HIKÂYÂT-ÜS SAHÂBE
ON İKİNCİ BÖLÜM
SAHÂBE-İ KİRÂM’IN RASÛLULLAH (S.A.V.)’E KARŞI SEVGİLERİNDEN ÖRNEKLER
Gerçi buraya kadar anlatılan bütün olaylar Peygamber sevgisinin hayret veren örnekleriydi. Ancak bu sevgi onların fedakarca yaşantılarının sebebiydi. Onun uğruna ne canlarına aldırıyorlar, ne yaşamayı arzuluyorlar ne de mallarını düşünüyorlardı. Onlarda ne eziyet korkusu ne de can korkusu vardı. Bununla beraber bilinmeli ki, sevgi ve muhabbet lafla anlatılacak bir şey değildir. O kelimelerin ve ifadelerin ötesindeki bir haldir. Sevgi öyle bir şeydir ki, kalbe yerleştiği zaman sevileni her şeyin üstünde tutar. Artık sevdiği kimsenin yanında ne şahsiyeti, ne haysiyeti, ne izzeti ne de şerafeti bir değer taşımaz. Allahu Teâlâ kendi lütfu ve sevgili Habibinin hürmetine bize kendi sevgisini ve Rasûlunün sevgisini nasip etsin. Öyle olursa her ibadette lezzet ve din uğrundaki her sıkıntıda huzur olacaktır.
1. HZ. EBÛ BEKR (R.A.)’IN İSLAM’A GİRDİĞİNİ İLAN ETMESİ VE EZİYETE UĞRAMASI
Islam’ın ilk devirlerinde kim müslüman olursa mümkün olduğu kadar Islam’ını gizlerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de kafirlerden onlara bir eziyet ulaşmasın diye Islam’ı gizlemelerini tavsiye ederdi. Müslümanların sayısı otuz dokuza ulaşınca Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh Islam’ı açıklamak ve âşikare tebliğ yapmak için izin istedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ilk önce kabul etmedi, ama Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh’ın israrı üzerine kabul etti. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh diğer bütün müslümanları da yanına alarak Kâbe’ye gitti. Islam’ı tebliğ eden bir hutbe okumaya başladı. Bu hutbe İslam’da okunan ilk hutbedir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in amcası ve şehidlerin efendisi Hz. Hamza radıyallahu anh O gün Islam’a girmiştir. Ondan üç gün sonra Hz. Ömer radıyallahu anh Islam ile şereflenmiştir.
Hutbe başlamıştı ki, kafirler ve müşrikler dört bir taraftan müslümanların üzerine saldırdılar. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh’ın büyüklük ve şerefi Mekke-i Mükerreme’de herkes tarafından kabul edilmesine rağmen onu da o kadar dövdüler ki, mübarek yüzünün tamamı kan içinde kaldı. Ağzı, burnu kana bulandığından tanınamıyordu. Tekmelerle, ayakkabılarla vurmuşlar ve ayaklarının altında çiğnemişler, yapılamayacak her eziyeti yapmışlardı. Hz. Ebû Bekr radiyallahu anh bayılmıştı. Kabilesi Teym Öğulları bunu duyunca onu oradan kaldırıp götürdaler. Kimse Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh’ın bu vahşice saldırıdan kurtulacağını tahmin etmiyordu.
Beni Teym Kabilesi Mescid-i Haram’a gelerek, “Eğer Ebû Bekr bu olaydan dolayı vefat ederse biz onun karşılığında Utbe bin Rebia’yı öldüreceğiz” diye ilan ettiler. Çünkü Utbe, Hz. Ebu Bekri döverken çok fazla alçaklık göstermişti. Hz Ebu Bekr akşama kadar baygın kaldı. Konuşturulmaya çalışılmasına rağmen ne konuşabilmiş ne de ağzından bir söz çıkmıştı. Akşam üstü kendisine seslenildigin de konuşmuştu. lik söylediği söz “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ ne durumda? demesiydi. Etrafındakiler onu kınayarak Onunla beraber olduğundan basına bu musibet geldi. Gün boyunca ölümle burun buruna gelmişken bir kere konustun,oda Peygamber arzusu ve O’nun adından (başka bir şey değil)” dediler. Bundan hoşlanmadıklarından “Artık cana geldi, konuşabiliyor” diye kalkıp gittiler. Giderkeen annesi Ümmü Hayr’a “O’na yemek, içmek için bir şeyler hazırla” dediler. O da bir şeyler hazırlayıp getirdi ve yemesi için ısrar etti. Fakat Ebû Bekr radıyallahu anh’dan gelen ses yine aynıydı, “Rasûlullah’ın durumu nasıl? Onun başına bir sey geldi mi?” Annesi “O’nun ne halde olduğunu ben bilmiyorum” dedi. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh “(Ömer’in kız kardeşi) Ümmü Cemil’in yanına git. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in nasıl olduğunu sor” dedi. Zavallı annesi oğlunun bu mazlum durumunda ve bitkin halindeki ricasını yerine getirmek için Ümmü Cemil’in yanına giderek Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in halini sordu. Müslümanlar arasındaki. yaygın olan davranışa göre o da imanını o ana kadar gizliyordu. Şöyle cevap verdi: “Ben ne bileyim Muhammed kim, Ebû Bekr kim? Senin oğlunun halini duyunca çok üzüldüm. Eğer sen istersen gidip onun halini bir göreyim” dedi. Ümmü Hayr kabul etti. Ümmü Cemil radıyallahu anha onunla beraber gitti ve Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh’ın halini görünce dayanamadı. “Zalimler seni ne hale getirmişler, Allah onların cezasını versin” diye hıçkırarak ağlamaya başladı. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh tekrar, “Peygamberin durumu nasıldır?” diye sorunca, Ümmü Cemil onun annesine işaret ederek “O dinliyor” dedi. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh “Annemden endişe etme” deyince, Ümmü Cemil Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in tamamen sıhhat, afiyet ve selamette olduğunu söyledi. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh “Şimdi nerede?” diye sordu. “Erkam’ın evinde oturuyor” dedi. Ebû Bekr radıyallahu anh “Allah’a yemin olsun ki, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i ziyaret etmeden ne yiyeceğim ne de içeceğim.” dedi. Annesi ise onun bir şey yiyip içmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Ama oğlu “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i görmeden ne yiyeceğim ne de içeceğim diye yemin etmişti. Bu yüzden annesi halkın gelip gitmesinin kesilmesini bekledi. Olur ki, biri görür de eziyet edebilirdi. Geçenin büyük bir bölümü geçince Hz. Ebu Bekr’i alarak Erkam’ın evine, Rasûlullah’ın huzuruna vardı. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh Rasalullah sallallahu aleyhi vesellem’e sarıldı. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de ona sarılıp ağladı ve müslümanların hepsi de ağlamaya başladılar. Çünkü Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh’ın durumu dayanılacak gibi değildi. Ondan sonra Ebů Bekr radıyallahu anh “Bu benim annemdir, bunun hidayete kavuşması için dua buyurunuz, bir de ona Islam’ı tebliğ ediniz” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem önce dua etti, sonra onu Islam’a girmesi için teşvik etti. O da Islam’a giriverdi.’
