1-BÖLÜM

2-BÖLÜM



3-BÖLÜM


4-BÖLÜM

5-BÖLÜM


HÜLAFI RASIDININ YAPTIKLARI HAC YOLCULUKLARI

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Medine’i Münevvere’ye dönüşünden sonra iki ay kadar bu âlemi şereflendirmiş , sonra Refiki Âla’ya kavuşmuştur . Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından sonra Hz. Ebû Bekr Siddik radıyallahu anh birinci halife oldu. Birinci sene Hz . Ömer radıyallahu anh’ı Emir’ül Hâcc yapıp gönderdi , kendisi gidemedi . İkinci sene bizzat kendisi Emîr’ül Hâcc olup hacca gitti . Sonra da bu âleme veda etti .

Bunun üzerine Hz . Ömer radıyallahu anh ikinci halife oldu . Hilafetinin birinci yılında Hz . Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh’ı Emîr’ül Hâcc yapıp yola koydu , ondan sonra on sene boyunca bizzat kendisi Emir’ül Hâce olarak hacca gitti . Hayatının sonuna doğru hususi olarak kendisiyle birlikte Ezvâcı Mutahharat’a hac yaptırdı .

Ondan sonra Hz . Osman radıyallahu anh üçüncü halife oldu . Birinci sene ( yani hicri 24 senesinde ) Hz . Abdurrahman bin Avf radiyallahu anh’ı Emir’ül Hâcc yaparak gönderdi . Kendisi hicri 25’den hicri 34’e kadar her sene hacca gitti . Daha sonra muhasara edildi ve Abdullah ibni Abbas’ı Emirul Hacc tayin ederek gönderdi .

Seyyid’ül Meşârik ve’l Meğârib ( doğunun ve batının efendisi ) Hz . Ali Kerremallahu Vecheha halife olmadan önce pek çok hac yaptı . Ancak hilafeti zamanında Cemel , Siffin ve diğer savaşlar yüzünden bizzat gitmeye fırsat bulamadı .

Şimdi konunun sonuna doğru Ravz’ur Reyyâhîn ve diğer kitaplardan Allah dostlarının hac ile ilgili birkaç kıssasını nakledeceğim . Çünkü bu kıssalar hacılar için birer örnek ve ibrettirler .

HAC YAPAN ALLAH DOSTLARIYLA ILGILI 70 HIKAYE

1 ) Hz . Zünnûn’i Mısrî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Ben bir gün Beytullah’ı Şerif’i tavaf ediyordum . Insanlar Beytullah’a bakıyorlar , böylece onların gözleri sükûn buluyordu . O anda bir şahıs Beytullah’a yaklaştı ve şöyle dua etti ; “ Ey Rabbim ! Senin miskin kulun , Senin dergahından kovulmuş , Senin kapından kaçmıştır . Allah’ım ! Ben Senden , Sana en yakın olan şeyi istiyorum . Sana en fazla sevimli olan ibadeti istiyorum . Allah’ım ! Senin seçkin kulların hürmetine , Senin nebîlerin vesilesiyle , bana muhabbet şarabından bir bardak içirmeni ve ma’rifetini nasib ederek kalbimdeki cehalet perdesini kaldırmanı Senden isterim . Tá ki , şevk ve aşk kanatlarımla uçarak Sana ulaşayım ve irfan bahçelerinde seninle sessiz sessiz konuşayım . ” Bundan sonra o şahıs o kadar ağladı ki , gözyaşları damla damla yere düşüyordu . Sonra güldü ve yürüdü .

Zünnûn’i Misrî rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben onun arkasından gittim . İçimden , ” Bu şahıs ya tam kâmil bir insan yada delinin biridir ” diye düşünüyordum . O , mescidden dışarı çıkıp bir harabeye doğru yürüdü . Ben arkasından gidiyordum . Bana , “ Sana ne oluyor , neden geliyorsun ? Git kendi işine bak ” dedi . Ben , “ Allah sana merhamet etsin , senin adın nedir ? ” diye sordum . O , “ Abdullah ( yani Allah’ın kulu ) ” dedi . Ben , ” bananın adı nedir ? ” dedim , ” Abdullah ” dedi . Ben , ” Bu bilinen bir şeydir ki , herkes Allah’ın kuludur . Allah’ın kullarının evlatlarıdır . Senin adın nedir ? ” deyince ” Babam benim adımı Sa’dûn koymuş ” dedi . Ben , ” Sa’dun’u Mecnûn adıyla meşhur olan kişi mi ? ” dedim , “ Evet ben oyum ” dedi . Ben , “ Senin kendileri vesilesiyle dua ettiğin seçkin insanlar kimlerdir ? ” dedim . ” Onlar , aşkı kendine maksad edinmiş , dünyadan ayrı yaşayan ve kalbini bir şeye kaptıran birinin yürümesi gibi Allah’a gidenlerdir ” dedikten sonra , “ Zünnûn ! Ben işittim ki , sen < Esbâb’ı marifeti dinlemek istiyorum diyorsun ” dedi . Ben , “ Senin ilminden faydalanmak gerekir ” dedim . Bunun üzerine o Arabça olarak iki şiir okudu . Manaları şöyleydi ; “ Ariflerin kalbi her an Mevlâ’yı hatırlamayı arzu ederler . İşti yak içinde feryâd’ü figan ederler . Nihayet O’na yakın makam edinirler . Mevlâ’larının aşkına öyle bir samimiyetle dalarlar ki , onları O’nun aşkından ayıracak hiçbir şey kalmaz . ‘

2 ) Hz . Cüneyd’i Bağdâdî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Ben bir defasinda yalnız olarak hacca gittim . Mekke’i Mükerreme’de bir müddet kaldım . Gece iyice karardığı zaman tavaf yapmak âdetimdi . Bir defasinda genç bir kız gördüm , tavaf yapıyor ve şu şiirleri söylüyordu ;

Ben aşkı ne kadar sakladıysam o asla saklanmadı                                                                                  

Artık o benim yanımda diz çöküp konakladı

Arzum şiddetlendiğinde , kalbim O’nun zikriyle çırpınıyor .                                                            

Eğer sevgilime yaklaşmak istesem , O hemen bana yaklaşıyor .

O zâhir oluyor , ben kayboluyorum . Sonra O’nun sayesinde , O’nun için diriliyorum                         

O bana yardım ediyor , nihayet ben çok lezzet alıyor , coşuyorum .

Hz . Cüneyd Bağdâdî rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben ona , ” Ey kız ! Sen Allah’tan korkmuyor musun ? Böyle mûbârek bir yerde böyle şiirler okuyorsun ! ” dedim . O bana dönerek , ” Ey Cüneyd ! ” dedi ve şu şiirleri okudu

Allah korkusu olmasaydı göremezdin beni                                                                                        

Tatlı uykumu terk edip de gezdiğimi

Allah korkusu ürkütüp kaçırdı beni                                                                                                     

Vatanımdan gördüğün gibi

Firar edip gezerim , O’na olan aşkımdan                                                                                            

O’nun sevgisi kaldı beni hayran ve perişan

Ondan sonra , ” Cüneyd ! Sen Allah’ı mi tavaf ediyorsun yoksa Bey tullah’ı mı ? ” dedi . Ben , ” Beytullah’ı tavaf ediyorum ” dedim . O , yüzünü göğe doğru çevirdi ve “ Sübhanallah ! Kendisi taşa benzeyen bir yaratık , taşları tavaf ediyor ” dedi . Sonra şu manaya gelen üç şiir okudu ; ” Insan lar taşları tavaf edip sana yaklaşmayı istiyorlar . Onların kalpleri de taş lardan daha katıdır . Hayranlık içinde hayran ve perişan dolaşmaktalar . Kendi düşüncelerine göre takarrub mahalline inmişlerdir . Eğer bu in sanlar kendi aşklarında samimi olsalar , kendi sıfatları kaybolur , Allah’ı sevme sıfatları onlarda oluşurdu . ” Hz . Cüneyd rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben onun bu sözlerinden etkilenerek bayıldım . Ben kendime geldiğimde o kız gitmişti . “

3 ) Hz . Bişri Hâfî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Ben Arafat meydanında akşam vakti bir adam gördüm . Son derece kendinden geçmiş bir vaziyette ağlıyordu . Istirab içinde ağlayarak birkaç şiir okuyordu . Onların manaları şöyleydi ; “ O Zât ne kadar yücedir . O her eksiklikten műnezzehtir . Eğer biz O’nun huzurunda , dikenler üzerine ve sıcak iğneler üzerine secde etsek yine de O’nun nimetlerinin hakkının yüzde birini edâ edemeyiz . Hatta on binde birini dâhi edâ edemeyiz . ” Ondan sonra şu şiirleri okudu ;

Ey Mevlam ! Ne kadar hata ettim , hata işlerken hatırlamadım Seni                                                    

Ey benim Malik’im ! Sen ise giyabımda daima yâdettin beni                                                             

Ben cehaletim yüzünden masiyetim anında kaç defa yırttım perdeyi                                                 

Sen ise hilminle bana lütfediyor ve örtüyorsun beni

Hz . Bişr rahmetullahi aleyh diyor ki : Sonra o , benim gözümden kayboldu . Ben insanlara , “ Bu zât kimdir ? ” diye sordum . Ebû Ubeyde Havvâs olduğunu öğrendim . O , seçkin Allah dostlarından biriydi . Onun yetmiş sene boyunca yüzünü göğe doğru kaldırmadığı meşhurdur . Biri kendisine bunun sebebini sorunca , “ Ben bu kadar büyük ihsan eden Zât’a bu kara yüzümü nasıl çeviririm ” demiştir . Allah’ın itaatkâr kulunun bu kadar taväzu göstermesi , güzel ibadetlerine rağmen Allahu Teâlâ’ dan bu kadar utanması , ( buna mukâbil ) günahkâr bir kulun günahlarindan dolayı utanmayıp da bir de nazlanması ne kadar şaşılacak bir şeydir . Allah’ım Kıyamet günü Senin yüzüne bakmaktan bizleri mahrum eyleme ! Salih kullarının bereketlerinden bizi de faydalanır ! İki cihanda bizleri onların gölgelerinin altına koy ( onlarla beraber eyle . )

4 ) Hz . Malik bin Dînar rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Ben hacca gidiyor dum . Yolda bir genç gördüm . Yayan olarak gidiyordu . Yanında ne binek , ne azik ne de su vardı . Ben selam verdim , selamımı aldı . Ben , ” Deli kanlı nereden geliyordun ? ” dedim , ” Onun yanından ” dedi . Ben , “ Nereye gidiyorsun ? ” dedim , “ Onun yanına ” dedi . Ben , “ Azığın nerede ? ” dedim , ” Onun teminatı altında ” dedi . Ben , “ Bu yol azıksız ve susuz kat edilmez .  Senin yanında bir şey var mı , yok mu ? ” dedim . O , ” Ben sefere çıkmadan Önce beş azık olarak , beş harfi yanıma aldım ” dedi . Ben , ” O beş harf hangileridir ? ” dedim , o , ” Allahu Teâlâ’nın yüce kelami  ( Kaf , Ha , Ya , Ayin , Såd ) ‘ dir ” dedi . Ben , ” Onun manası nedir ? ” dedim . O şöyle dedi : ” Kafin manası : Kafi ( Her işe yeten ) , Hâ’nin manası : Hadi ( Yol gösteren ) . Ya’nın manası : Mü’vi ( Barınacak yer veren ) , Ayin harfinin manası : Alim ( Her şeyi bilen ) , Sâd’ın manası : Sâdik ( Sözünde duran ) . O halde kimin arkadaşı her işe yeten , yol gösteren , barınacak yer veren , her şeyi bilen , sözünde duran biri olursa , o kişi berbâd olabilir mi ? Veya o herhangi bir şeyden korkar mı ? O kişi azik ve su yüklenerek gezer mi ? ” Hz . Mâlik rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben bu konuşmayı dinledikten sonra kendi gömleğimi ona vermek istedim . O kabul etmedi ve ” Ağam ! Dünyada gömleksiz kalmak daha iyidir . Dünyanın helal eşyalarının hesabını vermek , haram olanlarında azabini çekmek gerekecektir ” dedi . Gecenin karanlığı bastırınca o genç yüzünü göğe doğru çevirdi ve şöyle dedi : “ Ey kullarının itaatinden hoşnud olan , kulların günahlarının Kendisine zararı olmayan yüce Zát ! Bana razı olduğun şeyi ihsan et . ( Yani itaati . ) Sana zararı dokunmayan şeyi de affeyle . ( Yani günahı . ) ” Ondan sonra insanlar ihrama girip Lebbeyk dediler . O suskundu . Ben , “ Sen Lebbeyk demiyor musun ? ” dedim . O , “ Ben Lebbeyk dersem oradan , < Lâ Lebbeyk ve lâ Sa’deyk ( yani ne senin Lebbeyk’in geçerli ne de senin Sa’deyk’in geçerlidir . ) Ne senin sözünü dinliyorum ne de sana iltifat ediyorum > denmesinden korkuyorum ” dedi . Daha sona o gitti . Ben onu yol boyunca göremedim . En sonunda o gözüme ilişti , şu manaya gelen birkaç şiir okuyordu ; “ O sevgili ki , ona benim kanımı dahi akıtmak güzel görünmektedir . Benim kanım onun için Harem’de de helaldir , Harem dışında da … Allah’a yemin olsun ki , benim ruhum hangi yüce Zâtın huzurunda durduğunu bilseydi , ayakları yerine ba şinin üzerine durdurdu . Ey kinayan kişi ! Ona olan aşkım hususunda beni kinama ! Eğer sen benim gördüğüm şeyi görseydin asla ağzını açmazdın . İnsanlar bedenleriyle Beytullah’ı tavaf yapıyorlar . Eğer onlar yüce Allah’ın Zât’ını tavaf yapsalardı Harem’e de ihtiyaçları kalmazdı . Bayram günü insanlar koyun , keçi kurban ettiler . Ancak Sevgili o gün benim canımı kurban etti . İnsanlar haccetti . Benim haccım ise Kendisiyle sükûnet bulduğum şeyin haccını yapmaktır . Insanlar kurbanlar kestiler . Ben ise kanımı ve canımı kurban ediyorum . “

Bundan sonra şu duayı yaptı ; “ Allah’ım ! Insanlar kurbanlar keserek sana yaklaştılar . Benim kurban kesecek canımdan başka bir şeyim yoktur . Ben canım Senin huzuruna takdim ediyorum . Sen onu kabul eyle ! ” Sonra bir çığlık attı ve ölerek yere yığıldı . Sonra gaybtan şöyle bir ses geldi ; ” Bu Allah dostudur . Allah’a can veren kimsedir . ”

Mâlik rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben onu techiz ettim ve kefenledim . Gece boyu onu düşünmekten perişanlık ve tefekkür içindeydim . Bu haldeyken gözlerim kapandı , rüyamda onu gördüm . Ona , ” Sana nasıl muamele yapıldı ” dedim . ” Bedir şehidlerine yapılanların aynısı , hatta onlardan biraz fazla ” dedi . Ben , ” Fazla olmasının sebebi nedir ? ” dedim . “ Onlar kâfirlerin kılıçlarıyla şehid oldu . Ben ise Mevlâ’nın aşk kılıcı ile ” dedi . ‘ Bu sözlerin maksadı , her hususta sahabelerden üstün olmak değildir . Herhangi bir hususta onlardan üstün olmak yeterlidir . Yoksa Sahâbe’i Kiram’ın sahâbi olma üstünlüğüne , sahabe olmayan bir kimse nasıl ulaşabilir ?

5 ) Hz . Zünnûn rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Hac seferinde ben çölde yakışıklı bir gençle karşılaştım . Sanki bir ay parçasıydı . Vücudunda ilahî aşk coşuyordu . O da hacca gidiyordu . Ben onu yanıma aldım . Ona , ” Sefer çok uzun ” dedim . Bunun üzerine o , şu manaya gelen bir şiir okudu ; ” Tembeller ve üşengeç insanlar için bu sefer uzundur . An cak aşıklar için hiç de uzun değildir . ”

6 ) Hz. Şibli rahmetullahi aleyh Arafat’a varınca sustu, ağzından bir kelime dahi çıkarmadı . Oradan Minâ’ya doğru hareket etti . Harem sınırının iki işaretini geçince gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı ve şu manaya gelen bir kaç şiir okudu ; ” Ben kalbime Senden başkası girmesin diye kalbime Senin sevginin mührünü vurarak gidiyorum . Ne olaydı Seni görene kadar kimseyi görmemek için gözlerimi de kapatsaydım . Dostlardan bazıları sadece birine bağlı kalır . Bazılarının dostluklarında ise ortaklar vardır . Ancak gözlerden göz yaşı çıkıp da yanaklar üzerinde akmaya başlayınca kimin gerçek ağladığı ve kimin yapmacıktan ağladığı ortaya çıkmaktadır . ”

7 ) Hz . Fuzayl bin Iyaz rahmetullahi aleyh Arafat meydanında güneş batana kadar tamamen sustu . Güneş batinca , ” Allah’ıml Gerçi Sen affettin ama ben kötü halime yine de üzülüyorum ” dedi . ‘

8 ) Hz . Ibrahim bin Mühelleb rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Ben tavat yapıyordum . Bir cariye gördüm , Kâbe’nin perdelerine yapışmış şöyle diyordu ; ” Ey Rabbim ! Senin bana olan sevgine yemin olsun ki , benim kalbimi döndür . ” Ben ona , ” Ey câriyel Sen Allahu Teâlâ’nın seni sevdiğini nasıl biliyorsun ” dedim . O şöyle dedi : ” O’nun şefkatinden biliyorum . Beni yakalayıp getirmeleri için Islam askerlerini gönderdi . Onlar için ne kadar mal sarf etti . En sonunda beni kâfirlerin pençesinden çıkardı . Beni Müslüman yaptı , Kendini tanımayı nasip etti . Halbuki ben O’nu hiç tanımıyordum . Ey Ibrahim ! Bu O’nun muhabbet ve şefkati değil midir ? ” Ben , ” Sen Allah’ı ne kadar seviyorsun ? ” dedim . O , ” En fazla ve en büyük ne olabilirse o kadar ” dedi . Ben , ” O nasıl oluyor ? ” dedim . ” Şaraptan daha lezzetli , gül kokusundan daha çekici ” dedi . Ondan sonra şu manaya gelen üç şiir okudu ; ” Istirabli insan sabır ve sükûnun ne olduğunu bilmez . Onun yaş akan gözleri vardır . Ağlamak onlan görmez hale getirmiştir . Aynı şekilde aşk şûleleri yüzünden zayıflamış olan bir beni vardır . Aşk hastalığının tedavisi olabilir mi ? Sevginin sonu çok şiddetlidir . Özellikle şefkat gösteren , mizraklarla ona şefkatini gösterirse … ” Bu şiiri okuyarak yürüdü , gitti . ?

9 ) Mâlik bin Dinar rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben bir defasında bir genç gördüm . Yüzünde makbul bir insanın alâmeti görünüyordu . Gözlerinden yanaklarına doğru daima göz yaşları süzülüyordu . Ben onu görünce tanıdım . Çünkü çok önceleri onu Basra’da nâz ve nimet içinde yaşarken görmüştüm . O vakit onu görür görmez tanıdım . Onun bu haline benim de ağlamam geldi . O da beni görünce tanıdı , selam verdi ve şöyle dedi ; ” Ey Málik ! Allah’a yemin ederek size söylüyorum . Hususi vakitlerde beni hatırlayınız ve benim bağışlanmam için Allahu Teâlâ’ya dua ediniz . ” Böyle dedikten sonra şu manaya gelen iki şiir okudu ; ” Sevgili senin tarafına yöneldiği zaman ona benden de bahset ve < Onun kalbi hiçbir zaman Seni hatırlamaktan boş kalmıyor de . Belki de O , benim adımı duyunca , < Falancanın şu an durumu nasıldır ? > diye sorar . “

Mâlik rahmetullahi aleyh diyor ki : O , bu şiirleri okuduktan sonra ağlayarak gitti . Hac vakti gelince ben hac yapmak için gittim . Mescid’i Haram’da otururken tevâfuken bir şahsın etrafında toplanmış bir kalabalık gördüm . O şahıs kendinden geçmiş ağlıyordu . Onun çırpınması ve kendinden geçmesinden dolayı insanların tavaf yapmaları zorlaştı . Ben kalkıp baktım , ne göreyim o gençti . Onu görünce sevindim ve ” Allah’a şükürler olsun ki , o senin temennini yerine getirdi ” dedim . Bu nun üzerine o şu manaya gelen birkaç şiir okudu ; ” Insanlar korkmadan ve hiçbir tehlikeye kapılmadan Minâ’ya doğru yürüdüler , Minâ’ya vardıklarında kendi arzularını buldular . Insanlar Allahu Teâlâ’dan arzularıni istediler , Allahu Teâlâ onların temenni ettiklerini verdi . Halis tevbelerinden dolayı onları fuhuş ve çirkin işlerden korudu . Sâki onlara şarab taksim etti . Onlar sâkinin kim olduğunu sorduklarında O şöyle dedi ; ”

Ben Allah’ım ! Siz Bana dua edin .Ben Allah’ım , sizin Rabbinizim                                                 

Büyüklük ve yücelik Bana ait , bütün övgüler Benim , mülk Benim

Mâlik rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben ona , “ Vallahi anlat , başından ne geçti ? ” dedim . ” Çok güzel şeyler geçti , lütfuyla beni buraya çağırdı . Ben hazır oldum . Ben ne istediysem onu buldum ” dedikten sonra şu manaya gelen birkaç şiir okudu ; “ Mahbûb beni çağırdığında ben mûbarek olsun , mübarek olsun , Sana kavuşmak ne güzeldir ! Senin sevgin ne tatlıdır ! Senin sevgin ne kadar lezzetlidir ! Senin aşkın ne kadar lezzetlidir ! Senin hakkına yemin olsunki , matlûb yalnız Sensin , maksûd ancak Sensin , arzular ancak Sana’dır . İnsanlar beni Senin sevgin hususunda kınıyorlar . Ne yapalım , istedikleri kadar kınarlarsa kinasınlar . Benim gönlüm Senden başka kimseye müştâk değildir . Insanlar kendi sevdiklerinin şehirlerini , falanı filani yâd ediyorlar , ne yapalım . Ben ise bir şehirden bahsedilse seni hatırlıyorum . ” Mâlik rahmetullahi aleyh diyor ki : O bunu söyledikten sonra tavafla meşgul oldu . Sonra nereye gittiğinden haberim olmadı . ‘

10 ) Bir büyük zât şöyle buyuruyor : Ben bir keresinde aşırı sıcak bir mevsimde hacca gittim . Sıcak hava çok şiddetli esiyordu . Hicaz’ın ortalarına ulaştığım bir gün tevâfuken kafileden ayrıldım . Bana biraz uyuklama geldi . Aniden gözlerimi açınca bu yabani çöllerde bir adam gözüme çarptı . Hızla ona doğru gittim . Baktım ki , küçük yaşta bir genç , henüz sakalı dahi çıkmamıştı . Ayın on dördü gibi hatta öğlen vaktinin güneşi gibi güzeldi . Ondan nâz ve nimetin görüntüleri vardı . Ben ona selam verdim . O , ” Ve aleykümü’s Selâm ey İbrahim ! ” dedi . Benim adımi anması üzerine son derece hayret ettim . Artık susmam mümkün olmadı . Büyük bir şaşkınlıkla , ” Oğlum ! Sen benim adımı nasıl biliyorsun ? Sen beni hiç görmedin ki ! ” dedim . O , ” Ibrahim ! Ben O’nu tanıdıktan sonra tanımazlıktan gelmedim . Ben ona kavuştuktan sonra hiç ayrılmadım ” dedi . Ben , “ Bu şiddetli sıcakta seni bu çöle gelmeye mecbur eden nedir ? ” dedim . ” Ey İbrahim ! Ben hiçbir zaman O’ndan başka kimseyle ünsiyet kurmadım . O’ndan başkasını da hiçbir zaman kendime arkadaş ve refik edinmedim . Ben her şeyi bırakarak tamamen O’na yöneldim ve O’nun ma’bud olduğunu ikrar ettim ” dedi . Ben , “ Senin yemen , içmen nasıl oluyor ? ” dedim . O , “ Sevgili Kendi üzerine aldı ” dedi . Ben , ” Allah’a yemin olsun ki , ben zikrettiğim hallerin senin başına gelmesinden ve ( bundan dolayı ) canının helak olmasından endişe ediyorum ” dedim . Bunun üzerine o ağlamaya başladı , göz yaşları inci daneleri gibi peş peşe yanaklarına damlıyordu . Bu esnada şu manaya gelen birkaç şiir okudu ; ” Kim beni çölün zorluklarıyla korkutabilir ki ? Halbuki ben bu çölü kendi Sevgilime gitmek için aşıyorum . Ben O’na iman etmişim , aşk bana istirap veriyor . Şevk ise beni coşturuyor . Allah’ı talep eden kimse asla hiçbir insandan korkmaz . Eğer ben acıkırsam Allah’ı zikretmek karnımı doyurur . Allah’a hamd etmekten dolayı susamam . Eğer ben zayıf kalırsam , O’nun aşkı beni Hicâz’dan Horasan’a kadar götürebilir . Sen beni çocuk olduğumdan dolayı küçümsüyorsun . Kendini kınamayı bırak , olacak olan olmuştur . ” Ben , “ Allah’a yemin olsun ki , doğru söyle . Senin yaşın kaç ? ” dedim . O , ” Sen bana , bana göre çok ağır bir yemin yükledin . Ben 12 yaşındayım ” dedi . Sonra , “ Ey İbrahim ! Sen neden benim yaşımı sordun ? Ben yaşımı söyledim ” dedi . Ben , “ Senin sözlerin beni hayrete düşürdü ” dedim . O , “ Allah’a şükürler olsun . O çok büyük nimetler verdi . Yine Allah’ın lütfudur ki , beni pek çok mü’min kulundan üstün kıldı ” dedi .

