anlaşılır olduğundan herhangi bir açıklamaya da gerek yoktur. Bunlara ilave olarak daha Dir kaç alâmet başka hadisler de ve kendilerine o geceyi görme nimeti nasip olan kimselerin sözlerinde zikredilmiştir. Bilhassa o gecenin sabahında güneşin ışınsız doğması bunlardandır. Bu alamet bir çok hadis rivayetlerinde geçmektedir ve her defasında gözükmektedir. Bundan başka diğer alametlerin her zaman olması gerekli ve şart değildir. Abde bin Ebî Lübâbe radıyallahu anh diyor ki: “Ben mübarek Ramazan’ın yirmiyedinci gecesi denizin suyunu tattım, o tamamen tatlıydı.” Eyyûb bin Halid rahmetullahi aleyh diyor ki: “Gusül ihtiyacından dolayı deniz suyu ile yıkandım ve onu tatlı buldum. Bu olay Ramazan’ın yirmi üçüncü gecesi olmuştu.” Islam büyükleri Kadir gecesinde her şayin secde ettiğini yazmışlardır. Hatta ağaçlar yere eğilirler ve tekrar önceki hallerine dönerler. Fakat bu gibi durumlar Keşf ile ilgili şeylerdir. Bunu herkes hissedemez.
7. Hz. Aişe radıyallahu anha diyor ki: Ben, “Ya Rasûlallah, Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilirsem hangi duayı yapayım?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “<Allah’ım, muhakkak Sen affedicisin, affı seversin, beni affet> de” buyurdu. (Ahmed, Ibn-i Mâce, Tirmizi, Mişkat)
İZAH: Bu dua çok geniş manaları içine alan bir duadır. Allahu Teâlâ kendi lütfu ve keremi ile ahirette hesaba çekilmekten kurtarırsa (ne mutlu bize). Bundan başka daha ne isteyelim ki!
BEYİT:
Demiyorum ki, taatimi kabul ediver
Yalnız, günahıma af kalemini çekiver
Hz. Süfyân Sevri rahmetullahi aleyh diyor ki: “Bu gece dua ile meşgul olmak, diğer ibadetlerle meşgul olmaktan daha hayırlıdır.” İbn-i Recep rahmetullahi aleyh diyor ki: “Sadece dua değil, bununla birlikte çeşitli ibadetleri yapmak efdaldir. Mesela, Kur’an-i Kerim okumak, namaz kılmak, dua etmek, murakabe etmek (Allah’ın büyüklüğünü ve O’nun ihsanlarını düşünmek) vs… Çünkü bunların hepsi Rasûlullah sallallahu aleyhi veselem’den rivayet edilmiştir. İşte bu görüş, (sünnete) daha yakındır, çünkü bundan önceki hadislerde namaz, zikir gibi bir çok ibadetlerin faziletleri anlatılmıştır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İTİKAF
Bir camide itikaf niyetiyle kalmaya itikaf denir. Hanefi mezhebine göre itikaf üç kısımdır:
1. Vacib olan itikaf: Adamak veya nezretmekten dolayı yapılan bir itikaftır. Mesela biri, “Benim falan işim olursa şu kadar gün itikaf yapacağım” veya hiç bir şart koşmadan, “Şu kadar gün itikaf yapmak üzerime borç olsun” derse, o itikaf o kişiye vacib olur. Kaç güne niyet ettiyse onları tamamlaması vacibtir.
2. Sünnet olan itikaf: Mubarek Ramazan ayının son on günü yapılan itikaftır. O günlerde itikâfa girmek Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in mübârek âdetleriydi.
3. Nafile olan itikaf: Bunun için ne belirli bir vakit ne de günlerin miktarını söylemeye gerek vardır. Kim kaç gün isterse o kadar yapar. Hatta bir ömür boyu itikafa niyet etse caizdir. Yalnız itikafın en az müddetinde görüş farklılığı vardır. Imam Ebû Hanife rahmetullahi aleyh’e göre bir günden az olan itikaf caiz değildir. Fakat Imam Muhammed rahmetullahi aleyh’e göre az bir zaman için dahi itikaf caizdir. Fetva da buna göredir. Bundan dolayı herkesin camiye girerken itikafa niyet etmesi uygun düşer. Böyle yaparak, namaz ve başka ibadetlerle meşgul olduğu müddetçe itikaf sevabı da almış olur. Ben rahmetli babamın (Allah kabrini pürnûr etsin) buna daima özen gösterdiğini gördüm. Mescide gittiğinde sağ ayağını içeri koyar koymaz itikafa niyet ederdi. Çoğu zaman talebelerine öğretmek için sesli olarak niyet ederdi.
Itikafın sevabı çok büyüktür. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ona daima önem vermesinden daha büyük bir fazilet olabilir mi? Itikafa giren kimsenin benzeri, muhtaç olduğu birinin kapısına varip, “İsteklerim kabul olmadığı müddetçe buradan ayrılmam” diyen kimse gibidir.