IZAH: Bolluk, servet, neşe ve rahatlık zamanlarında muhabbet davasına kalkışan yüzlerce kimse bulunur. Gerçek muhabbet ve aşk ise musibet ve acı zamanlarında devam edendir.
2. HZ. ÖMER (R.A.)’IN PEYGAMBER (S.A.V.)’IN VEFATINA ÜZÜLMESİ
Dillere destan olan gücü, cesareti, yiğitliği ve kahramanlığı bugün 1350 sene sonra bile şöhret bulan, Islam’a girdikten sonra Islam’ını gizli tutmaya dayanamayan, müslüman olması sayesinde Islam açıkça yaşanmaya başlanan Hz. Ömer radıyallahu anh’ın bu kahramanlığına rağmen Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e olan olağanüstü sevgisinin en ufak bir neticesi olarak onun vefatına tahammül edememişti. Müthiş bir şekilde kendinden geçip, perişan bir halde kılıcını çekerek “Kim <Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem vefat etti> derse, onun boynunu uçuracağım. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Musa aleyhisselam’ın Tür Dağı’na gittiği gibi Rabbinin yanına gitmiştir. En yakın zamanda geri dönecek ve vefat ettiğine dair yalan haberler uyduranların elini ayağını kesecek” diyordu. Hz. Osman radıyallahu anh tamamen suskun bir halde idi. Ertesi güne kadar hiç sesi çıkmamıştı. Geziyor, dolaşıyor fakat konuşamıyordu. Hz. Ali radıyallahu anh ise sessizce çöküp kalmıştı. Vücudu hareket edemez hale gelmişti. Ancak Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh öyle bir zatti ki, o vaktin dağ gibi acısına dayanabilmişti. Bundan önceki bahiste geçen sevgisine rağmen son derece sükûnet içinde gelerek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek alnından öptü. Sonra dışarı çıkıp, Hz. Ömer radıyallahu anh’a “Otur yerine” dedi. Ondan sonra bir hutbe okudu. Hutbenin özeti şöyleydi: “Kim Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e tapıyorsa, bilsin ki O vefat etmiştir. Fakat kim Alah’a ibadet ediyorsa bilsin ki Allah diridir ve ebedi kalıcıdır.” Ondan sonra Kur’an-ı Kerim’den şu ayeti okudu: …
“Muhammed ancak bir peygamberdir.Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse Allah’a hiç bir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükafatlandıracaktır.” (Al-i Imran-144)
IZAH: Allahu Teala Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh’a halifelik görevi vereceğinden onun davranışı halifeliğin şânına yakışır bir şekildeydi. Bundan dolayı o vakit Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh’da olan tahammül ve sebat hiç kimsede yoktu. Bununla beraber defin, miras, vs. ile ilgili meseleleri o vaktin durumuna uygun olarak Hz. Ebû Bekr’in bildiği kadar genel olarak hiç kimse bilmiyordu. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke-i Mükerreme’ye mi, Medine-i Münevvere’ye mi, yoksa Beytü-l Makdis’e mi defnedilmesi hakkında görüş farklılığı olunca, Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh buyurdu ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den işittim ki; “Bir Peygamber’in kabri vefat ettiği yerde olur” bu bakımdan nerede vefat ettiyse oraya kabir kazılsın. Yine Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh buyurd ki: Ben Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem’den işittim, “Biz (Peygamberlerin) hicbir mirasçısı olmaz. Bizim bıraktıklarımız sadakadır.” Yine buyurdu ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şöyle işittim; “Kim müslümanların idaresi için basa gecerde, sorumsuzca, ihmalkar davranarak bir başkasını emir tayin ederse ona lanet olsun.” Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Bu iş (yani hilafet) Kureyş’e aittir.” vs.