Ibrahim rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben , onun süretinin ve siretinin güzelliğine , sözlerinin tatlılığına hayran oldum . Ona , ” Subhanallah ! Allahu Teâla nasıl süretler yaratmış ” dedim . O bir müddet başını aşağı egdi , sonra yüzünü yukarı kaldırıp çok acı ve öfkeli gözlerle bana bakti . Sonra şu manaya gelen birkaç şiir okudu ; ” Eğer benim cezam Cehennem olursa , benim için felakettir . O vakit benim bu güzelliğim ve parlak lığım ne işe yarar ki ? O vakit azab benim bütün güzelliklerimi eksiltecektir . Cehennem’de uzun süre ağlamak gerekecektir . Cebbâr olan Allah celle celaluhu şöyle buyuracaktır . < Sen Bana isyan edenler arasın da en kötü bir kölesin . Sen dünyada Bana karşı geldin . Benim hükmüm den yüz çevirdin . Sen ( ezelde ) Bana verdiğin sözünümü unuttun yoksa ( kıyamet günü ) Bana kavuşacağını mi unuttun ? > ( Ey Ibrahim ! ) Sen göreceksin ki , itaatkârların yüzü ayın on dördü gibi parlıyor olacaktır . Allahu Teâlâ Şânuhů Kendi üzerindeki nurlardan olan perdeleri kaldıracak , bundan dolayı insanlar o yüce Zat’ı görerek kendilerinden öyle geçecekler ki , ona karşılık her nimeti ve her rahatı unutacaklardır . Allahu Teâlâ Şânuhů o itaatkârlara heybet ve hoşnudluk elbisesi giy direcektir . Onlara yüz parlaklığı ve yüz güzelliği ihsan edilecektir . ”

Bu şiirleri okuduktan sonra , “ Ey İbrahim ! Mehcûr , dostundan ayrilandır . Visâl ise kendisine Allah’a itaatten bol ve dolu bir hisse verilen kimseye nasib olmuştur . Ancak Ibrahim kendi sefer arkadaşlarından ayrılmış durumdadır ” dedi . Ben , ” Evet , öyle oldu . Ben burada kaldım . Allah için senden benim için dua etmeni istiyorum . Tâ ki , ben arkadaşlarima kavuşayım ” dedim . Bu sözüm üzerine o genç göğe doğru baktı , diliyle sessiz sessiz bir şeyler söyledi . Bunu onun dudaklarının hareket etmesinden anladım . O vakit bana ansızın bir uyuklama geldi . Kendimden geçer gibi oldum . Kendime gelip ayıldığımda kendimi kafilenin orta sinda , devemin üstünde buldum . Devemin üzerindeki arkadaşım bana , ” Ibrahim , dikkatli ol , kendine sahip ol , sakın deveden düşmeyesin ” di yordu . O çocuğun ne olduğunu anlayamadım . Göğemi uçtu , yerin altina mi girdi ? Biz bütün yolu aşıp Mekke’i Mükerreme’ye ulaşıp Harem’i Şerif’e girdiğimizde ne göreyim , o çocuk Kâbe’i Şerif’in perdesini tutmuş ağlıyor ve şu manaya gelen şiirleri okuyordu ; “ Ben Kâbe’nin perde sine yapışıyorum . Beytullah’ı ziyaret ediyorum . Ancak kalpte olanların sırrını Sen çok iyi biliyorsun . Ben Beytullah’a yürüyerek geldim . Hiçbir bineğe binmedim . Çünkü ben yaşımın küçük olmasına rağmen gönlün den vurulmuş bir âşıkım . Ben çocukluğumdan beri , aşkın ne olduğunu henüz bilmezken bile Sana ölüyordum . Eğer insanlar herhangi bir şey den dolayı beni kınarlarsa , ( bilsinler ki , ) ben aşkın Tifli Mekteb’iyim ( okul çocuğuyum ) . Allah’ım ! Eğer ölüm vaktim geldiyse , işte o vakit belki Sana kavuşma sevinci ile dolup taşarım . ” Sonra o kendinden geçip secdeye kapandı . Ben ona bir müddet baktım . Daha sonra yanina gittim . Onu salladım ama o ahirete intikal etmişti . Allah rahmet eylesin.

Ibrahim rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben onun vefatına çok üzüldüm . Oradan kalkıp kendi kaldığım yere geldim . Onu kefenlemek için bez aldım . Yardım için yanıma birkaç kişi aldım . Onun cenazesini bıraktığım yere geldim . Ama onun nâ’şının nereye gittiği belli değildi . Orada diğer hacılara sordum , ancak ne kimse onu tanıyor ne de onu gören biri vardı . O zaman ben anladım ki , Allah celle celaluhu onu insanların gözlerinden gizledi . Oradan kendi kaldığım yere geldim . Bir ara hafif bir uykuya daldım . Onu rüyamda gördüm . Büyük bir kalabalığın arasındaydı . Herkesten öndeydi . Üzerinde o kadar nûr parlıyor ve o kadar güzel bir elbise vardı ki , onun vasfı anlatılamaz . Ben ona , ” Sen o genç misin ? ” dedim . ” Evet , ben oyum ” dedi . Ben , ” Sen vefat etmedin mi ? ” dedim . ” Evet , vefat ettim ” dedi . Ben , ” Ben seni techiz ve tekfin için çok aradım . Hiçbir yerde bulamadım ” dedim . O , ” Ey İbrahim dinle ! Beni , benim şehrimden çıkaran , Kendi sevgisiyle divâne kılan , yakınlarım dan ve akrabalarımdan ayıran zât , işte o bana kefen verdi , kimseye muhtaç etmedi ” dedi . Ben , ” Allahu Teâlâ vefatından sonra sana nasıl muamele yaptı ? ” dedim . O , ” Allah celle celaluhu beni huzuruna aldı ve < Sen ne istiyorsun ? > buyurdu . Ben , < Allah’ım ! Sen benim maksudumsun . Benim arzum ancak Sensin > dedim . O , < Şüphesiz ki , sen Benim sadık kulumsun . Sen ne istersen ona hiçbir engel yoktur > buyurdu . Ben , < Benim zamanımda yaşamış olan bütün insanlar hakkın da benim şefaatimi kabul eyle > dedim . O , < Onların hepsi hakkında senin şefaatin makbuldür > buyurdu ” diye cevap verdi . İbrahim diyor ki : Ondan sonra rüyamda o genç benimle vedalaşmak için musafaha yaptı ve ben uykudan uyandım . Ben haccımdan geriye kalan erkânı tamamladım . Ancak o genci hatırlamaktan ve onun üzüntüsünden dolayı kalbim rahat değildi . Hacdan sonra döndüm . Ancak yolda kafiledekiler , ” İbrahim , senin ellerindeki güzel kokuya hepimiz hayranız , ellerinden ne güzel bir koku geliyor ” diyorlardı .

Bu olayı nakledenler diyorlar ki , o güzel koku Ibrahim rahmetul lahi aleyh’in elinden ölene kadar gelmeye devam etti . ‘

11 ) Hz . İbrahim Havvas rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Ben bir sene hacca gidiyordum . Pek çok arkadaşım vardı . Bir defasında beni yanlız kalma fikri kapladı . ” Hepsini bırakıp tek başıma gideyim ” diye kalbimde bir arzu belirdi . Ben herkesin yürüdüğü yolu bırakıp başka bir tenhâ yolu seçtim . Sürekli üç gün üç gece yürüdüm . Bu zaman içinde ne ye mek aklıma geldi , ne içmek ne de başka bir hacet … Üç gün üç gece yürüdükten sonra ben öyle bir ormana ulaştım ki , yem yeşil ve manzarası çok güzeldi , onda her çeşit meyve ve çiçekler vardı . Çok hoş kokuyordu . Orta yerinde su kaynağı vardı . Ben , “ Burası Cennet’tir ” diye düşündüm . Hayretler içinde kalmıştım . Ben bu düşünceler içindeyken bir topluluğun geldiğini gördüm . Yüzleri insan yüzü gibiydi . Üzerlerinde işlenmiş örtüler , güzel görünümlü etekler vardı . Onlar gelip benim etrafımı sardılar ve selam verdiler . Ben selamlarına cevap verdim ve ” Siz neredesiniz , ben neredeyim ? ” dedim . Sonra , “ Bunlar cin topluluğudur ” diye düşündüm . O esnada onlardan biri , “ Bizim aramızda bir mesele hakkında ihtilaf oluyor . Biz Bey’atül Akabe gecesinde Rasû lullah sallallahu aleyhi vesellem’den Allah’ın yüce kelâmını dinleyen cinler deniz . Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Kur’an okuma sesi bizi dünyanın bütün işlerinden ayırdı ve Allahu Teâlâ bu yeri bizim için güzelleştirdi ” dediler . Ben , “ Arkadaşlarımı bırakıp geldiğim yerle buranın arası ne kadar uzaktır ” dedim . Onlardan biri benim bu sorum üzerine tebessüm ederek , ” Ebû İshak ! Bu Allah celle celaluhu’nun acayib bir sir rıdır . Buraya senin kavminden bir insan hariç kimse gelmedi . Sizin cin sinizden bir genç gelmişti . O burada vefat etti . İşte bak ! Bu onun kabridir ” dedi . Ben onun kabrine baktım . O , su kaynağının kenarındaydı . Onun toprağı küçük bir bahçeydi . Orada öyle çiçekler vardı ki , ben öylesini hiç görmedim . Sonra o cin , ” Bu yer ile o yerin arasında şu ka dar ay veya şu kadar yıllık yol var ” dedi . İbrahim , “ Peki , bu gencin hâlini bana haber veriniz ” dedim . Onlardan birisi şöyle anlattı ; ” Biz bu çeşmenin etrafında oturmuş aşk hakkında sohbet ediyorduk . O esnada bir genç geldi ve selam verdi . Biz selamına cevap verdik ve < Delikanlı nereden geliyorsun ? > dedik . O , < Nişâbur şehrinden geliyorum > dedi .

Biz < O şehri terk edeli kaç gün oldu > dedik . O , < Yedi gün oldu > dedi . Biz , < Şehirden hangi niyetle yola çıktın > dedik . Genç , < Ben Allahu Teâlâ’nın şu yüce fermanını duydum :

 Başınıza azab gelip çatmadan ( tevbe ile ) Rabbinize dönün , O’na teslim olun . Sonra yardım olunmazsınız ( Zümer – 54 ) > dedi . Biz o gence , < Bu ayette geçen inâbet ve azab nedir ? > dedik . O anlatmaya başladı . Azabı anlatmaya başladığında bir çığlık attı ve öldü . Biz onu bu kabre defnettik . ” Ibrahim diyor ki : Ben bu kıssaya çok hayret ettim . Ondan sonra ben o gencin kabrinin yanına gittim . Onun baş ucunda nergis gülünden bir demet konmuştu . Sanki bir değirmen taşı kadar büyüktü . Kabri üzerinde şöyle yazıyordu “ Bu , gayretin katlettiği , Allah’ın sevgili kulunun kabridir . ” Nergisin bir yaprağının üzerinde inâbetin tefsiri yazılıydı . Ben onu okudum . O cin ler bana onun manasını sordular . Ben onun manasını söyleyince çok sevindiler . Neşelerinden dolayı oynamaya başladılar . Kendilerine gelip sükunete erince , “ Bizim aramızda çekiştiğimiz mesele halloldu ” dediler . İbrahim diyor ki : Ben biraz uyukladım . Gözlerimi açtığımda Mescid’i Aişe’nin yanındaydım . ( Mescid’i Aişe , Mekke’i Mükerreme’ye yakin , Ten’im denilen yerdedir . ) Benim elbisemde çiçek demetleri vardı . O demetler bir sene benim yanımda kaldı . Bir sene boyu onlarda hiç bir değişiklik olmadı . Ondan sonra birkaç günde onlar kendi kendine kayboldular .

12 ) Tâcirlerden bir topluluk bir defasında hacca gidiyorlardı . Yolda gemi parçalandı , hac vakti de daraldı . Onlardan birinin yanında ellibin dinar değerinde mal vardı . O , mali bırakarak hacca hareket etti . Arkadaşları ona , “ Eğer sen burada kalsaydın senin bir miktar malın çıkardı ” dediler . O tacir , “ Allah’a yemin olsun ki , eğer bana bütün dünyanın mali verilse yine de ben haccın karşılığında onu tercih etmem . Çünkü oraya gitmekle evliyaullahı görmek nasib olacaktır . Ben o mübarek zâtlarda ne gördümse gördüm . ( Onlar anlatmakla anlatılamaz . ) ” dedi . Insanlar , ” Peki sen ne gördün ? ” dediler . O tacir şöyle dedi ; ” Bir defasında biz hacca gidiyorduk . Şiddetli susuzluk hepimizi perişan ediyordu . Bir bar dak süt şu kadar fiyata bulunabiliyordu . Ben bir gün susuzluğun şiddetinden dolayı bütün kafileyi iyice araştırdım . Ne değerini vererek ne de başka bir yolla bir içimlik su bulamadım . Susuzluktan dolayı canım çıkmak üzereydi . İleriye doğru birkaç adım attım , orada bir elinde mizrak , diğer elinde tas olan bir derviş gördüm . O , elindeki mizrağı bir havuza giden su kanalına dikince onun altından su kaynamaya ve o kanal yoluyla havuzda toplanmaya başladı . Ben havuza doğru gittim . Kana kana su içtim . Kirbamı da su ile doldurdum . Sonra kafiledekilere söyledim . Onlar da ondan içtiler . Havuz aynı şekilde doluydu . ” O tacir , ” Böyle Allah dostlarının toplandığı yerde bulunmaktan hiçbir kimse ayrı kalabilir mi ? ” dedi .

İbni Arabi de Muhadarât adlı eserinde bu kıssayı nakletmiş ve şöyle yazmıştır ; ” O tacirin malının tamamı ellibin altın değerindeydi . Onlar arasında bulunan bir incinin değeri dörtbin altın etmekteydi . ”

13 ) Hz . Ebû Abdullah Cevherî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; Ben bir defasında Harem’i Şerif’te oturuyordum . O vakte kadar altmış hac yapmıştım . Kalbime şöyle bir vesvese geldi ; ” Bu çorak ve susuz çöllerde ne zamana kadar dolaşacağım . ( Artık son vereyim , çok fazla hac yaptım ) ” . O anda uykuya daldım . Rüyamda gaybdan nidâ eden bir münadinin şöyle dediğini duydum ; ” Ey İbni Muvaffak ! Sen kalbinin hoşlandığı kimseleri evine çağırırsın . Kimi Allah celle celaluhu murâd etmiş ve kendilerine yüksek makam vermiş olduğu kimselere ne mutlu ! ” Sonra o münâdi şu manaya gelen iki şiir okudu ; ” Ben ziyaret için beni sevenleri çağırdım . Ondan başkalarını kimseyi çağırmadım . Bu insan lar benim evime saygı ve hürmetle geldiler . O halde bu kerim insanlar ne mûbarektir ve onlan çağıran Zât ne mûbarektir . 

14 ) Ali bin Muvaffak rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben bir defasında Harem’i Şerif’te oturuyordum . O ana kadar altmış defa hac yapmıştım . Kalbime , ” Bu susuz çöllerde daha ne kadar dolaşacağım ( artık son vereyim , bayagi hac yaptım ) ” diye bir vesvese geldi . Bu sırada bir anda uyku bastirdi . Rüyamda gaybdan şöyle bir ses geldiğini işittim ; ” Ey Ibni Muvaf fakl Sen evine sevdiklerini çağırırsın . Ne mutlu Allahu Tealâ’nın , iste diği ve yüce mekanlara çağırdığı kullaral ” Ondan sonra şu manaya gelen iki şiir okudu ; ” Ben ziyaret için beni sevenleri çağırdım . Onlardan başkasını çağırmadım . Onlar benim evime doğru hürmet ve sevgiyle geldiler . Artık bu insanlar ne mübarektirler ! Ve onları çağıran Zat da ne kadar Kerim’diri ”

15 ) Hz . Zünnûn Misri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben bir gencin Kâbe’i Şerif’in yanında arka arkaya rüku ve secde yaptığını gördüm . ” Sen çok fazla namaz kılıyorsun ” dedim . O , ” Ben vatanıma dönüş için izin istiyorum ” dedi . O esnada yukarıdan bir kağıt düştü . O kağıtta şöyle yazıyordu ; ” Büyük izzet ve mağfiret sahibi olan Allah celle celaluhundan , gerçek şükredici kuluna : Senin gelmiş ve gelecek günahların bağışlanmış olarak dönüver . ”

16 ) Sehl Bin Abdullah rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Bir velinin insanlarla iç içe olması , onun zilletine sebeb olur . Sadece Allahu Teâlâ’ya bağlanması , onun izzetine sebeb olur . Ben insanlardan uzak olmayan pek az veli gördüm . Abdullah bin Salih rahmetullahi aleyh büyük bir zâtti . Allah celle celaluhu ona hususi nimetlerini ihsan etmişti . O insanlardan kaçarak bir şehirden diğerine gezer , dururdu . Bu şekilde sonunda Mekke’i Mükerreme’ye ulaştı . Orada uzun zaman kaldı . Ben ona , ” Sen bu şehirde çok uzun kaldın ” dedim . O , ” Ben bu şehirde neden durmayayım . Bu şehirden daha fazla rahmet ve bereketin indiği başka bir şehir görmedim . Bu şehre sabah ve akşam melekler inerler . Ben bu şehirde çok büyük acâibat gördüm . Melekler muhtelif şekillerde Beytullah’ı tavaf ediyorlar . Bu silsile hiç bitmiyor . Eğer ben burada gördüğüm acayip halleri anlatsam imani ( kamil ) olmayanların akılları buna dayanamaz ” dedi . Ben , ” Allah’a yemin olsun ki , sen görmüş olduğun acayip ahvallerden bana da biraz anlat ” dedim . O şöyle dedi ; ” Velâyeti sahih olup da her Cuma gecesi bu şehre gelmeyen hiçbir veliyi kâmil yoktur . İşte onları görmek için ben burada kalıyorum . Ben onlardan birini gördüm , onun adı Malik bin Kasım Cebeli idi . O geldi , elinden et kokusu geliyordu . Ben , < Herhalde sen şimdi yemekten geliyorsun ? dedim , o , < Estağfirullah ! Ben bir haftadan beri bir şey yemedim . Ancak anneme yemek yedirip de geldim . Mekke’i Mükerreme’de sabah namazina katılmak için acele ediyorum dedi . ” Abdullah rahmetullahi aleyh di yor ki : ” Mâlik rahmetullahi aleyh’in geldiği yerle Mekke’i Mükerreme ara sindaki mesafe 900 fersahti . ( 1 fersah 3 mil’dir . O halde bu mesafe 2700 mil eder . ) ” Ondan sonra Abdullah bana , ” Sen bu kıssaya kesin olarak inaniyor musun ? ” dedi . Sehl diyor ki : Ben , ” Evet inanıyorum ” dedim . O , ” Allah’a şükür ki , ben ( bu gibi olaylara ) inanan birini buldum ” dedi . Bazı zâtlar şöyle demişlerdir . O Kâbe’i Şerif’in etrafında bazen melekleri , enbiyâyı ve evliyayı görürdü . Çoğunlukla Cuma gecesi , Pazartesi gecesi ve Perşembe gecesi görürdü . Ondan sonra enbiyayı ziyaretiyle ilgili daha başka acayip halleri anlattı .