BEYİT:
Ayakların altında, çıksın ruhum
Ancak budur kalp hasretim ve arzum
Gerçekten hali böyle olan birine en katı kalpli olan kimse bile acır. Allahu Teâlâ’nın kerim olan Zât’ı ise zaten her an affetmek için bahane arar. Hatta bahanesiz de affeder.
BEYİT:
Sen öyle bir cömertsin ki, vermek için,
Her an açık kapıları rahmetinin
BEYİT:
Musa’dan sorunuz, halini Allah’ın vermesinin.
Ateş almaya gitsin de, Peygamberlik buluversin.
Öyleyse bir kimse dünyayı terk ederek Allah’ın kapısına gidip düşerse, onun bağışlanmasında ne şüphe olabilir? Allahu Teâlâ birine ikram ettiği zaman, ona verilen dopdolu hazineleri kim anlatabilir? Ancak şu kadarını söyleyebilirim, büluğa ermeyen biri büluğ çağının keyfiyetini anlatabilir mi? Yeter ki bir kimse şöyle karar versin:
BEYİT:
Gönlümü bir güle verdim, o güle feda oldum
Ya o yanıma gelir, ya kafesten uçar ruhum
İbn-i Kayyim rahmetulahi aleyh diyor ki: “Itikafın maksadı ve onun ruhu, kalbi Allah’ın yüce Zât’ına bağlamaktır. Kendini her taraftan uzaklaştırıp Allah’a kavuşmaktır. Bütün meşguliyetlerin yerine O’nun yüce Zât’ı ile meşgul olmaktır. Kişi, O’ndan başka her şeyden kopup, kendini O’na öyle bağlamalı ki, bütün düşünceleri ve fikirlerinin yerine Allah’ın yüce zikri ve O’nun sevgisi yerleşmeli. Hatta, yaratıklara bağlılık yerine Allah’a bağlılık ve dostluk kurmalıdır. İşte bu sevgi kabir yalnızlığında işe yarayacaktır. O gün yüce Allah’tan başka ne bir dost ne de bir teselli veren olacaktır. Eğer kalp, O’na bağlanmışsa ne kadar zevkli bir vakit geçirecektir.”
BEYİT:
Gönlüm aramakta yine o yalnız kaldığım eyyâmı
Oturayım daima düşünerek sevgili Mevlâmı.
Merâkıl-Felah’ın yazarı diyor ki: “Ihlasla yapıldığı takdirde itikaf, en üstün amellerden biridir. Onun özellikleri sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü o, kalbi dünya ve içindekilerden çekmek, nefsi Mevlâ’ya teslim etmek ve sahibinin eşiğine yapışmaktır.”
BEYİT:
Gönlümden geçmekte, O’nun eşiğine düşüp kalayım
Başımı eğerek bâri, O’na yalvarmakla meşgul olayım.
Ayrıca itikaf’ta iken insan her zaman ibadetle meşguldür. Çünkü o, uyurken, uyanıkken kısaca her an ibadet etmiş sayılır ve Allah’a yaklaşmaktadır. Bir Hadis-i Kudsi’de Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Kim Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim Bana (yavaş da olsa) yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim”. Itikaf Allah’ın evine kendini atmaktır. Kerim olan ev sahibi daima evine gelene ikram eder. Bununla beraber, itikafa giren Allah’ın kalesinde korunmuş olur. Düşman olan şeytan da oraya ulaşamaz. Bu çok önemli ibadetin daha çok faziletleri ve özellikleri vardır.