3. BİR KADININ PEYGAMBER (S.A.V.)’İN HALİNİ ÖĞRENEBİLMEK İÇİN SABIRSIZLANMASI
Uhud Savaşında müslümanlar hem çok acı çekmişler hem de çok şehid vermişlerdi. Bu ürpertici haber Medine-i Münevvere’ye ulaşınca kadınlar durumu araştırmak için evlerinden dışarı çıktılar. Ensardan bir kadın, bir topluluğu görünce dayanamayarak “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem nasıl?” dedi. O topluluktan biri “Senin baban vefat etti” dedi. O “İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn” dedi. Sonra sabırsızlıkla Peygamber’in sıhhatini sordu. O esnada topluluktan biri kocasının öldüğünü, biri oğlunun, biri de kardeşinin şehid olduklarını haber verdi. Fakat o buna rağmen “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem nasıl?” diye soruyordu. Halk “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem iyidir, geliyor” dediler. O bundan mutmain olmadı. “Bana söyleyin O nerede?” dedi. Halk işaret ederek “Şu topluluğun arasında” dediler. O koşarak gidip Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i görmekle gönlünü rahatlattı ve “Ey Allah’ın Rasûlu, seni gördükten sonra her musibet basit ve önemsizdir” dedi. Bir rivayete göre Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in elbisesinden tutarak “Anam, babam sana feda olsun Ya Rasûlallah. Sen sağ ve selamette olduktan sonra artık kimsenin ölmesine aldırmıyorum” dedi.
İZAH: Bu savaşta buna benzer bir çok olaylar meydana gelmiştir. Bundan dolayı tarihçiler arasında bu kadınların isimleri hakkında görüş farklılığı olmuştur. Ancak doğru olan şudur ki: Bu tip olaylar bir çok kadının başından geçmiştir.
4. HUDEYBİYE’DE HZ. EBÛ BEKR (R.A.), HZ. MUĞİRE (R.A.) VE SAHÂBELERİN DAVRANIŞLARI
Meşhur Hudeybiye vâkıası Hicretin 6. yılının Zilkade ayında meydana gelmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Sahâbe-i Kirâm’dan büyük bir toplulukla yola çıkmıştı. Mekkeli kafirlere bu haber ulaşınca aralarında görüşme yapıp “Müslümanların Mekke’ye gelmelerini engellemeli” diye karara vardılar. Bunun için büyük çapta bir hazırlık yaptılar ve Mekke’nin dışında oturan kabileleri de kendilerine katılmaya çağırdılar. Böylece büyük bir kalabalıkla savaşa hazırlandılar. Rasalullah sallallahu aleyhi vesellem Zülhuleyfe’de iken haber getirmesi için birini gönderdi. O Mekke’nin durumunu araştırıp Usfân denilen yerde Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile buluştu ve “Mekke’liler savaş için büyük çapta hazırlık yapmışlar, dışardan da kendilerine yardım için adamlar çağırmışlar” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem. “Şu an ne yapmak gerekir” diye Sahâbe-i Kirâm’ın görüşlerini sordu ve: “Bir yol şudur, dışarıdan Mekke’lilere yardım için giden kimselerin evlerine baskın yapalım, böylece onlar bunu duyunca Mekke’den geri dönerler. Diğer bir yolu da, doğruca Mekke’ye gitmemizdir” buyurdu. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh “Ya Rasûlallah, bu sefer siz Beytullah’a gitmek niyeti ile yola çıktınız, savaşmak niyetiyle değil. Öyleyse ilerleyelim. Onlar bize mani olurlarsa savaşırız, yoksa değil.” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu teklifi kabul etti ve ilerledi. Hudeybiye’ye varınca Büdeyl bin Varkâ Huzaî bir toplulukla birlikte gelerek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e “Kafirler sizi asla Mekke’ye sokmayacaklar. Onlar savaşmaya kararlılar” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Biz savaşmaya gelmedik, bizim maksadımız sadece Umre yapmaktır. Durmadan savaşmak Kureyşe çok zarar vermiş ve onları tamamen helâk etmiştir. Eğer onlar isterlerse ben onlarla anlaşma yapmaya hazırım. Benimle onlar arasında şöyle bir anlaşma olması gerekir: Onlar bize saldırmayacak, biz de onlara saldırmayacağız. Bizi başkalarıyla uğraşmak için baş başa bıraksınlar. Eğer bunlardan birine razı olmazlarsa canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Islam galip gelinceye ya da başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşacağım” buyurdu. Büdeyl “Peki, ben sizin teklifinizi onlara ulaştıracağım” dedi ve döndü. Haberi ulaştırdı, ama kafirler buna razı olmadılar. Bu şekilde her iki taraftan gidip gelmeler devam etti. Bir defasında kafirler adına Urve bin Mes’ud Sakâfi geldi, o vakte kadar henüz müslüman olmamıştı. Sonradan müslüman oldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Büdeyl ile konuştuklarını ona da söyledi. Urve “Ey Muhammed. Eğer sen bütün Arapları yok etmek istiyorsan bu mümkün değildir. Senden önce Arapları tamamen yok eden birinin geçtiğini hiç duydun mu? Eğer ikinci bir durum olur da onlar sana galip gelirlerse iyi bil ki, senin etrafında olan kimseleri şerefli bir topluluk olarak görmüyorum. Seninle beraber olanlar kıyıdan köşeden toplanan basit insanlardır. Bir musibet gelince hepsi kaçacaklardır.” dedi. Hz.Ebu Bekr radıyallahu anh orada ayakta duruyordu. Onun bu sözünü duyunca çok öfkelendi ve onun putu olan “Lat” hakkında ağır bir söz söyledi ve “Biz Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’i yalnız bırakıp kaçmayacağız” dedi. Urve “Bu kimdir?” diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ebû Bekr’dir” dedi. O Hz. Eba Bekr radıyallahu anh’a hitap ederek “Senin bana eski bir iyiliğin var. Ben sana onun karşılığını veremedim. 0 olmasaydı bu hakaretinin cevabını verirdim” dedi ve tekrar Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile konuşmaya başladı.