17 ) Denilir ki , Hişam bin Abdul Melik , padişah olmadan önceki şehzadelik devrinde hacca gitti . Tavaf yaparken Hacer’i Esved’i öpmek istedi . Çok fazla hücum olduğu için ne kadar uğraştıysa onu öpemedi . O esnada Hz . Imam Hüseyin radıyallahu anh’ın oğlu Hz . Zeynül Abidin rahmetullahi aleyh tavaf yaparak Hacer’i Esved’e ulaştı ve bir anda bütün kalabalık durdu . Sağa sola açılarak ona yol verdiler . O sükûnet içinde Hacer’i Esved’i öperek yürüdü . Biri Hişâm’a , “ Bu , ( şehzâdeden daha fazla saygı gören ) şahıs kimdir ? ” diye sordu . O , “ Ben bilmiyorum ” dedi . Alimler şöyle demişlerdir ; ” Hişam bildiği halde bilmemezlikten gelerek inkâr etti . Tâki kendisiyle beraber Şam’dan gelen kimselerin kalbinde Hz . Zeynül Âbidîn rahmetullahi aleyh’in değeri yerleşmesin . Çünkü Benû Ümeyye , Ehli Beyt’e değer verilmesine tahammül edemiyorlardı . ” Arapların meşhur şairi Ferazdak oradaydı. ” Ben onu tanıyorum ” dedi ve sonra şu birkaç şiiri okudu

” Bu , Allah’ın bütün kulları içinde en hayırlı olanının evladıdır . Bu , müttakidir , tertemizdir , önderdir . Bu öyle bir şahıstır ki , onun adımını bütün Mekke biliyor , onu Beytullah biliyor , onu Hill ve Harem tanıyor . Bu öyle bir zâttır ki , Hacer’i Esved’i öpmek için yaklaştığında , onun ellerini tanıdığından az kalsın Hacer’i Esved’in bulunduğu köşe , onun ellerine yapışacaktı . ( Bu durumda ellerin zikredilmesinin özelliği şundandır , Haceri Esved’i öpme esnasında iki el o köşeye konur . Bu manaya uygun olarak Rüknü Hatim’den mecâzen Rüknü Kâbe kasdedilmiştir . Şöyle bir tercüme de yapılabilir ; Bu zât tavaf yaparken Hatime ulaştığında neredeyse Hatîm’in bulunduğu köşe onun ellerini tanıdığından , onları öpmek için tutacaktı . Bu manaya uygun olarak Rüknü Hatîm hakiki manasında kullanılmıştır . Ellerini tanımanın özelliği ise ikram ve cömertliğinin bolluğuna işarettir . ) O öyle bir zâttır ki , asla Lâ dememiştir . ( Lâ yok demektir . Yani o , kendisinden isteyen hiç kimseyi reddetmemiştir . ) Ancak Kelime’i Şehadet’teki Lâ müstesnâdır . Çünkü orada Lå kelimesini kullanmak mecburidir ve Kelimeli Şehadet her Ettehiyyatü’de okunur . Eğer teşehhüd olmasaydı , onun ağzından asla Lâ çıkmazdı . Kerem ve cömertlikte meşhur olan Kureyş kabilesi onu gördüğü zaman , onlardan herhangi biri ( kendini tutamayarak ) , < Bunun ahlakıyla kerem ve ihsan zirveye ulaşmıştır > der . ( Yani kimse ondan daha fazla kerem sahibi değildir . ) Eğer takva sahipleri sayılacak olsa , bu zâtlar onların önderleri olurlar . < Yeryüzünün en hayırli kişileri kimlerdir ? > diye sorulsa ( insanlar parmaklarıyla onlara işaret ederek ) < Onlar > derler . ( Ey Hişam ! ) Eğer sen ondan cahilsen ( onu tanımıyorsan , bil ki , ) o , Fatima’nın evladidir ve onun dedesi sallallahu aleyhi vesellem ile Allah’ın nebileri son bulmuşlardır . Senin , « Bu kimdir ? > sözün , onun yanını eksiltmez . Senin tanımayı reddettiğin kimseyi Araplar da tanır Acemler de . Bu öyle bir zattır ki , hayadan dolayı gözlerini aşağı indirir . ( Bütün dünya ise ) onun azamet ve heybetinden dolayı gözlerini aşağı indirir . Onunla ancak tebessüm edince konuşulur . ( Yani hiçbir kimse onun heybetinden do layı o tebessüm etmediği müddetçe karşısında konuşamaz . ) ” Ravz kitabının yazarı , şiirin bu kadarını zikretmiştir . Bu büyük bir kasidedir . Şair bu ailenin fazileti hakkında hiç düşünmeden o anda pek çok şiir söylemiştir . Bu kaside Vefeyat’ül A’yan , Mir’ál’al Cinân , Hayat’ül Hayevân ve diğer eserlerde zikredilmiştir . Dürer’i Nazid adlı eser bu kasidenin müstakil şerhidir . Onda şöyle nakledilmiştir : Hişâm bu kasideyi duyunca öfkelenip Şair Ferazdak’ı hapsettirdi . Gerçekten Hz . Zeynel Abidin’in ibadeti , kerem ve cömertliği o kadar fazlaydı ki , o kissaların özetini bile yazmak zordur . O , gece ve gündüz bin rek’at namaz kılardı . Abdest alırken yüzünün rengi sararır , namaza durduğu zaman vücudu titrerdi . Biri kendisine bunun sebebini sorunca , ” Hangi yüce Zat’ın huzurunda durduğumu sen bilmiyor musun ? ” buyurdu . Bir defasında secde halindeyken evde yangın çıktı . Halk , ” Ey Rasûlullah’ın evladı ! Yangın var , yangın ! ” diye bağrışıyorlardı . Ancak o , mutmain olarak namaz kılmaya devam ediyordu . Namazı bitirdiğinde ateş de sönmüştü . Biri kendisine sorunca , “ Bundan daha şiddetli olanın ( yani Cehennem ateşinin ) korkusu o tarafa yönelmemi engelledi ” buyurdu . Onun bir âdeti vardı . Gecenin karanlığında , ihtiyaçlarını gizleyen fakirlerin evlerine gidip onlara yardım ederdi . Pek çok ailenin geçimi onun yardımına bağlıydı . Onlar kendilerine yardım eden kişinin kim olduğunu bilmiyorlardı . Ahirete intikal ettiğinde Medine’i Tayyibe’deki yüz tane evin masraflarını karşıladığı meydana çıkmıştır . ‘ Öyleyse Ferazdak ne dediyse doğru demiştir . Hz . Imam Mâlik rahmetullahi aleyh şöyle buyurmuştur : “ Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in ehli beytinden ( kendi zamanında ) Hz . Zeynül Abidin gibi hiçbir şahıs yoktu . ” Yahya bin Saîd diyor ki ; “ Benim , Hâşimî ailesinden kendi zamanlarına yetiştiğim zâtlar arasında o en üstünüydü .

Said bin el – Müseyyeb rahmetullahi aleyh diyor ki ; ” Ben ondan daha fazla muttaki birini görmedim . Bu halde bile o hac için gittiğinde ihrama girme vakti gelince yüzü sapsarı kesildi ve Lebbeyk diyemedi . Insanlar , < Siz Lebbeyk demiyorsunuz ? > dediklerinde , < Ben cevabında La Lebbeyk denmesinden korkuyorum > buyurdu . İnsanların , < Ihram giyildiği vakit Lebbeyk demek gerekir > diye israr etmeleri üzerine o Lebbeyk dedi ve bayılıp , bineğinden düştü . Haccin sonuna kadar aynı durum devam etti . Her Lebbeyk deyişinde aynı hal meydana geliyordu . Hz . Imam Mâlik rahmetullahi aleyh’in şöyle dediği nakledilmiştir , ” Hz . Zeynül Abidin rahmetullahi aleyh ihrama girip Lebbeyk demek isteyince bayılarak devesinden düştü ve kemiği kırıldı . Kitaplarda Hz . Zeynül Abidin rahmetullahi aleyn’den çok büyük hikmetli sözler nakledilmiştir . O şöyle buyuruyor , ” Bazı insanlar Allahu Teâlâ’dan korktuklarından ona ibadet ederler . Bu kölelerin ibadetidir . Çünkü onlar sopa korkusuyla iş yaparlar . Bazı insanlar O’nun verece ği nimetlerden dolayı ibadet yaparlar . Bu da tacirlerin ibadetidir . Çünkü onlar her işlerinde ne kazanacaklarını düşünürler . ) Hür insanların ibadeti ise Allah’a şükür için ibadet yapmaktır . ” Onun oğlu Hz . Bâgir rahmetullahi aleyh diyor ki : Babam Hz . Zeynül Abidin bana beş çeşit insanla beraber olmamamı vasiyet etmiş ve şöyle buyurmuştur , ” Hatta yolda giderken bile onlarla yol arkadaşı olma . 1 – Fasik kimse . Çünkü o , seni bir lokmadan daha az bir şey karşılığında bile satar . ” Ben , ” Bir lokmadan daha az olmaktan kasit nedir ? ” dedim . Buyurdu ki ; ” Sadece birinden bir lokma geleceğini ümid etmesidir . O ümidi bile gerçekleşmez . 2 – Cimriyle beraber olma . O , senin şiddetli ihtiyacın olunca bir kenara çekilir . 3 – Yalan söyleyen kimse uzaktan su gibi gözüken serap gibidir ki , o yakındakileri uzak , uzaktakileri yakın gösterir . 4 – Ahmaktan uzak dur . O , fayda vermek ister ama zarar verir . Bundan dolayı şöyle denmiştir : < Akilli düşman , akılsız dosttan daha iyidir . » 5 – Akrabasıyla ilişkilerini kesen kimseden uzak dur . Çünkü ben böyle kimseye Kur’an’ın üç yerinde lanet edildiğini gördüm . Tehzib

18 ) Hz . İmam Zeynül Abidin rahmetullahi aleyh’in oğlu Hz . İmam Bagir Muhammed bin Ali rahmetullahi aleyh hacca gittiğinde Beytullah’ı Şerif’i görünce feryadü figan ederek ağladı . Halk , ” Bütün insanlar burayı görüyorlar . Siz feryad edip ağlamayınız ” dediklerinde şöyle buyurdu ; ” Belki de Allah celle celaluhu benim ağlamamdan dolayı rahmetiyle nazar eylerde , o yüzden yarın kıyamet gününde kurtuluşa ererim . ” Ondan sonra tavaf yaptı , tavaftan sonra Makam ‘ , Ibrahim’e giderek nafile namaz kıldı . Secde ettiği yer göz yaşlarıyla islanmıştı . O bir arkadaşına , ” Ben çok üzüntülüyüm . Çünkü kalbim çok yoğun düşüncelerle meşgul olmaktadır ” dedi . Biri kendisine , ” Siz neye üzülüyorsunuz ? ” deyince , ” Kimin kalbine Allah’ın dini halis olarak girerse , onu Allah’tan başka her şeyden uzaklaştırır. Zaten dünya Allah’tan başka olan şeylerden başka nedir ki ? İşte bu , üzerine binerek geldiğin şu binek , giyindiğin şu elbise , beraber olduğun hanım ve yemiş olduğun yemektir ” buyurdu .

19 ) Hz . Leys bin Sa’d rahmetullahi aleyn diyor ki : Ben hicretin 113. yılında hacca gittim . Mekke’i Mükerreme’ye vardığımda ikindi namazı vaktinde Ebû Kubeys dağına tırmandım . Orada bir adamın oturmakta olduğunu gördüm . Dua ediyor ve “ Yâ Rabbi ! Yâ Rabbi ! ” diyordu . O kadar fazla dedi ki , nefesi tükenmeye başladı . Sonra aynı şekilde , Yâ Rabbâh ! Yâ Rabbâh ! Yâ Rabbâh ! ” demeye başladı Yine nefesi kesilmeye başladı . Daha sonra aynı şekilde , “ Ya Allah ! Ya Allah ! Ya Allah ! ” demeye başladı . Nefesi azalmaya başladı . Sonra aynı şekilde , ” Ya Hayyü ! Yâ Hayyû ! ” demeye devam etti . Aynı şekilde , “ Yâ Rahman ! Yâ Rahman ! sonra ‘ Yâ Rahim ! Yâ Rahim ! ” demeye , aynı şekilde nefesi kesilmeye devam etti . Sonra yedi defa , Yå Erhamerrahimin ” dedi ve nefesi tutulmaya başladı . Daha sonra , “ Allah’ım ! Benim canım üzüm istiyor . Bana ihsan eyle ! Bir de ( üzerimdeki ) şallarim eskidi ” dedi . Leys diyor ki : Allah’a yemin olsun ki , onun ağzından henüz bu söz tam çıkmadan , ( onun yanına ) bir sepet üzüm konulduğunu gördüm . Halbuki o vakit dünyanın hiçbir yerinde bir tane dahi üzüm yoktu . Yani na iki tane de şal konulduğunu gördüm . O üzümleri yemek isteyince , ” Ben de onlarda sana ortağım dedim . O , ” Bu nasıl olur ? ‘ dedi . Ben , ” Siz dua yaparken , ben de Amin , Amin diyordum ” dedim . O , ” Gel ye ! Ancak ondan hiçbir şeyi yanına alıp götürme ” dedi . Ben ilerledim ve onunla beraber öyle güzel bir şey yedim ki , ömrümde öyle bir şey ye memiştim . O çok acayip bir üzümdü . Onun içinde çekirdek yoktu . Ben karnımı iyice doyuruncaya kadar yedim . Ancak sepetten hiçbir şey eksilmedi . Sonra o bana , “ Bu iki şaldan hangisini beğenirsen onu al ” dedi . “ Benim şala ihtiyacım yok ” dedim . Sonra o , “ Biraz önümden çekil de o şalları bürüneyim ” dedi . Ben bir kenara çekildim , o şallardan birini peştamal şeklinde bağladı , diğerini de üzerine örtündü . Önceden giyinmiş olduğu şallarını eline alıp dağdan aşağı indi . Ben de arkasından gittim . Safa ile Merve arasına vardığında bir dilenci ona , “ Ey Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in evladı bu elbiseyi bana ver . Allah celle celaluhu sana Cennet elbisesi ihsan etsin ” dedi . O da o iki şalı dilenciye verdi . Ben o dilencinin yanına gidip , “ Bu kimdir ? ” dedim . ” Hz . İmam Câfer’i Sâdık’tır ” dedi . Sonra ondan bir şeyler dinleyeyim diye gittim . Ancak onu hiçbir yerde bulamadım . ” Bu zât Hz . Imam Bâkır rahmetullahi aleyh’in oğludur . Hz . İmam Mâlik rahmetullahi aleyh buyuruyor ki ; “ Ben defalarca onun yanında bulundum . Onu devamlı üç ibadetten biriyle meşgul buldum . Onlar namaz kılmak , Kur’an okumak ve oruç tutmak . Abdestsiz olarak hadis nakletmezdi . ” Süfyan’ı Sevri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben Hz . Câferi Sadik rahmetullahi aleyh’in şöyle buyurduğunu duydum ; “ Bu zamanda ( şerler den ) korunma imkanı azalmıştır . O imkan olsa olsa ancak unutulmak tadır . Eğer onda yoksa o zaman insanlardan ayrı kalmakta ve yalnızlıkta aranmalıdır . Ancak yalnızlık , unutulmaya eşit değildir . Eğer orada da olmazsa , o zaman susmaktadır . Susmak , yalnızlığa eşit olamaz . Eğer o susmakta da bulunmazsa o zaman Selefi Salihîn sözlerinde aranmalıdır . Bahtiyar insan kendi nefsinde halvet ve yalnızlık bulandır . ” Hz . Câfer rahmetullahi aleyh babası ve dedesinden rivayet ediyor ki : Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur ; “ Allah celle celaluhu bir kimseye bir nimet verirse , mutlaka o nimete şükretsin . Kimin geçim darlığı varsa bol bol istiğfar etsin . Kimin başına bir sıkıntı gelirse o , Lâ havle velâ kuvvete illa billahil aliyyil azîm desin . ‘ 32 13 Tehzib

20 ) Hz . Şakik Belhi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben hicri 149 tarihinde hacca gidiyordum . Kadisiye şehrine uğradım . İnsanların süs ve zinetlerine , onların izdihamına ve kalabalığına bakıyordum . Gözüm yakı şıklı bir gence takıldı . O iç elbisesinin üzerine yünden yapılmış bir elbise giymişti . Ayağında ayakkabısı vardı . Herkesten ayrı bir şekilde oturmaktaydı . Ben , ” Bu gencin sûfilerden olduğu anlaşılıyor . Yolda başkalarına yük olacak , gidip ona nasihat edeyim ” diye düşündüm . Bu düşünceyle onun yanına gittim . O , benim kendisine doğru geldiğimi görünce bana , ” Ey Şakik ! . < Zandan çok sakının . Çünkü zannın bir kısmı günahtır . > ? ” dedikten sonra gitti . Ben , ” Bu zor bir mesele halini aldı . Benim adımı anarak , kalbimden geçirdiğim şeyi söyleyerek geçti , gitti . ( Halbuki o beni hiç tanımıyor . ) O gerçekten bir Allah dostu . Onun yanına gidip bu zannım dan dolayı kendimi affettireyim ” dedim . Bu düşünceyle sür’atli bir şekilde onun peşinden gittim . Ancak o gözümden kayboldu . Nereye gittiği belli olmadı . Biz Vakısa’ya ulaştığımızda gözüm âniden ona ilişti , namaz kılıyordu . Vücudu titriyor , gözyaşları akıyordu . Ben onu tanıdım . Kendi zannımı affettirmek için ona doğru yöneldim . Namazı bitirmesini bekledim . Namaz kilip oturunca ona doğru gittim . Benim kendisine doğru geldiğimi görünce , “ Ey Şakîk şu ayeti oku ; < Şu da muhakkak ki , Ben , tevbe eden , inanan ve yararlı işler yapan , sonra ( böylece ) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım . > (Hucurat – 12 ) ” dedikten sonra gitti . Ben , “ Bu şahsın ebdâlden olduğu anlaşılıyor . Çünkü o iki defa kalbimden geçen şeye karşı beni uyardı ” dedim . Sonra biz Zeyâle’ye ulaştığımızda bir de ne göreyim o genç bir kuyunun kenarında duruyordu . Elindeki büyük bir tasla kuyudan su almak isterken tas kuyuya düştü . Ben de ona bakıyordum . O , göğe doğru baktı ve şu manaya gelen bir şiir okudu ; “ Ben susadığım zaman , benim Rabbim ancak Sensin . Yemek istediğimde de rizik veren ancak Sensin . ” Ondan sonra şöyle dedi : “ Ey Allah’ım ! Ey benim Ma’budum ve ey benim Mevlâm ! Sen biliyorsun ki , benim bu tastan başka bir şeyim yoktur . Beni bu tastan mahrum bırakma !

Şakik’i Belhî diyor ki : Allah’a yemin olsun ki , ben gördüm ki kuyunun suyu yukarı doğru yükseldi , o elini uzattı , tası suyla doldurdu ve çıkarttı . Abdest aldı ve dört rek’at namaz kıldı . Ondan sonra ( gördüm ki ) kumu biriktiriyor , ondan bir avuç alıp tasın içine koyuyor ve onu karıştırdıktan sonra içiyordu . Ben onun yanına gittim , selam verdim . Selamima cevap verdi . Ben ona , ” Allah’ın sana verdiği nimetten artani bana da yedir ” dedim . O , ” Şakik ! Allahu Teâlâ’nın zâhiri ve bâtınî nimetleri bizim üzerimizde devam etmiştir . Rabbine karşı iyi zan besle ” dedi ve o tası bana verdi . Allah’a yemin olsun ki , ben onu içtiğimde ona kavut ve şeker karıştırılmıştı . Ondan daha tatlı ve daha güzel ko kan bir şeyi hiç yememiştim . ( O tastaki karışımı ) karnım doyuncaya kadar içtim . Onun bereketiyle günlerce ne acıktım ne de susadım . On dan sonra Mekke’i Mükerreme’ye girene kadar onu görmedim . Bizim kafilemiz Mekke’i Mükerreme’ye varınca onu Kubbet’üş Şarâb’a yakın bir yerde namaz kılarken gördüm . Tam bir huşû ile namaz kılıyor ve hüngür hüngür ağlıyordu . Sabaha kadar böylece namaz kıldı . Sabah imsak vakti olunca oraya oturup tesbihatini okumaya başladı . Sonra sabah namazını kıldı , Beytullah’ı tavaf etti , yine dışarı gitmeye başladı . Ben onun peşine takıldım . Dışarı gidince bir baktım ki , onun hâli yolda gelirken gördüğüm hâlin tam tersineydi . Çok sayıda hizmetçi ve köle leri vardı . Etrafını sarmışlardı . Selam verip yanına geliyorlardı . Ben yakınımdaki bir adama , ” Bu büyük zât kimdir ? ” dedim . O , ” Hz . Musâ bin Câfer ( yani Hz . Câfer’i Sâdık rahmetullahi aleyh’in oğlu ) ” dedi . Ben hayret ettim ve ” Bu hayret verici haller gerçekten de böyle bir seyyid de ol malıdır ” diye düşündüm . Hafız ibni Hâcer rahmetullahi aleyh Tehzîb’de şöyle yazıyor : Hz . Musâ Kâzım’ın menâkıbı çoktur . Bu zâtların halini sormaya ne hacet ! Onlar bu sülalenin ayı , güneşi ve yıldızlarıdır . Allah celle celaluhu o sülaleye öyle hususi cevher ve kâmil ahlak vermiştir ki , ona bizim gibiler ulaşamaz . Seyyid neslinin en basit bir ferdinde bile hayret verici bir âdet bulunmaktadır . Bu neslin hepsi birer güneştir

21 ) Hz . Ebu Said Hazzar rahmatullahi aleyh buyuruyor ki : Ben Mescid’i Haram’a gittim . Üzerinde yamalıklı iki elbise olan bir fakir gördüm . Insanlardan dileniyordu . ” Böyle kimseler , insanlar üzerine yük oluyorlar ” diye kalbimden geçirdim . O bana doğru baktı ve şu ayeti okudu ; …

Bilin ki Allah , gönlünüzdekileri bilir . Bu sebeple Allah’tan sakının . Şunu iyi bilin ki , Allah gafurdur , halimdir . ( Bakara – 235 )

 Ebû Said diyor ki : Ben kalbimdeki kötü zandan dolayı tevbe et tim . Bunun üzerine o bana seslendi ve şu ayeti okudu ;

” O , kullarının tevbesini kabul eden , kötülükleri bağışlayan ve yaptık larınızı bilendir . ( Şurâ – 25 ) ”

22 ) Bir Allah dostu şöyle diyor : Ben bir kafileyle gidiyordum . Yolda bir kadın gördüm , kafilenin önünden gidiyordu . Ben , ” Bu zayıf kadın her halde kafileden ( geriye kalıp da ) kopmamak için ileride gidiyor ” diye düşündüm . Yanımda birkaç dirhem vardı . Onları cebimden çıkarıp ona verirken şöyle dedim ; ” Kafile bir yerde konakladığında ben biraz yardım toplayıp sana vereceğim . Sen o parayla kendine bir binek kiralarsın . ” O , elini yukarı kaldırdı ve avucuna bir şey aldı . Aldığı şey dirhemdi . Onları bana verdi ve ” Sen cepten aldın . Ben ise gaybtan aldım ” dedi . Ondan sonra o kadının Kâbe’nin örtüsüne yapışmış , şu manaya gelen birkaç şiir okuduğunu gördüm ; ” Ey gönüllerin sevgilisi ! Benim Senden başka hiç kimsem yoktur . Bugün Seni ziyaret için gelene merhamet eyle ! Benim sabrım tükendi . Sana olan arzum arttı . Kalbim Senden başkasını sevmeyi reddetti . Sensin benim isteğim , Sensin benim matlubum , Sensin benim muradım . Ne olaydı ben Sana ne zaman kavuşacağımı bilseydim . Ben Cennet’i içindeki nimetlerden dolayı maksud edin medim . Cennet’te Seni göreceğim için Cennet benim matlûbumdur . “

23 ) Ebd Abdurrahman Hafif rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben hacca giderken Bağdat’a uğradım . Benim beynimde sûfilik havası vardı . ( Yani akidede sağlamlik , mücahade de şiddet ve Allah’tan başkasını geriye atmak . ) Ben kırk gün boyu hiçbir şey yemedim ve içmedim . Hz . Cüneyd’i Bağdadi rahmetullahi aleyn’in yanına da gitmedim . Her vakit abdestli bulunurdum . Bu hâl içinde Bağdat’tan ayrıldım . Çölde bir geyiğin bir kuyudan su içtiğini gördüm . Ben de susuzluğun şiddetini hissediyordum . Kuyuya yaklaştığımda geyik beni görünce oradan gitti . Kuyunun ağzına kadar gelmiş olan ve geyiğin kendisinden içtiği su kuyunun dibine çekildi . Ben ileri yürüdüm ve şöyle dua ettim ; “ Ey Mevlâm ! Senin indinde bu geyik kadar da değerim yok mu ? ” Bunun üzerine arkamdan şöyle bir ses duydum ; ” Biz seni imtihan ettik . Sen sabretmedin ( şikayet etmeye başladın . ) Tekrar kuyuya dön ve suyunu iç . O geyik tası ve ipi olmadan gelmişti . Senin tasın da vardı , ipin de . ” Ben kuyunun yanına döndüğümde ağzına kadar doluydu . Ben kabımı doldurdum , o kaptan hem su içiyor hem de abdest alıyordum . Ancak o su bitmedi . Nihayet Medine’i Tayyibe’ye ulaştık . Ondan sonra haccı bitirip Bağdat’a ulaştığımda Bağdat camiine gittim . Hz . Cüneyd rahmetullahi aleyh’in gözü bana ilişti ve ” Eğer sen sabretseydin , su senin ayaklarının altından fışkırırdı ” buyurdu .