FIKIHLA İLGİLİ BİR MESELE: Erkek için en üstün itikaf yeri, Mekke’deki Mescid-i Haram’dır. Ondan sonra Medine-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevi, ondan sonra Beytül Mukaddes’deki Mescid-i Aksa’dır. Daha sonra Cuma namazı kılınan camilerdir. Ondan sonra içinde cuma namazı kılınmayan küçük mescidlerdir. Imam Ebû Hanife ráhmetullahi aleyh’e göre itikafa girilecek mescidin içinde beş vakit cemaatle namaz kılınan bir mescid olması şarttır. Sahibeyn’ rahmetullahi aleyhima’ya göre cemaatle namaz kılınmasa da şeri açıdan mescid sayılması yeterlidir. Kadın, kendi evindeki mescidde itikafa girmelidir. Eğer evde mescid için bir yer ayrılmamışsa, evin bir köşesini bu iş için ayırmalıdır. Kadınların itikafı erkeklere nazaran daha kolaydır. Evde, oturduğu yerde ev işlerini kızlarına veya başkalarına yaptırarak bedava sevab kazanırlar. Fakat buna rağmen (günümüzde) kadınlar, sünnet olan itikaftan bir bakıma tamamen mahrum kalmışlardır. ‘
1. Hz. Ebû Said el-Hudri radıyallahu anh’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ramazan’ın ilk on gününde itikafa girdi. Sonra Ramazan’ın ortasındaki on günde itikafa girdiği bir Türk çadırından başını çıkarıp şöyle buyurdu: “Ben ilk on günde Kadir gecesini aramak için itikafa girmiştim. (Yine aynı sebeble) ortasındaki on günde de itikafa girdim. Sonra bana haber veren biri (yani bir melek) o gecenin, son on günde olduğunu söyledi. O halde benimle itikafa girmiş olanlar, son on günde de itikafa girsinler. Bana o (Kadir gecesi) gösterilmişti, sonra unutturuldu. (Bunun âlâmeti olarak) o gecenin sabahı kendimi su ve çamur içinde secde ederken görmüştüm. Artık onu son on günün tek sayılı gecelerinde arayınız” buyurdu. (Ebû Said Hudri radıyallahu anh) diyor ki: “O gece yağmur yağdı. Mescidin çatısı hurma ağacının yaprakları ile örtülü olduğu için aktı. Ben kendi gözlerimle, Ramazan’ın yirmibirinci gününün sabahı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i mübarek alnında su ve çamur izi varken gördüm.” (Buhâri, Maslim)
İZAH: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in daima itikafa girmek âdetiydi. O sene Ramazan’ın tamamını itikafta geçirmişti. Vefat ettiği senenin Ramazan’ında yirmi gün itikafa girmişti. Fakat daha çok Ramazan’ın son on gününde itikafa girdiklerinden alimlere göre Sünnet-i Müekkede olan itikaf budur.
Yukarıdaki hadisten itikafın önemli bir gayesinin de, Kadir gecesini aramak olduğu anlaşılmaktadır. Gerçektende bunun için itikaf etmek çok uygundur. Çünkü insanın itikafta iken uyuması bile ibadet sayılmaktadır. Ayrıca itikafta iken bir yere gidip gelmek ve günlük meşguliyetler kalmayacağından, kerim olan Mevlâ’yı zikretmekten başka bir şeyle de uğraşılmamış olunur. O halde Kadir gecesinin değerini bilenler için itikafa girmekten daha güzel bir yol yoktur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bütün Ramazan boyunca ibadete çok önem verir ve arttırırdı. Fakat son on günündeki ibadetinin haddi hesabı yoktu. Buhâri ve Müslim’in bir çok rivayetlerine göre geceleri kendisi uyanık geçirdiği gibi, ev halkını da uyandırırdı. Yine Buhâri ve Müslimdeki bir rivayette Hz. Aişe radıyallahu anha buyuruyor ki: “Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Ramazan’ın son on gününde kuşağını sıkı bağlar, geceleri ibadetle geçirir ve ev halkını da uyandırırdı.” Kuşağını sıkı bağlamasından maksat, ibadette çok gayretli olması veya ailesinden tamamen uzak durması olabilir.
2. Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayetle, Rasûlullah sallallahu aleyhl vesellem itikafa giren kimse hakkında şöyle buyurdu: “itikafa giren kimse günahlardan korunur. Ona bütün iyi amelleri yapan biri gibi sevap yazılır.” (Mişkat, Ibn-i Mace)
İZAH: Bu hadiste itikafın iki özel faydası anlatılmıştır. Birincisi, itikaftan dolayı günahlardan korunulur. Yoksa çoğu zaman bir ihmal ve hata yüzünden insanı mutlaka günaha düşüren bazı sebepler ortaya çıkar. Böyle mübarek bir vakitte günah işlemek ne kadar büyük bir zulümdür. Ama itikaftan dolayı insan günahlardan korunur ve güvenlik içinde kalmış olur. İkincisi, bir kimse itikafta kaldığı müddetçe, hasta ziyareti, cenazeye katılmak ve bunun gibi (cami dışındaki iyi amelleri) yapamaz. Fakat, itikaftan dolayı yapamadığı bu amellerin sevabi kendisine verilir. Allahu Ekber! Bu ne büyük merhamet ve cömertliktir. Insan bir ibadete karşı bir çok yapamadığı ibadetlerin sevabını kazanır. Aslında Allah’in rahmeti vermek için bahaneler aramaktadır. Birazcık Allah’a yönelip istemekle o rahmet bol bol yağar.
O vermek için bahane arar, ama bahâ ile vermez.
Fakat bizler buna hiç önem vermiyoruz, ihtiyaç bile duymuyoruz. Kalbimizde dinin değeri olmadığına göre buna kim önem versin, niçin versin?
