ÖNSÖZ

Allah celle celaluhu’na hamd ve Kerim olan Rasûlu’ne salât’ü selam olsun .

Islam müceddidlerinin parlayan bir mücevheri , asrın ulemasının ve din büyüklerinin parlak bir incisi olan Mevlânâ ilyas rahmetullahi aleyh , bana dini tebliğin ihtiyacına dair kısaca bir kaç ayet ve hadis yazarak takdim etmemi istedi . Benim gibi günahkar biri için bu gibi kimselerin hoşnutluğunu kazanmak , günahlarıma keffaret olabileceği için acele olarak hazırlamış olduğum bu faydalı kitabı takdim ediyorum .

Başlarken bütün din medreselerine , dînî kuruluşlara , din okullarına ve her dînî güce , hatta her müslümana arzetmek isterim ki , bu devirde dinin hayattan çıkması ve gerilemesi her geçen gün daha da artmaktadır . Kafirler bir tarafa , müs lümanların bizzat kendileri tarafından dine ne kadar saldırılar yapılmaktadır .

Orta seviyedeki müslümanlar bir tarafa , dindarlar ve onların en seçkinleri bile farz ve vacipleri terketmektedirler . Namazı , orucu vs. bırakmak bir tarafa , yüzbinlerce insan apaçık şirk ve küfrün içine dalmış bulunmaktadır . Bunun daha kötüsü , bunların şirk ve küfür olduğunu anlamamalarıdır . Haram olan işlerin , kötülük ve günahların yayılması çok açık ve görülebilecek bir şekilde artmaktadır . Dine karşı ilgisizliğin , hatta dini hafife almanın ve alay etmenin ne kadar yayılmakta olduğu hiç kimseden gizli değildir . Bu yüzdendir ki seçkin alimler hatta diğer hocalar bile halka karşı ilgisiz kalmakta ve onlardan uzaklaşmaktadırlar . Bunun kaçınılmaz etkisi olarak gün geçtikçe ( halk arasında ) dine ve din ilimlerine karşı yabancılık artmaktadır .

Halk , anlatan kimse yok diye kendilerini mâzur görmekte , alimler de dinleyen kimse yok diye kendilerini özürlü sanmaktadırlar . Halbuki Allahu Teâlâ indinde halkın ” kimse bize bir şey söylemedi ” diye mazeret göstermeleri yeterli değildir . Çünkü dini konuların öğrenilmesi ve araştırılması herkesin şahsi görevidir . Kanunu bilmemek hiç bir devlette geçerli bir mazeret olmadığı halde , hâkimlerin hâkimi olan Allah indinde böyle sakat bir mazeret nasıl geçerli olabilir ? Günah işlemek için mazeret bulmak , o günahtan daha beterdir .

Aynı şekilde hocaların , dinleyen biri yok şeklindeki cevapları da uygun değildir . Kendilerine tâbi olduğunuzu iddia ettiğiniz geçmişteki din büyükleriniz ( selef – i sâlihin ) , Islam’ı tebliğ uğruna nelere tahammül etmediler ki ! Taş mi yemediler , küfür mü işitmediler , müsibetlere mi katlanmadılar ? Ama her türlü eziyetlere tahammül edip , kendi üzerlerindeki İslam’ı tebliğ sorumluluklarını duyarak , dini halka ulaştırdılar . Her türlü , en sert direnişlere rağmen , ( halka ) son derece şefkat göstererek İslam’ı ve İslam’ın emirlerini yaydılar .

Müslümanlar genellikle tebliğ ( İslam’ı yayma ) çalışmasını yalnız alimlerin işi olarak kabul etmişlerdir . Halbuki bu doğru değildir . Eğer biri önünde yapılan kötülüğü durdurabilirse veya durdurmak için sebepleri kullanabilirse , ( o zaman ) onu durdurmak o kişinin üzerine vacip olur . Farzedelim ki tebliğ yalnız hocaların görevidir ve ihmalkarlıkları veya başka bir mecburiyetleri yüzünden onlar bu görevi tam olarak yapmıyor veya yapamıyorlarsa , bu görevden kesinlikle herkes mes’ul olur . Kur’an – ı Kerim ve Hadis – i Şerif’lerde İslam’ı tebliğ etmek , iyiliği emir ve kötülükten men etmek üzerinde çok önemle durulduğu gelecek bölümlerdeki ayet ve hadislerde açıklanmıştır . Böyle bir durumda yalnız hocaları mes’ul tutarak veya onların ihmalini anlatarak , hiç bir kimse sorumluluktan kendini kurtaramaz . O halde yeryüzündeki bu dini çöküşten dolayı tebliğ mes’uliyetini hissetmesini her müslümandan rica ediyorum . Dinin tebliğ ve korunması uğrunda ne kadar zaman sarf edilebilirse , edilmelidir .

BEYİT :

Ganimet bilmelidir eldeki zamanı                                                                                                                        

Hiç kimse bilemez ilerdeki olanı

Şu da bilinmeli ki , İslam’ı tebliğ etmek veya iyiliği emir , kötülükten neh yetmek için kâmil ve mükemmel bir alim olunması da gerekmez . Din bilgilerinden herhangi bir şey bilen her fert bunu başkalarına ulaştırmalıdır . Önünde caiz olmayan bir iş yapılıyor da , durdurmaya gücü yetiyorsa , o kötülüğü durdurmak onun üzerine vacibdir .

Bu kitapçıkta özet olarak yedi bölüm sunulmuştur .


TEBLİĞİN FAZİLETLERİ  BIRINCİ BÖLÜM


İYİLİĞİ EMİR VE KÖTÜLÜKTEN NEHYE DAİR AYETLER

Bereketli olması için bu bölümde Allahu Teâlâ’nın mübarek kelâmından İslam tebliğini , iyiliği emir ve kötülükten nehyetmeyi kuvvetlendiren ve teşvik eden , bazı ayetlerin amellerini sunuyorum . Bu konuya , Cenâb – ı Hakk’ın ne kadar ihtimam gösterdiği bu ayetlerden anlaşılabilir . Bundan dolayı değişik ifadelerle ve defalarca bu konuyu kendi mübarek kelâmında tekrarlamıştır . Tebliğe teşvik eden ve bunu öven altmış civarında ayet , acizane benim kendi dikkatimi çekmiştir . Yoğun bir inceleme yapabilen biri eğer dikkatle bakarsa Allah bilir daha kaç ayet bulabilir . Onların hepsini buraya toplamak kitabın uzamasına sebep olacağından yalnız bir kaç ayetle iktifa ediyorum . 

1.(insanları ) Allah’a çağıran , salih amel işleyen ve ” Ben müslümanlardanım ” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir . ( Fussilet – 33 )

Tefsir alimleri , kim birini Allah’a çağırırsa , hangi yolla çağırırsa çağırsın , o bu ( ayette belirtilen ) müjde ve övülmeye lâyıktır diye yazmışlardır . Mesela , Peygamberler aleyhimussalátu vesselam mucize vs. ile , alimler delillerle , mücahidler kılıçlarla , müezzinler ezanla çağırırlar . Kısacası , başkalarını hayra çağıranlar , ister ( namaz , zekat gibi ) zahiri amellere çağırsınlar , ister mürşidlerin Allah’ı tanımaya ( marifetullaha ) çağırdıkları gibi batini ( gözükmeyen ) amellere çağırsınlar , bu müjdeye dahildirler . Yine tefsir alimleri yukarıdaki ayette ” Ben müslümanlardanım ” cümlesinde şu manalara işaret edildiğini yazmışlardır : Kişi müslüman olduğu için iftihar duymalı , bunu kendisi için şeref sebebi bilmeli ve Islam’ın bu üstünlüğünü iftiharla konuşmalıdır . Bazı tefsir alimleri ise bundan maksadın kişinin vaaz , nasihat ve tebliğinden dolayı kendinin büyük bir zât olduğunu sanmaması , aksine ” Ben de müslümanlardan bir müslümanım ” demesi gerekir demişlerdir .  

2. ( Ey Muhammed ) sen öğüt ver , çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.( Zâriyat – 55 )

Tefsir alimleri bundan maksadın , fayda verici olmasından dolayı , Kur’an Kerim ayetlerini okuyup nasihat etmektir diye yazmışlardır . Bunun mü’minlere faydası zaten açıktır . Kafirler de ( ayetlerle ) anlatma yoluyla inşallah iman ederler de , böylece ayetin manasına girmiş olurlar . Devrimizde vaaz ve nasihatin yolu hemen hemen kapanmak üzeredir . Vaazın maksadı genellikle dinleyenler övsün diye süslenmiş konuşmalar yapmak olmuştur . Halbuki Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem , ” Insanları kendine çekmek için hitabet ve güzel konuşma öğrenen birinin kıyamet gününde hiç bir ibadeti ister farz olsun , ister nafile kabul edilmeyecektir ” buyurmuşlardır . 

3. ( Ey Muhammed ) ailene namazı emret , kendin de ona devam eyle . Biz senden rızık istemiyoruz . Seni Biz rızıklandırırız . Güzel akibet ise takva iledir . ( Tà ha – 132 )

Bir çok rivayetlerde anlatıldığına göre , Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem birinden geçim darlığını uzaklaştırmayı düşündüğünde ona namaz kılmasını tenbih eder ve bu ayeti okurdu . Bir bakıma rızkın bollaşmasına ait vaadin , namazı vaktinde kılmaya bağlı olduğuna dikkati çekerdi . Alimler , ” Bu ayeti kerimede , kişinin başkalarına namazı  emretmesinin yanısıra , kendisinin de ( buna ) önem göstermesi emredilmiştir . Zira böyle yapmak nasihatin daha verimli olmasını sağlar ” diye yazmışlardır . Demek ki başkalarına tebliğ etmekle beraber , emrettiğine kendisi de ihtimam göstermelidir . Çünkü böylece hem başkalarının üzerinde tesiri fazla olur hem de onların dikkat göstermelerine sebep olur . İşte bundan dolayı insanların hidayeti için Peygamberler aleyhimússalátu vesselam gönderilmişlerdir . Onlar örnek olup önde bulunduklarından amel etmek isteyenler için amel etmek kolay olur . Bir de bazı emirlerin zor olduğunu düşünerek nasıl yerine getirebiliriz , diye kuşku duymazlar .

Ayetin devamında rızıkla ilgili vaadin hikmeti şöyle anlatılmıştır . Namaza ( belirli ) vakitlerde ihtimam gösterilmesi bazen geçim sebeplerine , bilhassa ticaret , memurluk vs.’ye , görünüşte zarar verici bir sebep olarak anlaşılmaktadır . Bundan dolayı ” rızıklandırmak bize aittir ” buyurularak bu endişe ortadan kaldırılmıştır . Bunların hepsi dünyevi işler bakımındandır . ( Ayetin ) sonunda ise kesin bir kaide ve apaçık bir usul olarak akibetin ( ahiretteki kurtuluşun ) yalnız takva sahiplerine ait olduğu ve onda başka hiç bir kimsenin ortaklığı olmadığı belirtilmiştir .