Arapların meşhur olan âdetine göre, Urve konuşurken elini Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek sakalına doğru uzatıyordu (Çünkü birinin gönlünü almak için sakalına el sürerek konuşulurdu). Sahâbe-i Kirâm buna nasıl dayanabilirlerdi? Urve’nin yeğeni Muğire bin Şu’be radıyallahu anh başına miğfer giymiş ve silahlanmış bir vaziyette orada duruyordu. “Elini oradan çek” diver kılıcının kabzası ile Urv’nin eline vurdu. Urve “Bu kimdir?” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Muğire” dedi. Urve “Ey gaddar, hala senin gaddarlığının cezasını çekiyorum. Sen ise bana. öyle davranıyorsun (Hz. Muğire bin Su’be radıyallahu anh müslüman olmadan önce birkaç kafiri öldürmüştü. Onun diyetini tazminatını Urve ödemişti. Bu sözüyle o meseleye işaret ediyordu). Kısaca Urve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile uzun uzun konuştu. Konuşma esnasında göz ucuyla Sahâbe-i Kirâm’ın durumunu da ölçüyordu. Nitekim geriye dönünce kafirlere “Ey Kureyş, ben çok büyük padişahların yanına gittim. Kayser, Kisra ve Necaşi’nin meclislerini ve onların edep ve davranışlarını da gördüm. Allah’a yemin olsun ki, ben hiçbir padişaha etrafındaki topluluğun Muhammed’in arkadaşlarının ona hürmet gösterdikleri gibi hürmet ettiklerini görmedim. Eğer o tükürse de birinin eline değse o hemen vücuduna ve yüzüne sürüyor. Muhammed’in ağzından bir söz çıkınca onu hemen yerine getirmek için hepsi birden koşuyorlar. Onun abdest suyunu aralarında mücadele ederek bölüşüyorlar, yere düşürmüyorlar. Eğer biri bir damla bulamamışsa, elini başkasının islak olan eline, dokundurup yüzüne sürüyor. Onun yanında çok alçak sesle konuşuyorlar, yüksek sesle konuşmuyorlar. Saygılarından dolayı gözlerini kaldırıp ona bakmıyorlar. Saçından veya sakalından bir kıl düşse onu bereketli görerek alıyorlar, ona saygı ve hürmet gösteriyorlar. Kısacası ben Muhammed’in arkadaşlarının ona gösterdikleri sevgiyi hiçbir topluluğun başındaki reisine gösterdiğini görmedim.
Bu esnada Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Osman radıyallahu anhı kendi adına elçi olarak Mekke’nin ileri gelenlerine gönderdi. Hz. Osman müslüman olmasına rağmen Mekke’de kendisine çok saygı duyulurdu. Bu bakımdan ona bir kötülük yapılacağından fazla endişe edilmiyordu. İşte bu yüzden Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu seçmisti. O gidince Sahâbe-i Kiram “Osman şimdi Kâbe’yi tavaf ediyordur” diye imrendiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ben olmadan O’nun tavaf yapacağını sanmıyorum” buyurdu.
Nitekim Hz. Osman radıyallahu anh Mekke’ye girince Ebân bin Said onu himayesine aldı ve “Dilediğin yere git dolaş, kimse sana mani olamaz” dedi. Hz. Osman radıyallahu anh, Ebû Süfyan ve Mekke’nin ileri gelenleri ile görüşüyor ve Rasalullah sallallahu aleyhi vesellem’in fermanını ulaştırıyordu. Geri döneceği zaman kafirler “Sen Mekke’ye gelmişken tavaf yap ta git” diye teklif ettiler. Hz. Osman “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem tavaftan engellenmişken, ben tavaf yapamam” dedi. Kureyşliler Hz. Osman radıyallahu anh’ın bu cevabına sinirlenerek onun dönmesine mani oldular. Müslümanlara onun şehid edildiği şeklinde haber ulaşınca Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Sahâbe-i Kirâm’dan kafirlerle sonuna kadar savaşacaklarına dair biat (söz) aldı. Bu haber kafirlere ulaşınca dehşete kapıldılar ve Hz. Osman radıyallahu anh’ı hemen serbest biraktılar.
İZAH: Bu olayda Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh’ın Urve’ye söylediği söz, Hz. Muğire radıyallahu anh’ın Urve’nin eline vurması, Urve’nin dikkatle gözetlediği Sahâbe-i Kirâm’ın her zaman ki davranışları ve Hz. Osman radıyallahu anh’ın tavaf etmeyi kabul etmemesi, kısaca bu olayların her biri Rasûlullah’a karşı duyulan sonsuz aşk ve sevgiyi bildirmektedir. Bu hadiste adı geçen söz alma olayına “Bey’at-üş Şecere” denilir. Kur’an-ı Kerim’de de bu hadise zikredilmiştir. Allahu Teâlâ Fetih suresinin on sekizinci ayetinde bunu anlatmıştır. Ayetin tamamı, meali ile birlikte yakında (son bölümde) gelecektir.
5. HZ. İBN-İ ZÜBEYR (R.A.)’IN KAN İÇMESİ
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir defa kan aldırdı. Çıkan kanları bir yere gömsün diye Hz. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh’a verdi. Hz. İbn-i Zübeyr gitti, geri gelince “Gömdüm” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Nereye gömdün” buyurdu. O “Ben onu içtim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Kimin vücuduna benim kanım karışırsa ona Cehennem ateşi dokunamaz, fakat insanlar senden, sen de insanlardan zarar göreceksin” dedi.