BEYİT:
O’nun lütufları kuşatmıştır herkesi, Ey Şehidi
Buğzu mu vardı sana, sende bir liyakat olsa idi
3. Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma bir gün Mescid-i Nebevi’de itikafa girmişti. Yanına bir adam geldi ve selam verip (sessizce) oturdu. Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma, “Seni üzüntülü ve perişan görüyorum, ne var?” diye sordu. Adam, “Evet, Ey Rasûllullah’ın amcasının oğlu! Şüphesiz ben perişan biriyim. Falancanın benden alacağı var. (Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek kabrini göstererek) Bu kabirde yatan zâtın hürmetine yemin ederim ki bunu ödeyebilecek gücüm yok” dedi. İbn-i Abbas radiyallahu anhuma, “Peki, ben senin adına o adamla konuşayım mı?” deyince, adam, “Eğer uygun görüyorsanız” dedi. Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma (bunu duyunca) ayakkabılarını giyerek mescidden dışarıya çıktı. Bunun üzerine adam, “Siz itikafta olduğunuzu unuttunuz mu?” dedi. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma, “Hayır unutmadım. Fakat ben bu kabirde yatan (Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem)in şu sözünü işiteli henüz fazla zaman geçmedi (Bunu söylerken ibn-i Abbas radryallahu anhuma’nın gözlerinden yaşlar akmaya başladı): <Kim bir (müslüman) kardeşinin bir işini görmek için gidip dolaşır ve gayret ederse, bu onun için on yıllık itikaftan daha hayırlıdır ve kim Allah için bir gün itikafa girerse, Allahu Teâlâ onunla Cehennem arasına herbirinin genişliği yerle gök arasından daha geniş olan üç hendek koyar>”. (Bir günlük itikafın sevabI bu kadar olursa, bir müslümana yardım etmekle kazanılan on senelik itikafın sevabı ne kadar çok olur!). (Taberani, Beyhaki, Hakim, Terğib)
İZAH: Bu hadisten iki konu anlaşılmaktadır:
1. Bir günlük itikafın karşılığı olarak Allahu Teâlâ kişi ile Cehennem arasında herbirinin genişliği yerle gök arası kadar olan üç hendek koyar. Bir günden fazla, kaç gün itikafa girilirse mükafatı o kadar fazla olacaktır. Allâme Şarâni rahmetullahi aleyh Keşf’ül Gumme adlı eserinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesel- lem’in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Kim Ramazan’ın son on günü itikafa girerse ona iki hac ve iki umre sevabı verilir. Her kim, cemaatle namaz kılınan bir camide akşamdan yatsıya kadar itikaf eder (ve bu itikaf esnasında) namaz kılıp, Kur’an okumanın dışında kimseyle bir şey konuşmazsa, Allahu Teâlâ ona Cennet’te bir köşk hazırlar”
2. Bundan daha önemli olan konu, müslümanların ihtiyaçlarını görmenin on senelik itikaftan daha üstün olduğudur. Bundan dolayı Ibn-i Abbas radıyallahu anhuma kendi itikafına da aldırmamıştır. Çünkü itikafın daha sonra telafisi mümkündür, kazası da yapılabilir. İşte bundan dolayıdır ki, tasavvuf ehlinin şöyle bir sözü vardır: “Allah indinde kırık bir gönülün değeri kadar hiç bir şeyin değeri yoktur.” Bu sebepten hadislerde mazlumun bedduasına uğramaktan sık sık korkutulmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem birini vali olarak bir yere gönderirken ona nasihat olarak (Mazlumun beddu- asından sakın) buyururdu.
Korkun mazlumun âhından beddua ettiğinde
Hep istikbal edilir o, Cenâb-ı Hak indinde
Burada fikıhla ilgili bir meseleyi hatırda tutmak gerekir. Bir műslümanın ihtiyacını görmek için bile olsa, mescidden çıkmakla itikaf bozulur. Eğer vacib olan itikaf ise kazası gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, beşeri bir ihtiyaç olmadan asla mescidden dışarı çıkmazdı. Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’nın başkası uğrunda itikafını bozarak onu tercih etmesine gelince, bu, ancak başkaları uğruna (savaş meydanlarında dahi) susuzluktan kıvrana kıvrana ölen, ama yanında yaralı yatan kardeşini kendinden önde tutarak suyun son damlasını dahi içmeyen o yüce insanlara yakışırdı. Ayrıca İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’nın bu itikafının nafile olması da mümkündür. O takdirde hiç bir tereddüte yer kalmaz.
SON SÖZ
Bu son bölümde içinde çok değişik faziletler anlatılan uzun bir hadisi zikrederek bu risaleye son veriyoruz.