4.( Lokman , oğluna şöyle öğüt verdi : Yavrucuğum ! Namazı gereği üzere kıl , iyiliği emret , fenalıktan alıkoy , bu hususta başına gelenlere sabret . Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdendir . ( Lokman – 17 )

Bu ayeti kerimede , şanı büyük olan işler belirtilmiştir . Gerçekten bu hükümler önemli ve bütün başarıların sebepleridir . Ama bizler , özellikle bunları arkamiza atmış bulunuyoruz . İyiliği emretmek hakkında ne diyelim ki , zaten o hemen hemen bütün müslümanlar tarafından terkedilmiştir . Tüm ibadetlerin en önemlisi olan ve imandan sonra en üstün makamı tutan namaza bile ne kadar gaflet gösterilmektedir . Beynamaz denilen ( namazı kılmayanlar ) bir tarafa , bizzat namaz kılanlar bile ona tam olarak özenmemektedirler . Bilhassa Ikameti namaz sözüyle işaret edilen cemaatle namaz kılmak , yalnız yoksullara kalmış , zenginler ve rütbe sahipleri için camiye gitmek sanki utanç verici bir şey haline gelmiştir .

Şikayetimiz ancak Allah’adır .

Şair diyor ki                                                                                                                                      

Sana utanç veren şey benim iftiharımdır .

5. Ve içinizden hayra çağıran , iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir cemaat bulunsun . İşte onlar kurtuluşa ve saadete erenlerdir , ( Âl – i İmran – 104 )

Bu ayeti kerimede Allahu Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri önemli bir şey emretmektedir . Şöyle ki ; Islam’ı insanlara tebliğ etmek için ümmetten ayrıca bir topluluk bulunmalıdır . Gerçi bu emir müslümanlar içindir , ama ne yazık ki , bizler bu asıl işimizi tamamen terkettik. Diğer milletler ise kendi dinlerini yaymaya son derece gayret göstermektedirler . Hıristiyanların kendi dinlerini dünyaya yaymak için ( devamlı çalışan ) özel toplulukları vardır . Aynı şekilde diğer milletlerinde bunun için özel elemanları bulunmaktadır . Acaba böyle bir cemaat müslümanların arasında da var mıdır ? Cevap olarak Hayır demekte Evet de mekte güçtür . Eğer bir cemaat veya bir fert bunun için ayağa kalksa ona yardım etmek yerine o kadar itirazlar edilir ki , bu yüzden o da bugün değilse yarın yorularak çalışmayı bırakır . Halbuki hayırseverliğin gereği , ona yardım edip işlediği hataları düzeltmektir . Kaldı ki , kendileri hiç bir iş yapmayıp bir de çalışanları itirazlarına hedef yaparak , bir bakıma onların çalışmalarını durdurmaktadırlar .

6.Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz . İyiliği emreder , fenalıktan alıkor ve Allah’a iman edersiniz . ( Âl – i İmran – 110 )

Müslümanların , insanların en şereflisi , Ümmet – i Muhammediye’nin de ümmetlerin en şereflisi olduğu bir çok hadislerde kesin bir ifadeyle belirtilmiştir . Bu konu Kur’an – ı Kerim’in ayetlerinde hem açık bir şekilde hem de işaret yoluyla bir çok yerde beyan edilmiştir . Bu ayeti kerimede ( bu ümmet’e ) Ümmetlerin en hayırlısı olarak ad verilmiştir . Bunun yanısıra Siz en hayırlı Ümmetsiniz , çünkü iyiliği emreder , kötülükten menedersiniz diye sebebine de işaret edilmiştir .

Tefsir alimleri yazıyorlar ki ; bu ayeti kerimede iyiliği emir ve fenalıktan alıkoymak imandan bile önce zikredildi , halbuki herşeyin asli imandır , iman etmeden hiç bir iyilik geçerli değildir . Bunun sebebi ise şudur : Önceki ümmetler de iman konusunda ( bu ümmete ) ortaklardı . Fakat Ümmet – i Muhammediye’yi diğer bütün Peygamberler aleyhimussalatu vesselam’ın ümmetleri üzerine üstün kılan ayrı özellik , iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmektir . ( Bu vasif ) bu ümmetin üstünlük nişanıdır . Iman etmeden hiç bir amel geçerli olmadığı için şart olarak iman da bu ayetin sonuna eklenmiştir . Yoksa bu ayeti kerimenin asıl maksadının bu ümmete üstünlük verdiren iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymayı bildirmek olduğu başlangıçta zikredilmiştir .

Islam’ı tebliğin bu ümmetin üstünlük nişanı olması demek , bunun için özel bir gayret gösterilmesi demektir . Yoksa arasıra tebliğ etmek bunun için kâfi değildir . Zira böyle tebliğin önceki ümmetlerde olduğu şu ayet ve benzerlerinde zikredilmiştir .                      

” Ve ne zaman ki ( onlar ) kendilerine yapılan nasihatları unutunca … ” ( A’raf – 165 )

Demek ki üstünlük hususi gayret gösterme bakımındandır . Yani ( tebliğ ) müstakil ve daimi bir çalışma kabul edilerek dinin diğer amelleri gibi bununla da meşgul olunmalıdır . 

7. Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur . Ancak sadaka vermeyi veya iyilik etmeyi , yahut insanların arasını düzeltmeyi emreden ( in fısıldaşması ) müstesna . Her kim bu işleri ( menfaat ve şöhret için değil de ) Allah’ın rızasını arayarak yaparsa Biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz . ( Nisa – 114 )

Bu ayette Allahu Teâlâ iyiliği emredenlere büyük mükafatlar vaad etmektedir . Allah celle celaluhu bir mükafata büyük derse onun artık bir sonu olur mu ? Bu ayeti kerimenin tefsirinde Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in şu mübarek sőzü rivayet edilmiştir : “ İyiliği emretmek , fenalıktan nehyetmek ve Allah’ı zikretme nin dışında her konuşması insanın üzerinde bir vebaldir ” . Diğer hadislerde Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu : ” Size nafile namaz , oruç ve sadakadan daha efdal bir şey söyleyeyim mi ? ” Sahâbeler , ” Mutlaka söyleyi niz ” dediler . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem , ” Halkın arasını düzeltmektir . Çünkü aradaki bozukluk usturanin kılları yok ettiği gibi iyi amelleri yok eder bu yurdu . Daha bir çok ayet ve hadislerde de halkın arasını islaha çalışmak israrla emredilmiştir . Fakat maksadımız , burada onları zikretmek değildir . Maksadımız , ne şekilde olursa olsun , insanları barıştırmak için gayret göstermenin de emri – bil marufa dahil olduğunu izah etmektir .


TEBLİĞİN FAZİLETLERİ  İKİNCİ BÖLÜM


İYİLİĞİ EMİR VE KÖTÜLÜKTEN NEHYE DAİR HADİSLER

Bu bölümde , tebliğle ilgili bazı hadislerin tercümesi verilmektedir . Gayemiz , ne ( bu konuya ait ) bütün hadisleri toplamaktır ne de böyle yapılabilir . Biraz fazla sayıda ayet ve hadis toplansa korkarım ki bunlara kimse bakmaz bile ! Zaten bu günlerde böyle konular için kimin fırsatı ve kimin zamanı var ? İşte bundan dolayı Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bu konu üzerinde ne kadar önemle durduğu , yapılmadığı takdirde ne kadar ağır ihtarlar ve tehditler buyurduğunu sizlere göstermek ve ulaştırmak için bir kaç hadis zikredilmiştir .

1. Ebû Said el – Hudri radıyallahu anh’dan ; Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim : “ Sizden birisi herhangi bir kötülüğü görürse onu eliyle değiştirsin . Buna gücü yetmezse diliyle menetsin . Buna da gücü yetmezse kalbiyle onun kötü olduğuna inansın. Bu ise imanın en zayıf derecesidir . “ ( Müslim , Tirmizi vs. )

Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: ” Eğer diliyle durdurmaya gücü yetiyorsa durdursun , yoksa kalben kötü olduğunu kabul etsin ” . Bu takdirde de mes’uliyetten kurtulmuş olur . Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur : “ Kim kalbiyle de olsa onun kötü olduğunu kabul ederse , o da mü’mindir . Fakat imanın bundan daha aşağı bir derecesi yoktur . ” Bu konu hakkında Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bir çok emirleri çeşitli hadislerde nakledilmiştir . Şimdi bir de bu emirlerin yerine getirilip getirilmediğini gözden geçirelim . Bizden kaçımız caiz olmayan bir iş görünce onu eliyle önlüyor . Yahut sadece diliyle kötü olup caiz olmadığını açıklıyor . Veya en azından imanın en zayıf derecesine göre sadece kalbi ile onun kötü olduğunu kabul ediyor . Veya o kötülüğü görünce yüreği yanıyor ? Sizler yalnız iken oturup ” ne olması gerekirdi ne olmaktadır ” diye bir düşününüz .

2.Hz . Nu’man bin Beşir radıyallahu anh’dan , Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur : “ Allah’ın belirttiği hudutlara riayet edenin ve bunları aşanın misali , gemide bulunan bir kavme benzer ki , onlar gemideki yerlerini kura çekerek paylaştılar . Böylece bir kısmı geminin üst katına diğeri ise alt katına yerleşti . Alt kattakiler suya ihtiyaç duyduklarında üst katta bulunanların yanından geçerlerdi . Eğer bunlar , < Kendi katimizda ( yani geminin alt kısmında ) denize bir delik açsak da suyumuzu buradan temin etsek , böylece üst kattakileri rahatsız etmesek > deseler , üst kattakiler de ( -onların işi , ne yaparlarsa yapsınlar bize ne- düşüncesiyle ) onların kararını önlemeyip kendi haline bıraksalar , gemi batar ve her iki topluluk da helak olur . Ama onları durdururlarsa hepsi batmaktan kurtulurlar . “ ( Buhari , Tirmizi )

Sahâbe – i Kirâm radıyallahu anhum bir kere Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e , “ Aramızda salih kimseler ve takva sahipleri varken de helak olabilir miyiz ? ” diye sordular . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem , ” Evet , kötülükler çoğalırsa ” cevabını verdi . Zamanımızda her yerde müslümanların çöküşü ve helak oluşu hakkında bağırıp çağrılarak gürültü koparılmaktadır . Onların düzelmesi için yeni yeni yollar ileri sürülmektedir . Fakat ne bizim sözde aydın denilen ( çağdaş eğitim meraklılarımız ) ne de kendilerine gerici denilen ( hoca efendilerimiz ) hakiki tabibimiz ve şefkatli terbiyecimiz olan Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in hangi hastalığı tesbit ettiğine , bunun ne derece tatbik edilmekte olduğuna dahi iltifat etmemektedirler . Hatta hastalığı meydana getiren sebepler tedavi olarak ileri sürülmektedir ! ( Yani dini yüceltmek için hem dinden hem de dini meydana getiren sebeplerden yüz çevrilmektedir ve şahsi görüşlere uyulmaktadır ) . Acaba bu zulmün bir sonu var mıdır ? Bu hasta yarın yerine bugün ölmez de ne olur ! 

BEYiT:

Mir ‘ ne saftır ki eczacının yüzünden hasta kalır ,                                                                            

Yine gidip o eczacının oğlundan ilaç alır !