İZAH: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vücudunun dışarı attığı her şey temizdir. O halde bunda bir tereddüt yoktur.
Alimler, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in “Zarar” sözünden idare ve saltanat kastedildiğini yazmışlardır. Şöyle ki yakında makam ve mevki devri gelecek, halk onu elde etmek için birbirine gireceklerdir. Nitekim Abdullah Ibn-i Zubeyr radıyallahu anh doğduğu zaman bile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Bu Çocuk elbiseler giymiş kurtlar arasındaki bir koç gibidir” buyurmuştur. Nihayet Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anh hem Yezid hem de Abdulmelik bin Mervan’la meşhur olan savaşı yapmış ve sonunda şehid düşmüştür.
6. HZ. . EBU UBEYDE (R.A.)’IN KAN İÇMESİ
Uhud Savaşında Rasûlullah sallallahu aleyhí vesellem’in mübarek yüzüne veya başına miğferinin iki halkası batmıştı. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh koşarak geldi. Diğer taraftan da Hz. Ebu Ubeyde radıyallahu anh koşarak geldi ve miğferin halkasını dişiyle çekmeye başladı. Halkanın birini çıkardı. Bu yüzden bir dişi kırıldı. Buna aldırış etmedi. Diğer halkayı çıkarırken ikinci dişi de kırıldı. Ama halkayı da çıkartmış oldu. Halkaların çıkmasından sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek yüzünden kan akmaya başlamıştı. Bunun üzerine Hz Ebû Said Hudri radıyallahu anh’ın babası Málik bin Sinan radıyallahu anh kendi ağzıyla o kanı emmiş ve yutmuştu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki “Benim kanım kimin kanına karışmışsa ona Cehennem ateşi dokunamaz
7. HZ. ZEYD BİN HARİSE (R.A.)’IN BABASINI REDDETMESİ
Hz. Zeyd bin Harise radıyallahu anh cahiliyet devrinde annesiyle birlikte annanesine gidiyordu. Yolda Beni Kays Kabilesi, kervanı yağmaladı. Aralarında Zeyd de vardı. O’nu götürerek Mekke’deki pazarda sattılar. Hakîm bin Hizam onu kendi halası Hz. Hatice radıyallahu anha için satın aldı. Hz. Hatice radıyallahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evlenince onu Rasûlullah sallallahu alevhi vesellem’e hediye etti.
Zeyd’in babası onun ayrılığına çok üzülüyordu. Elbette üzülecekti. Çünkü evlat sevgisi yaratılıştan olan şeydi. O, Zeyd’in ayrılığına ağlar ve şiirler söyleyerek dolaşır dururdu. Sık sık okuduğu şiirlerin kısaca manası şöyledir: “Ben Zeyd’in ayrılığına ağlıyorum. Yaşadığını bilmiyorum ki, onu ümit edeyim. Yoksa ölüm onu yok mu etti. Allah’a yemin olsun ki, ey Zeyd. Bilmiyorum ki, seni yumuşak toprak mı helak etti? Yoksa bir dağ mı helak etti? Ne olaydı bir bilseydim, ömrüm boyunca geri dönecek misin yoksa dönmeyecek misin? Bütün dünyada benim en büyük arzum senin geri dönmendir. Güneşin her doğuşunda Zeyd’i hatırlıyorum. Yağmur yağacağı zaman da Zeyd’in hatırası bana istırap veriyor. Rüzgarlar esince onun hasretini coşturuyorlar. Ah benim üzüntüm, kederim ne kadar uzadı. Ben onu aramak için süratli giden develeri kullanacağım. Bütün dünyayı dolaşmaktan usanmayacağım. Develer yürümekten usansalar da ben asla usanmayacağım. Bütün ömrümü bu uğurda harcayacağım. Ancak ölümüm gelirse tamam. Insanlar ne kadar hayaller kurarsa kursun, ölüm her şeyi yok edendir. Fakat ben öldükten sonra falanca akrabalarıma ve çoluk-çocuğuma vasiyet edeceğim ki, onlar da Zeyd’i arayıp dursunlar.”
Kısaca Zeyd’in babası bu şiirleri söyler ve ağlaya ağlaya Zeyd’i aramak için dolaşıp dururdu. Allah’ın hikmeti, onun kabilesinden birkaç kişi Hacca gitmişlerdi. (Mekke’de) Zeyd’i görmüş, tanımışlardı. Babasının halini ona anlatmışlar ve söylediği şiirleri okumuşlardı. Onun hatırasını ve ayrılık destanını söylemişlerdi. Hz. Zeyd radıyallahu anh üç satır şiir yazarak onların eline verip gönderdi. Onların anlamı şöyleydi:
“(Babacığım) Ben burada, Mekke’deyim
Rahatım, sen üzülüp de kederlenme
Çok merhametli insanlara köleyim.