Hz. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem söyle buyurdu: “Cennet, sene başından sene sonuna kadar, Ramazan ayının hatırına güzel kokularla kokulanır ve süslenir. Ramazan’ın ilk gecesi olunca Arş’ın altından Müsîre adlı bir rüzgar esmeye başlar. (Onun etkisinden dolayı) Cennet’teki ağaçların yaprakları ve kapıların halkaları öyle çınlar ki, ondan gönülleri bağlayan güzel nâmeler duyulmaya başlar. Dinleyenler ondan daha güzelini asla dinlememişlerdir. Sonra güzel gözlü huriler (bulundukları yerden) ortaya çıkarlar. Cennet’in yüksek yerlerine çıkıp, <Kendisine zevce yapması için Allah’tan bizi isteyen yok mu?> derler. Sonra o güzel gözlü huriler, Cennet’in bekçisi olan Rıdvan’a şöyle sorarlar: <Ey Ridvan, bu gece hangi gecedir?>, Ridvan, <Lebbeyk> diyerek şöyle cevap verir; <Bu gece Ramazan’ın ilk gecesidir. Bugün Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetinden oruç tutanlar için Cennet’in kapıları açılmıştır>”. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Allah celle celaluhu şöyle emreder; <Ey Ridvan! Cennet’in kapılarını aç. Ey (Cehennem bekçisi olan) Mâlik! Ahmed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetinden oruç tutanlara Cehennem’in kapılarını kapatl> ve Cebrâil aleyhlsselam’a da, <Ey Cebrâil, yeryüzüne in ve şeytanların azgınlarını bağla. Boyunlarına demir halkalar geçirerek denizlere at ki, Benim Habibim Muham- med’in ümmetinin oruçlarını bozmasınlar>”. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Allah celle celaluhu, Ramazan’ın her gecesinde bir münadinin üç kere şöyle ilan etmesini emreder, <Ben’den bir şey isteyen var mı, istediğini vereyim. Bir tevbe eden var mı, tevbesini kabul edeyim. Ben’den bağışlanmasını isteyen var mı, onu bağışlayayım. Kim zengin olup yoksul olmayan, tam ödeyip haksızlık yapmayan birine (yani Allah’a) borç vermek ister?> Allahu Teâlâ Ramazan ayının her günü iftar vaktinde Cehennem’i hak etmiş olan bir milyon kişiyi Cehennem’den azad eder. Ramazan’ın son günü ise ayın birinci gününden sonuna kadar azad ettiklerinin sayısınca insanı Cehennem’den azad eder. Kadir gecesi olunca Allahu Teâlâ Cebrâil aleyhisselam’a emreder, o da kalabalık bir melek topluluğu içinde, elinde yeşil bir sancakla yeryüzüne iner ve onu Kâbe’nin üzerine diker. Hz. Cebrâil aleyhisselam’ın yüz kanadı vardır. Onlardan ikisini yalnız o gece açar da, doğudan batıya kadar olan mesafeyi kaplar. Sonra Cebrâil aleyhisselam melekleri, o gece ayakta durarak veya oturarak ibadet edenlere, namaz kılan ve zikredenlere selam verip müsafaha yapmaya ve onların dualarına Amin demeye teşvik eder. Bu durum şafak sökene kadar devam eder. Sabah olunca Cebrâil aleyhisselam, <Ey melekler topluluğu. Artık yürüyün gidiyoruz> diye nida eder. Melekler Hz. Cebrâil aleyhisselam’a, <Ey Cebrâil, Allahu Teâlâ Ahmed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetinden mü’minlerin ihtiyaçları hakkında ne yaptı?> derler. Cebrâil aleyhisselam, <Allahu Teâlâ onlara rahmet nazarı ile baktı ve dört kişiden başkasını affetti> der”. Sahâbe-i Kirâm, “Ya Rasûlallah, o dört kişi kimdir?” diye sorunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “1-Şaraba düşkün olan, 2-Ana babasına karşı gelen, 3-Akraba ile ilişkiyi kesen, 4-Kin tutandır”. Biz, “Ey Allah’ın Rasûlu, kin tutan ne demektir?” diye sorunca, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Aradaki ilişkiyi kesendir” buyurdu. “Sonra bayram gecesi olunca o geceye (göklerde) Leyletül Caize (mükafat gecesi) denir. Bayram sabahı olunca Allah celle celaluhu, melekleri bütün beldelere gönderir. Melekler yeryüzüne inip, sokak ve yolların başlarında durarak insan ve cinlerden başka Allah’ın yarattığı her canlının duyabileceği bir sesle şöyle nida ederler: <Ey Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmeti, bol bol ihsan eden, en büyük hatayı bile af eden keremi çok olan Rabbinizin huzuruna çıkınız>. Müslümanlar (bayram) namazı kılacakları meydana çıktıkları zaman, Allahu Teâlâ meleklerine, <Bir işçi işini bitirdiği zaman onun mükafatı nedir?