3. Hz . İbni Mes’ud radıyallahu anh’dan , Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur : ” Beni İsrail arasında ilk çöküş şöyle başladı . Bir kişi diğeriyle görüştüğünde ( caiz olmayan bir iş yaparken görünce onu menederek ) < Bak! Allah’tan kork , böyle yapma , zira o sana helal değildir derdi . Fakat o dinlemediği halde ( onunla olan ) ilişkileri yüzünden ertesi gün aynı eskisi gibi onunla yiyip içmeye ve düşüp kalkmaya devam ederdi . Umumi olarak böyle yapmaya başladıkları zaman Allahu Teâlâ onlardan bazılarının kalplerini bazılarınınkine karıştırdı ( yani fasıkların kalplerinin kötü tesiri sebebiyle itaat edenlerin kalpleri de aynı şekle çevrildi ) ” Sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem kendi sözlerini desteklemek için Kur’an – ı Kerim’den ( Mâide sûresindeki ) Lu – inel’lezine Keferu ayetinden başlayarak Fasikun’a kadar okudu .                                        

( ‘ İsrail oğullarından kafir olanlara , hem Dâvûd’un hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanet olundu . Bunun sebebi isyan etmeleri ve hakkın sınırını aşmış olmalarıydı . / Onlar , birbirlerini yaptıkları fena liktan alıkoymazlardı . Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı . / Onlardan çoğunu görürsün ki ( Mü’minlere olan kinlerinden dolayı ) müşriklerle dostluk ederler . Elbette nefislerinin kendileri için ahiret hesabına , ileri sürdüğü şeyler ne kötül Allah , onlara gazab etti . Onlar azab içerisinde devamlı olarak kalıcıdırlar . / Eğer onlar , Allah’a , Peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı , kafirleri dost edinmezlerdi . Fakat onların çoğu imandan çıkmış kimselerdir . ( Maide – 78,79,80,81 )

 ” Ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çok israrlı bir şekilde ” iyiliği emir ve kötülükten nehyetmeye , zalimi zulmünden alıkoymaya ve ( onu ) hakka getirmek için uğraşmaya devam ediniz ” diye emretti . ( Ebu Davud , Tirmizi )  

Başka bir hadiste şöyle geçmektedir . Peygamberimiz sallallahu aleyhi veseliem bir yastığa dayanarak oturmaktayken olduğu yerden hızla doğrulup oturdu ve yemin ederek şöyle buyurdu ; ” Onları zulümden alıkoymadıkça sizler kurtulamazsınız ” . Diğer bir hadisi şerifte Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem yemin ederek şöyle buyurdu : ” Sizler ya iyiliği emreder , kötülükten nehyeder , zalimleri zulümden meneder , onları hakka çekip getirirsiniz ya da Allahu Teâlâ ( sizden öncekilerin kalplerini birbirine karıştırdığı gibi ) sizin kalplerinizi de birbirine karıştırır ve Beni Israil’e lanet ettiği gibi size de lanet eder ” . Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kendi sözünü tasdik etmek için Kur’an – ı Kerim’den ayetler okumasının sebebi , bu ayetlerde onlar üzerine lanet edilmesindendir . Diğer sebeplerle birlikte onların lanetlenmelerinin bir sebebi de birbirlerini kötülükten alıkoymamalarıdır.  

Günümüzde birinin herkesle iyi geçinmesi ve nereye giderse oradakilerin beğendiği gibi konuşması genellikle güzel ahlak ve iyi bir vasıf olarak kabul edilmektedir . Halbuki bu tamamıyla yanlış ( bir davranış ) tır . İyiliği emretmenin hiç faydalı olmayacağı durumlarda susmak caiz olabilir ( ama bu her söze evet demek değildir ) . Tebliğin faydalı olabileceği durumlarda ( mesela , kendi çocukları , emrinde bulunanlar ve kendi gözetiminde olanların yanında ) böyle sükût etmek asla güzel bir ahlak değildir . Hatta sükût eden din ve örfe göre bizzat suçludur . Süfyan – ı Sevri rahmetullahi aleyh diyor ki : ” Bütün komşuları tarafından sevilen ve kardeşlerinin arasında övülen biri ( büyük ihtimalle ) yağcıdır ” . Bir çok hadislerde ” Bir günah gizli olarak işlenirse onun zararı yalnız işleyene dokunur . Ama bir günah apaçık işlenirse ve halk onu durdurmaya kadir oldukları halde durdurmazlarsa onun zararı ve ziyanı herkese dokunur ” buyurulmuştur .

Şimdi herkes kendi halini bir düşünsün , işlendiğini bildiği nice günahların bir çoğunu durdurabilecek güce sahip olmasına rağmen önemsemezlik , dikkat sizlik ve ilgisizlik göstermektedir . Daha da acısı , eğer Allah’ın bir kulu bu günahları durdurmak için çalışırsa ona muhalefet edilmekte , dar görüşlü biri olarak tanıtılmakta ve ona yardım yerine karşı çıkılmaktadır .

” O zulmedenler , yakında hangi dönüş yerine ( Cehennem’e ) döneceklerini bileceklerdir . “ ( Şuarâ – 227 )

4.Hz . Cerir bin Abdullah radiyallahu anh’dan , Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim : ” Bir millet içinde bir kimse herhangi bir günah işlerse ve o millet güçleri yettiği halde o şahsın bu günahı işlemesine engel olmazlarsa , ölümlerinden önce üzerlerine Allah’ın azabı musallat olur . “                                    ( Ebu Dâvûd , Ibn – i Mace )  

Benim samimi büyüklerim ! İslam ve müslümanların ilerlemesini isteyen dostlarım ! İşte müslümanların yıkılmalarının ve gün geçtikçe artan bozulmalarının sebepleri bunlardır . Herkes yabancılara değil , kendine denk olanlara da değil , kendi evindekilerine , kendisinden küçük olanlara , kendi çocuklarına ve emri altında çalışanlara bir baksın da onların ne kadar açıkça günahlara daldıklarını görsün . Acaba siz kendi itibarınızla ve tesirinizle onları durduruyor musu nuz ? Durdurmayı bırakın , acaba durdurmaya niyet dahi ediyor musunuz ? Veya sevgili oğlunuz ne yapıyor diye kalbinizden bir korku geçiyor mu ? Eğer oğlunuz kanuni bir suç işlese , suç bir tarafa siyasi toplantılara katılsa , ” Biz de suçlu duruma düşmeyelim ” diye endişelenip onu azarlarsınız ve kendinizi suçsuz göster mek ve temize çıkarmak için tedbirler alırsınız . Basit ve geçici bir hükümdara karşı suç işleyene böyle davranılıyor da acaba Hâkimler Hâkimi olan Allah’a asi olana aynı şekilde davranılıyor mu ? Oğlunuzun satranca düşkün olduğunu , tavla oynayarak eğlendiğini , günlerce namaz kılmadığını çok iyi bilirsiniz . Ama ne yazık ki , ağzınızdan yanlışlıkla da olsa ” ne yapıyorsun , müslüman böyle yapmaz ” diye bir söz çıkmıyor . Halbuki onunla yemeyi , içmeyi bile terketmeniz gerekirdi . Bu halimizi açıklayan şu misra daha önce de geçmişti .

Bak aradaki farkın nereden nereye vardığına !

Oğlu evde tembel oturuyor , iş bulmak için uğraşmıyor . Veya dükkan işlerini canla başla yapmıyor diye çocuğundan memnun olmayan pek çok kimseler vardır . Fakat namazlarını cemaatle kılmaya önem vermediği için veya kazaya bıraktığı için oğluna kırgın olan pek az kişi bulunur .

Değerli büyüklerim ve dostlarım ! Eğer böyle bir davranış yalnız ahiret için vebal olmakla kalsaydı yine de bundan çok uzaklara kaçmak gerekirdi . Fakat ne büyük felakettir ki , günlük yaşantımızda ahiretten önde tuttuğumuz şu dünyanın bozuluşu da aynı sebepler yüzündendir . Bir düşününüz , bu kör gidişin acaba bir sonu var mıdır ?

” Bu dünyada kalbi kör olan , ahirette de kördür … “ ( isra – 72 )

Gerçekten böyle davranış şu ayetin bir yansımasıdır :

” Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır … ( Bakara – 7 )

5.Hz . Enes radiyallahu anh’dan , Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu : ” ( Kelime – i Tevhid ) Lâ ilahe illallah ( Muhammedur Rasûlullah ) hakkı hafife alınmadığı müddetçe kendisini söyleyene daima fayda sağlar ve ondan azab ve belaları defeder . ” Sahâbe – i Kirâm radıyallahu anhum , “ Bu nun hakkını hafife almak ne demektir ? ” diye sordular . Peygamber sallallahu aleyhi vesellem , ” Allah’a apaçık isyan edildiğinde , onu durdurmamak ve değiştirmemektir ” buyurdu ( Terģib )

Şimdi siz biraz insaflıca söyleyin , bu devirde Allah’a isyanın bir sonu , bir sınırı var mıdır ? Bunu önlemek , durdurmak veya en azından azaltmak için bir çalışma ve çabalama var mıdır ? Tabi ki yok . Böyle tehlikeli bir çevrede , müslümanların bu dünyada var olmaları bile Allahu Tealâ’nın gerçek bir lütfudur . Yoksa biz kendi yıkımımız için hangi yollara başvurmadık ki ? Hz . Aişe radıyallahu anha , Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e , ” Bir yere Allah’ın azabı indiğinde orada bir kaç dindar bulunursa onlar da zarar görür mü ? ” diye sorunca Peygamber sallallahu aleyhi vesellem , ” Dünyada iken herkese tesir eder . Ama ahirette onlar günahkarlardan ayrılacaklardır ” buyurdu . Bundan dolayı kendi dindarlığıyla tatmin olup dünyadan el etek çeken efendiler . Allah’ın azabından hiç de emin olmasınlar . Çünkü Allah korusun kötülüklerin bu şekilde yayılmasından dolayı bir bela inerse , onlarında ceza çekmeleri gerekecektir .  