24 ) Bir Allah dostu anlatıyor : O , bir gün çölde gidiyordu . Yolda başı ve ayakları çıplak yürümekte olan bir dervişle karşılaştı . Üzerinde iki eski kumaş vardı . Birini peştamal olarak altına bağlamış , birini de üzerine almıştı . Yanında ne yiyecek bir şey ne de bir kap vardı . Ben içimden , ” Eğer onun yanına su kabi ve ip olsaydı ne güzel olurdu . Suya ihtiyacı olduğunda su çeker , abdest ve diğer ihtiyaçlarını görürdü ” diye düşündüm . Ben onun tam yanına yanaştım . Sıcak çok şiddetliydi . Ben o dervişe , ” Delikanlı ! Eğer omuzuna aldığın bu şalı başına koyarsan iyi edersin . Güneş ışığından korunmuş olursun ” dedim . O hiçbir cevap vermedi . Sessizce yürümeye devam etti . Bir müddet sonra ben ona , “ Sen yalınayak yürüyorsun . Eğer uygun görürsen benim ayakkabılarımı giy . Bir müddet ben yalınayak yürüyeyim , bir müddet sen yürü ” dedim . O , ” Sen çok geveze bir adamsın . Sen hadis okumadın mı ? ” dedi . Ben , ” Okudum dedim . O , ” Sen o hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseller’in şöyle buyurduğunu okumadın mı ?

Kişinin boş konuşmayı terk etmesi Islam’ın güzelliğindendir . ” Bunu dedikten sonra sustu . Biz yürüyorduk . Bu esnada ben susadım . Denizin kenarında yürüyorduk . O bana döndü ve ” Susadın mı ? ” dedi . Ben , Hayır ” dedim . Ondan sonra biz ileri yürüdük . Ancak ben o kadar şiddetli susamıştım ki , nefesim daralmaya başlamıştı . O tekrar bana döndü ve ” Susadın mı ? ” dedi . Ben , ” Evet , ancak sen bu vakitte ne yapabilir sin ? ” dedim . O benim elimden tası aldı ve denize girdi , su doldurdu . Bana getirip verdi ve ” Al iç ” dedi . Ben onu içtim . Nil nehrinin suyundan daha tatli ve safti . Onda biraz yeşillik gibi bir şey de vardı . Ben içimden , ” Bu Allah’ın büyük bir velisidir . Artık ben hiçbir şey konuşmayacağım . Konaklayacağımız yere varınca beni kendi yanına almasını rica ede ceğim ” dedim . O , orada durdu ve ” Sen hangisini istersin ? Ister sen önden yürü , ister ben önden yürüyeyim ” dedi . Ben içimden , ” Eğer bu önden giderse belki ben ona yetişemem ve benden ayrılır . O halde ben öne geçeyim ve yürüye yürüye gider bir yere otururum . O da oraya varınca ondan , < Beni kendine yol arkadaşı yap > derim ” diye düşünüyordum . Ben böyle düşünürken , o bana , ” Ebû Bekr ! Ya sen ileri git ben burada oturayım yada sen otur ben gideyim . Seninle beraber olamam ” dedi . Böyle dedikten sonra o gitti . Ben bir konaklama yerine ulaştım . Orada benim bir dostum vardı . O insanlardan biri hastalanmıştı . Ben kendi kabimi onlara verdim . Ta ki ondaki sudan o hasta üzerine biraz serpilsin . Onun üzerine serptiler . Allah’ın lütfu ile adam o anda iyi oldu . Sonra ben onlara o derviş hakkında sordum . Kimse onun durumunu bilmiyordu . Hepsi , ” Biz onu görmedik ” dediler . ‘

25 ) Şeyh Feth Músili rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben çölde ergenlik çağına girmemiş bir çocuk gördüm . Yayan olarak gidiyor , dudakları hareket ediyordu . Ben selam verdim , selama cevap verdi . Ben , ” Evladım , nereye gidiyorsun ? ” dedim . ” Beytullah’a gidiyorum ” dedi . Ben , ” Senin dudakların hareket ediyordu ” dedim . ” Kur’an okuyordum ” dedi . Ben , ” Sen henüz mükellef değilsin ‘ dedim . O , ” Ben Ölümün benden daha küçük yaşta olanları yakaladığını görüyorum ” dedi . Ben , “ Senin adımlarin küçük , yol ise çok uzundur ‘ dedim . O , ” Benim işim adım atmaktır. Allah’ın işi ise maksûda ulaştırmaktır ” dedi . Ben , ” Hiç olmazsa bir aziğin ve bineğin ( neden yok ? ) ” dedim . O , ” Benim azığım yakin , bineklerim ise ayaklarımdır ” dedi . ” Ben ekmek ve su varmı diye soruyorum ” dedim . O , ” Amcacığım eğer bir adam sizi evine çağırsa , onun evine giderken yemek için yemek götürmemiz size yakışır mı ? ” dedi . Ben , ” Hayır ‘ dedim . O , ” Benim Mevlâm , kullarını kendi evine çağırdı ve ziyaret etmek için izin verdi . İnsanların yakinlerinin zayıflığı onları mecbur etmiştir . Ondan dolayı yanlarında azık götürüyorlar . Böyle yapmak benim hoşuma gitmedi . Ben ona ihtirama riayet ettim . Bu durumda O’nun beni zayi edeceğini mi zannediyorsunuz ? ” dedi . Ben , ” Asla öyle olmaz . Hâşâ ve kellå ! ” dedim . Ondan sonra çocuk benim nazarımdan kayboldu . Sonra ben onu Mekke’i Mükerreme’de gördüm . O beni görür görmez , ‘ Yâ Şeyh ! Sen hâlâ o zayıf yakîn üzere misin ? ” dedi . Ondan sonra şu manaya gelen birkaç şiir okudu ; ” Bütün kâinatın Mâlik’i benim rizkimin kefilidir . O halde ben niçin yaratıkları kendi rizkım için sıkıntiya sokayım . Benim Mâlik’im , benim fayda ve zararıma olan şeyleri , beni yaratmadan önce benim takdirimde yazmıştır . O benim bolluk halimde bana bol bol ikram eden ve ihsan edendir . Benim darlık halimde ise iyi niyetim , benim arkadaşımdır . Bu şuna benzer , benim aciz ve ahmak olmam , benim rızkımı geri çevirmez . Aynı şekilde benim zekam benim rızkımı bana çekip getiremez . ”

26 ) Bir Allah dostu şöyle anlatıyor . Ben Hicaz çölünde hiçbir şey yemeden günlerce kaldım . Bir gün benim gönlüm ekmek ve sıcak sıcak bakla yemek istedi . ( Arapların meşhur yemeklerindendir . ) Ben yabani çöllerde olduğumu , buradan Irak’a çok uzun bir mesafe olduğunu , burada sıcak baklayı nasıl bulacağımı düşündüm . Ben böyle düşünür ken , ” Al sana ekmek ve sıcak bakla ” diye bağırmakta olan bir köylü ile karşılaştım . Ona doğru gittim ve ” Sıcak mı ? ‘ dedim . ” Evet sicak ” dedi . Peştamalını yere serdi , üzerine ekmek ve sıcak baklayı koydu . Sonra “ Al , ye ” dedi . Ben yedim o , ” Biraz daha ye ” dedi . Ben biraz daha yedim . O üçüncü defa aynı isteği tekrarladı . Ben yine yedim . O dördüncü defa aynı şeyi talep edince , ” Seni bu susuz çöllerde benim yanıma gönderen Zâťa yemin olsun ki , bana söyle sen kimsin ? ” dedim . O , ” Ben Hızır’ım ” dedi ve kayboldu . (Ravz)

27 ) Hz . Şakik Belhi rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben Mekke’i Mükerreme yolunda felçli bir adam gördüm . O sürünerek gidiyordu . “ Sen nereden geliyorsun ? ” dedim . O , ” Semerkand’dan ” dedi . Ben , ” Oradan yola çıkalı ne kadar zaman geçti ? ” dedim . ” On yıldan fazla oldu ” dedi . Ben büyük bir şaşkınlık ve hayret içinde ona bakmaya başladım . Bana , ” Ey Şakik ! Niye bakıyorsun ? ” dedi . Ben , ” Senin zayıflığına ve seferin uzunluğuna bakarak hayret ediyorum ” dedim . O , ” Ey Şakik , seferin uzun olması benim şevk ve arzumu yakınlaştırır . Benim zayıflığıma tahammül eden , benim Mevlâm’dır . Ey Şakik ! Sen bir zayıf kula hayret ediyorsun . Onun sahibi onu almış götürüyor ” dedi . Sonra şu manaya gelen iki şiir oku du ; ” Ey Mevlâm ! Ben Seni ziyarete gidiyorum . Aşkın menzili çok zordur . Ancak şevk , kendisine malın yardım etmediği kimseye yardım eder . Kim yolda helak olacağından korkuyorsa o aşık değildir . Yolun zorluk ve meşakkati kimi kararından vazgeçiriyorsa o aşık değildir . Yolu bulsam da bulmasam da arzuluyorum Elde etsem de etmesem de onu arıyorum.

28 ) Şeyh Necmûddin Isfehânî rahmetullahi aleyh Mekke’i Mükerreme’de bir büyük zâtın cenazesine katıldı . Insanlar onu defnettikten sonra telkin yapacak kişi kabrin yanına oturarak telkin yaptı . Şeyh Necmûddin gülmeye başladı . Halbuki gülmek onun hiç âdeti değildi . Bazı hizmetçileri gülmesinin sebebini sorduklarında Şeyh onları azarladı . Birkaç gün sonra şöyle buyurdu ; “ Ben şunun için gülmüştüm . Telkin edecek kimse telkin için kabrin başına oturunca ben defnedilen büyük zâtın şöyle dediğini işittim : < Bakın hele , bir ölü , bir diriye telkin veriyor . Bu hayret edilecek bir şeydir . > ” Bazı imamların mezhebine uygun olarak Araplarda şöyle bir âdet vardır . Meyyit defnolunduktan sonra bir kişi kabrin yanında oturarak Kelime’i Tayyibe vesaire okur . Münker ve Nekir’in suallerini ve cevaplanı tekrarlar . Buna telkin denir . O zâtın , ” Ölü , diriye telkin veriyor ” sözünden anlaşılan şudur ; Ölen kimse Allah’a olan aşkından dolayı diridir . Telkin veren kişi herhalde bu nimetten mahrum idi .

29 ) Şeyh Muzeni rahmatullahi aleyn buyuruyor kl : Ben Mekke’i Mükerre me’de ikamet etmekteydim . Benim üzerime çok şiddetli bir korku çöktü . Medine ‘ Münevvere’ye gitmek için Mekke’i Mükerreme’den yola çıktim . Biri Meymûne’ye vannca orada bir genci yere yığılmış olarak buldum . Son nefeslerini veriyordu . Ben onun yanına yanaştım ve ” La ilahe illallah de ” dedim . O hemen gözlerini açtı ve şu manaya gelen bir şiir okudu : ” Ben Ölsem de kalbim Mevla’nın aşkıyla doludur . Kerim olan insanlar ancak aşk hastalığından ölürler . ” Böyle dedikten sonra o vefat etti . Ben onu yıkadım , kefenledim , cenaze namazını kıldım . Onu def nettikten sonra üzerimdeki korku gidiverdi . O korku yüzünden elimde olmadan sefere karar vermiştim . Ben onu defnettikten sonra Mekke’i Mükerremeye geri döndüm .

30 ) Bir Allah dostu şöyle diyor : Ben Mekke’i Mükerreme’de iken bizim yakınımızda bir genç oturuyordu . Onun üzerinde eskimiş bir şal vardı . Ne bizim yanımıza geliyor ne de bizimle beraber oturuyordu . Onun sevgisi kalbimde yer etmişti . Bana bir yerden , helalinden iki yüz dirhem geldi . Ben onları alarak o gencin yanına gittim . Dirhemleri onun seccâdesine koyarak , ” Tamamen helal yoldan bana geldi . Sen onlar kendi ihtiyaçlarına harca ” dedim . Genç bana öfkeli ve keskin bir bakışla baktı ve , ” Allah ile beraber olma uğrunda ben yanımda bulunan nakit yetmiş bìn altından , buna ilave olarak gayri menkuller ve kiralık mekanlardan ayrıldım ve bu beraberliği satın aldım . Sen bu dirhemlerle beni aldatmak mı istiyorsun ? ” dedi . Sonra seccadesini silkeleyerek ayağa kalktı . O müstaġni bir halde kalkıp giderken ben oturmuş , o dirhemleri topluyordum . O vakit ondaki gibi izzeti ve bendeki gibi zilleti ömür boyu kimsede görmedim . Yani o vakit , benim gözümde onun izzeti kadar hiçbir zaman kimsenin izzeti olmamıştı . O vakit dirhemleri toplarken kendimde hissettiğim zillet kadarıni hiçbir zaman kendimde ve başka sinda hissetmedim .

31 ) Bir Allah dostu diyor ki : Ben Medine’i Münevvere’deydim . Ravza’i Mukaddese’ye gidince orada Acem diyarından bir adam gördüm . Ravza’ya elveda selamı veriyordu . O gitmeye başlayınca ben de onun peşinden gittim . O Zülhuleyfe’ye varınca namaz kıldı ve ihrama girdi .Ben de namaz kılıp ihrama girdim . O yürüyünce ben de onun pesinden gittim . O bana yöneldi ve ” Senin maksadın nedir ? ” dedi . Ben , “ Seninle beraber gitmek istiyorum ” dedim . O bunu kabul etmedi . Ben yalvardim , yakardım . O , ” Eğer geleceksen benim adımımı koyduğum yere adimini koyarak gel ” dedi . Ben , “ Peki olur ” dedim . O bilinmeyen yoldan yürüdü . Ben adım adım onun arkasından yürümeye başladım . Gecenin az bir bölümü geçmişti ki bir kandil gözüktü . Bana , ” Bu Mescid’i Aişe’dir . ( Mescid’i Aişe , Mekke’i Mükerreme’ye üç mil mesafedeki Tenim denilen yerdedir . ) Ya sen ileriden yürü ya ben ileride yürüyeyim ” dedi . Ben , ” Sen nasıl istersen öyle olsun ” dedim . O ileri geçti . Ben orada uyudum . Sahur vakti olunca ben Mekke’i Mükerreme’ye ulaştım . Tavaf ve Sa’y’dan sonra Şeyh Ebû Bekr Kettáni rahmetullahi aleyh’in huzuruna gittim . Onun yanında pek çok meşayih oturuyordu . O , ” Ne zaman geldin dedi . Ben , ” Şimdi geldim ” dedim . O , ” Nereden geliyorsun ? ” buyurdu . Ben , ” Medine’i Tayyibe’den ” dedim . ” Medine’den ne zaman yola çıkmıştın ? ” dedi . Ben , ” Dün gece oradaydım ” deyince oradaki meşáyih birbirinin yüzüne bakmaya başladılar . Şeyh Kettáni rahmetullahi aleyh , ” Kiminle beraber geldin ” dedi . Ben , ” Bir büyük zâtla birlikte geldim . Onun şöyle bir hali vardı ve olay şöyle oldu ” dedim . Şeyh Kettäni rah metullahi aleyh , ” O Şeyh Ebû Câfer Dâmğani’dir . Senin anlattığın haller onun hallerinin en basitleridir . ” Ondan sonra Şeyh Kettäni rahmetullahi aleyh arkadaşlarına , “ Hadi Şeyh Dâmğani’yi arayalım , nerededir ( bulalim ) ” dedi . Bana da , ” Senin hâlin böyle değildi . Sen bir gecede buraya gelemezdin . ( Onun için ben sana olayın tafsilatını sordum ) ” dedi . Sonra , ” Yürürken yeryüzü nasıl görünüyordu ? ” dedi . Ben , ” Geminin altındaki deniz dalgaları gibi görünüyordu ” dedim . ‘

32 ) Hz . Süfyan bin Ibrahim rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben bir defasında Mekke’i Mükerreme’de Mevledűn Nebiyy sallallahu aleyhi veseller’in ya ninda Ibrahim bin Edhem’in feryad ederek ağladığını gördüm . O beni görünce yolun bir kenarına çekildi . Ben ona selam verdim ve orada namaz kıldım . Sonra ona , ” Ne oldu , niçin ağlıyorsun ? ” dedim . O , ” lyiyim hiçbir şey yoktur ” dedi . Ben ona ikinci ve üçüncü defa aynı soruyu sordum . O da aynı cevabı verdi . Ben tekrar tekrar sordum . O , “ Eğer sebebini söylersem sen bunu gizli tutarmısın yoksa insanlara açıklarmisin ? ” dedi . Ben , ” Sen seve seve anlat . ( Ben gizli tutarım ) ” dedim . O , ” Otuz seneden beri gönlüm Sekbâc ‘ (sekbâc ; içinde sirke , et ve meyve karışımı olan bir çeşit yemektir) yemek istiyordu . Ben mücahede yaparak nefsimin bu arzusunu engelledim . Gece beni uyku bastirdi . Rüyamda bir genç gördüm . O çok yakışıklı biriydi . Elinde yeşil bir kap vardı . Ondan buhar çıkıyordu ve sekbâc kokusu geliyordu . Ben kalbimi tuttum . O benim yanıma gelerek , “ Ibrahim , al bunu ye ” dedi . Ben , ” Allah için terk ettiğim bir şeyi artık yemem ” dedim . O , ” Allah celle şânuha bizzat yedirse de mi ? ” dedi . Onun bu sorusuna karşı benim ağlamam dan başka bir cevap yoktu . O , ” Allah sana merhamet etsin , bunu ye ! ” dedi . Ben , ” Bir şeyin tam hali ( nedir , nereden gelmiştir ? ) bize belli olmadıkça onu kendi kabımıza koymamamız emredildi ” dedim . O , ” Allah seni korusun ! Bunu ye ! Bunu bana ( Cennet bekçisi ) Rıdvan verdi ve < Ey Hızır ! Bunu Ibrahim’e yedir . O çok sabretti . Arzularını çok engelledi > ” dedi . Sonra şöyle dedi : “ Ey İbrahim ! Allah yediriyor , sen kabul etmiyor musun ? Ben meleklerden işittim ki , kim istemeden kendine verileni kabul etmezse , o istediği zaman kendisine verilmez . ” Ben , “ Madem öyle , o halde ben senin önünde hazırım . Ben şu ana kadar ahdimi bozmadım ” dedim . Bu esnada bir genç geldi ve Hz . Hızır’a bir şeyler vererek , ” Bunu lokma haline getir ve Ibrahim’in ağzına koy ” dedi . Hz . Hızır kendi eliyle bana yedirdi . Gözümü açtığımda onun tadı benim ağzımdaydı . Dudaklarım zâferan rengine boyanmıştı . Zemzem kuyusuna gittim , ağzımı yıkadım , ancak ne ağzımdan tat gidiyor ne dudak larımdan o renk gidiyordu . Onun tesirinin gerçekten mevcut olduğunu görünce Allahu Teâlâ’ya şöyle dua ettim ; ” Ey kendi arzularını engelleyenleri ve bunu doğru yapanları yediren yüce Zât ! Ey Kendi velilerinin kalplerinin sahih kalmasını gerekli kılan yüce Zât ! Ey o velilerin kalplerini kendi muhabbet şarabıyla doyuran yüce Zât ! Sen lütfunla Süfyân’a da bu şeyleri ihsan eyle ! ” Sonra ben İbrahim bin Edhem’in elini tutarak semaya doğru kaldırdım ve şöyle dedim ; ” Allah’ım ! Bu elin bereketiyle , bu elin sahibinin bereketiyle , onun Senin indindeki makami hürmetine , onun Senden elde ettiği cömertlik ve ihsanın hürmetine . Bu Süfyan kulunada ihsan eyle . O , Senin ikramına son derece muhtaçtır . Senin ihsanına son derece ihtiyacı vardır . Yå Erhamerrahimîn ! Ey alemlerin Rabbi ? Bu Süfyan her ne kadar bunları hiç hak etmese de Sen Kendi rahmetinle ver .

33 ) Ibrahim bin Edhem rahmetullahi aleyh hazretleri hacca gittiğinde tavaf yaparken . Onun gözü yakışıklı bir gence takıldı . O gencin güzelliğine ve cemaline insanlar hayran kalmışlardı . Ibrahim bin Edhem ona dikkatlice baktı ve ağlamaya başladı . Onun bazı arkadaşları ( kötü zan ile ) şöyle dediler ; ” Inna lillahi ve inna ileyhi raciun , şeyhin üzerine gaflet çöktü . ( Çünkü o yakışıklı bir genci görünce gözleri ona takıldı , kaldı . ) ” Sonra o itirazcı kişi Şeyh’e , ” Ey efendim ! Bu nasıl bir bakıştır ki , onunla ağlamada vardır .              