> diye sorar. Onlar, <Ey Mabudumuz ve Sahibimiz, onun mükafatı ücretinin tam olarak verilmesidir> derler. Allahu Teâlâ, <Ey meleklerim sizi şahid tutuyorum. Onlara Ramazan ayın- daki oruçları ve ibadetlerinin (teravihlerinin) karşılığı olarak rızamı ve mağfiretimi verdim> buyurur. Sonra kullara hitap ederek şöyle buyurur: <Ey kullarım. Ben’den isteyin. İzzet ve Celalime yemin olsun ki, bugün şu topluluğunuzda ahiretiniz için ne isterseniz muhakkak vereceğim. Dünyalık bir şey isterseniz, sizin durumunuza uygun olanı vereceğim. İzzetime yemin olsun ki, (emirlerimi) gözettiğiniz müddetçe, Ben sizin hatalarınızı örteceğim. İzzet ve Celalime yemin olsun ki, sizi suçluların (ve kafirlerin) önünde rezil ve rüsvay etmeyeceğim. Artık bağışlanmış olarak evlerinize dönün. Siz Beni razı ettiniz. Ben de sizden razı oldum.> Melekler Allahu Teâlâ hazretlerinin bu ümmete bayram günü vermiş olduğu bu kadar çok nimeti görünce sevinip neşelenirler.” (Beyhaki, Ibn-i Hibban, Terğib)
“Allah’ım bizi de onlardan kıl”
İZAH: Bu hadisteki konuların çoğu bu kitapçığın önceki, sayfalarında açıklanmıştır. Fakat bir kaç husus üzerinde düşünmeye değerdir. Onların ilki ve en önemlisi Ramazan ayının geniş affından dışarı bırakılan nice nasipsiz kişiler, bayramın geniş çaptaki affından da ayrı tutulmuşlardır. Onlar arasında, aralarında çekişen ve ana babasına itaat etmeyenler de vardır, Onlara şöyle sorulmalıdır ki, “Siz Allah’ı gazaplandırdığınıza göre, kendinize başka hangi sığınacak yer arayıp duruyorsunuz? Yazıklar olsun size de ve sizin Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bedduasına katlanarak, Cebrâil aleyhisselam’ın bedduasını omuzlayarak ve Allah’ın geniş olan rahmetinden kovularak kazanmayı hayal ettiğiniz şerefe de. Sana şunu soruyorum; Allah’ın sevgili Rasûlu sallallahu aleyhi vesellem sana lanet ederse, Allah’ın çok yakın meleği senin helakin için beddua ederse, bizzat Allah celle celaluhu seni kendi mağfiretinden kovarsa, bugün, karşındakini rezil ederek, kendi bıyıklarını yukarı dikmen acaba kaç gün yanına kâr kalacaktır. Allah aşkına bir düşün ve bu davranışlarına son ver. Sabah yolunu şaşırmış biri, akşam evine dönerse, onun bir kaybı yok demektir. O halde bugün fırsat vardır. Hataların telafisi de mümkündür. Yoksa yarın öyle bir Hâkim’in huzuruna çıkacaksın ki, orada ne izzet ne şeref sorulacak, ne mal ne de mülk işe yarayacaktır. Orada yalnız senin amellerin sorulacaktır. Her davranışın yazılmış olarak karşına gelecektir. Allahu Teâlâ kendi haklarını affeder, Ama kullar arasındaki hakları, karşılığı alınmadan affetmez.” Peygamberimiz sallalahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç, sadaka gibi bütün iyi amellerle gelen, fakat birine sövdüğü, diğerini dövdüğü, bir başkasına da iftira attığından dolayı iyi amellerinin tamamı hak sahiplerine verilen kimsedir. Onun iyi amelleri bitince, alacaklıların günahları onun üzerine yüklenecek ve bu günah yığınları yüzünden Cehennem’i boylayacaktır.” lyi amellerin çokluğuna rağmen (kıyamet günü) kendisinde öyle bir hasret ve çaresizlik görüntüsü olacak ki onu anlatmak mümkün değildir.
BEYİT:
Neden (şaşkınca) gökyüzüne bakmasın, yitiren ümidini
Zira o, adım adım gördü gayretinin boşa gittiğini
Üzerinde düşünülmesi gereken ikinci husus da şudur: Bu kitapta günahkarların bağışlanacağı bir kaç zaman ve durum bildirilmiştir. Bundan başka mağfirete ve günahların bağışlanmasına sebep olacak daha bir çok şeylerde vardır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir; madem ki bir günah bir defa affedilmiştir, o halde ikinci defa affedilmesinin manası nedir? Bunun cevabı olarak Allah’ın mağfiretínin usulü şudur: Mağfiret kula yöneldiği zaman kulun bir günahı varsa onu yok eder. Günahı yoksa mağfiret miktarına göre onun üzerine Allah’ın rahmet ve ikramı da artar.