6.Hz . Aişe radiyallahu anha şöyle buyuruyor : Bir defa Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem odama girdi . Mübarek yüzünde hususi bir hal görünce ( önemli bir şey olduğunun farkına vardım ) . Peygamber sallallahu aleyhi vesellem , abdest aldı ve hiç kimse ile bir şey konuşmadan ( mescide gitti ) . Ben ne diyeceğini dinleyebilmek için ( mescide bitişik olan ) odamın duvarına iyice yanaştım . Peygamber sallallahu aleyhi vesellem minbere oturdu . Allah’a hamdü senâ ettikten sonra şöyle buyurdu : ” Ey insanlar ! Allahu Teâlâ buyuruyor ki ; < İyiliği emredip , kötülükten menediniz . Yoksa , dua edersiniz de kabul etmem . Ben’den istersiniz de Ben size vermem . Düşmanlarınıza karşı Ben’den yardım istersiniz , Ben size yardım etmem > ” . Bu mübarek sözlere bir şey eklemeden minberden aşağı indi .                                    ( Ibn – i Mace , Ibn – i Hibban )

Düşmanla mücadele edebilmek için dini emirlerde taviz vermek ve kolaya kaçmakta israr eden efendiler , bu ( Hadis – i Kudsi’deki ) konuya özellikle dikkat etmelidirler . Müslümanlann ( Allah tarafından ) desteklenmeleri ve yardım alabilmeleri , sadece dinin sağlamlığının içinde saklıdır . Büyük bir sahâbi olan Ebu’d Derdâ radiyallahu anh buyuruyor ki : ” Siz daima iyiliği emredin , kötülükten menedin . Yoksa Allahu Teâlâ büyüklerinize saygı , küçüklerinize şefkat göstermeyen zalim bir idareci musallat eder . O zaman din büyükleriniz dua edecekler ama kabul edilmeyecek , yardım isteyeceksiniz fakat yardım edilmeyecek , günahlarınızın bağışlanmasını dileyeceksiniz ama bağışlanmayacak . ” Bizzat Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır :

” Ey iman edenlert Siz Allah’a ( yani Allah’ın dinine ) yardım ederseniz , o da size yardım eder . ( Düşmanlara karşı ) ayaklarınızı sabit kılar “ ( Muhammed – 7 )

Diğer bir ayette Allahu Teala şöyle buyurmaktadır .

” Eğer Allah size yardım ederse , size galip gelecek kimse yoktur . Eğer O size yardımı terkederse , ondan sonra size yardım edecek kimdir ? Mu’minler yalnız Allah’a güvenip tevekkül etsinler . “ ( Ali Imran – 160 )

Dürrü Mensur adlı kitapta Tirmizi ve başkaları , Hz . Huzeyfe radıyallahu anh’ dan söyle naklediyorlar : Rasul- Ekrem sallallahu aleyhi vesellem yemin ederek şöyle buyurdu : ” Sizler ya lylliği emreder , kötülükten menedersiniz ya da Allah celle celaluhu  Üzerinize azabını musallat eder . Sonra dua etseniz bile kabul edilmez . ”  

Iste dostlarum Buraya ulaşmışken önce Allah’a ne kadar isyan ettiğimizi bir düşünelim , sonra çabalarımızın neden boşa gittiğini,dualarımızın neden tesirsiz kaldığını anlayacağız . Acaba yükselmemizin mi , yoksa çöküşümüzün mü tohumlarını ekiyoruz ?  

7.Hz . Ebu Hüreyre radiyallahu anh’dan , Rasûl- Ekrem sallallahu aleyi vesellem şöyle buyurmuştur : “ Ümmetim dünyayı büyük bir şey zannettiği zaman , kalplerinden İslam’ın heybeti ( ve değeri ) çıkacak . İyiliği emir ve kötülükten nehyetmeyi bıraktıklarında ise vahyin bereketinden mahrum kalacaklar . Birbirlerine sövüp saydıklarında ise Allah’ın gözünden düşeceklerdir . “                             ( Hakim Tirmizi , Dürrü Mensur )

Ey milletin iyiliğini isteyenlerl Islam ve müslümanların ilerlemesi için her kes uğraşmakta ve çalışmaktadır . Fakat bu uğurda seçilen yollar çöküşe doğru götürmektedir . Gerçekten siz kendi Peygamberiniz sallallahu aleyhi vesellem’i ( canım ona feda olsun ) doğru bir Peygamber ve onun eğitimini doğru bir eğitim olarak görüyorsanız , niçin hastalığın sebebi ve kaynağı olarak belirttiği şeyleri şifa ve sağlık sebepleri olarak kabul ediyorsunuz ? Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem , ” Bir kimse arzularını , benim getirdiğim dine tâbi kılmadıkça mü’min olamaz ” buyurmuştur . Ama siz ” Diğer milletler gibi ilerlememiz için din engelini ortadan kaldırmak gerekir ” görüşündesiniz . Allah celle celaluhu şöyle buyuruyor :

” Kim ahiret kazancını isterse , onun kazancını arttırırız . Kim dünya kârını isterse , ona da dünyadan biraz veririz . Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz . “ ( Şurâ – 20 )

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur : ” Bir müslüman ahireti kendine maksat edinirse , Allahu Teâlâ onun gönlünü zengin kılar . Dünya zelil olarak ona gelir . Kim dünyayı kendine maksat edinirse , sıkıntılara düşer ve dünyada takdir edilen nasibinden fazlasını alamaz . ” Rasûl – i Ekrem salallahu aleyhi veselem bu ayeti okuduktan sonra şöyle buyurdu : ” Allahu Teâlâ buyuruyor ki ; < Ey Ademoğlu ! Sen Bana ibadet etmek için işlerinden uzaklaşırsan , Ben göğsünü sıkıntılardan boşaltırım ve yoksulluğunu gideririm . Aksi takdirde kalbini bir çok meşguliyetlerle doldururum , yoksulluğunu da gidermem > ” . İşte bunlar Allahu Teâlâ’nın ve O’nun Rasûlu’nün fermanıdır . Ama size göre müslümanların yükselmekte geri kalmalarının sebebi , bunun için bir yol seçildiğinde hocaların onu engellemeleridir . Siz ( bu meseleyi ) biraz insaf gözüyle değerlendiriniz . Eğer hocalar bu kadar tamahkâr olsalardı , sizin ilerlemeniz onların mutluluğuna sebep olurdu . Çünkü iddia ettiğiniz gibi onların geçimi size bağlıysa , siz ne kadar bolluk ve genişlik içinde olursanız , onlar da o kadar bolluk ve genişlik içinde olurlardı . Fakat Bu menfaatçiler ! yine de karşınıza çıkıyorlarsa , muhakkak onları böyle yapmaya mecbur eden bir şey var ki , o yüzden hem kendi menfaatlerini kaybediyor hem de sizin gibi iyilik eden velinimetleriyle aralarını bozup kendi dünyalarını da mahvediyorlar . Dostlarım biraz düşünün ! Eğer bu hocalar , Kur’an – ı Kerim’de açık bir şekilde bulunan bir şeyi söylüyorlarsa , onlara inat olsun diye bundan ( Kur’an – ı Kerim’deki emirlerden ) yüz çevirmek , yalnız akıldan uzak değil , üstelik Islam’ın şanından da uzaktır . Bu hocalar ( size göre ) her ne kadar kabiliyetsiz olsalar da , eğer size Allahu Teâlâ’nın ve O’nun Rasûlu’nün fermanını ulaştıriyorlarsa , o emirleri yerine getirmek üzerinize farz olur . Yerine getirilmediği takdirde hesap vermeyi gerektirir . En anlayışsız biri dahi , “ llan eden bir çöpçüydü , o yüzden hükümetin kanunlarına aldırmadım ” diyemez .

Sizler , ” Kendilerini din işlerine adadığını iddia eden bu hocalar devamlı halktan dilenmektedirler ” demeyin . Çünkü bildiğim kadar hakiki hocalar , kendileri için asla istemezler . Daha doğrusu , ne kadar çok ibadete düşkün iseler , o kadar tok gözlülükle hediye kabul etmektedirler . Kaldı ki , hocalar herhangi bir din işi için yardım istemekle , kendi ihtiyaçları için istememekten daha fazla ecir kazanırlar . Inşallah .

Genel bir itiraz da şudur : Hz . Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in dininde ruhbanlık yoktur . İslam’da din ve dünya yanyana konmuştur . Çünkü Allah celle celaluhu şöyle buyurmaktadır :

Rabbimiz ! Bize dünyada iyilik ver , ahirette de iyilik ver . Ve bizi Cehennem azabından koru “ ( Bakara – 201 )

Bu ayeti kerime üzerinde çok duruluyor . Sanki bütün Kur’an – ı Kerim’de uygulanmak için yalnız bu ayet inmiştir . ( Yukarıdaki itiraza ilk cevap şöyledir ) Önce bu ayetin tefsirini Râsihin fil – ilm ( ilimde derinleşmiş olan alimlerden ) öğrenmek gerekirdi . İşte bu yüzden alimler derler ki , yalnız kelimelerin tercümesini bilip kendini Kur’an alimi sanmak cahilliktir . Bu ayetin , Sahâbe – i Kirâm ve Tâbiin alimlerinden nakledilen tefsirleri aşağıda zikredilmiştir .

Hz . Katâde radıyallahu anh’dan dünyadaki iyiliklerden maksadın , afiyet ve yeterli miktarda nzık olduğu rivayet edilmektedir . Hz . Ali radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre , bundan maksat , saliha hanımdır . Hz . Hasan Basri rahmetullahi aleyh’den rivayet ediliyor ki : Bundan maksad , ilim ve ibadettir . Süddi rahmetullahi aleyh’den , helal mal olduğu rivayet edilmiştir . Hz . Ibn – i Ömer radiyallahu anhuma’dan , salih evlad ve halkın övmesidir , diye rivayet edilmiştir . Hz . Cafer radiyallahu ann’dan sıhhat , nzkin yeterli olması , Allahu Teâlâ’nın kelâmını anlamak , düşmanları yenmek ve salih kullarla beraber olmaktır , diye nakledilmiştir .

İkincisi şudur , eğer bundan ( benim de gönlümün çektiği gibi ) her türlü dünyevi ilerleme kasdedilse bile , yine de bu ayette Allahu Teâlâ’ya dua etmek söz konusudur . Dünyayı elde etmek için kendini tamamıyla vermek ve bununla meşgul olmak değildir . Yıpranmış bir ayakkabının tamiri için dahi Allah’a dua etmek başlı başına dindir .

Üçüncüsü şudur , dünyayı elde etmeyi ve onu kazanmayı kim men ediyor ki ? Muhakkak elde ediniz ve pek şevkle kazanınız . Gayemiz , sizlerin dünya gibi büyük bir nimeti ve istenilen bir şeyi terk etmeniz değildir ! Gayemiz , dünya için uğraştığınızdan fazla olmasa da en azından din için de o kadar uğraşmanızdır . Zaten sizin söylemenize göre de ( Kur’an’da ) din ve dünyanın her ikisini bir arada yürütmek belirtilmiştir . Fakat şu konuyu da düşünmenizi rica ediyorum . Kur’an’da bu ayet buyurulduğu gibi , aynı Kur’an’da yukarıda geçen ( ahiret hayatına dünya hayatından daha fazla değer veren ) şu ayetler de vardır .