O adamlar Zeyd’in hayırlı haberlerini babasına anlattılar. Zeyd’in yazıp gönderdiği şiiri de okudular ve Zeyd’in yerini söylediler. Zeyd’in babası ve amcası fidye parasını alarak onu kölelikten kurtarmak niyetiyle Mekke’i Mükerreme’ye vardılar. Sorup araştırdılar. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna ulaştılar ve şöyle dediler: “Ey Haşim oğulları ve kendi kavminin efendileri! Sizler Harem’i Şerif’in etrafında yaşıyorsunuz. Allah’ın evi (Kâbe)’nin komşularısınız. Siz bizzat köleler azat ediyor, açları yediriyorsunuz. Biz size, oğlumuzu istemek için geldik. Bize ihsan ediniz. Fidyemizi kabul edip onu serbest bırakınız. Hatta fidyesinden daha fazla alınız.” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Ne oldu, niye geldiniz?” buyurdu. Onlar “Zeyd’i istemeye geldik” dediler. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Meseleniz sadece bu kadar mı?” buyurdu. Onlar “Evet efendim, isteğimiz bundan ibaret” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Onu çağırın ve sorun, eğer o sizinle beraber gitmek isterse fidye vermeden onu götürebilirsiniz. Fakat eğer o istemezse, ben gitmek istemeyeni zorlayamam”. Onlar “Siz istediğimizden daha fazla ihsan ettiniz ve bu teklifinizi memnuniyetle kabul ediyoruz” dediler.
Hz. Zeyd radıyallahu anh çağrıldı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “Sen bunları tanıyor musun?” buyurdu. Zeyd “Evet tanıyorum, bu babamdır, şu da amcam” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Sen beni de bildiğine göre artık serbestsin, ister yanımda kalırsın, istersen onlarla gidersin, sana müsaade ediyorum” buyurdu. Hz. Zeyd radıyallahu anh “Ya Rasûlallah, ben size karşılık kimi tercih edebilirim ki. Siz benim hem babam hem de amcam yerindesiniz” dedi. Bunu duyunca babası ve amcası “Ey Zeyd! Köleliği serbestlik üzerine tercih mi ediyorsun? Ailen ve ev halkına karşılık köleliği mi beğeniyorsun?” dediler. Zeyd radıyallahu anh “”Evet! (Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e işaret ederek) Ben onda öyle güzel şeyler gördüm ki, ona karşılık hiçbir şeyi tercih edemem” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu duyunca onu kucağına alıp “Ben onu evlatlık edindim” dedi. Zeyd’in babası ve amcası bu manzarayı görûnce son derece sevindiler ve memnuniyetle onu bırakarak döndüler.’ Hz. Zeyd radıyallahu anh o vakit çocuktu. Çocukluk çağında iken būtün ev halkını, yakınlarını ve akrabalarını bir kölelik uğruna feda etmesinin hangi sevgiyi anlattığı açıktır.
8. HZ. ENES BİN NADR (R.A.)’IN UHUD SAVAŞINDAKİ DAVRANIŞI
Uhud Savaşında müslümanlar yenilgiye uğramaya başlayınca biri Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in şehid olduğu haberini yaydı. Bu ürpertici haberden Sahâbe-i Kirâm’ın ne kadar etkileneceği açıktı. Bu haberden dolayı onların dizlerinin bağı çözüldü.
Hz. Enes bin Nadr radıyallahu anh giderken Ensar ve Muhacir topluluğunun arasında Hz. Ömer ve Hz. Talha radıyallahu anhuma gözüne ilişti. Hepsi perişan bir durumdaydılar. Hz. Enes radıyallahu anh onlara “Ne oluyor, mûslûmanlar neden perişan gözüküyorlar?” dedi. Onlar “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şehid oldu dediler. Hz. Enes radıyallahu anh “Öyleyse siz Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’den sonra yaşayıp da ne yapacaksınız, kılıçlarınızı elinize alınız, gidip (düşmanla çarpışarak) ölünüz” dedi. Nitekim Hz. Enes radıyallahu anh bizzat kılıcını eline alarak kafir sürülerinin arasına daldı ve şehid olana kadar çarpıştı.
İZAH: Onun demek istediği şuydu: Yüzünü görmek için yaşadığınız zat madem ki artık yaşamıyor, öyleyse yaşayıp da ne yapacaksınız.” Nitekim bu sevgi uğrunda canını feda etti.
9. SA’D BİN REBÎ (R.A.)’IN UHUD’DA GÖNDERDİĞİ HABER
Yine Uhud Savaşında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Sa’d bin Rebi’nin durumunu bilmiyoruz. Acaba başına ne geldi?” buyurdu ve bir sahâbiyi onu aramak için gönderdi. O sahâbi onu şehidler arasında arıyor, bir taraftan da belki diridir diye ses veriyordu. Sonra yüksek sesle “Beni Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Sa’d bin Rebi’yi aramak için gönderdi” dedi. Bir köşeden zayıf bir ses geldi. Sahâbi o tarafa koştu. Baktı ki o yedi şehidin arasına uzanmış son nefeslerini vermek üzereydi. Yanına yaklaşınca Hz. Sa’d şöyle dedi: “Rasûlullah’a benim selamımı söyle ve de ki; Allahu Teâlâ bir Peygamber’e ümmeti tarafından yapılan iyiliklerin en üstününü, sana, benim adıma lütfetsin. Ayrıca müslümanlara benim şu ricamı ulaştır. Eğer kafirler Rasûlullah’a kadar ulaşır da sizden birinizin gözleri parlarsa (yani yaşarsa) Allah indinde hiçbir özrünüz geçerli olmayacaktır.” Böyle diyerek ruhunu teslim etti.?
“Allahu Teâlâ bir sahâbiye Peygamberinin ümmeti tarafından yapılan iyiliklerin en üstününü ona (Hz. Sa’d’a) bizim adımıza lütfetsin.”