Üçüncü husus ise şudur: Yukarıdaki hadiste ve önceki hadislerin bazı yerlerinde Allahu Teâlâ kendi mağfiretine melekleri şahit tutmuştur.Bunun sebebi kıyamet mahkemesindeki işler bir usul ve kaideye bağlanmış olmasındandır. Peygamberlerden bile tebliğ yaptıklarına dair şahit istenecektir. Nitekim, hadis kitaplarının bir çok yerlerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Benim hakkımda sizlere sorulacak, o halde siz şahid olun ki, ben size Allah’ın emirlerini ulaştırdım.” Buhâri ve diğerlerindeki bir hadiste şöyle geçmektedir: “Hz. Nûh aleyhisselam kıyamet günü çağırılacak ve <Sen peygamberliğin hakkını edâ ettin mi? Benim emirlerimi ulaştırdın mı?> diye sorulacaktır. O da, <Ulaştırdım> diyecektir. Sonra onun ümmetine, <Size emirleri ulaştırdı mı?> diye sorulunca, onlar (Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği gibi) şöyle diyeceklerdir:
<Bize ne bir müjdeleyen ne de bir korkutan geldi> (Mâide-19). Hz. Nûh aley- hisselam’a <Kendine şahit getir denilecek, o da Hz. Muhammed salalahu aleyhi veselem’i ve onun ümmetini gösterecektir. Ümmeti Muhammed çağrılacak ve şahitlik edecektir.” Bazı rivayetlerde, onlara, “Siz Nûh aleyhisselam’ın ümmetine emirleri ulaştırdığını nereden biliyorsunuz?” diye sorulacaktır. Onlar, “Bize Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem haber verdi; Peygamberimize indirilen Hak kitapta da haber verildi”diyeceklerdir. Aynı şeyler diğer peygamberlerin ve ümmetlerinin başına da gelecektir, İşte bununla ilgili olarak Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar üzerine hak şahidleri olasınız.” (Bakara-143)
Imam Fahruddin Râzi rahmetulahi aleyh yazıyor ki: Kıyamet günû şahitlik dört türlù olacaktır. Birincisi, meleklerin şahitliğidir. Bu husus şu ayetlerde anlatılmaktadır.
“Herkes beraberinde bir sürücü (melek) ve bir de şahit olarak (Rabbi huzuruna) gelmiş bulunacaktır.” (Kaf-21)
“İnsan her ne söz söylerse muhakkak yanında hazır bir gözcü (melek) vardır.” (Kaf-18)
“Halbuki üzerlerinde gözetleyici melekler var. / (Amellerinizi yazan ve Allah katında) kerim olan katip melekler var. / Her ne yaparsanız bilirler.” (infitar-10,11,12)
İkincisi, Peygamberlerin şahitliğidir:
“(Kıyamet gününde Meryem oğlu İsa şöyle diyecek:) Aralarında bulunduğum müddetçe üzerlerine gözcü idim.” (Maide-117)
“Her ümmetten peygamberlerini birer şahid getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahid yaptığımız zaman, bakalım durumları ne olacak?” (Nisa-41)
Üçüncüsü, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetinin şahidliğidir:
“(Kıyamet gününde) peygamberler ve şahidler getirilir.” (Zümer-69)
Dördüncüsü, insanın kendi âzâlarının şahidliğidir:
“Kıyamet gününde onların aleyhlerinde (şahit) olarak dilleri, elleri ve ayakları bütün yaptıklarına şahitlik edecektir.” (Nûr-24) |
“Bugün (kıyamet gününde) onların ağızlarını mühürleriz de elleri (yaptıkları iyi ya da kötü amelleri) bize söyler ve ayakları şahidlik eder.” (Yasin-65)
Özet olarak bu ayetlerin maksadı, kıyamet günü adı geçen dört sınıfın şahitlik yapacaklarını bildirmektir. Yukarıdaki hadiste geçen dördüncü husus Allahu Teâlâ’nın şu mübarek fermanıdır: “Ben sizi kafirlerin önünde rezil ve rüsvay etmeyeceğim.” Bu Cenâb-i Hak’kın son derece lütuf ve keremi, müslümanların hallerini görünce onları himaye etmesidir. Allah’ın rızasını arayan kimselerin hata ve günahlarının kıyamet günü affedilmesi ve örtülmesi de, Allah’ın ayrı bir lütfu ve ihsanıdır. Abdullah bin Ömer radıyalahu anhuma, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kıyamet günü Allahu Teâlâ bir mü’min kulunu huzuruna çağırır ve kimse görmesin diye bir perdenin arkasına koyar. Ona kusurlarını ve günahlarını hatırlatarak her günahı itiraf ettirir. Günahlarının çokluğu ve itiraf etmesi yüzünden artık helak olma vaktinin yaklaştığını zannedince, Allahu Teâlâ, <Ben dünyada senin kusurlarını örttüğüm gibi bugün de onları örtüyor ve affediyorum> buyurur. Sonra ona iyi amellerinin yazıldığı defter verilir.” Daha yüzlerce hadisten, Allah’ın rizasını arayanlar ve O’nun emirlerine yapışanların hatalarının affedileceği konusu ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan bir hususa son derece önem vererek anlamak gerekir. Allah dostlarının kusurlarını gıybet etmeye mübtela olanlar şunu unutmasınlar ki, belki de kıyamet günü onların iyi amelleri sayesinde hataları örtülür ve affedilirken, sizlerin amel defteri bir gıybet defteri haline geldiğinden helakınıza sebep olacaktır. Allah celle celaluhu cümlemizi kendi lütfu ile affeylesin.