” Kim ahiret kazancını isterse , onun kazancını arttırırız . Kim dünya kârını isterse ona da dünyadan biraz veririz . Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz . “ ( Sura – 20 )

” Kim ameli ile dünya menfaatini isterse , dilediğimiz kimseye istediğimiz şeyi dünyada peşin veririz . Sonra da onu Cehennem’e koyarız . Kötülenmiş ve rahmetten koğulmuş bir halde ona ulaşır . / Kim de mü’min olduğu halde ahireti ister ve onun için gereken çalışmayı yaparsa , işte bunların çalışmaları makbul olur . “ ( Isra – 18,19 )

“ Bunlar , dünya hayatının geçici menfaatidir . Halbuki sonuç güzelliği Allah katındadır . “ ( Âl – i İmran – 14 )

“ içinizden kimi dünyayı istiyor , kimi de ahireti istiyordu . “ ( Âl – i İmran – 152 )

” Onlara de ki : < Dünya menfaati pek azdır , Allah’tan sakınanlar için ahiret daha hayırlıdır ” . ( Nisa – 77 )

” Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir . Elbette ahiret yurdu takva sahipleri için daha hayırlıdır . “ ( En’am – 32 )

” ( Ey Rasûlüm ) , birak o dinlerini bir oyuncak ve eğlence edinip de dünya hayatı kendilerini aldatmış bulunan kimseleri … “ ( En’am – 70 )

” Siz geçici dünya malını istiyorsunuz . Halbuki Allah ahireti kazanmanızı diliyor “     ( Enfal – 67 )

” Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mi razı oldunuz ? Fakat ahiretin yanında dünya hayatının zevk ve faydası pek az bir şeydir . “ ( Tevbe – 38 )

” Kim dünya hayatını ve onun gösterişli zevklerini isterse , Biz onlara amellerinin karşılığını orada tamamen öderiz . Bu hususta onlara noksanlık yapılmaz . / Bunlar o kimselerdir ki , ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur . Yaptıkları ameller boşa gitmiştir . Zaten bütün yapmış oldukları şey ler boştur . “( Hud – 15,16 )

” ( Onlar ) dünya hayatı ile ferahlandılar . Halbuki ahiret yanında dünya hayatı ancak bir yol azığıdır . “ ( Rad – 26 )

 ” … üzerlerine Allah’tan bir gazab ve kendilerine çok büyük bir azab vardır . / Şundan dolayı ki , onlar dünya hayatını ahiret üzerine tercih edip sevmiş lerdir . “                       ( Nahl – 106,107 )

Bunlardan başka daha bir çok ayetlerde dünya ve ahiret karşılaştırılmıştır . Burada onların hepsini zikretmeyi ne istiyoruz ne de buna gerek görüyoruz . Örnek olarak bir kaç kısa ayet yazdım . Bu ayetlerin hepsinin gayesi şudur : Ahiretin karşısında dünyayı tercih edenler son derece hüsrandadırlar . Eğer ikisini bir arada idare edemiyorsanız , o halde sırf ahiret tercihe lâyıktır . Ben dünya hayatında insanın maddi ihtiyaçlara şiddetle bağlı olduğunu inkar etmiyorum . Fakat tuvalete gitmek çok gereklidir , onsuz bir çıkar yol yoktur diye bütün günü orada geçirmeyi hiç bir doğru akıl kabul etmez .  

Allahu Teâlâ’nın hikmetlerine derin bir göz atarsanız , mukaddes dinimizde her şeyin bir ahenk içinde olduğunu göreceksiniz . Allahu Teâlâ herşeyi birer birer açıklamıştır . Namaz vakitlerinin taksimi , günlük yirmi dört saatten yarısının kulun hakkı olduğuna açıkça işaret etmiştir . Kul dilerse bu hakkını dinlenmesi için kullanır , dilerse geçiminin temini için kullanır . Diğer yarısı da Allah’ın hakkıdır . Sizin görüşünüze göre de , din ve dünyayı yan yana koymanın gereği , günün ve gecenin yarısını din için yarısını da dünya için harcamalıdır . Aksi halde ister geçim fikri , ister beden rahatlığı gibi dünya meşguliyetleri , günün yarısından fazlasını aşarsa kesinlikle dünyayı tercih etmiş olursunuz . O halde sizin görüşünüze göre insaflı olmanın gereği , her ikisinin de hakkını verebilmek için yirmi dört saatten on iki saat din için harcanmalıdır . İşte o zaman gerçekten ” Islam’da hem ahiretin hem de dünyanın güzelliklerini elde etmek emredilmiştir ve Islam ruhbanlık öğretmemiştir ” demek yerinde olur . Gerçi bu konuyu burada anlatmak gayemiz değildi . Fakat adı geçen itiraza cevap verirken kendiliğinden araya girmiştir . Bu yüzden kısa ve özet halinde işaret edilerek bu konuya son verilmiştir . Bu bölümde gayemiz , Islam tebliğine ait hadisleri zikretmektir ve bunlardan yalnız yedi tanesini zikretmekle yetiniyorum . Söz tutanlar için yedi değil , bir tane de kâfidir . Ve inanmayanlar için ise şu ayet yeterinden fazla uygundur :

 ” Zulüm ( inkar ) edenler,yakında hangi dönüş yerine ( Cehennem’e ) döne ceklerini bileceklerdir . “ ( Şuarâ – 227 )

Son olarak önemli bir ricam da şudur : Bazı hadislerden anlaşıldığına göre fitne devrinde , yani cimrilik hayata girdiğinde , nefsani arzulara tâbi olunduğun da , dünya dine tercih edildiğinde , herkes kendi görüşünü beğenip başkalarınınkını kabul etmediğinde , Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem başkalarını islah etmeyi bırakıp , yalnızlığa çekilmeyi emretmiştir . Fakat Islam büyüklerine göre o vakit henüz gelmemiştir . Bu fırsat elde iken artık elinizden ne geliyorsa yapınız . Allah etmesin , daha biz hayatta iken o günler gelirse , o zaman her hangi bir islah mümkün olmaz . Bu hadisi şerifte belirtilen hatalardan titizlikle sakınmak gerekir . Çünkü bunların hepsi fitnelerin kapılarıdır , onların arkasında baştan başa fitne doludur . Bir hadiste Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bunları helak edici şeyler arasında saymıştır .

Ey Allah ! Bizi her türlü zâhiri ve bâtini fitnelerden koru …


TEBLİĞİN FAZİLETLERİ  ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


SÖYLEDİĞİNİ UYGULAMAK

Bu bölümde gayemiz özel bir konuya dikkatleri çekmektir . Şöyle ki ; devrimizde Islam tebliği ihmal edilmekte ve halk genellikle bundan çok gâfil bulunmaktadır . Bazı kimselerde de şöyle özel bir hastalık vardır . Dini bir görev , hatiplik , yazarlık , eğitim , tebliğ , vaaz’u nasihat vs. gibi bir vazife ile görevlendiril dikleri zaman başkalarını islah etmeye öyle bir dalıyorlar ki , kendilerinden gâfil kalıyorlar . Halbuki başkalarını islah etmek ne kadar gerekli ise ondan daha çok kendi nefsinin islahı gereklidir . Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem başkalarına nasihat ederken günahlara devam etmeyi defalarca , ciddi bir şekilde menetmiştir .

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem mirac gecesinde dudakları ateşten makaslarla kesilmekte olan bir topluluğu gördü . ” Bunlar kimlerdir ? ” diye sorunca , Cebrail aleyhisselam , ” Bunlar ümmetinizin vaizleri ve hatipleridir . Onlar başkalarına nasihat ederler , kendileri ise onunla amel etmezlerdi ” demiştir . Bir hadiste şöyle buyurulmuştur : ” Bir kısım Cennet’likler bazı Cehennem ehline , < Siz buraya nasıl geldiniz ? Halbuki biz sizin söylediklerinizle amel ederek Cennet’e girdik > diyecekler . Onlar , < Biz , size söylerdik , fakat kendimiz amel etmezdik > diyeceklerdir . ” Başka bir hadiste buyuruluyor ki : ” Cehennem azabı diğerlerine nazaran alimlerin fasıklarına çok süratle ulaşacaktır . Kendilerine putperestlerden önce azap edilmesine hayret edecekler . Onlara , < Bir suçu bilerek işlemek , bilmeyerek işlemek le bir olmaz > denilecektir . ” Islam büyükleri , ” Kendisi bizzat amel etmeyenin vaazi faydalı olmaz ” diye yazmışlardır . İşte bu yüzden zamanımızda her gün toplantı lar , vaazlar ve konuşmalar yapılmaktadır , ama çoğu tesirsizdir ! Çeşitli yazılar ve dergiler yayınlanmaktadır , ama çoğu faydasızdır !

Allahu Teâlâ bizzat şöyle buyurmaktadır :

” İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz , halbuki kitabı okuyorsunuz ; artık ( çirkin hareketinizi ) anlamaz mısınız ? “ ( Bakara – 44 )

Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır :

” Kıyamet günü kulun ayağı şu dört soru sorulmadan yerinden kıpırda maz : 1 – Ömrünü hangi işle geçirdiği , 2 – Gençliğini hangi işe sarfettiği , 3 – Malı nasıl kazandığı ve nereye harcadığı , 4 – ilmiyle ne amel yaptığı . ( Tergib )

Büyük bir sahâbi olan Hz . Ebû Derdâ radıyallahu anh şöyle buyurmuştur : ” Benim en fazla korktuğum şey , kıyamet günü çağrılarak bütün toplulukların önünde , bana , < Elde ettiğin ilimle ne kadar amel ettin ? > diye sorulmasıdır . ” Bir sahâbi Peygamberimiz sallallahu aleyhi veseller’e , ” Yaratıkların en kötüsü kimdir ? ” diye sorunca , Peygam berimiz sallallahu aleyhi veselem , ” Kötü şeyleri sormayınız , iyi şeylerden sorunuz . Yara tıkların en kötüsü alimlerin kötüleridir . ” buyurdu . Bir hadiste buyuruluyor ki : ” İlim iki çeşittir . Birincisi sadece dilde olandır . Bu ise Allahu Teâlâ’nın o şahsı suçlu bulmasıdır . Bir bakıma bu ilim o alimin aleyhinde tam delildir . İkincisi , kalbe tesir edendir . Bu ise ilmi Nâfi , yani fayda veren ilimdir . Özet olarak , ilmi zâhir ile beraber ilmi bâtin da elde edilmeli . Böylece kalp ilimle sıfatlanmalıdır . Aksi takdirde , kalpte ilimden bir eser yoksa bu , Allahu Teâlâ’nın o kişi aleyhinde delili olur . Kıyamet günü de < Bu ilimle ne amel yaptın ? > diye sorulur . ”

Daha bir çok rivayetlerde bunun üzerine en ağır tehditler bildirilmiştir . Bu bakımdan rica ediyorum ki , İslam tebliği ile meşgul olanlar önce kendi zahiri ve bâtini islahlarını düşünsünler . Yoksa bu tehditlere muhatap olurlar . Rahmeti geniş olan Allahu Teâlâ Hazretleri sonsuz rahmeti sayesinde bu günahkara da içini ve dışını islah etmek için tevfik ihsan eylesin . Çünkü ben , kendimden daha fena amel işleyen hiç kimseyi göremiyorum .

Meğer ki Allah , beni geniş Rahmeti ile kaplamış olsun .


TEBLİĞİN FAZİLETLERİ  DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


MÜSLÜMANLARIN KUSURLARINI ÖRTMEK

Bu bölümde özel ve son derece önemli olan ( başlıkta belirtilen ) meseleye , Islam tebliği ile meşgul olan zâtların dikkatini çekmek istiyorum . Bir çok kimseler bazen tebliğ cezbesine kapılarak bir müslümanın küçük düşürülmesine aldırmiyorlar . Halbuki müslümanın namusu ve iffeti çok azametli ve saygı değer bir şeydir . Bu bakımdan tebliğ yaparken az bir dikkatsizlikten dolayı bazen faydanın yanına zarar da karışır . Bunun için tedbirin her yönü göz önünde bulundurulmalıdır .