( Bundan anlaşılıyor ki , o gencin sevgisi sizi yakalamıştır . ) ” dedi . Bunun üzerine Şeyh şöyle dedi ; “ Ben Allah’a bir söz vermiştim . Onu bozmaya benim gücüm yetmez . Yoksa ben o genci yanıma çağırırdım ve onunla görüşürdüm . Çünkü o benim oğlumdur . O benim gözümün nûrudur . Ben onu daha çocukken , küçük yaşta bırakarak evden çıkmıştım . Şimdi o gördüğünüz gibi delikanlı olmuş . Ancak ben Allah için bıraktığım bir şeye tekrar dönmekten dolayı Allah’tan utanıyorum . ” Ondan sonra Şeyh Ibrahim şu manaya gelen üç şiir okudu ; “ Ben o yüce Zat’ı tanıdığımdan beri şimdiye kadar nereye nazar etsem orada kendi Mahbûbumu buldum . Ben ondan başka kimseyi görmeyeyim diye gözlerimi ( her şeyden ) kıskandım . Ey benim azığımın son noktası ! Ey benim sualimin gayesi ! Ey benim sermayemin hakikati ! Ne olaydı , Senin sevgin mahşere kadar benim kalbimde kalsaydı . ” Sonra Şeyh bana , ” Sen o gencin yanına git , ona selam ver . Belki ben bununla teselli bulurum ” dedi . Ben o gencin yanına gittim ve ” Allahu Teâlâ senin babanı mübarek kilsin ” dedim . O , ” Amca , benim babam nerede ki , o ben çocukken kendini Allah yoluna vermişti . Keşke ben onu bir görebilsem ve o vakit benim canım çıksa . Ah ! Vay benim halime ” diyerek ağlamaya başladı . O kadar şiddetli ağladı ki , nefesi tıkanmaya başladı . Sonra , ” Vallahi ben onu bir defa görmeyi ve o vakit ölmeyi arzu ediyorum ” dedi . Ondan sonra coşarak birkaç şiir okudu . Ben Hz . İbrahim bin Edhem’in yanına geldiğimde , o secdeye kapanmıştı . Göz yaşlarından dolayı secde yeri islanmıştı . Allah’ın huzurunda yalvarıp yakarıyordu . Ondan sonra Ibrahim hazretleri şu manaya gelen iki şiir okudu ; ” Ben bütün dünyayı Senin aşkın uğrunda terk ettim ve kendi iyâlimi yetim yaptım , tâ ki Seni göreyim . Eğer Sen aşk hususunda benim ihtiyacımı görmezsen , bu gönül Senden başka bir yerde sükunete ermeyecektir . ” Ben ona , ” Siz o çocuk için dua ediniz ” dedim .Ibrahim hazretleri şöyle dua etti ; ” Allahu Teâlâ onu günahlardan korusun . Kendi razı olduğu şeyleri işlemekte ona yardım eylesin . ”

34 ) Ebû Bekr Dekkâk rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben Mekke’i Mükerreme’de yirmi sene oturdum . Benim canım süt istedi , durdu . ( Ancak ya isteyerek içmedi yada içme imkanı bulamadı . ) Isteğim çok artınca ben Askalan’a gittim . Orada bir Arap kabilesinde misafir olarak kaldım . Oradayken gözüm güzel bir kıza takıldı . O kadar güzeldi ki , kalbimde yer etti . O bana , “ Eğer sen doğru olsaydın , senin kalbinden süt isteği çıkardı ” dedi . Ben bunu duyunca Mekke’i Mükerreme’ye döndüm . Beytullah’ı tavaf ettim . Rüyamda Hz . Yusuf aleyhisselam’ı gördüm , ona , ” Ey Allah’ın Nebî’si ! Allah celle celaluhu sizin gözünüzü aydınlatsın . Siz Züleyhâ’dan çok güzel sakındınız ” dedim . O bana , ” Bilakis . Allah celle celaluhu senin gözünü aydınlatsın . Sen Askalân’daki kızdan kendini korudun ” dedi . Sonra Hz . Yusuf Ala Nebiyyinâ ve aleyhisselâtû ve’s Selâm şu ayeti okudu ; Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki Cennet vardır . ( Rahman – 46 ) Bir Allah dostu şöyle buyurdu ; ” Insan nefsin tuzağından , nefsin yoluyla çıkamaz . Elbette nefsin tuzağından Allahu Teâlâ’nın yoluyla çıkılır . ” O zât bir de şöyle buyurdu ; “ Allahu Teâlâ ile rahatlığı yakalayın . Allahu Teâlâ’dan ayrı kalarak rahatlığa yapışmayın . Kim Allahu Teâlâ ile rahatlığı yakalarsa , o kurtuluşa erer . Kim de Allahu Teâlâ’dan ayrı kalarak rahatlığa yapışırsa , o helak olur . Allah ile rahatlığı yakalamak , O’nun zikrinin güzel kokusuyla kokulanmak ve ona dalmaktır . Allah’tan ayrı kalarak rahatlığa yapışmak demek , kalbin gafil olması demektir . ” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur ; ” Bir kimsenin gözü , bir kadının güzelliğine takılır da , o derhal gözünü ondan ayirirsa , Allah celle celaluhu ona lezzetini hissedeceği bir ibadet yapmaya tevfik verecektir .

35 ) Hz . Şeyh Ebû Turâb Bahşi rahmetullahi aleyh buyuruyor Kim Allahu Teâlâ ile meşgul olan birini başka bir işe sevk ederse , o vakit Allahu Teâlâ’nın gazabı onu yakalar . Allahu Teâlâ bizi Kendi gazabindan ve azabından korusun . ‘ Bu çok önemli şeydir . Pek çok insan Allahu Teâlâ ile meşgul olmanın kadrini bilmeden zikir ve virdleriyle meşgul olan zâtlara seslenmekte onları ( dünyalık işler için ) çağırmaktadırlar . Buna çok dikkat etmek lazımdır . Bilhassa ehlullahın vakitlerine hususi riayet gösterilmelidirler.

36 ) Bir büyük zâtın şöyle bir kıssası nakledilmektedir : O yalnız başına hac yaptı . Onun akraba ve yakınları yanında değillerdi . Kimseden bir şey istememeye söz verdi . Yolda giderken öyle bir zaman geldi ki , uzun müddet hiçbir yerden bir şey gelmedi . Nihayet o zayıflıktan dolayı yürümekten aciz kaldı . Kalbinden şöyle geçirdi ; “ Artık çaresizlik derecesine ulaştım . Allah celle celaluhu kişinin kendisini helak etmesini yasakladı . O halde artık ben dilenmeliyim . ” Ancak sonra kalbinde bir tereddüt meydana geldi . Sonunda şuna karar verdi ve “ Allahu Teâlâ’ya verdiğim sözden ölsem de dönmeyeceğim ” dedi . Zayıflık yüzünden yürümekten aciz olduğundan olduğu yerde kaldı . Kafilenin tamamı yola çıktı . O ise ölümü beklemek üzere kıbleye doğru dönerek bir yere yattı . Bu esnada bir süvari ona yaklaştı . O süvarinin yanında bir kap su vardı . Suyu ona içirdi ve onun bütün ihtiyaçlarını gördü . Sonra , ” Sen kafilene ulaşmak ister misin ? ” dedi . O zât , “ Kafile şimdi nerede ? Kim bilir ne kadar uzaklara varmıştır ” dedi . Süvari ona , ” Ayağa kalk ve benimle beraber yürü ” dedi . Onunla beraber henüz birkaç adım atmıştı ki süvari , ” Sen burada bekle , kafile gelip seninle buluşacaktır ” dedi . O zât orada bekledi , kafile arkadan gelerek onunla buluştu .

37 ) Ebû’l Hasen Sirâc rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben bir defasına hacca gitmiştim . Tavaf yapıyordum . Gözüm öyle güzel bir kadına ilişti ki , onun yüzünün güzelliği parlıyordu . Ben , ” Vallahi ben bugüne kadar böyle güzel bir kadın görmedim . Onun yüzünün bütün parlaklığı kendisine hiçbir üzüntü ve keder ulaşmadığındandır ” dedim . O , benim bu sözümü duyunca , ” Sen ne diyorsun ? Vallahi ben gam ve kederlere batmışsın ve benim kalbim endişeler ve afetlerle yaralanmıştır . Kimse benim bu üzüntümde bana ortak değildir ” dedi . Ben , ” Ne oldu ? ” dedim . O şöyle dedi ; ” Benim kocam kurban olarak bir keçi kesti . Benim iki çocuğum oynuyorlardı . Bir tane süt emen çocuğum da kucağımdaydı . Ben et pişirmek için kalktığımda onlardan biri diğerine , < Sana babamın keçiyi nasıl kestiğini anlatayım mı ? ” dedi . Diğeri , ” Anlat ” diye cevap verdi . Büyük olan küçük kardeşini yatırarak keçi gibi kesti . Onu kestikten sonra korkarak kaçtı , dağa tırmandı . Orada onu bir kurt yedi . Babası onu aramak için çıkmıştı . Araya araya şiddetli susuzluktan dolayı öldü . Ben süt emen çocuğumu oturtarak , ” Belki kocam birinden bir haber almıştır ” diye kapıya geldim . Çocuk sürünerek ocağın üstünde fokur fokur kaynamakta olan tencerenin yanına ulaştı . Onu salladı , tencere bu haliyle onun üzerine döküldü . Bundan dolayı çocuğun bedenindeki bütün etler yanarak kemiklerinden ayrıldı . Benim büyük bir kızim vardı . O kocasının evindeydi . Ona bu olayın haberi ulaşınca         haberi duyar duymaz yere düştü . Düşünce ölümü mukaddermiş ki o da öldü . Takdir onların arasından sadece beni yalnız bıraktı ” dedi . Ben , ” O musibetler içinde sen nasıl sabrettin ? ” dedim . O , “ Kim sabır ve sabırsızlık hakkında ayrı ayrı düşünürse , onlar arasında çok büyük bir mesafe olduğunu görecektir . Sabrin sonu güzeldir . Sabırsızlık karşısında hiçbir ecir verilmez ” dedi . Sonra şu manaya gelen üç şiir okudu ve gitti ; ” Ben sabrettim . Çünkü sabir en iyi güvenilecek şeydir . Eğer sabırsızlıkla bana bir fayda ulaşacak olsaydı , ben öyle yapardım . Öyle musibetlere sabrettim ki , eğer o musibetler çetin ve sert dağlara gelseydi , o dağlar parça parça oluverirlerdi . Ben göz yaşlarıma da hakim oldum . Onların akmasını engelledim . Artık gözyaşları içerden benim yüreğime damlamaktadır . ”

38 ) Hz . Şeyh Ali bin Muvaffak rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben bir sene binekli olarak hacca gidiyordum . Yolda yayan olarak hacca giden bir kafile ile karşılaştım . Onların yayan olarak gitmeleri çok hoşuma gitti ve ben de bineğimden inerek onlarla beraber yürümeye başladım . Kendi yerime bir başka adamı bindirdim . Biz bilinen yolu bırakıp başka bir yola girdik . Yürüye yürüye bir yere geldik . Orada uyumak için yattık . Ben rüyamda ellerinde altından leğenler ve gümüşten ibrikler olan bir takım kızlar gördüm . Onlar yayan yürüyenlerin ayaklarını yıkıyorlardı . Benden başka herkesin ayakları yıkanıyordu . Onlardan biri , ” Bu da onlardandır ” deyince diğerleri , ” Hayır ! Onun bineği var ” dedi . O kız , ” Hayır , bu da onlarla beraberdir . Çünkü bu bunlarla beraber yürümeyi tercih etmiştir ” dedi . Bunun üzerine onlar benim ayağımı da yıkadılar . Böylece yayan yürümekten dolayı bende meydana gelen bütün yorgunluk tamamen gidiverdi . ‘

39 ) Hz . Ibrahim Havâs rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben bir defasında çölde gidiyordum . Çok büyük meşakkat çekmem gerekti . Başıma çok büyük musibet geldi . Ben buna katlandım ve seve seve sabrettim . Mekke’i Mükerreme’ye girdiğimde , yaptığım bu büyük işlerden dolayı bende bir ucub ( kendini beğenme ) gibi bir şey meydana geldi . Tavaf esnasında arkadan bir ihtiyar kadın , ” Ey Ibrahim ! O çölde bu ihtiyar kadın da seninle beraberdi . Ancak ben , senin teveccühünün Allahu Teâlâ’dan uzaklaşıp da başka tarafa kaymaması için seninle hiç konuşmadım . Şu an sana gelmiş olan vesveseyi kalbinden çıkartiver ” dedi .

40 ) Bir Allah dostu şöyle buyuruyor : Ben Hz . Semnûn rahmetullahi aleyh’i gördüm . Tavaf yaparken sallana sallana ( neşelenerek ) yürüyordu . Ben onun elini tuttum ve ” Senin Allah’ın huzurunda duruşuna yemin olsun ki , bana söyle , sen Allah’a nasıl ulaştın ? ” dedim . O Allah’ın huzurunda durma sözünü duyunca bayılıp düştü . Kendine gelince şu manaya gelen iki şiir okudu ; “ Pek çok müsibetzedeler vardır ki , onların bedenlerine hastalıklar yerleşmiştir . Onların kalpleri bütün kalplerden daha hastadır . Eğer onlar korku ve dehşetten dolayı ölürlerse normaldir . Çünkü hesab günü Allah’ın huzurunda durmak çok çetin bir şeydir . ” Ondan sonra Hz . Semnûn rahmetullahi aleyh şöyle dedi : ” Ben beş şeye sımsıkı yapıştım , kendi kalbime onları iyice yerleştirdim . 1- Bende diri olan şeyi                  ( yani arzuları ve nefsi ) öldürdüm . Ölü olanı ( yani kalbimi ) dirilttim . 2 – Benim gözümün önünde olmayanı ( yani ahireti ) her an gözümün önüne getirdim . Gözümün önünde olanı ( yani dünyevi menfaatleri ) gözümün önünden uzaklaştırdım . 3 – Bende yok olmakta olan şeyi ( yani takvayı ) bâki kıldım . Benim yanımda birikmiş olan şeyi ( yani nef sani arzulari ) yok ettim . 4 – Sizin hepinizin ürküp kaçtığınız şeyle ben ünsiyet ve yakınlık sağladım . Sizin yakınlık hissettiğiniz şeyden ise kaçtım .

Ondan sonra su manaya gelen bir kaç pile okudu : ” Benim ruhum tamamen Sana yönelmiştir . Eger ruhum bu yolda helak olsa da yine de onu Senden ayıramam . Benim ruhum Senden korktuğundan ve üzüntüden dolayı devamli aglamaktadır . Hatta onun ağlaya ağlaya parca parca olacağı söylenmektedir . Sen ona bir kerem nazariyla nazar eyle . Gerci Sen pek çok dünya menfaatleri ihsan ettin ve onların bana devamli faydasi dokundu . ”

Kissanın başında beş pey zikredilmis , ancak tafsilatta dört sey geçmiştir . Bütün bunların hepsinin ruhunda tek şey vardır . O da nefsin arzularını dizginlemektir . Bundan dolayı Şeyh şöyle buyurmaktadır ;

Allah’a yemin olsun ki , Mevla’nın yolu iki adımdan fazla degildir .                                                    

Birinci adımı nefsinin üzerine koy , ikinci adımın dostun semtindedir .

41 ) Şeyh Ebu Yakub Basri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben bir defa Harem ‘ Şerif’te on gün kadar aç kaldım . Çok zayifladim . Bir şeyler bulurum ve onunla açlığım azalır diye kalbim beni dışarı çıkmaya mecbur bıraktı.Ben dışarı çıkınca yerde kokmuş bir şalgam buldum , onu aldım . Ancak kalbimde ona karşı bir nefret meydana geldi . Sanki biri bana , ” On gün aç durdun , en sonunda bula bula bu kokmuş şalgamı mi buldun ? ” diyordu . Ben onu attım ve Mescld’i Haram’a gelerek oturdum . Bu esnada bir adam benim karşıma gelip oturdu ve önüme bir cüzdan koydu . ” Bunun içinde bir kese var . O kesenin içinde beş yüz dinar ( altin ) var . Onlar sana hediyedir ” dedi . Ben ona , ” Benim ne özelliğim var ki bunu bana veriyorsun ? ” dedim . O , ” Biz on günden beri denizde dönüp duruyorduk . Gemimiz batmak üzereydi . Bizden her bir kişi ayrı ayrı adak adadı . Ben ise şöyle bir adak adadim . Eğer sağ selamet ulaşırsam bu keseyi Mekke ‘ Mükerreme’de oturanlardan ilk önce kimi görürsem ona vereceģim . Buraya ulaşınca ilk önce seni gördüm ” dedi . Ben , ” Onu aç ” dedim . Açınca içinde beyaz kesme şeker , kek , soyulmuş badem ve şekerpare vardı . Ben her birinden birer avuç dolusu aldım ve ” Geri kalanı al götür . Benim tarafından kendi çocuklarna taksim et . Senin adağını kabul ettim ” dedim . Sonra kendi kendime , ” Senin rızkın o günden beri sürüklenip sana geliyor , sen ise onu bu şekilde arayıp duruyorsun ” dedim .

42 ) Şeyh Benân rahmetullahi aleyn buyuruyor ki : Ben Mısır’dan hacca gidiyordum . Azığım yanımdaydı . Yolda bir kadınla karşılaştım . Bana , ” Benân , sende hamal çıktın . Azığını yüklenmiş gidiyorsun . Sen O’nun sana rizik vermeyeceği vehmine mi kapıldın ? ” dedi . Ben onun sözünü duyunca azığımı attım . Üç gün boyu yemeye bir şey bulamadım . Yolda giderken yerde bir halhal ( ayak süsü ) buldum . ” Sahibi çıkarsa veririm . O da buna karşılık bana bir şeyler verir ” diye düşünerek onu aldım . Ondan sonra o kadın bana doğru birkaç dirhem attı ve “ Al , bunu harca ” dedi . Ben onu harcamaya başladım , o para dönüştede Mısır’a kadar işime yaradı . Bir şair şöyle diyor

Nice güçlü insanlar vardır ki , işinde de güçlüdür                                                                                

Güzel görüşlüdür , ancak rızık ondan dönmüştür

Nice zayıf insanlar vardır ki , zayıftır işi yönünden                                                                                             

Öyle rizik kazanır ki , sanki su doldurur denizden

Bu bir delildir ki , Allah’ın mahlûku ile ilgili                                                                                         

Herkese açıklanmayan sırları vardır , gizli

43 ) Şeyh Ebû Bekr Kettâni rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Bir defasında hac zamanında Mekke’i Mükerreme’de meşayihin arasında aşkı ilahi hakkında tartışma oldu . Büyük büyük meşâyihler bu konuda konuştular . Hz . Cüneyd’i Bağdâdi rahmetullahi aleyh de topluluğun arasında oturuyordu . O bu meclisin küçükleri arasındaydı . Meşayih ona , “ Iraklı ! Sende bir şeyler söyle ” dediler . Hz . Şeyh Cüneydi Bağdâdi rahmetullahi aleyh başını eğdi , gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve şöyle buyurdu : “ Aşık kendi nefsinden uzaklaşan , kendini her an Rabbinin zikrine veren , O’nun hakkını vermek için her an hazır bekleyen , kalbiyle O’nu her an gören , Mevlâ’nın heybetinin nurları yüreğini yakan , O’nun hâlis şarabını içmiş olan , Cebbâr’ı Sübhanehû’nun gaybet perdesinden çıkıp kendisine zahir olan kuldur . Eğer o aşık konuşursa Allah’ın adıyla konuşur . Dilinden bir harf çıkarınca o Allah tarafından olur . Bir hareket yaparsa O’nun emriyle yapar . Eğer sakin olursa sadece O’nunla sakin olur . O her an Allah’a bağlıdır . O yalnız Allah içindir . Ancak O’nunla beraberdir . ” Bu konuşma üzerine bütün meşayih ağlamaya başladılar ve “ Bundan daha güzel bir ifade olamaz . Ey ariflerin tâci ! Allah sana istediğini nasip eylesin ” dediler .

44 ) Hz . Dahhâk bin Müzâhim rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben Cuma gecesi Kûfe’deki Cami Mescid’e gitmek niyetiyle çıktım . O gece Ay , dolunay şeklindeydi . Mescidin avlusunda secdeye kapanmış , hüngür hüngür ağlayan bir genç gördüm . Ben onun bir veli olduğunu düşünerek ne dediğini dinlemek için yanına gittim . O şöyle diyordu ;

Ey Celâl sahibi ! Benim itimadım ancak Sana’dır .                                                                             

Ne mutlu ! Seni maksad edinen kimseye !

Ne mutlu ! Geceyi korkup titreyerek geçiren kimseye                                                                      

İzzet sahibine kendi musibetini şikayet eden kimseye

 Onun herhangi bir illet ve hastalığı yoktur                                                                                       

Kendi Mevlâ’sına olan sevgisinden fazla

O gecenin karanlığında yalnızken yakardığında                                                                                      

Allah ona icâbet eder , ” Lebbeyk ” der sonra

O şahıs birinci misrada geçen ;

sözünü tekrar tekrar okuyor ve ağlıyordu . Onun kendinden geçerek ağlamasından dolayı ben ona acıyıp ağlamaya başladım . Sonra o öyle bir söz söyledi ki , ben onun husûsî bir nur gördüğünü anladım , o , biri nin şu manaya gelen şu iki şiiri okuduğunu duydu ; ” Ey benim kulum ! Ben mevcudum . Sen Benim korumam altındasın . Senin söylediğin ” her şeyi Biz işitiyoruz . Benim meleklerim senin sesine düşkündürler .  Biz senin bütün günahlarını affettik .