İZAH: Aslında bu fedakar insanlar, (Allah onların kabrini nurla doldursun) fedakarlıklarını tam olarak ispat etmişlerdir. Şöyle ki; Yara üzerine yara alıyorlar, son nefeslerini veriyorlar ama ne bir şikayet, ne bir dehşet ne de bir perişanlık halinin onlara bulaşmasına imkan mi var? Bir arzu ve heyecan varsa o da Rasûlullah’ı korumak için, O’na can vermek için, O’nun uğrunda feda olabilmek için… Ne olaydı benim gibi ehli olmayan birine de bu muhabbetten bir pay nasip olsaydı.
10. PEYGAMBER (S.A.V.)’İN KABRİNİ GÖRÜNCE BİR KADININ ÖLMESİ
Hz. Aişe radıyallahu anha’nın yanına bir kadın geldi ve “Bana Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kabrini ziyaret ettir” dedi. Hz. Aişe radıyallahu anha kabrin bulunduğu mübarek hücreyi açtı. Kadın ziyaret etti ve ağlamaya başladı. Böylece ağlaya ağlaya ruhunu teslim etti.
“Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut etsin”
İZAH: Bu sevginin benzeri nerede bulunabilir ki, sevdiği bir zatın kabrini ziyaret ederken dayanamayıp orada can versin.
11. SAHÂBELERDEKİ PEYGAMBER SEVGİSİNİN ÇEŞİTLİ ÖRNEKLERİ
Hz. Ali kerremallahu vechehu’ya biri “Sen Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i ne kadar seviyorsun?” diye sordu. Hz. Ali radıyallahu anh “Allah’a yemin olsun ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bizim aramızda, mallarımızdan, çocuklarımızdan, analarımızdan ve şiddetli susuzlukta (elimize geçen) soğuk sudan daha fazla sevgiliydi.” dedi.?
İZAH: Hz. Ali radıyallahu anh doğru söylemiş. Gerçekten Sahâbe-i Kirâm’ın hali böyleydi. Niçin olmasın ki, onların imanı kemale ermişti. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor.
“De ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalariniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler (evler, konaklar, köşkler) size Allah’dan, Rasûlunden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise artık Allah enmrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe-24)
Bu ayet-i Kerime de Allah ve Rasûlunün sevgisinin sayılan şeylerden az olması halinde tehdit vardır. Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki: Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Sizden hiç biriniz beni kendi babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe kamil mü’min olamaz.” Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan da aynı konu nakledilmiştir.
Alimler bu hadisteki sevgiden irade ile olan sevginin kastedildiğini, elde olmayan yani yaratılıştan olup, mecburi olan sevginin kastedilmediğini söylemişlerdir. Eğer bundan maksat tabii sevgi ise o zaman imandan maksat da en yüksek derecede iman olur. Sahâbe-i Kirâm’daki iman gibi.
Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Üç şey kimde bulunursa ona imanın tadı ve lezzeti nasip olur.
1. Allah ve Rasûlu’nün sevgisinin başkasının sevgisinden fazla olması
2. Sevdiğini Allah için sevmesi
3. Küfre dönmek kendisine ateşe düşmek kadar ağır ve zor gelmesi.”
Hz. Ömer radıyallahu anh bir defa “Ya Rasûlallah, seni canımdan başka her şeyden daha çok seviyorum” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ “Hiç kimse beni canından daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olamaz” buyurdu. Hz. Ömer radıyallahu anh “Ya Rasûlallah artık seni canımdan da fazla seviyorum” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Şimdi ey Ömer” buyurdu. Alimler bu Sözün iki manası olduğunu söylemişlerdir.
1. “Şimdi senin imanın kemale erdi” demektir.
2. Bu söz Hz. Ömer’i uyarmak içindi. Şöyle ki: “Beni canından daha çok sevmen şimdi meydana çıktı, halbuki bu sevgi daha önceden olmalıydı.”
Süheyli Tüsteri rahmetullahi aleyh diyor ki: Kim her an Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i kendisinin velisi bilmezse, yani kendi canını, kendi mülkiyetinde zannederse, o Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetini yaşamaktan zevk alamaz.
Bir sahâbi Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e gelerek kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Kıyamet için ne hazırladın ki bekliyorsun” buyurdu. O “Ya Rasûlallah, ben çok fazla namaz, oruç ve sadaka hazırlayamadım. Yalnız kalbimde Allah ve Rasûlu’nün sevgisi vardır” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Kıyamet günü sen sevdiğinle haşrolunacaksın” buyurdu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisini pek çok sahâbeler nakletmişlerdir. Onlar arasında Abdullah Ibn-i Mes’ud, Ebû Musá el-Eşâri, Saffân, Ebû Zer radıyallahu anhum ve başka zatlar vardır.
Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki: Sahabe-i Kirâm hazretleri, bu mübarek Söze sevindikleri kadar hiçbir şeye sevinmemişlerdir. Böyle olması da gerekirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sevgisi onların damarlarına ve kaslarına işlemişti. Daha nasıl sevinmesinler ki!
Hz. Fatıma radıyallahu anha’nın evi ilk zamanlarda Raslullah sallallahu aleyhi vesellem’in evine biraz uzaktı. Bir defasında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Gönlüm istiyor ki, senin evin bana yakın olsun.” buyurdu. Hz. Fatıma radıyallahu anha Hârise’nin evi size yakın, ona söyleyiniz evini benim evimle değişsin” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Onunla daha önce bir değişme olmuştu, artık utanıyorum” dedi. Hârise bunu duyunca hemen gelerek “Ya Rasûlallah, ben Fatıma’nın evinin yakınınızda olmasını arzu ettiğinizi duydum. İşte bunlar benim evlerimdir. Size onlardan daha yakını yoktur. Hangisini beğenirseniz değiştiriniz. Ya Rasûlallah, ben’ ve malım ancak Allah ve Rasûlu’nündür. Ya Rasûlallah Allah’a yemin olsun ki, sizin aldığınız mal, benim yanımda kalan maldan bana daha sevimlidir.” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Doğru diyorsun” buyurdu, malının bereketli olması için dua etti ve evi değiştirdi.