Ebû Hüreyre radiyallahu anh’dan , Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur : ” Kim bir müslümanın kusurunu örterse , Allahu Teâlâ dünya ve ahirette onun kusurunu örter . Bir kul din kardeşine yardımda bulundukça Allah da ona yardım eder . “ ( Müslim , Ebo Dávod ) Diğer bir hadiste ,

İbn – i Abbas radiyallahu anhuma’dan , Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdular : ” Kim bir müslüman kardeşinin kusurunu örterse , Allahu Teâlâ kıyamet günü onun kusurunu örter . Kim bir müslüman kardeşinin kusurunu açığa çıkarırsa Allahu Teâlâ onun kusurunu açığa çıkarır , hatta ( kendi ) evinde iken onu rezil eder .

Hülasa , bir çok rivayetlerde buna benzer Konular geçmiştir . Bunun için tebliğ eden kişilerin müslümanların kusurlarını örtmeye önem vermeleri son derece gereklidir . Bundan daha önemlisi onun şerefini korumaktır . Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur : “ Kim bir müslümanın şeref ve haysiyeti ayaklar altına alındığı zaman ona yardım etmezse , Allahu Teâlâ da yardıma muhtaç olduğu zaman ona yardım etmez . ” Diğer bir hadiste Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek sözü şöyle nakledilmiştir : ” En kötü faiz bir müslümanın şeref ve haysiyetiyle oynamaktır . Buna benzer bir çok rivayetlerde müslümanın haysiyetini zedelemeye karşı en sert ve ağır cezalar verileceği bildirilmiştir . Bu bakımdan tebliğ yapan kişilerin kötülüğü menederken başkalarının kusurlarını açığa çıkarmamaya tam bir gayretle önem vermeleri son derece gereklidir . Gizli yapıldığı bilinen bir kötülük gizlice , açıkça yapılan da açıkça nehyedilmelidir . Bir de kötülükten menederken o kişinin şerefini korumak için elden geldiği kadar dikkat edilmelidir . Yoksa Allah korusun iyilik yapayım derken günah işlenmiş olur . Kısaca söylemek gerekirse kötülük muhakkak nehyedilmelidir . Çünkü yukarıda geçen tehditler çok şiddetlidir . Fakat bunu yaparken mümkün olduğu kadar müslümanın haysiyetini korumaya gayret gösterilmelidir . Şöyle ki , açıkça işlenen bir kötülük tâbii ki açıkça nehyedilmelidir . Ama kötülük işleyen tarafından açıklanmamış ise onu meneder ken açığa çıkarıcı bir yol kullanılmamalıdır .

Tebliğin usullerinden biri de yumuşak davranmaktır . Abbasi halifelerin den Memun Reşid’e birisi sert bir dille nasihat etti . Bunun üzerine o şöyle dedi : ” Yumuşakça söyle ! Çünkü Allah celle celaluhu , senden daha iyi olanları , yani Hz . Musa aleyhisselam ve Hz . Harun aleyhisselam’ı , benden daha kötü olan Firavun’a gönderdiğinde :

Siz ona yumuşak söz söyleyin ! Belki o nasihat dinler yahut korkar . ( Ta ha – 44 ) buyurmuştur ” dedi .

Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna bir genç geldi ve zina yapmak için izin istedi.Sahâbe – i Kirâm radıyallahu anhum buna dayanamayıp ona kızmaya başladılar . Peygamber sallallahu aleyhi vesellem o gencin yanına yaklaşmasını söyledi ve sonra şöyle buyurdu : “ Sen annenle birisinin zina etmesini ister misin ? ” , o genç , ” Canım sana feda olsun , bunu asla istemem ” dedi . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem , ” Aynı şekilde başkaları da analarıyla zina edilmesini istemezler . Sen kızınla birinin zina yapmasına razı olur musun ? ” deyince , o ” Canım sana kurban olsun , bunu istemem ” dedi . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem , ” Insanlar da aynı şekilde kızlarıyla zina yapılmasını istemezler ” buyurdu . Kısacası Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem , bunun gibi kızkardeşi , teyzesi , halası hakkında sorduktan sonra mübarek elini onun göğsüne koyarak şöyle dua etti : “ Allah’ım ! Bunun kalbini temizle , günahını bağışla , avret yerini kötülüklerden koru . ” Hadisi rivayet eden sahâbi diyor ki : “ Ondan sonra o gence zina kadar hiç bir şey iğrenç gelmiyordu . ” Özet olarak ( Tebliğ yaparken ) ” Ben bu durumda ol saydım halkın bana nasihat ederken hangi yolu seçmelerini isterdim ” diye düşünerek , dua ile , elden gelen çareye başvurmakla , şefkat ve yumuşaklıkla anlatıl malıdır .


TEBLİĞİN FAZİLETLERİ  BEŞİNCİ BÖLÜM


İHLAS’IN ÖNEMİ

Bu bölümde Islam’ı tebliğ eden kişilerden önemli bir ricam olacaktır . Bu da her konuşma ve yazılarında samimiyet ve ihlas sifatının bulunmasıdır . Çünkü , ihlas ile yapılan bir amel az dahi olsa dini ve dünyevi faydaları bakımından çok büyüktür . Ihlassız yapılan amelin ne dünyada bir tesiri olur ne de ahirette bir ecri vardır .

Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor :

Allahu Teâlâ sizin şeklinize ve mallarınıza bakmaz . Ancak sizin kalplerinize ve amellerinize bakar . ( Müslim , Mişkát )

Başka bir hadiste şöyle bildirilmiştir : Biri Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e ” İman nedir ? ” diye sordu . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, ” Ihlas’tır ” buyurdu . Terğib ( adlı kitap ) bu konuyu değişik rivayetlerde zikretmiştir . Ayrıca bir hadiste şöyle geçmiştir : Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hz . Muaz radıyallahu anh’ı Yemen’e vali tayin edip gönderirken Hz . Muaz radiyallahu anh , ” Bana bir tavsi ye buyurun ” diye rica etti . Peygamber sallallahu aleyhi vesellem , “ Din işlerinde ihlasa önem ver . Çünkü ihlasla yapılan azıcık bir amel bile kafidir ” buyurdu . Diğer bir hadiste şöyle buyurulmaktadır : ” Cenâb – ı Hak , amellerden sadece kendisi için yapılanı kabul eder ” .

Başka bir Hadis – i Kudsi’de şöyle buyurulmuştur : 

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor : ” Ben bütün ortakların ortaklığına hiç muhtaç olmayanıyım ( yani , dünyadaki ortaklar ortaklığa muhtaç ve buna razı olanlardır . Ama Ben mutlak Yaratıcıyım , muhtaç olmayan bir Zât’ım . İbadette başkalarının Bana ortak olmasını istemem ) . Kim yaptığı bir amel de başkasını Bana ortak koşarsa , Ben onu ortak koştuğu ile baş başa bırakırım . ” Diğer bir rivayette ise : ” Ben ondan uzak olurum , yaptığı amel de o kimse için olur ” buyurmuştur .

Başka bir hadiste şöyle bildirilmiştir : “ Kıyamet günü , mahşer meydanında bir münadi yüksek sesle şöyle diyecektir ; < Kim herhangi bir amelde başka birisini Allah’a ortak koşmuşsa , ecrini ve karşılığını ancak ondan istesin . ( Çünkü ) Allahu Teâlâ bütün ortaklık yapanlarla ortak olmaya asla muhtaç değildir ” .

Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir :

” Kim gösteriş için namaz kılarsa o şirk koşmuş olur . Kim gösteriş için oruç tutarsa o şirk koşmuş olur . Kim gösteriş için sadaka verirse o şirk koşmuş olur . ” ( Mişkat , Ahmed )

Şirk koşmanın manası şudur : Kişi başkalarına göstermek için amel yaparsa onları Allahu Teâlâ’ya ortak koşmuş olur . O halde bu ameller Allahu Teâlâ için olmayıp kendilerine göstermek için yapılan kimseler için olmaktadır .

Diğer bir hadiste Peygamber sallallahu aleyhi veselem Efendimiz şöyle buyurmuştur .

Kıyamet gününde , kendileri hakkında ilk olarak karar verilenlerden biri şehid olmuş kimsedir . Getirildikten sonra Allahu Teâlâ ona , önce ( dünya hayatında bahşettiği ) nimetleri tanıtacak . O bunları tanıyacak ve itiraf edecektir . Sonra Allahu Teâlâ , “ Bu nimetleri nasıl kullandın ? ” diye so racak , o , ” Senin rızan için savaştım , hatta şehid oldum ” diyecektir . Allahu Teâlâ , “ Yalan söylüyorsun , bunu kahraman denilmek için yaptın ve nitekim öyle denildi ( ne için savaştıysan onu elde ettin ) ” diyecek , sonra onun hakkında emir verilecek de yüzüstü sürüklenerek Cehennem’e atılacaktır . İkinci olarak ilim öğrenen ve öğreten ve Kur’an – ı Kerim’in kırâatini tahsil eden biri hesaba çekilecek . Allahu Teâlâ onu çağırarak dünyada verdiği nimetleri tanıtacak . O da onları tanıyıp itiraf edecek . Sonra ona , ” Bu nimetlerle ne yaptın ? ” diye soracak , o da , ” Senin rizan için ilim öğrendim ve halka öğrettim . Kur’an – ı Kerim’in kırâatini Senin rizan için tahsil ettim ” diyecek . Allahu Teâlâ , “ Yalan söylüyorsun , ilmi sana alim desinler diye , Kur’an’ın kıraatini de halkın sana iyi okuyan biri demesi için öğrendin . Nitekim öyle denildi ( böylece öğrenme ve öğretmedeki asıl amacını elde etmiş oldun ) ” buyuracak . Sonra onun hakkında emir verilecek ve o da yüz üstü sürüklenerek Cehennem’e atılacaktır . Üçüncü olarak kendisine Allahu Teâlâ’nın geniş bir rızık bahşettiği ve her türlü mal ihsan eylediği ( zengin ) biri hesaba çekilecek . Allahu Teâlâ ona verdiği nimetleri tanıtacak , o da taniyip itiraf ettikten sonra ” Bu nimetleri nasıl kullandın ? ” diye soracak . O , ” Senin rizani kazanmaya sebep olan hayır yerlerinden mal sarfetmediğim hiç bir yer bırakmadım ” diyecek . Allahu Teâlâ ona , ” Yalan söyledin , halk sana çok cömert adam desin diye yaptın ve nitekim öyle denildi ” buyuracak ve onun hakkında emir verilecek , sonra yüz üstü sürüklenerek Cehennem’e atılacaktır . ( Müslim , Mişkat )

Bundan dolayı tebliğ yapan kişiler kendi görevlerini yerine getirirken tüm çalışmaları esnasında sırf Allah’ın rızasını kazanmak , O’nun dinini yaymak ve Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetine uymayı maksat edinmeleri çok önemli ve gereklidir. Şöhret , itibar ve övülmeye gönüllerinde yer vermemelidirler . Gönülden geçse bile Lâhavle velâkuvvete illâ billâh diyerek ve istiğfar ederek niyetlerini düzeltmelidirler . Allahu Teâlâ kendi lütfu ile sevgili Peygamberi hürmetine ve Habibinin mübarek sözleri sayesinde , ben günahkar kulunu da , okuyucu ları da ihlaslı olmaya muvaffak kılsın . Amin


TEBLİĞİN FAZİLETLERİ  ALTINCI BÖLÜM                                                                 


ALİMLERE VE DİN BÜYÜKLERİNE SAYGI GÖSTERMEK

Bu bölümde bütün müslümanların dikkatini hususi bir meseleye yöneltmek istiyorum . O da şudur : Devrimizde alimler hakkında kötü zan beslemek ve onlara ilgisiz davranmak bir tarafa , üstelik genellikle onlara karşı çıkma ve onları küçük düşürmenin yolları tercih edilmektedir . Bu davranışın din bakımından tehlikesi son derece korkunçtur .