Hz . Dahhâk rahmetullahi aleyh diyor ki : Sonra ben ona selam verdim . O selamima cevab verdi . Ben , ” Allahu Teâlâ senin bu gecene bereket versin . Sana bereket versin ve sana merhamet etsin . Sen kimsin ? ” dedim . O , “ Ben Raşid bin Süleyman’ım ” dedi . Ben onu isminden tanidim . Çünkü ben önceden onun hallerini duyuyor ve onunla görüşmeyi arzuluyordum . Ancak bir türlü gücüm yetmiyordu . Bugün Allah celle celaluhu öyle kolay etti ki , ben ona hizmet etmeyi kendisinden rica ettim . O buyurdu ki , “ Bu çok zordur . Bak , bir kimse Rabbül Alemîn’e münacat etmekten lezzet alıyorsa , o mahlukata nasıl ünsiyet besleyebilir ki ? ” Sonra şöyle dedi ; ” Vallahi , eğer önceki meşayihten biri , bizim zamanimızdaki insanlara uğrasa , < Bu insanlar ahiret gününe iman etmiyorlar > derdi . ” Bu sözü söyledikten sonra Raşid gözümden kayboldu . Allah bilir , o göklere mi çıktı yoksa yerin altına mı girdi . Ondan ayrıldığıma çok üzüldüm ve ben ölmeden önce onunla tekrar görüşmeyi bana nasip etmesi için Allahu Teâlâ’ya dua ettim . Ben bir defasında hacca gittim . Kâbe’i Şerif’in duvarının gölgesinde onun oturduğunu gördüm . Yanında bir topluluk vardı . Onlar ona En’âm süresini dinletiyorlardı . O beni görünce tebessüm etti . Çünkü bu ülemanın şefkati ve evliyanın tevazûudur . Sonra kalktı ve benimle musafaha yaptı , bana sarıldı ve ” Sen ölmeden önce benimle buluşmak için Allahu Teâlâ’ya dua ettin mi ? ” dedi . Ben , ” Evet dua etmiştim ” dedim . O , “ Elhamdulillahi alâ zâlike . ” ( Bundan dolayı Allah’a hamd olsun ) dedi .. Ben , “ Allah size merhamet etsin . Bu gecede siz ne gördüyseniz ve ne duyduysanız bana anlatınız ” dedim . Bunun üzerine o öyle şiddetli çığlık attı ki , ben onun kalp zarının patladığını zannettim . Bayılıp düştü , etrafındaki Kur’an okuyan topluluk dağıldı . Kendine gelip ayıldığında , ” Kardeşim , sen bilmiyor musun ki , Allah’ı murâd edenlerin kalplerinde O’nun sırlarını çözmek için ne ka dar heybet ve korku vardır . ” Ben , ” Peki , sizin yanınızda Kur’an okuyanlar kimlerdi ? ” dedim . “ Cinler topluluğu idi . Ben onlarla eski münasebetlerimden dolayı onlara ihtiram gösteririm . Onlar her sene benimle birlikte hac ederler ve bana Kur’an – ı Kerim okuyup dinletirler ” dedi . Sonra beni yolculadı ve ” Allah celle celaluhu beni seninle Cennet’te buluştursun . Orada ne ayrılık olacak , ne meşakkat , ne gam ne de külfet … ” Böyle de dikten sonra nazarimdan kayboldu . Ondan sonra onu görmedim . ”

45 ) Denilir ki Harem’i Şerif’in abidlerinden bir abid her an Allah’ı an makla meşgul olurdu. Devamlı oruç tutardı . Akşam vakti bir adam ona iki ekmek verip giderdi . O da o ekmeklerle iftar ederdi . Birgün kendi kendine , ” Sen rızkın hususunda bu adama güveniyorsun . Bütün mahlukatin Razzak’ını unutuyorsun . Bu büyük bir gaflettir ” dedi . Akşam vakti önceden olduğu gibi , ekmek veren o adam gelince onun ekmeğini geri iade etti . Adam gitti , ancak âbid üç günü yemek için hiçbir şey bulamadan geçirdi . Allahu Teâlâ’nın huzurunda ona iltica etti . Geceleyin bir rüya gördü . ( Kendisi anlatıyor ) Allahu Teâlâ’nın huzurunda duruyordum . Allahu Teâlâ şöyle buyuruyordu ; “ Ey kulum ! Sana bir kulumun eliyle gönderdiğim ekmekleri niçin geri çevirdin ? ” Ben , “ Allah’ım ( eğer ekmekleri alsaydım ) kalbimin Senden başkasına itminan edeceğini düşündüm ” dedim . ” Onu senin yanına kim gönderiyordu ? ” buyurdu . Ben , ” Sen gönderiyordun ” dedim . “ Sen kimden alıyordun ? ” buyurdu . Ben , “ Senden alıyordum ” dedim . ” Onu al , bir daha öyle yapma ” buyurdu . Ondan sonra rüyamda gördüm ki , o ekmek getiren adam Allahu Teâlâ’ nin huzurunda durdu ve “ Allah’ım ! Sen daha iyi biliyorsun ” dedi . Allah celle celaluhu , ” Sen ekmeği kime veriyordun ? ” buyurdu . Adam , “ Allah’ım Sana veriyordum ” dedi . Allah celle celaluhu , ” Sen önceden olduğu gibi ekmek vermeye devam et . Sana , onun karşılığında Cennet verilecektir ” buyurdu .

46 ) Ahmed bin Ebî’l Havâri rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben Ebû Süleyman Dârânî rahmetullahi aleyh ile birlikte Mekke’i Mükerreme’ye gidiyorduk . O esnada benim kırbam düştü . Ebû Süleyman’a bunu haber verdim . O şöyle dua etti ;

” Ey kaybolanı geri döndüren ! Bizim kaybolan eşyamızı geri döndür ! ” Az bir müddet geçmemişti ki bir şahıs , “ Bu düşen kırba kimin ? ” diye bağırmaya başladı . Baktım ki o kirba benimkiydi . Ondan kırbami aldim . Ebû Süleyman bana , “ Ey Ahmed ! Sen Allahu Teâlâ’nın bizi susuz bırakacağını mi zannediyorsun ? ” dedi .

Ondan sonra az bir mesafe yürüdük . Çok şiddetli soğuk vardı . Biz kürklerimizi giymiştik . Bir adamın üzerinde iki eski şal olduğu halde terlediğini gördük . Ebû Süleyman ona , “ Biz sana biraz kışlık elbise vererek yardımcı olalım ” diye tevazuda bulundu . O , “ Sıcak ve soğuk her ikisi de Allah’ın mahlukudur . Eğer O emrederse , o zaman onlar bana musallat olabilir . Eğer O emrederse , soğuk beni terk eder . Ben bu çölde otuz seneden beri gezip dolaşırım . Ne soğuktan titredim ne de sıcaktan terledim . O , kışın bana Kendi muhabbetinden sicak elbisesini giydirir . Yazın da kendi muhabbetinin serinliğinin zevkiyle beni kuşatır . Ey Dârâni ! Sen elbiseye işaret ediyor ve zühdü terk ediyorsun . Onun için soğuk seni rahatsız ediyor . Ey Dârâni ! Sen ağlıyorsun , feryad ediyorsun ve yelpazelerle rahatına bakıyorsun ” dedi . Ebû Süleyman Dârâni diyor ki : “ Gerçekten beni bu şahıstan başka kimse tanımadı . ( Yani o benim eksikliğim üzerine beni uyardı . ) ”

47 ) Bir Allah dostu şöyle diyor : Ben orta yaşlı bir adam gördüm , çok ibadet yapmak kendisini zayıflatmıştı . Elinde bir baston vardı , ona dayanarak tavaf yapıyordu . Ben ona şehrini sordum . Horasanlı olduğunu söyledi . Sonra o bana , “ Senin şehrin buradan ne kadar uzaktır ? ” diye sordu . Ben , “ İki – üç aylık mesafededir ” dedim . ” Yine de sen her sene hacca gelmiyor musun ? ” dedi . Ben , “ Sizin şehriniz buradan kaç günlüktür ” dedim . O , “ Beş yıllık mesafededir ” dedi . ( O zaman yollarda bu günkü kolaylık sebebleri yoktu . ) Ben , ” Vallahi bu Allahu Teâlâ’nın açık lütfudur ve ona karşı gerçek sevginin eseridir . ( Çünkü bu kadar uzun bir seferi kat ederek O’nun evine hazır olmak nasib olmuştur ) ” dedim . Bunun üzerine o güldü ve şu manaya gelen bir şiir okudu ; “ Evin uzak olsa da , kendisine ulaşana kadar engeller ve mâniler olsada , kime aşık isen onu ziyaret et . Evinin uzaklığı onu ziyaretine mani olmamalıdır . Çünkü aşık kendi mâşukunu sık sık ziyaret edendir . ”

48 ) Bir Allah dostu diyor ki : Ben Mekke yolunda bir genç gördüm . O öyle neşeli yürüyorduki çalım yapıyordu . Sanki o kendi evinde salına salına yürüyordu . Ben , ” Bu nasıl yürümedir ? ” dedim . O , ” Bu yürüme Rahmanın hâdimlerinin yürüyüşüdür ” dedi ve şu manaya gelen iki şiir okudu ; ” Ben , Senden dolayı övünerek hayran ve başı boş dolaşıyorum . Ancak Seni hatırladığımda korkudan eriyorum . Eğer ölmeye gücüm yetse , Sana olan arzum uğruna ölürdüm . ” Sonra ben ona , ” Senin bineğin ve azığın nerede ? ” dedim . O bana kötü bir şekilde baktı ve sonra , ” Yahu bir düşün ! Bir zayıf köle , cömert olan efendisinin evine ziyaret için gittiğinde yiyecek ve içeceğini sarıp yanında götürse , o efendi diğer kölelerine , < Onu buradan çıkarın > der . Benim Mevlâm olan Allah celle celaluhu beni kendi evine çağırdığında bana kendisine tevekkül ve itimat etmeyi nasib etmiştir ” dedi . Böyle dedikten sonra o kayboldu .

49 ) Bir Allah dostu diyor ki : Ben Mekke’i Mükerreme’deydim . Fakir bir adam gördüm . Tavaf yaptı , ondan sonra cebinden bir kağıt parçası çıkardı ve onu okudu . İkinci ve üçüncü gün de aynısını yaptı . Ondan sonra bir gün o tavaf yaptı ve cebinden kağıt parçasını çıkarıp okudu , biraz uzağa gitti ve öldü . Ben onun cebinden kağıt parçasını çıkarıp baktım . Onda şöyle yazıyordu :

“ Rabbinin hükmüne sabret çünkü sen gözlerimizin önündesin . ( Tur – 48 )

Aslında ayeti kerimede Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e hitap edilmiştir . Önceki ayetten itibaren bu husus beyan edilmektedir . Şöyle ki ; “ Sana zulmeden o muhalifler için azab kararı verilmiştir . Sen Rab binin bu kararını sabırla bekle ( hiç düşünme . ) Çünkü sen Bizim korumamız altındasın . ” Ancak yukarıda geçen meâl , ayeti kerimenin umumî meâlidir .

50 ) Hz . Bişr’i Hâfi rahmetullahi aleyn’in yanına bir topluluk geldi ve selam verdi . O , “ Siz kimsiniz ? ” dedi . Onlar , “ Biz Şam’da oturuyoruz . Haccetmek için gidiyoruz . Sizin huzurunuzda selam arz etmek için bulunduk ” dediler . O , ” Allahu Teâlâ size hayırla karşılık versin ” dedi . Onlar , “ Sizin de bizimle birlikte teşrif edip gelmenizi temenni ediyoruz . Tâ ki sizin bereketinizden biz de faydalanalım ” dediler . O , bu teklifi kabul etmedi . Ancak o insanlar çok fazla ısrar edince , “ Madem siz buna karar verdiniz o halde ben üç şartla sizinle birlikte gidebilirim ; 1 – Yanımızda hiçbir eşya olmayacak , 2 – Yolda kimseden bir şey istemeyeceğiz , 3 – Yolda biri bir şey verirse kabul etmeyeceğiz ” dedi . İnsanlar , ” İlk iki şartı ( yani yanimiza bir şey almama ve kimseden bir şey istememeyi ) kabul ediyoruz ama ihtiyacımız olmasına rağmen birinin verdiğini kabul etmemeye gelince bizim buna gücümüz yetmez ” dediler . O , “ Bu demek oluyor ki siz başkasının azığına güvenerek evinizden çıkıyorsunuz . Allahu Teâlâ’ya güvenerek değil . Ben bu durumda sizinle gidemem . Beni kendi halime birakın , siz gidin kendi işinizi görün ” dedi . Sonra şöyle buyurdu ; “ En hayırlı fakir üç kısımdır : 1 – Dilenmeyen , eğer kendisine bir şey verilirse kabul etmeyendir . Bu rûhani insanlardandır ( yada şöyle dedi ; ” O rûhanilerdendir . ” ) 2 – Kendisi dilenmeyen , ancak eğer bir şey verilirse onu kabul eden kimsedir . Onun için yüce Mevlâ’nın dergahin da sofra serilir . 3 – Dilenen ve zarureti kadar alan kimsedir , ki onun sadâkati yaptığına keffaret olur . “

 51 ) Hz . Şeyh Ebû Câfer Haddad rahmetullahi aleyn , Hz . Şeyh Cüneyd’i Bağdâdî rahmetullahi aleyh’in üstadıdır . Buyuruyor ki : Ben bir defasında Mekke’i Mükerreme’deydim . Saçlarım bayağı büyümüştü . Yanimda tıraş olmak için param yoktu . Yüzünden iyi bir adam olduğu anlaşılan bir berberin yanına gittim ve ona , “ Allah için beni tiraş eder misin ? dedim . O , ” Evet olur , büyük bir memnuniyetle ” dedi . O vakit dindar bir zâtı tıraş ediyordu . Onu yarıda keserek beni tıraş etmeye başladı . Sonra bana bir kese kağıdı verdi . Onda birkaç dirhem vardı . Ben onları aldım ve ” lik önce elime ne geçerse bu berbere vereceğim ” diye niyet ettim . Mescide gittim , orada bir kardeşimle buluştum . O , “ Senin bir kardeşin sana Basra’dan bir torba getirdi . Onda 300 altın var , Allah için o torbayı sana bırakıp gitti ” dedi . Ben o torbayı aldım ve berberin yanına gidip , ” Bu 300 altını kendi ihtiyaçlarına harca ” dedim . Berber , ” Ey Şeyh ! Sen Allah’tan korkmuyor musun ? Sen baştan , < Allah için beni tıraş et ! > demiştin , şimdi ben buna karşılık ücret mi alayım ? Git Allah seni affetsin ” dedi . Hz . Şibli rahmetullahi aleyn’in de buna benzer bir meşhur kıssası vardır .

52 ) Hz . İbrahim bin Edhem rahmetullahi aleyh tavaf esnasında bir adama , ” Şunu iyi bil ki , altı tane geçidi geçmeden salihlerin derecesine ulaşamazsın : 1 – Sen nimet kapısını kapamalı , zorluk kapısını açmalısın . 2 – Izzet kapısını kapamali zillet kapısını açmalısın . 3 – Rahat kapısını kapamalı , meşakkat kapısını açmalısın . 4 – Uyuma kapısını kapamalı ölüme hazır lik kapısını açmalısın . 5 – Zenginlik kapısını kapamalı , fakirlik kapısını aç malısın . 6 – Ümid kapılarını kapamalı , ölüme hazırlık kapısını açmalısın . ”

53 ) Muhammed bin Hüseyin Bağdadi rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Bir sene ben hacca gitmiştim . Mekke pazarından geçiyordum . Ihtiyar bir adam bir kızın elinden tutmuştu . Kızın rengi değişiyordu , bedeni çok çelimsiz ancak yüzünde nûrani bir parlaklık vardı . O ihtiyar , ” Bu cariyeyi satın alan var mı , bunu beğenen var mı , ona yirmi altından fazla fiyat veren var mı ? Ancak onun her kusurundan sorumlu olmam şartıyla ” diye bağırıyordu . Ben o ihtiyarın yanına giderek , ” Cariyenin değeri belli oldu ondaki kusur nedir ? ” dedim . O , “ Bu kız delidir . Her an üzüntülü durur . Gece boyu namaz kılar , gündüzleri oruç tutar . Ne yer ne de içer . Her yerde yalnızlığı seçer ” dedi . Ben bunları duyunca cariye hoşuma gitti . Onu satın aldım ve kendi kaldığım yere götürdüm . Onun , başını yere doğru eğmiş bir şekilde oturduğunu gördüm . Sonra başını kaldırdı ve ” Benim küçük efendim ! Allah sana merhamet etsin . Senin memleketin neresi ? ” dedi . Ben , “ Irak ” dedim . ” Hangi Irak , Basra mi Kûfe mi ? ” dedi . Ben , “ İkisi de değil ” dedim . Sen , ” Bağdatlı mısın ? ” dedi . Ben , ” Evet ” dedim . ” Ne kadar güzel , o âbidlerin ve zahidlerin şehridir ” dedi . Ben , ” Bir evden bir eve giden cariye âbidleri ve zahidleri nereden biliyor ? ” diye hayret ettim . Ben onun gönlünü almak için , “ Sen onlardan hangi âbidleri tanıyorsun ? ” dedim . O , ” Malik bin Dinar rahmetullahi aleyh , Bişr bin Hâfi , Sâlih bin Merî , Ebû Hâtim Sicistâni , Mârufu Kerhî , Muham med bin Hüseyin Bağdadi , Rabia Adeviyye , Şa’vâne ve Meymûne rahmetullahi aleyhim ecmâin’i tanıyorum ” dedi . Ben ona , ” Sen onların halini nasıl biliyorsun ? ” dedim . O , ” Ey genç ! Ben onları nasıl bilmem ? Allah’a yemin olsun ki bu insanlar kalplerin tabipleridir . Onlar aşıka Maşuk’un yolunu gösterirler ” dedi . Sonra şu manaya gelen dört şiir okudu ; ” Onlar fikirleri Allah’a bağlanmış insanlardır . Artık onlar başka birini düşünmektedirler . O insanların maksadı sadece onların Mevlâ’sı ve Mâlik’idir .

Kimseye muhtaç olmayan Zat’ı maksat edinmek ne güzeldir . Onları ne dünya tuzağa düşürür , ne yemeklerin güzelliği , ne dünyanın lezzeti , ne çocuklar … Onlarla ne güzel elbiseler başa çıkabilir , ne günden güne artan mal ne de sayı çokluğu … ” Ondan sonra ben , ” Ey cariye ! Ben Muhammed bin Hüseyin’im ” dedim . O , ” Ben seninle herhangi bir yerde görüşebilmek için Allah’a dua etmiştim . Senin o can alıcı sesine ne oldu ? Sen onunla müridlerinin kalplerini diriltirdin . Gülenlerin gözyaşlarını onunla akıtırdın ” dedi . Ben , “ Aynen yerinde ” dedim . O , “ O halde Allah aşkına bana biraz Kur’an oku ” dedi . Ben Bismillahirrahmanirrahim okuyunca , o şiddetli bir çığlık attı ve bayıldı . Ben onun üzerine su serptim , kendine geldi ve ” İsminde bu kadar tesir olan zâtı tanırsam ve Cennet’te onu görürsem ne hâlim olur ” dedi . Sonra , “ Allah sana merhamet etsin , oku ” dedi . Ben şu ayeti okudum ;

” Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar kendilerini iman edip iyi ameller işleyenlerle bir tutacağımızı hayat ve ölümlerinin aynı olacağını mi sandılar ? Ne fena hüküm veriyorlar ! ( Casiye – 21 ) ” Bu ayeti dinleyince , ” Allah’a şükür ! Biz ne kimseye taptik ne de bir putu öptük ” dedi ve biraz daha oku . Allah sana merhamet etsin ” dedi . Ben şu ayeti okudum ;

” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki , onun perdeleri kendilerini çepeçevre kuşatmıştır . ( Susuzluktan ) imdat dileyecek olsalar imdatlarına erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir . O ne fena içecek ve ( Cehennem ) ne kötü bir konaktır ! ( Kehf – 29 ) ” O , “ Sen kalbini ümitsizliğe bağladın . Kalbini ümid ve korku arasında kokulandır . Biraz daha oku Allah celle celaluhu sana merhamet etsin ” dedi . Ben de okudum

” O gün yüzler vardır , parıldar . Güler , sevinirler . ( Abese – 38,39 ) “

” Nice yüzler o gün parlayacak . / Rablerine koşacaklar . ( Kıyamet – 22,23 ” Bunun üzerine o , ” Vay halime ! O gün onunla görüşmeyi ne kadar ar zulayacağım . O gün O , dostlarına teceli buyuracak … Biraz daha oku , Allahu Teâlâ sana merhamet etsin ” dedi . Ben şu ayeti okudum ;

” Yüksek derecelerin ) etrafında ebedî ( gençliğe erdirilmiş hizmetçiler dolaşır . / Sürahilerle , ibriklerle , menba şarabından dolu kadehlerle … / Ondan başları ağrımaz , sarhoş da olmazlar . / Beğendiklerinden meyveler ,  canlarının istediğinden kuş eti … / Bir de iri gözlü hüriler … ! Saklı inciler gibi … / Bütün bunlar ( dünyada ) yaptıklan amellere   mukafat içindir . Onlar Cennet’te ne bir boş laf işitirler ne de günaha iten ( hezeyan ) / Yalnız bir söz ( işitirler ki o da ) Selam Selam’dır . / Sağcılar ! Ne mutlu o sağcılaral / Dikensiz kirazlar , / meyvalan tiklim tıklım dizili muz ağaçlan , / yayılmış gölgeler , / çağlayarak akan sular . / Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında / ve yüksek karyolalar üzerinde ( hûrilerle ) dirler . Biz o hûrileri yepyeni yaratmışızdır . / Onları bakireler kildik , kocalarına aşık ve hep bir yaştadırlar . / ( Bütün bunlar ) sağcılar içindir . ( Vâkia – 17,38 ) “

Sonra o cariye bana , ” Senin de hurilerle evlenmek istediğini düşünüyorum . Peki onların mehirleri için bir şeyler harcadın mı ? ” dedi . Ben , ” Söyle onların mehirleri nedir ? Ben fakir bir adamım ” dedim . O , ” Gece teheccüd namazı kılmak , gündüz oruç tutmak , fakirleri ve miskinleri sevmektir ” dedi . Ondan sonra cariye şu manaya gelen altı şiir okudu ; “ Ey hurilerin perdeleri içinde , onlarla evlenmek isteyen ve onlarin yüksek makamlarına rağmen onları taleb eden kişi ! Gayret ederek ayağa kalk , asla tembellik etme , nefsinle mücadele et . Onu sabra alıştır . Geceleri teheccüd namazı kil . Bu onların mehridir . Senin gözlerin , onların sana yöneldiklerini , nâr gibi göğüslerinin sineleri üzerinde yükseldiğini , kendi yaşıtı olan kızlarla gezip dolaştıklarını ve onların göğüs leri üzerinde gerdanlıkların parladıklarını gördüğü zaman , o vakit bu dünyanın bütün süsü ve zineti senin gözünde değersiz kalacaktır . ” Bu şiirleri okuyunca tekrar bayıldı . Ben onun yüzüne su serptim ayıldı ve şu şiiri okudu ; ،

Allah’ım ! Bana azab etme , çünkü ben                                                                                                  

Sadır olan günahları itiraf ediyorum kendimden

Sen benim nice hata ve kusurlarımı affettin                                                                                       

Sen çok büyük lütuf ve ihsan sahibisin

İnsanlar benim hayırlı olduğumu zannediyorlar , halbuki ben                                                   

İnsanların en şerlisiyim eğer beni affetmezsem

 Benim tedbirim yoktur , affinı ümid etmekten başka                                                                      

Hüsnü zannımdır ki , beni bağışlayacaksın mutlaka

Bu şiirleri okuduktan sonra o cariye tekrar bayıldı . Ben yanına vardığımda ölmüştü . Onun ölümü beni son derece sarstı , onun teçhiz ve tekfini için bazı şeyler satın almak için kalkıp çarşıya gittim . Ben çarşıdan döndüğümde onun nâşı kefenlenmiş , güzel kokuyla kokulanmış bir şekilde duruyordu . Kefeni Cennet libâsından iki tane yeşil kumaş tandı . Kefen üzerinde nûrdan yazılmış iki satır yazı vardı .