Yukarıdaki hadiste geçen beşinci önemli husus, Bayram gecesine mükafat gecesi denmesidir. O gece Allahu Teâlâ tarafından kullarına mükafatlar verilir. Öyleyse kulların da o gecenin kadrini son derece bilmeleri gerekir. Pek çok kimseler halkın geneli şöyle dursun, dinde seçkin denilen kimseler bile o gece Ramazan’ın yorgunluğundan tatlı bir uykuya dalarlar. Halbuki bayram gecesi de özellikle ibadetle geçirilecek bir gecedir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Şöyle buyuruyor: “Kim sevabını umarak iki bayram gecesinde uyanık kalıp ibadetle geçirirse, bütün kalplerin öldüğü gün onun kalbi ölmeyecektir (yani fitne ve fesat zamanlarında insanların kalpleri ölü haline büründüklerinde onun kalbi diri olacaktır. Ayrıca burada Sûr’a üfürüldüğü gün de kasdedilmiş olabilir. Şöyle ki, o gün, onun ruhu kendinden geçmeyecektir)”. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Kim şu beş geceyi (ibadet etmek için) uyanık geçirirse, ona Cennet va- cib olur. 1-Terviye gecesi (Zilhicce’nin sekizinci gecesi), 2-Arefe gecesi (9 Zilhicce), 3-Kur-ban bayramı gecesi (10 Zilhicce), 4-Ramazan Bayramı gecesi, 5-Berat gecesi, yani Şaban ayının on beşinci gecesi.”
Islam alimleri iki bayram gecesinde (ibadet etmek için) uyanık kalmanın müstehab olduğunu yazmışlardır. Ma sebete bis’sünneh adlı kitapta Imam Şâfiî rahmetullahi aleyh’den şöyle naklediliyor: “Beş gece duaların kabul edildiği gecelerdendir. Cuma gecesi, iki Bayram gecesi, Regaib gecesi (Recep ayının ilk Cuma gecesi) ve Şaban ayının yarısındaki (Berat gecesi).”
UYARI: Bazı din büyükleri “Mübarek Ramazan ayında bilhassa Cuma gecelerine önem verilmelidir” demişlerdir. Cuma günü ve gecesi çok mübarek vakitlerdir. Hadislerde onların bir çok faziletleri geçmektedir. Ancak bazı rivayetlerde gece ibadeti için sadece Cuma gecesini tayin etmenin yasak olduğu bildirilmiştir. Bu bakımdan en iyisi Cuma gecelerine bir iki gece daha eklenmelidir.
Son olarak okuyuculardan mübarek Ramazan ayındaki hususi vakitlerde kendileri için dua ettiklerinde bu günahkarı da unutmamalarını acizane rica ederim. Böylece Keremi bol olan Mevlâm, sizin ihlaslı dualarınız sayesinde belki bana da hoşnutluğunu ve sevgisini nasip eder.,
Ey alemlerin Rabbi, gerçi ben kötü ve yaramaz biriyim.
Fakat söyle, Senin kapını bırakıp da nereye gideyim.
Artık Sen’den başka kimi var, benim gibi kimsesizin.
Yıktı beni kararsızlıktan doğan ümitsizliğim,
Sen lütfunla nazar eyle, amelime bakma benim,
Ya Rabb ihsanın, bağışın ve merhametin hakkı için.
Baş üstünde isyan seması, ayak altında acı okyanusu,
Artık acilen keremini nasip eyle, dört taraf gam ordusu.
Bir kurtuluş sebebi, lütfet bu belaya düşen için.
İbadettir dayanağı, âbidlerin,
Zühd, desteğidir zâhidlerin,
Ancak “Ah” sâsı var, benim gibi aciz sakatlar için.
Ne fakirlik isterim, ne zenginliktir talebim,
Ne ibadet, ne vera. Ne arzum edeb ve ilim.
Bana gerek sadece gönül derdi ylce Allah için.
Akıl, duygu, düşünce ve sayısız dünya nimetleri,
Bana Sen lütfettin, artık ey alemlerin Perveri,
Bahşet işe yarayan nimeti, ebedi hayat için.
Ben kederlinin hali son derece oldu berbât,
Artık yardım vakti, Allah’ım bana eyle imdad,
Sonsuz lütfun ve rahmetin hakkı için.
Gerçi ben kusurla dolu bir köle ve âsi bir kulum,
Senin adın “çok bağışlayan”dır, cür’et etmek benim suçum,
Ey kadir bilen Rabbim nasılsam sayılırım kulun Senin.
Zor işlere yeten Sen’sin, hastalıkları giderensin.
Rabbimsin, bana yetersin, Sen bana ne güzel vekilsin.
Muhammed Zekeriyya Kandehlevi (Rh.A.) Mezâhir-ul ulum Medresesi, Sehrenpur 27 Ramazan 1349
FEZAILI AMAL 561-622
Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de