Kuşkusuz dünyadaki her toplulukta iyilerin yanısıra kötülerin de bulunduğu gibi alimler topluluğunda da aynı şekilde , hatta daha fazla sahte olanlar , samimi olanlara katılmış , yanlış düşünceli olanlar doğru düşünceli olan alimlere karışmıştır . Fakat yine de iki husus son derece dikkate alınmaya değerdir . Birincisi herhangi birinin kötü niyetli alimlerden olduğu kesinlik kazanmadan onun hakkın da hiç bir zaman , her hangi bir karar verilmemelidir .

Allahu Teâlâ buyuruyor ki :

” Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardınca gitme , çünkü kulak , göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur . “ ( İsrâ – 36 )

Belki de söyleyen kötü alimlerdendir diye onun sözlerini incelemeden sırf kötü zandan dolayı reddetmek daha büyük haksızlıktır . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bu konuda çok ihtiyat gösterirdi . Mesela , yahudiler Tevrat’taki konuları Arapça’ya çevirerek anlatırlardı . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu : ” Sizler onların dediklerini ne doğrulayınız ne de yalanlayınız . Bunun yerine , < Biz Allahu Teâlâ’nın indirdiklerinin hepsine inanıyoruz > deyiniz ” . Yani kafirlerin naklettiklerini bile araştırmadan tasdik ve tekzip etmekten menetmiştir . Ama bizim halimize gelince birinin hak ehlinden olduğu kesin olsa bile görüşümüze uymayan herhangi bir şey söylediğinde dediklerinin değerini düşürmek için onun şahsına saldırmaktayız .

Ikinci önemli hususa gelince , hakdan ve doğruluktan ayrılmayan , başkalarını doğru yola sevk eden ve herkesin dünya ve ahiret iyiliğini isteyen alimler de beşeri hallerden kurtulmuş değildirler . Masum olmak sadece Peygamberlerin şânıdır . Bu bakımdan doğru olan , alimlerin hataları , kusurları ve eksikliklerinin sorumluluğu kendilerine aittir . Bu Allahu Teâlâ ile onlar arasındaki bir iştir . Ister ceza verir , ister affeder . Gerçi inşaallah büyük ihtimalle onların hataları affedilecektir . Çünkü kendi işlerini bırakarak , sahibinin işleriyle uğraşan ve cânı gönül den kendini işe veren kölesinin hatalarını , kerim olan sahibi çoğu zaman müsamaha göstererek affeder . Öyleyse , Allahu Zülcelâl kadar hiç kimse kerim ( mer hametli ) olmaz ki ! Buna rağmen adaleti icabı ceza verse bile ( bu ) O’nun kendi kararıdır . ( Zaten O’na kimse karışamaz . ) Bu beşeri eksikliklerden dolayı halkı , alimlere karşı kötü zan besletmek , nefret ettirmek ve uzaklaştırmaya çalışmak halkın dinsizliğe düşmesine sebep olur . Böyle yapanların vebali çok büyüktür . Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur :

 ” Üç sinif insana saygı göstermek , Allah’a saygidandır : 1 – Yaşlı bir müslümana , 2 – Ölçüyü aşmadan Kur’an – ı Kerim’le amel eden ve onu öğreten alime , 3 – Adaletli devlet başkanina . “ ( Ebu Davûd , Terğlb )

Ikinci bir hadiste şöyle buyuruluyor :

” Büyüklerimize saygı göstermeyen , küçüklerimize acımayan ve alimlerimize değer vermeyen , benim ümmetimden değildir . “ ( Tergib , Ahmed )

Bir başka hadiste şöyle bildiriliyor :

Ebû Ümame radiyallahu anh’dan , Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur :“ Üç kısım insan vardır ki,onları ancak bir münafik hafife alır                

( müslüman hafife almaz ) : 1 – Yaşlı bir müslüman, 2 – Alim, 3 – Adaletli devlet başkanı . “ ( Tergib . Taberani )

Bazı rivayetlerde Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in şu sözü nakledilmiştir : ” Ben ümmetim için herşeyden çok şu üç şeyden korkarım : Birincisi , onların dünya fetihleri arttıkça , birbirlerine haset etmeye başlamaları . İkincisi , aralarında Kur’an – ı Kerim’in manası hakkında araştırmanın çok yaygınlaşmasından dolayı herkesin ona mana vermeye çalışması . Halbuki , onun , Allahu Teâlâ’dan başka hiç kimsenin anlamadığı bir çok mana ve maksatları vardır : ilimde derinleşmiş olanlar ise < Biz buna inanırız , hepsi Rabbimiz tarafindandır > derler . ( A1 – i Imran – 7 ) ( Yani , kuvvetli ilim sahipleri bile tasdik etmekten öteye cesaret etmezlerken,halkın neden – nicinlerle yorum yapmaya ne hakkı vardır ?) Üçüncüsü de alimlere haksızlık yapılması ve onlara ilgisizce davranılmasıdır. ” Bu hadis , Terģib ( adlı kitap’ta , Taberâni’den nakledilmiştir . Bu gibi rivayetler diğer hadis kitaplarında da çok sayıda bulunmaktadır .

Devrimizde İslam alimleri ve dini ilimler hakkında genellikle kullanılan sözlerin pek çoğu Fetava – yi Âlemgiri adlı kitapta küfrü gerektiren sözler arasında sayılmıştır . Fakat halk bilgisizliğinden dolayı bu hükümlerden habersizdir . Bundan dolayı bu gibi kelimeleri rastgele kullanmaktan son derece sakınılmalıdır .

Bilfarz , bu zamanda doğru alimlerin kalmadığı ve kendilerine alimler denilen topluluğun da aslında kötü niyetli ilim adamları olduğunu kabul etsek bile yine de sizler alimlere yalnız kötü niyetli demekle sorumluluktan kurtulamazsınız . Aksine , böyle bir durumda bütün dünya müslümanları üzerine bir topluluğun din ilmini öğrenmelerini sağlamaları ve gerçek alimler yetiştirmeleri farz olur. Çünkü gerçek alimlerin bulunması Farz- Kifaye‘dir . Böyle gerçek alimleri yetiştirmek için çalışan bir topluluk bulununca bu farz herkesten düşer , aksi halde bütün dünya müslümanları günahkar olmuş olur .

Yaygın olan bir iddia da şöyledir : Alimlerin görüşlerinde ihtilaf etmeleri halkı yıkıp , mahvetmiştir . Bu bir dereceye kadar doğru olabilir . Fakat gerçek şudur ki , alimlerin bu görüş ihtilafı bugüne ait değil , elli veya yüz senelik de değil , devirlerin en hayırlısı olan sahâbe devrinde de değil , bizzat Peygamberimiz sallal lahu aleyhi vesellem zamanından beri devam etmektedir . ( Mesela ) Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem mübarek ayakkabılarını bir alamet olarak Hz . Ebû Hüreyre radiyallahu anh’a vererek , ” Kelime – i Tevhid’i söyleyen herkes mutlaka Cennet’e girecektir . ” diye ilan etmesi için gönderdiğinde yolda Hz . Ömer radıyallahu anh karşısına çıkar ve sorar . Hz . Ebû Hüreyre radıyallahu anh kendinin Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in elçisi olduğunu bildirmesine rağmen Hz . Ömer radıyallahu anh onun göğsüne iki eliyle öyle şiddetle vurur ki , yere yıkılır . Ama Hz . Ömer radiyallahu anh’a karşı ne bir bildiri dağıtılır ne de bir toplantı düzenleyip itiraz kararları alınır .

Sahâbe – i Kirâm arasında binlerce ihtilaflı mesele vardı . Dört büyük mezhep imamı arasında belki de ihtilaflı olmayan hiç bir fikhi mesele yoktur . Dört mezhep arasında , dört rekatlı bir namazda , niyet etmekten selam vermeye kadar yaklaşık iki yüz ihtilaflı mesele olduğu benim gibi kısa görüşlü birinin bile gözüne çarpmıştır . Kim bilir bundan başka daha nice ihtilaflar vardır . Fakat hiç bir zaman elleri kaldırmak ve yüksek sesle amin demek vs. gibi bir kaç meseleden başkası , kulaklara ulaşmamıştır . Bunlar için ne reklam ve bildiriler yayınlanmış ne de toplantı ve tartışmalar düzenlendiği görülmüştür . Bunun sebebi halkın kulağı bu gibi meselelere alışkın olmayışındandır. Alimlerin ihtilafı rahmettir. Şu kesindir ki , herhangi bir alim bir şer’i delile dayanarak fetva verdiğinde diğerine göre o delil sağlam değilse şer’an o ihtilaf etmeye mecburdur . Eğer o ihtilaf etmezse gerçeği saklayan ve isyankar biri olur .

Gerçek şudur ki : Halk , bu saçma sapan ve geçersiz bir özürü , mesuliyet ten kaçmak için bahane olarak kullanmaktadır . Yoksa her zaman doktorlar arasında görüş farkı olur , avukatların görüşlerinde değişiklik olur , ama hiç kimse tedavi olmaktan veya dava açmaktan geri durmaz . Oysa ne yazık ki dini konularda alimlerin ihtilafı bahane olarak kullanılmaktadır . Şüphesiz doğru amel etmek isteyen biri dürüst olduğuna ve sünnete uyduğuna inandığı iyi bir alimin dediklerini uygulamalıdır . Ve diğer alimlere gereksiz saldırılar yapmaktan , karalamaktan ve onlara çirkin sözler sarfetmekten uzak durmalıdır . Delilleri anlamayan ve bunların arasından doğruyu seçebilme kabiliyeti olmayan kişinin bu meselelere karışma hakkı yoktur . Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’den nakledil miştir ki : “ Ehil olmayan kimselerden ilim nakletmek ( öğrenmek ) onu zayi etmektir . ” Buna rağmen zamanımızda Allahu Teâlâ ve O’nun Rasûlu sallallahu aleyhi ve sellem’in kesin olan sözleri hakkında görüş belirtmenin herkesin hakkı olduğunu kabul edecek kadar dinden uzaklaşılmıştır . Böyle bir durumda çaresiz alimlerin ne değeri olabilir ki ? Onlara ne kadar suçlama yapılsa da azdır .