Birinci satırda :

 لا اله الا الله محمد رسول الله

ikinci satırda ise :

 الا ان اولیاء الله لا خوف عليهم ولا هم يحزنون ( یونس -۹۲ ) ”

İyi bilin ki Allah’ın dostlarına ( velî kullarına ) korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de ‘ ” yazılıydı . Ben ve arkadaşlarım onun cenazesini kaldırıp götürdük . Cenaze namazını kılıp defnettik . Ben onun kabri başında Yâsîn sûresini okuyup , kendi odama döndüm . Gözlerimden yaşlar boşanıyordu , kalbim onun ayrılığından dolayı mahzundu . Dönünce iki rek’at namaz kıldım ve uyudum . Rüyamda gördüm ki o cariye Cennet’te geziyordu . Son derece güzel kokan bir zâferân bahçesindeydi . İpek ve atlastan elbise giyinmişti . Başında incilerden yapılmış bir tac vardı . Ayaklarında kırmızı yakuttan ayakkabıları vardı . Kendisinden misk ve anber kokuları yayılıyordu . Yüzü , güneş ve aydan daha parlaktı . Ben , ” Ey câriye ! Biraz dur ve bu makamın sana hangi amelinden dolayı verildiğini söyle ” dedim . “ Fakirleri ve yoksulları sevmek , bol bol istiğfar etmek ve Müslümanların yoluna eziyet verecek şeyleri gider mekten dolayı ” dedi . Sonra şu manaya gelen üç şiir okudu ; ” Geceleri gözleri uyanık kalan , kendi Mâlik’ine olan aşkından dolayı ıstırab için de geceleyen , herhangi bir gün kendi günahlarına nevha eden , hata larına ağlayan , geceleri yalnız başına kıyamda duran , Allah’ın azabi nin korkusundan gözleri uyku tutmayan ve bu hâli Allahu Teâlâ’nın gözetimi altında muhafaza olunan kimseye ne mutlu ! ”

54 ) Hz . Şeyh Ibrahim Havas rahmetullahi aleyh’in şöyle bir âdeti vardı : Bir yere sefer edeceği zaman ne kimseye söyler ne de kimsenin ondan haberi olurdu . Eline bir ibrik alır yola koyulurdu . Hâmid Esved diyor ki ; Bir defasında mescidde onun yanında bulunuyordum . O , âdetinin gereği üzere eline ibrik alıp yürüdü . Ben de onun arkasından yürüdüm . Biz Kadisiye’ye ulaşınca o , ” Hâmid nereye gitmek istiyorsun ? ” dedi . Ben , ” Sizinle yol arkadaşlığı için yola çıktım ” dedim . O , “ Ben Mekke’i Mükerreme’ye gitmeye niyet ettim ” dedi . Ben , ” İnşallah ben de oraya gideceğim ” dedim . Biz üç gün boyu yürüyünce bize bir genç daha katildi . O da bizimle bir gün ve bir gece yürüdü . Ancak o tek bir namaz dahi kılmadı . Ben Şeyh’e , ” Bu bize katılan üçüncü adam namaz kılmiyor ” dedim . Şeyh ona , ” Sen niçin namaz kılmıyorsun ? ” dedi , o , ” Benim üzerimde namaz yok ” dedi . Şeyh , ” Niçin , sen Müslüman değilmisin ? ” deyince , “ Hayır , ben Nasrâniyim . Ben Hıristiyanlıkta da tevekkül üzere hayat geçiriyorum . Benim nefsim tevekkülde sağlam olduğunu iddia etmişti . Ben onu yalanladım ve Ma’buddan başka kimsenin olmadığı bu çorak çöllere onu getirip attım . Tâ ki onun iddiasını imtihan edeyim ” dedi . Şeyh onun sözlerini dinledikten sonra yürüdü ve bana , ” Ona müdahale etme . O seninle beraber yürüsün ” dedi . O bizimle beraber yürüdü . Nihayet biz Batni Merv’e ulaştık . Şeyh orada elbisesini bedeninden çıkarıp yıkadı . Sonra o gence , “ Senin adın ne ? ” diye sordu . O , “ Abdul Mesih ” dedi . Şeyh , “ Abdul Mesih , işte Mekke geçidine ( yani Harem’e ) geldik . Allah celle celaluhu oraya müşriklerin girişini yasaklayarak şöyle buyurdu ;

< Müşrikler ancak pisliktir . Onun için Mescid’i Haram’a yaklaşmasınlar ( Tevbe – 28 ) >

Sen nefsini imtihan etmek istiyordun , artık o sana belli oldu . O halde sakın Mekke’ye girmeyesin . Biz seni orada görürsek itiraz ederiz ” dedi . Hâmid diyor ki : Biz onu orada bırakıp ilerledik ve Mekke’i Mü kerreme’ye vardık . Sonra Arafat’a ulaştık . O sırada ne görelim , o genç ihrama girmiş insanların yüzlerine bakarak bizim yanımıza ulaştı ve Şeyh’in üzerine düştü . Şeyh , “ Abdul Mesih ! Başından neler geçti , neler oldu ? ” diye sordu . O , “ Öyle söylemeyiniz , ben artık Abdul Mesih değilim . Hz . Mesih aleyhisselam kime köle ise ben de ona köleyim ” dedi . Şeyh İbrahim hazretleri , “ Başından geçenleri anlat ” deyince , ” Siz beni orada bırakıp yürüyünce ben oraya oturdum . Bir başka Müslüman kafilesi daha geldi . Ben de Müslümanlar gibi ihrama girip kendimi Müslüman göstererek kafileye katıldım . Beytullah’a ulaşıp da gözüm Beytullah’a ilişince İslam’dan başka bütün dinler bir anda gözümden düştüler . Ben gusül ettim , Müslüman oldum ve ihrama girdim . Bugün sabahtan beri sizi arayıp duruyorum ” dedi . Ondan sonra o bizimle beraber kaldı , nihayet o sûfiye topluluğu arasındayken ahirete intikal etti .

55 ) Hz . Ebu Said Hazzaz rahmetullahi aleyn diyor ki : Ben Mekke’i Mükerreme’deyken bir defasında Bâb’ı Beni Şeybe’den geçiyordum , ki bir gencin nâşının konulduğunu gördüm . Çok güzel yüzlü biriydi . Ben onun yüzüne dikkatlice bakınca bana tebessüm ederek , ” Ebu Saidi Aşıkların ölmediğini sen bilmiyor musun ? Bilakis onlar diri kalırlar . Her ne kadar görünürde ölseler de onların ölümü bir alemden diğer aleme intikal etmek şeklinde olur . Şeyh Ebû Yakub Sünûsî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Mekke’i Mükerreme’de benim yanıma bir mürid geldi ve ” Ey Üstad ! Ben yarın öğlen vakti öleceğim , şu altını alınız , onun yarısını kabir kazacak kişiye ücret olarak veriniz , yarısını da kefen vs. işlerine harcayınız ” dedi . Ertesi gün öğlen vakti gelince o Mescid’i Haram’a geldi , tavaf yaptı ve bir miktar uzağa giderek orada öldü . Ben onu yıkayıp kefenledim , onu kabre koyduğum zaman gözlerini açtı . Ben , “ Öldükten sonra da hayat mı var ? ” dedim . O , “ Ben diriyim . Allahu Teâlâ’ya aşık olan herkes diridir ” dedi . ‘ Bizim büyüklerimizden Hâfiz Muhammed Zâmin Şehid Tânvi hazretlerinin oğlu olan Hâfiz Muhammed Yusuf rahmetullahi aleyh , mânevi tasarrufu olan büyük bir zâttı . Onun tasarrufatı ve çabuk tesir eden tâvizâtıyla ilgili pek çok kıssalarini , onu ziyaret eden ve onun tasarrufatını sık sık görmüş olan büyüklerimizden dinledim . Bu kıssayı dayım Mevlevi Mahmud Rampûrî efendiden duydum . O , ahirete intikal etmeden bir gün önce Mevlevi Mahmud efendiye , ” Biz çok acayip latifeler bilmekteyiz . Onlardan birini sana da söyleyeyim : Evinde oturduğun yerde sana ayda 200 rupi verilecektir . Herhangi bir vakitte bunu bana sorarsın ” dedi . Ben , “ Peki , olur ” dedim . Herhangi bir gün fırsat bulunca sorarım diye düşünmüştüm . Akşama doğru ikindi vakti kamet alınıyordu . O , başını saftan biraz ileri çıkarıp bana doğru sessizce işaret ederek , ” O şeyi hatırında tut , sonra biz gideceğiz ” buyurdu . Ben , acaba bu vakit hangi vakittir diye çok hayret ediyordum . İkinci gün sabah vakti Diyobend ve diğer bir çok yerdeki dostlarına mektuplar yazdırdı . O mektuplarda çeşitli konuların yanında şu söz de vardı ; ” Ben bugün sefere niyet ettim . ” Biz bunu şöyle anladık ; O , çoğu zaman Bopal şehrinde kaldığı için herhalde oraya gitmeye niyetlenmiştir yada başka bir yere … Onun heybetinden dolayı herkes her zaman onunla konuşmaya cesaret edemiyordu . Gerçi onun mübarek tabiatında mizah ve şaka son derece bol olsa da ancak bununla birlikte celal sifatı da vardı . Akşam vakti biz ikindi namazını kilip hepimiz evlerimize doğru gittiğimizde o çoğu zaman mescitte kalırdı . Birkaç adım yürümüştük ki , arkadan bir adam koşarak geldi ve ” Hafız efendi hazretleri vefat etti ” dedi . Bizler hayretler içinde geri döndük , daha biraz önce herkesle beraber namaz kılmıştı . Mescide gelince onun karyola üzerinde kıbleye doğru yatmış olduğunu gördük . Devamlı giyindiği peştamalı beline bağlıydı . Üzerindeki gömleği çıkarmış ve başının altına koymuştu . Allahu Teâlâ ona geniş rahmetiyle merhamet eylesin .

56 ) Saîd bin Ebî Arûbe rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : ( Zulüm ve eziyet leriyle meşhur olan ) Haccac Sakafî hacca gitti . Yolda hizmetçilerinden kahvaltı istedi . Kendi yâverine , “ Bak , burada yerli bir insan varsa , benimle beraber yemek yemesi için çağır . Taki ben ondan buranın hâlini öğreneyim ” dedi . Yâver gitti ve dağda bir köylüyü buldu . İki parça beze bürünmüş bir halde uyumaktaydı . Onu tekmeleyerek kaldırdı ve ” Hadi , seni emîr çağırıyor ” dedi . O gelince Haccac , “ Elini yıkayarak benimle beraber yemeğe katıl ” dedi . Köylü , “ Senden efdal olan başka bir Zât beni davet etmiştir ” deyince Haccac , ” O kimdir ? ” diye soru . Köylü , “ Hak Teâlâ Şânuhû beni oruç tutmaya davet etti ” dedi . Haccac , ” Böyle şiddetli bir sıcakta oruç mu ? ” dedi . Köylü , “ Evet , bundan daha şiddetli sıcak olacak gün için ” dedi . Haccac , “ Bugün ye , yarın kaza edersin ” dedi . Köylü , ” Sen benim yarına kadar yaşayacağımı garanti edebilirsen o zaman iftar edebilirim ” dedi . Haccac , “ Bunu kim garanti edebilir ki ? ” dedi . Adam , ” O halde sen nakit olanı , mes’ûliyetini dahi üzerine alamadığın bir veresiye ile değiştirmek istiyorsun ” dedi . Hac cac , ” Bu yemek gayet lezzetlidir ” deyince köylü , ” O yemeği ne sen lezzetli kıldın ne de aşçı lezzetli pişirdi . Bilakis sıhhatli olmak onu lezzetli hale getirdi ” dedi . Musannif bu sözü iki şiirle şöyle açıklamıştır ; “ Yemeği aşçı güzelleştiremez . Aksine yemek sıhhatle güzelleşir . Eğer benim sıhhatim iyi değilse hiçbir yemek lezzetli değildir . Eğer sıhhatim yerindeyse o zaman bütün yiyecekler lezzetlidir . “

57 ) Haccac bin Yusuf hacca gidince bir adamın Kâbe’nin etrafında yüksek sesle Lebbeyk diyerek tavaf yaptığını gördü . Haccac , ” O ada mi yakalayıp bana getirin ” dedi . Adam getirildi . Haccac , “ Sen kimler densin ? ” dedi . Adam , ” Müslümanlardanım ” diye cevap verince Haccac , ” Ben bunu sormuyorum ” dedi . Adam , ” Başka hangi şeyi kasdettin ? ” deyince Haccac , ” Hangi şehirde oturuyorsun ? ” dedi . Adam , ” Yemenliyim ” dedi . Haccac , “ Sen Muhammed bin Yusuf’u hangi hâl üzere biraktın ? ” dedi . ( Muhammed bin Yusuf Haccac’ın öz kardeşiydi . ) Adam , ” O çok şişman besili , bol bol elbise giyen ve sık sık bineklerle dolaşan , bazen şehrin içinde bazen dışında gezen biri ” dedi . Haccac , ” Ben bunu sormuyorum ” deyince o , ” Başka neyi kasdetmiştin ? ” dedi . Haccac , ” Onun âdetleri nasıl ” dedi . Adam , ” Çok zâlim , çok gaddar , yaratılana itaat eden , Yaratana ise isyankâr biri ” dedi . Haccac , “ Sen onun derecesinin ( bana yakınlığından dolayı ) benim gözümde ne olduğunu bildiğin halde böyle ağır sözleri söylemeye nasıl cesaret ediyorsun ? ” dedi . Adam , ” Senin gözünde onun derecesi , Allah’ın nazarında benim derecemden daha mi fazladır ? Ki , ben O’nun evini ziyarete gelmişim , O’nun Nebisi’ni tasdik ediyorum , O’nun farzını edâ ediyorum , O’nun dinine itaat ediyorum ” dedi . Bunu duyunca Haccac sustu , hiç bir cevap veremedi . Adam dönüp gitti ve Kâbe’nin örtüsüne yapışarak , “ Allah’ım ! Ancak Sana sığınırım . Ancak Seni kendime sığınak edinirim . Allah’ım ! Senin genişlik vereceğin vakit yakındır . Ancak Senin ihsanın kadîm dir . Yalniz Senin âdetin en güzeldir ” dedi . ‘

58 ) Bir Allah dostu buyuruyor ki : Ben bir defasında tavaf yapıyordum . Bir anda bir kız gördüm . Omuzunda küçük yaşta bir çocuk oturuyordu . O kız , ” Ey Kerîm ! Ey Kerîm ! Seninle geçmiş olan zamanım ( ne kadar da mûcibi şükürdür ! ) ” diye nidâ ediyordu . Ben , ” Seninle Mevlân arasın da geçen şey nedir ? ” deyince şöyle dedi : “ Ben bir defasında gemiye binmiştim , bizimle beraber bir tüccar topluluğu da vardı . Öyle şiddetli bir fırtına çıktı ki , gemi battı . Gemidekilerin hepsi helak oldu . Ben bu çocuk bir tahta üzerinde kaldık , Habeşli biri de başka bir tahta üzerin deydi . Bizim üçümüzden başka kimse kurtulamadı . Sabah işıkları çikınca o Habeşli beni gördü ve suyu eliyle itekleye itekleye benim tahtamın yanına ulaştı . Benim tahtam onun tahtasıyla yan yana gelince o , benim tahtamin üzerine geldi . Benimle kötü ilişkiye girme teklifinde bulundu . Ben , < Allah’tan kork ! Biz hangi musibete mübtela olduk . Bu musibetten kurtulmak O’na kulluk etmekle bile zor olmaktadır . Kaldı ki O’na bu hâl içinde nasıl isyan ederiz , dedim . Habeşî , < Bu sözleri birak , Allah’a yemin olsun ki bu iş mutlaka olacaktır > dedi . Bu çocuk benim kucağımda uyuyordu . Ben gizlice onu çimdikledim , o bir anda ağlamaya başladı . Ben ona , < Peki , biraz dur . Ben bu çocuğu uyutayım , ondan sonra takdirde olacak olan olur > dedim . O Habeşli çocuğa elini uzattı ve onu alıp denize attı . Ben Allahu Teâlâ’ya , < Ey kişinin ve kalbinin iradesi arasına giren yüce Zât ! Sen , benimle bu Habeşli arasını güç ve kudretinle ayır . Şüphesiz ki Sen her şeye kâdirsin > dedim . Allah’a yemin olsun ki , ben bu sözleri henüz bitirmemiştim ki denizden büyük bir hayvan ağzını açmış olarak başını dışarı çıkardı ve o Habeşliyi kendine bir lokma yapıp denize daldı . Allah celle celaluhu beni ancak kendi güç ve kudretiyle o Habeşliden kurtardı . O her şeye kâdirdir . Her türlü noksanlıklardan münezzehtir . O’nun şanı yücedir . Ondan sonra denizin dalgaları bana vurmaya başladı . Nihayet o tahta bir adanın kenarına yanaştı . Ben oraya indim . “ Burada Allah celle celaluhu bir kolaylık şekli yaratana kadar ot yer ve su içerim , O’nun yardımıyla bir yol bulunabilir diye düşünüyordum . Dört gün bu adada geçirdim . Beşinci gün bir geminin hareket halinde olduğunu gördüm . Bir tümseğin üzerine çıkarak ona doğru işaret ettim . Üzerimdeki elbiseyi şiddetle salladım . O gemiden üç adam küçük bir kayığa binerek benim yanıma geldiler . Ben onlarla beraber kayığa oturup , o gemiye ulaştım . Bir de ne göreyim o Habeşli adamın denize attığı bu çocuğum gemide bir adamın yanındaydı . Ben onu görünce üzerine kapandım , onu öptüm , kucağıma alıp sarıldım ve “ Bu benim yavrumdur . Benim ciğerimdir ” dedim . Gemidekiler , < Sen deli misin , sen aklını mi yedin ? > dediler . Ben , < Ben ne deliyim ne de aklımı yedim , benim hayret verici bir kissam var > dedim ve olanları anlattım . Bu macerayı dinleyince hepsi hayretle başlarını önlerine eğdiler ve < Sen çok hayret verici bir şey anlattın . Şimdi biz sana , senin hayret edeceğin bir şey anlatalım : Biz çok rahat bir şekilde gidiyorduk . Hava mûtedildi . Birden bir hayvan denizin üzerine çıktı , sırtında bir çocuk vardı . Onunla birlikte biz gaybtan şöyle bir ses duyduk ; ‘ Eğer siz bu çocuğu , bunun sırtından yanınıza almazsanız , sizin geminiz batırılacaktır . ‘ Bizden bir adam kalktı ve bu çocuğu onun sırtından aldı . O hayvan tekrar suya dalıp gitti . Senin kissan ve bu kıssa , her ikisi de çok hayret edilecek şeylerdir . Artık biz Allahu Teâlâ’ya söz veriyoruz ki , bugünden sonra Allah celle celaluhu bizi asla hiçbir günah üzere görmeyecektir > dediler . Sonra hepsi tevbe ettiler . O yüce Zât ne kadar merhametlidir … Kullarının hallerini bilmektedir . En güzel şekilde ihsan edendir . O yüce Zât musibetzede lere , musibet vaktinde yardım ulaştırandır . ”

59 ) Hz . Ebû Amr Zeccâcî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben haccetmek niyetiyle yola çıktım ve Hz . Cüneyd rahmetullahi aleyh’in huzuruna vardım . O bana bir dirhem verdi , ben de o dirhemi kuşağımın arasına koydum . Ondan sonra nereye gitsem kendiliğinden benim ihtiyacım görülüyordu . Hac yaptıktan sonra Hz . Cüneyd rahmetullahi aleyh’in yanına geldim . O eli ni açtı ve “ Bizim dirhemimizi getir ” dedi . Ben onu , ona verdim . O , “ Bunun mührünü nasıl buldun ? ” buyurdu . Ben , ” Çok iş görür buldum ” dedim .

60 ) Şeyh Yusuf bin Hamdân rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben Basra yoluyla Mekke’i Mükerreme’ye gittim . Yanımda fakirlerden bir topluluk vardı . Onlar arasında da bir genç bulunuyordu . Onun çok güzel sihhati , vakitlerini muhafaza etmesi ve her an zikirle meşgul olmasına imreniyordum . O her an Allah’ı zikretmek ve münacatla meşgul oluyor du . Biz Medine’i Tayyibe’ye vardığımızda o genç hastalandı . Hastalığı şiddetlenince bizden ayrıldı . Bir gün ben birkaç arkadaşımla birlikte onu ziyaret etmek için gittim . Onun halini ve hastalığının şiddetini görünce bizden bazıları , “ Onun o vakit bir doktora müracaat etmesi gere kir . Tâ ki doktor onun hastalığına teşhis koysun . Belki ilaç faydalı olur ” diye görüş belirtti . O genç bu konuşmayı duyunca gözlerini açtı , gülümsedi ve ” Büyüklerim ve dostlarım ! Muvafakattan sonra muhalefet ne kadar kötü bir şeydir . Allah celle celaluhu bir kulu için bir hâli murad etmiş ise kulun başka bir hâl için çalışması Allah’ın iradesine muhalefet değil midir ? ” dedi . Biz onun bu konuşmasından utandık . Sonra o bize baktı ve ” Eğer aşkın kendisini vurduğu kimsenin hastalığı için bir ilacı her hangi sağlıklı kimsede bulursanız , aşk hastalığına yakalanan kişi için o ilacı isteyiniz . Bu hastalıklar ise bedenin temizliği ve günahlara keffarettir . Ahireti hatırlatırlar . Aşkın kendisini vurduğu kimsenin hastalığı ise nefsin müşahedesi ve arzulara ittibadır ” dedi . Sonra o şu manaya gelen üç şiir okudu ; ” Benim ilacim Allah’ın elindedir . Ancak O , benim hastalığıma vakıftır . Ben arzulara tabî olarak nefsime zulmediyorum . Bir hastalığımı tedavi ettiğimde o hastalık benim tedavime galip gelmektedir . ”

61 ) Bir Allah dostu şöyle buyuruyor : Bir defasında benim üzerime kalp darlığı ve şiddetli korku galip geldi . Ben perişan bir vaziyette , bineksiz ve azıksız olarak Mekke’i Mükerreme’den yola çıktım . Üç gün boyu bu şekilde yemeden , içmeden yürüdüm , durdum . Dördüncü gün şiddetli susuzluktan dolayı helak olacağımdan endişe ettim . Çölde gölgesinde gölgeleneceğim bir ağaç yoktu . Ben kendimi Allah’a havale ettim ve kıbleye dönerek oturdum . Hafif bir uyku geldi . Rüyamda bir adam gördüm , bana elini uzatarak , ” Elini ver ” dedi . O benimle musafaha yaptı ve ” Sana müjdeler olsun ! Sen sağlık ve selamet içinde hac da yapacaksın , Kabri Şerifi de ziyaret edeceksin ” dedi . Ben , ” Allah sana merhamet etsin , sen kimsin ? ” dedim . O , ” Ben Hızır’ım ” dedi . Ben , ” Benim için dua ediniz ” dedim , o , “ Şu kelimeleri üç defa söyle ” buyurdu ;

” Ey kendi yaratıklarına şefkatli ! Ey yaratıklarının hâlini bilen ! Ey yaratıklarının hâcetlerinden haberdar olan Allah’ım ! Sen bana lütuf ve merhamet eyle . Ey Latîf ! Ey Alîm ! Ey Habîr ! ” Sonra , “ Bu bir hediyedir . Devamlı işe yarar . Sen ne zaman darda kalırsan , başına bir afet gelirse onları oku . Darlık gider ve afetten kurtulursun ” dedi ve kayboldu . Bana bir adam , “ Yâ Şeyh ! Yâ Şeyh ! ” diye seslendi . Ben onun sesinden do layı uykudan uyandım . Adam bir deveye binmişti . Bana , “ şu şekilde , şu vasıfta bir genci sen gördün mü ? ” dedi . ” Ben hiç kimseyi görmedim ” dedim . O , ” Bizim bir gencimiz evden ayrılalı yedi gün oldu . Biz onun hacca gitmekte olduğunu haber aldık ” dedi . Sonra o binekli kişi bana , ” Sen nereye gitmek istiyorsun ? ” dedi . Ben , ” Allahu Teâlâ nereye götürürse ” dedim . O devesini çöktürdü ve indi . Azık torbasından iki beyaz ekmek çıkardı . Arasına helva konulmuştu . Devenin üzerindeki su kırbasını indirdi ve bana verdi . Ben ondan su içtim ve ekmeğin birini yedim , o bana yetti . Sonra beni deveye bindirerek arka tarafına oturttu . Biz iki gece bir gündüz yol alarak kafileye ulaştık . Orada kafiledekiler den o gencin halini sordu . Anlaşıldı ki genç , o kafiledeydi . Beni orada bırakarak genci aramaya gitti . Kısa bir süre sonra genci yanına almış olarak yanıma geldi ve o gence , ” Evladım ! Bu adamın bereketiyle Allah celle celaluhu seni bulmamı bana kolaylaştırdı ” dedi . Ben her ikisini de yolculadıktan sonra kafile ile birlikte yola devam ettim . Sonra o adamla karşılaştım , bana katlanmış bir kağıt verdi ve elimi öpüp gitti . ( Kağıdı açıp ) baktım ki onda beş altın vardı . Onunla bir deve kiraladım ve yemek , içmekle ilgili tertibâtimi yaptım , hac ettim ve Medine’i Münev vere’de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Ravza’i Mutahharası’nı ziyaret ettim . Ondan sonra Hz . İbrahim Halilullah’ın mübarek kabrini ziyaret ettim . Herhangi bir darlık veya musibetle karşılaştığımda Hz . Hızır’ın söylediği duayı okudum . Ben onun fazileti ve bana olan ihsanını itiraf ediyorum ve bu nimetten dolayı Allahu Teâlâ’ya şükrediyorum .

62 ) Bir büyük zât Hz . Hızır aleyhisselam ile görüşmesiyle ilgili uzun bir kissa anlatmıştır . Kissanın sonunda Hz . Hızır aleyhisselam şöyle buyur muştur ; “ Ben sabah namazını Mekke’i Mükerreme’de kılıyorum , güneş doğana kadar Hatîm’de Rüknü Şâmi’ye yakın oturuyorum . Öğlen na mazını Medine’i Münevvere’de kiliyorum . İkindi namazını Beyt’ül Mak dis’te , akşam namazını Tür’i Sinâ üzerinde , yatsı namazını İskender Seddi üzerinde kiliyorum . ”

63 ) Bir Allah dostu şöyle buyuruyor : Ben bazı arkadaşlarımla birlikte Aden’den yola çıktım . Gece olunca ayağıma bir şey takıldı . Bu yüzden ben yürüyemedim , yalnız başıma denizin kenarında oturup kaldım . Gün boyu oruçluydum , yanımda yiyecek bir şeyim de yoktu . Bu hâl içinde uyumaya karar verdim . Bir anda önüme iki ekmek geldi . Birinin içinde kızarmış kuş eti vardı . Ben o kuş etini alıp bir kenara koydum . O anda karşıma elinde demirden bir topuz olan siyah bir Habeşli çıktı . Bana , ” Ey riyakâr ye ” dedi . Ben bir ekmek ve bir parça da kuş etinden yedim . Geri kalanı bir beze sararak başımın atına koydum ve uyudum . Gözümü açtığımda o bez aynı şekilde başımın altına duru yordu . Ancak içi boştu . Onda ne ekmek ne de kuş eti vardı .

64 ) Bir Allah dostu buyuruyor ki : Ben bir defasında bir cemaatle birlikte Mekke’i Mükerreme’de oturuyordum . Aramızda Haşimilerden bir büyük zât vardı . O kendinden geçip bayıldı . Ayıldığında , ” Benim gördüklerimi siz de gördünüz mü ? ” dedi . “ Biz hiçbir şey görmedik ” dedik . O , “ Ben meleklerin ihrama girmiş , tavaf ettiklerini gördüm . Onlara , < Siz kimsi niz ? > dedim . Onlar , < Biz melekleriz > dediler . Ben , < Sizin Allah’a olan sevginiz nasıldır ? > diye sordum . Onlar , < Bizim sevgimiz içtendir . Sizin sevginiz dıştandır dediler ” dedi .

65 ) Şeyh Ebû Süleyman Dârâni rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben bir sene yalnız başıma hac yapmaya ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Kabri Şerif’ini ziyaret etmeye niyet ettim . Ben yolda giderken Iraklı bir gençle karşılaştım . Kendisinde gençliğin hareketliliği ve heyecanı vardı . O da aynı şekilde sefere niyetlenmişti . Ancak o , kafile ile beraber giderken Kur’an – ı Kerim okuyor , kafile bir yerde konakladığı zaman namazla meşgul oluyordu . Gece boyu namaz kılıyor , gündüzleri de oruç tutuyordu . Bütün yolu bu şekilde kat etti . Nihayet biz Mekke’i Mükerreme’ye ulaştık . O genç benimle vedalaşırken ben ona , ” Evladım . Bütün yol boyunca gördüğüm bu mücahedeye seni sevk eden şey nedir ? ” dedim . Bunun üzerine şöyle dedi : “ Ebû Süleyman ! Ben rüyamda bir Cennet köşkü gördüm . Onun tamamı şu şekilde yapılmıştı : Bir tuğlası altından , bir tuğlası gümüştendi . Yukarıya kadar üst katlar da aynı şekil de yapılmıştı . Onun üzerindeki her iki burcun arasında birer huri vardı . Onlardaki güzellik ve cemâli ve onların yüzlerinin parlaklılığını hiç kimse görmemiştir . Onların zülüfleri önerine sarkmaktaydı . Onlardan biri beni görünce gülümsedi , onun dişlerinin parlaklığından Cennet aydınlandı . O bana , < Ey genç ! Allahu Teâlâ için mücahede etki , ben senin olayım . Sen de benim ol > dedi . Sonra gözlerim açıldı . İşte bu benim başımdan geçenlerdir … Artık benim son derece çalışmam gerekir . Çalışan kazanır … Senin bende gördüğün bu mücahede , o huriyle evlenmek içindir ” dedi . Ben ondan dua istedim , o da benim için dua etti ve gitti .

Ebû Süleyman diyor ki : O gittikten sonra ben kendi nefsime , ” Bir hûriyi talep uğrunda bu kadar çalışılabiliyorsa , o hûrinin Rabbini taleb için nasıl çalışmak gerekir ” dedim . ‘

66 ) Hz . Zünnûn’i Misrî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki : Ben Mekke’i Mükerreme’ye gitmek niyetiyle bir çölde yürüyordum . O kadar şiddetli susamıştım ki , gitmekten aciz kaldım . Yakındaki Beni Mahzûm adındaki bir kabileye gittim . Orada çok küçük yaşta , çok güzel bir kız çocuğu gördüm . O şiirlerle şarkı söylüyordu . Ben onun yaşını göz önünde bulundurarak çok şaşırmıştım . Çünkü onun yaşı bu şiirleri okumak için çok küçüktü . Ben ona , ” Sen böyle şarkı söylemeye utanmiyor musun ? ” dedim . Bana , ” Ey Zünnûn , sus ! Geceleyin bir bardak aşk şarabı içtim . O yüzden ben Mevlâ’mın aşkıyla sarhoşum ” dedi . Ben , “ Senin büyük hikmet sahibi olduğun anlaşılıyor . Bana biraz nasihat et ” dedim . Bana , ” Ey Zünnûn ! Susmaya devam et . Dünyada bir insanın hayatta kalabileceği kadar bir rızka kanaat et . Ta ki Cennet’te hiç sonu olmayan o yüce Zât’i görmen mümkün olsun ” dedi . Ben , “ Burada su var mı ? ” dedim . O , “ Sana suyun olduğu yeri söyleyeyim mi ? ” dedi . Ben onun bir kuyu , çeşme vs. gibi şeyleri göstereceğini düşündüm ve ” Söyle ” dedim . O şöyle dedi : “ Kıyamet günü su içenlerin üç derecesi vardır . Bir topluluk vardır ki , melekler onlara su içireceklerdir . Bunu Allahu Teâlâ şu şekilde beyan etmiştir : 

< Kendilerine kaynaktan ( doldurulmuş ) kadehler dolaştırılır . / Bembeyazdır , içenlere lezzet verir . ( Sâffât – 45,46 ) > İkinci topluluğa ( Cennet’in bekçisi ) Rıdvan içirecektir . Bunu Allah celle celaluhu şöyle beyan etmiştir :

< O şarabın katığı tesnimdir . / Bir çeşme ki , ondan Allah’ın yakın kulları içer . ( Mutaffifîn – 27,28 ) > Üçüncü topluluğa bizzat Allah celle celaluhu içirecektir . Bunu Allah celle celaluhu şöyle beyan etmiştir : …

< Rableri onlara tertemiz bir şarab içirir . ( Insan ( Dehr ) -21 ) > ” Sonra o kız çocuğu , ” Ey Zünnûn , sen sirrini dünyada kendi Mevlân’dan başka kimseye söyleme , ki Allahu Teâlâ ahirette sana kendisi su içirsin ” dedi .

Musannif diyor ki : Başlangıçta dört topluluk olacağı zikredilmişti . Ancak sonunda üç topluluk zikredildi . Herhalde dördüncü topluluğa küçük çocuklar içireceklerdir . Bu şu ayette beyan edilmiştir ;

” Etraflarında ebedi çocuk olarak kalacak hizmetçiler dolaşır . / Sürahilerle , ibriklerle , menbâ şarabından dolu kadehlerle … ( Vâkia – 17,18 ) ”

 67 ) Bir defasında Hz . Ömer radiyallahu anh’ın kapısında birkaç kişi toplanmıştı . Oradan bir cariye geçti . İnsanlar , “ Bu Emîr’ül Mü’minin Hz . Ömer radıyallahu anh’ın cariyesidir ” dediler . Hz . Ömer radıyallahu anh şöyle buyurdu ; ” Hayır , bu Emîr’ül Mü’minîn’in değildir nede ona helaldir . Bu Beyt’ül Mal’a aittir . Ona Beyt’ül Mal’dan sadece şunlar caizdir : Bir takım yazlık elbise , bir takım kışlık elbise bir de hac ve Umre yapabilecek kadar masraf . Fazla zengin ve fazla fakir olmayan orta halli bir adamın geçineceği kadar nafaka . ” Hz . Ömer radiyallahu anh’ın kölesi Eslem diyor ki : Bir defasında Hz . Ömer radiyallahu anh’ın taze balık yemek istediği anlaşıldı . Onun kölesi Yerfâ radıyallahu anh devesine binerek denizin kenarından balik satın alıp getirdi . Süratli gidiş – gelişten dolayı deve terlemişti . O dön düğünde devesini iyice yıkadı ki terli olduğu anlaşılmasın . Hz . Ömer radiyallahu anh , ” Hadi gidip senin devene bakalım ” dedi . Oraya gidince devenin kulağının altında yıkanmamış olan ter islaklığı buldu . Onu görünce , ” Bunu yıkamayı unutmuşsun ” dedi . ( Bir bakıma bu sözüyle devenin terini temizlemesinden dolayı onu kınamış oldu . ) Ondan sonra , ” Bir nefsani arzu için sen bu hayvanı azaba mübtelâ ettin . Vallahi Ömer bu balıktan asla tatmayacaktır ” dedi . Abdullah bin Amir radıyallahu anh diyor ki : Ben Hz . Ömer radıyallahu anh ile birlikte hacca gittim . Onun için ne otağ nede çadır kurulurdu . Bir ağacın altına bir örtü veya bir deri parçası atılır ve onun gölgesinde Hz . Ömer radıyallahu anh otururdu .

68 ) Hz . Fuzayl bin lyaz rahmetullahi aleyh meşhur bir Allah dostudur . Bir defasında Arafat meydanında bütün insanlar bol bol dua ediyorlar , o ise çok şiddetli bir şekilde ağlıyordu . Sanki bir kadının çocuğu ölmüş de ateşte yanıyormuş gibiydi . Akşam vakti yaklaşınca sakalını tutarak yüzünü göğe doğru kaldırdı ve “ Sen affetsen de yine de ben kendi kötü halime üzülüyorum ” dedi . ‘ İbni Arabî de Muhadarat adlı eserinde bu kıssayı nakletmiş ve şunu da eklemiştir : Mutarrif şu duayı yapıyordu ; “ Allah’ım ! Benim bu rada bulunmamdan dolayı bütün bu insanları mahrum eyleme . ” Bekr bin Abdullah şöyle diyordu ; ” Bu Arafat meydanı ne kadar şerefli makamdır . Orada hazır olanlar için ne kadar rizaya sebebtir . Ama benim varlığım burada olmasaydı … ”

69 ) Rebî bin Süleyman rahmetullahi aleyh ben hacca gidiyordum . Yanımda kardeşim ve bir topluluk vardı . Biz Kûfe’ye varınca ben sefer ihtiyaçlarini satın almak için pazarda geziyordum . Harabeye benzer bir yerde ölmüş bir katırın yattığını gördüm . Elbisesi eskimiş ve pörsümüş bir kadin , eline bıçağı almış , onun etini keserek bir zembile koyuyordu . Ben , “ Bu kadın murdar eti götürüyor . Buna asla sükût edilmemelidir . Bu bir aşçı kadındır . Bu eti pişirip insanlara yedirecek ” diye düşündüm . Gizlice onun beni göremeyeceği şekilde peşine takıldım . Kadın büyük bir mekana ulaştı . Mekânın kapısı da yüksekti . Kadın gidip kapıyı çaldı . İçerden , ” Kim ” diye bir ses geldi . O , “ Aç , ben kötü halli kadınım ” dedi . Kapı açıldı ve oradan dört tane kız çıktı . Onların yüzlerinden kötü hâl ve musibet eserleri zahir oluyordu . O kadın içeri gitti ve o zenbili o kızların önlerine koydu . Ben kapı kilidinin deliklerinden bakıyordum . Ben evin içerisinin berbad bir halde olduğunu gördüm . O kadın ağlayarak kızlara , “ Alin bunu pişirin ve Allah’a şükredin . Allahu Teâlâ’nın Kendi kulları üzerinde istediği gibi tasarruf hakkı vardır . İnsanların kalpleri ancak O’nun elindedir ” dedi . O kızlar , o eti keserek ateşin üzerinde pişirmeye başladılar . Ben çok sıkılmıştım . Ben dışarıdan , ” Ey Allah’ın kulu ! Allah aşkına onu yeme ! ” diye seslendim . O , ” Sen kimsin ? ” dedi . ” Bir yabancı adamım ” dedim . O , ” Ey yabancı , sen bizden ne istiyorsun ? ” dedi . Ben , ” Mecûsilerin bir fırkasından başka hiçbir mezhebte murdar eti yemek caiz de ğildir ” dedim . O , “ Biz nübüvvet neslinden şerif ( seyyid ) leriz . Bu kızların babaları çok şerefli bir insandı . O kendi gibi insanlarla onları nikahlamak istiyordu . Buna fırsat bulamadı ve vefat etti . Bıraktığı miras malı da tükendi . Biz mundar eti yemenin caiz olmadığını biliyoruz . Ancak mecburiyet durumunda caiz olmaktadır . Biz dört günden beri açız ” dedi . Rebî rahmetullahi aleyh diyor ki : Onun durumunu duyunca ben ağlamaya başladım . Ağlayarak ve kalbim huzursuz olarak oradan döndüm . Kardeşime gelip , “ Ben haccetme niyetinden vazgeçtim ” dedim . O bana çok nasihat etti , ” Hacı hacdan dönerken üzerinde hiçbir günahi kalmaz ” vs. gibi şeylerle haccın faziletlerini söyledi . Ben , ” Uzun uzun konuşmayı bırak ” dedim ve böyle dedikten sonra elbisemi , ihram bezlerimi ve yanımda bulunan eşyalarımı aldım . Üzerimde nakit olarak 680 dirhem vardı , onu da aldım . Onun yüz dirhemiyle un aldım , yüz dirhemiyle de elbise aldım . Diğer kalan dirhemleri unun içine gizleyerek o ihtiyar kadının evine ulaştırdım . Bütün bu eşyaları , unu vesaireyi ona verdim . O kadın Allah’a şükretti ve ” Ey Ibni Süleyman , git . Allah celle celaluhu senin önceki ve sonraki günahlarını affetsin , sana hac sevabı versin , Cennet’inde sana yer versin . Sana bunun karşılığını versin ” dedi . En büyük kız , “ Allah celle celaluhu senin ecrini kat kat versin . Senin günahını affetsin ” dedi . Ikinci kız , “ Allah celle celaluhu sana , bize harcadık larının iki katını versin ” dedi . Üçüncüsü , ” Allahu Teâlâ seni bizim dedemizle beraber haşretsin ” dedi . Dördüncüsü en küçükleriydi . O da şöyle dedi ; ” Allah’ım ! Bize ihsan edene , Sen en güzel şekilde karşılığini acele ver ve onun gelmiş ve gelecek günahlarını affeyle ” dedi . Rebî diyor ki : Hacıların kâfilesi hareket etti ve ben mecburen Kûfe’de kaldım . Onlar hacc yapıp geri döndüler . Ben , ” Hacıları karşılayayım . Onlara kendim için dua ettireyim . Birinin makbul duası bana da isabet eder ” diye düşündüm . Bir hacı kafilesi gözüme ilişince hacdan mahrum olduğum için çok üzüldüm . Üzüntümden dolayı göz yaşlarım akmaya başladı . Ben onlarla görüştüğümde , “ Allah celle celaluhu sizin haccınızı kabul etsin . Sizin yaptığınız masrafların bedelini nasib etsin ” dedim . Onlardan biri , “ Bu nasıl dua ? ” dedi . Ben , ” Bu dua kapıya kadar gelip de mahrum olanın duasıdır ” dedim . O , “ Hayret ! Şimdi ora ya gittiğini inkar ediyorsun . Sen bizimle beraber Arafat meydanında değil miydin ? Sen bizimle beraber şeytan taşlamada yok muydun ? Sen bizimle beraber tavaf yapmadın mı ? ” dedi . Ben kendi kendime , ” Bu Allah’ın lütfudur ” diye düşünmeye başladım . Bu esnada benim şehrimin hac kafilesi geldi . Ben onlara , “ Allahu Teâlâ sa’yinizi meşkur , haccınızı makbul eylesin ” dedim . Onlar da aynı şeyi söylüyorlardı : ” Sen Arafat’ta bizimle beraber değil miydin ? Şeytan taşlamamış mıydın ? Şimdi inkar ediyorsun . ” Onlardan biri ileri atıldı ve “ Kardeşim şimdi sen niye inkar ediyorsun , ne oldu ? Sen bizimle beraber Mekke’de değil miydin veya Medine’de değil miydin ? Biz Kabr’i Şerif’i ziyaret edip Bâb’ı Cibril’den dışarı çıkarken büyük bir izdiham olduğundan dolayı sen bu torbayı bana emanet olarak bırakmıştın . Onun mühründe şöyle yazıyordu ; Kim bizimle muamele yaparsa kazanır . Senin bu torbanı geri veriyorum ” dedi . Rebî rahmetullahi aleyh diyor ki : Vallahi ben bu torbayı bundan önce asla görmedim . Onu alarak eve döndüm , yatsı namazını kıldım , kendi tesbihat vazifelerimi tamamladım . Sonra , ” Acaba bu nasıl bir olaydır ” diye düşünmekten uyuyamadım . Bu hâl içindeyken gözlerim kapandı . Rüyamda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i gördüm . Ona selam verdim ve elini öptüm . Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem tebessüm ederek selamima cevab verdi ve şöyle buyurdu : ” Ey Rebî ! Biz senin hac yaptığına dâir ne kadar delil getireceğiz . Sen hiç kabul etmiyorsun . Dinle ! Mesele şudur ; Sen benim evladımdan olan bir kadına sadaka verince ve kendi yol azığını feda edip kendi haccını erteleyince ben bunun en güzel karşılığını sana ihsan etmesi için Allahu Teâlâ’ya dua ettim . Allahu Teâlâ bir meleği senin sûretine sokarak ona kıyamete kadar her sene senin adına hac yapmasını emretti . Dünyada da altı yüz dirhem ( gümüş ) karşılığında altı yüz dinar ( altın ) ihsan etti . Gözün aydın olsun ” dedi ve daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de aynı lafızları buyurdu ; ” Kim bizimle muamele yaparsa kazanır . ” Ben uykudan uyandığımda o torbayı açtım , onda altıyüz altın vardı . ”

70 ) Seyyid Semhûdi rahmetullahi aleyh Cevahir adlı eserde buna benzer şöyle bir kıssa yazmıştır : Hz . Abdullah ibni Mübarek rahmetullahi aleyn’in âdetlerinden biri de şöyleydi ; O bir sene hacceder , bir sene cihada ka tılırdı . Buyuruyor ki : Benim hacca gideceğim sene 500 altın alıp hac yapmak üzere hareket ettim . Deve satın almak için Kûfe’deki deve satılan yere vardım . Oraya varınca çöplükte ölmüş bir kaz gördüm . Bir kadın onun yanına oturmuş kanatlarını yoluyordu . Onun yanına gittim ve “ Ne yapiyorsun ? ” dedim . O , “ Seni ilgilendirmeyen bir konuyu araştirmana ne gerek var ? ” dedi . Ben onun bu cevabı üzerine biraz düşündüm ve sorumda israr ettim . O , “ Senin bu israrın beni halimi açmaya mecbur etti . Ben seyyidlerdenim . Dört tane kızım var , babaları vefat etti . Biz dört günden beri hiçbir şey tatmadık . Bu durumda ölü eti yemek helaldir . Bu kazı götürüp kızlarıma yedireceğim ” dedi . İbni Mübarek rahmetullahi aleyh diyor ki : Ben kendi kendime pişmanlık duydum ve kadına , ” Kucağını aç ” dedim . O kucağını açtı , kucağına 500 altını koydum . O başını eğerek oturdu . Altınları verdikten sonra eve doğru yürüdüm . Hac niyetinden vazgeçtim ve evime döndüm . Hacılar hacdan dönünce onlarla görüştüm . Kiminle görüştüysem , “ Allahu Teâlâ haccınızı kabul etsin ” diyordum . O kişi de , “ Allahu Teâlâ sizin de haccınızı kabul etsin ” diyordu . Ben bir şey söylediğim zaman , “ Evet , evet falan yerde seninle görüştüğümüzde … ” diyerek söze devam ediyordu . Ben bu olay nedir diye çok büyük bir şaşkınlık içindeydim . Geceleyin rüyamda Rasûlullah sallallahu aleyhi veselem’i gördüm . Buyurdu ki ; ” Abdullah ! Bunda şaşılacak bir şey yoktur . Sen benim evladlarımdan bir musibetzedeye yardım ettin . Ben de Allahu Teâlâ’ya senin adına bir melek tayin etmesini ve o meleğin kıyamete kadar senin adına hac yapması için dua ettim . Artık sen hac yapıp yapmamakta serbestsin . ”


Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de