Allahu Teâlâ buyuruyor ki : ( ” Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, işte onlar zalimlerdir “ ( Bakara – 229 )


TEBLİĞİN FAZİLETLERİ  YEDİNCİ BÖLÜM                                                        


SALİH MÜ’MİNLERLE BERABER OLMAK

Bu bölüm bir bakıma altıncı bölümü geliştirmekte ve tamamlamaktadır . Burada okuyuculardan önemli bir ricamız var . O da Allah dostlarıyla sık sık irtibat kurmaları ve onların meclislerinde çok bulunmalarıdır . Böyle yapmak hem din işlerine güç verir hem de hayır ve berekete sebep olur . ( Bunun hakkında ) Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur :

” Sana kendisi ile dünya ve ahirette kurtuluşa ereceğin , dinini güçlendiren bir şeyi bildireyim mi ? İşte o , Allahu Teâlâ’yı ananların meclislerine devam etmendir . Yalnız kaldığın zaman da dilini Allahu Teâlâ’nın zikriyle devamlı meşgul tutmandır.” ( Mişkat )

Allah ehli olanların kimler olduğunu araştırmak çok önemlidir . Allah ehlinin âlâmeti sünnete uymaktır . Çünkü Allahu Teâlâ Hazretleri , kendi sevgili Peygamberini ümmetin hidayeti için örnek olarak göndermiştir.Nitekim Kur’an – ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

 ” ( Ey Rasûlum ) de ki : < Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki , Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın . Allah çok bağışlayıcı , çok merhamet edicidir “ .    ( Âl – i İmran – 31 )

Kim Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’e tam bir şekilde uyarsa , o gerçekten Allah ehlidir . Kim sünnete uymaktan ne kadar uzaklaşırsa , o kadar Allah’a yakınlıktan da geri kalır . Tefsir alimlerinin yazdığına göre ” Kim Allahu Teâlâ’yı sevdiğini iddia eder de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetine karşi çıkarsa , işte o yalancıdır . Çünkü sevginin usulü ve aşkın kanununa göre , kişi birini sevdiğinde onun evini , kapısını , duvarını , avlusunu , bahçesini hatta köpeğini ve merkebini bile sever . “

Şair diyor ki :

O diyardan , sevdiğimim diyarından geçerim                                                                 

Gidip o duvarı bu duvarı öper severim .                                                                                         

Hayır , gönlümü çelen , değil o diyârın sevgisi ,                                                                                

Fakat , o diyârda meskûn olan bir yârin sevgisi .

Başka bir şair diyor ki :

Sevdiğini açıkladığın halde , edersin Allah’a isyan                                                                                       

İşte bu , andolsun ki , yaptığın işlerden açıkça anlaşılan                                                                 

Elbette ona itaat ederdin sevgin olaydı sahiden                                                                        

Gerçekten de sevendir , sevdiğine daima itaat eden .

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur : “ Ümmetimin hepsi Cennet’e girecek , yalnız istemeyenler müstesna . ” Sahâbe – i Kirâm radıyallahu anhum , “ Istemeyenler kimlerdir ? ” diye sorunca , Peygamber sallallahu aleyhi vesellem , “ Bana itaat eden Cennet’e girecek , bana itaat etmeyen de istemiyor demektir ” buyurdu . Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur : “ Sizlerden hiç biri , arzuları benim getirdiğim dine uymadığı müddetçe tam bir mü’min olamaz . ”

Ne gariptir ki , İslam ve müslümanların iyiliği için çalıştığını iddia edenlerin Allah ve O’nun Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem’e itaatten haberleri yoktur . Bir konu hakkında bu iddiacılara , ” Bu sünnete aykırıdır Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesel lem’in yoluna ters düşmektedir ” demek , sanki onlara hançer saplamak gibidir .

BEYİT :

Kim seçerse bir yol , Peygambere uymayan                                                                                       

İşte odur , asla menziline varmayan

Özet olarak , bir kişinin Allah dostlarından olduğu araştırıldıktan sonra , o nunla ilişkileri geliştirmek , onu sık sık ziyaret etmek , onun ilminden istifade etmek , dinde yükselmeye sebeptir . Aynı zamanda bu Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bir emridir . Bir hadiste şöyle buyurulmuştur : ” Cennet bahçelerine uğradığınızda bir şeyler elde ediniz . ” Sahâbeler , ” Ya Rasûlallah , Cennet bahçeleri nedir ? ” diye sorunca , ” llim meclisleridir ! ” buyurdu . Başka bir hadiste Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki : ” Lokman aleyhisselam oğluna şöyle nasihat etti ; < Alimlerin huzurunda oturmayı gerekli bil ve ümmetin hikmet sahiplerinin buyurduklarını dikkatle dinle . Çünkü Allahu Teâlâ hikmet nuru ile bol sulu yağmurun ölü toprağı dirilttiği gibi ölü kalpleri diriltir . Ancak hikmet sahipleri dini bilen kimselerdir , başkaları değil > ” . Diğer bir hadiste de şöyle geçmektedir Birisi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’e ” Bizim için en iyi arkadaş kimdir ? ” diye sorunca , Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ” Kendisine bakıldığında Allah’ı hatırlatan , konuştuğunda ( dinleyenin ) ilmini arttıran , işlediği ameliyle ahireti hatırlatan kimsedir ” buyurmuştur . Bu rivayetler Terģib adlı kitapta zikredilmiştir . Bir başka hadiste , ” Allah’ın en iyi kulları , kendilerine bakıldığında Allah hatıra gelen kimselerdir . ” buyurulmuştur . Bizzat Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır :

” Ey iman edenler , Allah’tan korkun ( fenalıklardan sakının ) ve doğrularla beraber olun ( Tevbe – 119 )

Tefsir alimleri doğru olanlardan , sünnete uyan samimi mürşidlerin kasdedildiğini yazmışlardır . Bir kimse onların kapısındaki hizmetkarların arasına girdiği zaman onların terbiye ve velilik kuvvetleri sayesinde çok yüce makamlara erişir .

Şeyhi Ekber rahmetullahi aleyh yazıyor ki , ” Senin işlerin başkasının isteğine tâbi olmadıkça ömür boyu uğraşsan da nefsinin arzularını hiç bir zaman bırakamazsın . Öyleyse , kalbinde kendisine saygı duyduğun ( gerçek Allah dostu ) birini bulduğunda , ona hizmet et , onun huzurunda ölü gibi davran ki , o seni istediği gibi idare etsin . Böylece senin hiç bir arzun kalmasın . Emrini yerine getirmekte acele et . Hangi şeyden men ederse ondan sakın.Bir meslek tutmanı emrederse onu yap ve bırakmanı emrederse , birakıver . Ancak ( bunların hepsi ) onun emriyle olsun , kendi isteğinle değil . O halde , seni Allah’a bağlaması için muhakkak Mürşid – i Kâmil ( yani takva sahibi , sünnetlere uyan ve dini bilen bir zâtı ) aramaya çalış ! ”

Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor : ” Bir cemaat bir yere toplanarak , Allah’ı zikrederlerse , onları melekler kuşatır ve rahmet onları kaplar . Allahu Teâlâ kendi ( mukaddes ) meclisinde onları anar . ” Gönül veren biri için sevgilinin meclisinde anılmaktan daha büyük hangi nimet olabilir ki ? Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur : “ İhlasla Allah’ı anan bir topluluğa nida eden biri , < Allah günahlarınızı bağışladı , kötülüklerinizi de iyiliklere çevirdi > diye seslenir ” . Başka bir hadiste , ” Allah’ın anılmadığı , O’nun Rasûlü’ne salât ve selam getirilmeyen bir meclise katılanlar , kıyamet gününde pişmanlık duyacaklardır ” buyurulmuştur . Hz . Dâvûd aleyhisselam şöyle dua etmiştir : ” Allah’ım ! Eğer seni zikredenlerin meclisini aşıp da gâfillerin meclisine gittiğimi görürsen , ayaklarımı kır .

BEYiT

Madem ki değildir bana nasip , onun ses ve siması                                                                      

Duymasın kulaklarım , görmesin gözlerim , en âlâsı

Hz . Ebû Hüreyre radıyalahu anh şöyle buyurmuştur : ” Allahu Teâlâ’nın anıldığı meclisler gök ehline , yeryüzündekilere yıldızların parladığı gibi parlarlar . ” Hz . Ebû Hûreyre radiyallahu anh bir defasında pazara gitti ve halka dönerek şöyle dedi : ” Sizler burada oturuyorsunuz , halbuki mescidde Rasûlullah sallallahu aleyhi veselem’in mirası dağıtılıyor . ” Halk koşarak mescide geldiler , ancak orada hiç bir şey dağıtılmıyordu . Geri dönüp , ” Orada hiç bir şey yok ” dediklerinde , Ebû Hûreyre radıyallahu anh , ” Peki orada ne oluyordu ? ” diye sordu . Halk , ” Bir kaç kişi Allah’ı zikretmekle , bir kısmı da Kur’an okumakla meşgul idi ” dediler . Ebû Hüreyre radıyallahu anh , ” İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mirası budur ” dedi . İmam – ı Gazâli rahmetullahi aleyh buna benzer pek çok rivayetler zikretmiştir . Bunların hepsinden daha önemlisi de bizzat Rasûl – i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’e ( Allah tarafından ) verilen şu emirdir :

” Sabah ve akşam Allah’ın rızasını dileyerek Rablerine dua eden kimselerle beraber nefsini sabırlı tut . Dünya hayatının süsünü arzu edip de gözlerini onlardan ( o Rablerine dua edenlerden ) başkasına ( dünya ehline ) çevirme . Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz kimseye itaat etme ki , o keyfinin ardına düşmüş ve işi de Haddini aşmak olmuştur . “ ( Kehf – 28 )

Bir çok rivayetlere göre , Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Allahu Teâlâ’ya şükür ederek , ” Ümmetimden , meclislerinde nefsimi sabırla tutmamı emrettiği kimseler yaratmıştır ” derdi . Yine bu ayet – i kerimede , ikinci bir emir olarak kalpleri Allah’ı anmaktan gafil olan , kendi arzularına uyan ( Allah’ın çizdiği ) sınırları aşan bir topluluğa uymaktan menedilmiştir . Din ve dünya işlerinde her söz ve hareketlerinde kafirleri ve fasıkları örnek alan kişiler , müşriklerin ve hristiyanların her söyledikleri ve yaptıkları uğrunda can verenler , artık hangi yoldan gittiklerini iyice düşünsünler !

Ey köylü , korkarım varamazsın sen bu yoldan Kâbe’ye                                                                        

Çünkü tuttuğun yol aittir , Türkistan’a gitmeye

Maksadımız nasihat etmekti , ettik ;                                                                                                    

Sonucu Allah’a bıraktık ve gittik .

 Muhammed Zekeriyya Kandehlevi ( Rh.A. ) Mezâhir – ul ulum Medresesi , Sehrenpur 5 Safer 1350 H. ( 21 Haziran 1931 ) Pazartesi gecesi

FEZAILI AMEL 525-558


Online sipariş yapabirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de