Bir defasında bir sahâbi Rasûlullah salallahu aleyhi vesellem’e “Seni canımdan, malımdan ve çoluk-çocuğumdan daha çok seviyorum. Ben evde olduğum zaman sizi hatırlıyorum da yanınıza gelmeden ve sizi görmeden huzur bulamıyorum. “Ölüm size ve bana mutlaka gelecek” diye düşünüyorum. Ondan sonra siz, Peygamberlerin bulunduğu makama gideceksiniz. Korkuyorum ki, bir daha sizi göremeyeceğim.” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu soruya cevap vermedi. O esnada Hz. Cebrâil aleyhisselam geldi ve şu ayeti getirdi:
“Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.Bu lütuf Allah’tandır.(Her şeyi) bilen olarak Allah yeter.” (Nisâ-69,70)
Buna benzer düşünce ve kuşkular pek çok Sahâbe-i Kirâm’ın başına gelmiştir ve gelmesi de gerekirdi.
“Kişi sevdiği biri hakkında bin çeşit kuşku ve endişelere kapılır”
Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna bir sahâbi geldi ve “Ya Rasûlallah, ben seni öyle seviyorum ki, seni hatırladığımda, o an gelip görmezsem kesinlikle canımın çıkacağını sanıyorum. Fakat Cennet’e girsem bile yine de senden aşağı derecede olacağımı düşünüyorum. Cennet’te seni görmeden ben çok zorluk çekeceğim” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona da aynı ayeti okudu.
Bir başka hadiste bildirildiğine göre, Ensar’dan biri Rasálullah sallallahu alevyhi vesellem’in huzuruna geldi. Son derece üzüntülüydü. Peygamber sallallahu aleyhi vesollem “Niçin üzüntülüsün?” buyurdu. O “Ya Rasûlallah, bir şey düşünüyorum” dedi. Peygamber sallallahu alayhi vesellem “Ne düşünüyorsun?” buyurdu. O “Ya Rasûlallah, biz sabah akşam yanınıza geliyoruz, sizi görünce ferahlıyoruz. Huzurunuzda oturuyoruz. Yarın siz Peygamberler makamına ulaşacaksınız, biz oraya ulaşamayacağız” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem sükut etti. Bu ayet nazil olunca Ensar’dan olan o adamı çağırttı ve ona bu müjdeyi verdi. Bir hadiste geçtiğine göre pek çok sahâbeler bu durumdan yakındıklarından Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onlara bu ayeti okurdu. Bir hadiste buyuruluyor ki: Sahâbe-i Kirâm “Ya Rasûlallah, bir peygamberin ümmetine olan üstünlüğü açıktır ve bellidir. Ayrıca Cennet’te onun derecesi yüksek olacaktır. Öyleyse bir araya gelmelerinin yolu nedir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Üst tabakada bulunanlar, alt tabakada bulunanların yanına gelecekler, onlarla oturup konuşacaklardır.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Benden sonra, beni çok seven nice insanlar olacak. Onlar kendi çoluk çocuğu ve malları karşılığında “Ne olaydı, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i görseydik.” diye temenni edeceklerdir. Hz. Halid radıyallahu anh’ın kızı Abede radıyallahu anha diyor ki: Babam uyumak için uzanır, uykusu gelinceye kadar Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in arzu ve hasretini çeker, Muhacir ve Ensar’ın adlarını söyleyerek onları hatırlar ve “İşte onlar benim büyüklerim ve küçüklerim, herşeyim. Gönlüm onları özlüyor. Allah’ım, bana çabuk ölüm ver de gidip onlarla buluşayım” der ve böyle söyleye söyleye uyurdu.”
Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh bir defa “Ya Rasûlallah! Amcanız Ebû Talib’in müslüman olmasını, babamın müslüman olmasından daha çok arzuluyorum. Zira bu sizi daha çok sevindirir.” dedi. Bir defasında da Hz. Ömer radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in amcası Hz. Abbas radıyallahu anh’a “Senin Islam’a girmen beni, babamın Islam’a girmesinden daha çok sevindiriyor. Çünkü senin müslüman olman Rasûlullah için daha sevimlidir” demiştir. Hz. Ömer radıyallahu anh bir gece, halkı korumak için dolaşıyordu. Bir evden kandil ışığının süzüldüğünü gördü ve bir yaşlı kadının sesi kulağına ilişti. Hem yün eğiriyor hem de şu şiirleri söylüyordu: “Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e iyilerin salât ve selamı ulaşsın. Tertemiz ve seçkin insanların salât ve selamı onun üzerine olsun. Yà Rasûlallah, şüphesiz sen geceleri ibadet yapardın. Seher vakitleri ağlardın. Ne olaydı sevdiğim o zatla görüşmenin mümkün olup olmadığını bir bilseydim. Çünkü ölüm her hâlukârda gelecektir. Benim ölümüm nasıl olacak? Öldükten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile görüşmek mümkün olacak mı, olmayacak mı? bilmiyorum.” Hz. Ömer radıyallahu anh bu şiirleri duyunca oturup ağlamaya başladı.
Hz. Bilal radıyallahu anh’ın kıssası meşhurdur. Vefati sırasında hanımı ayrılıktan dolayı üzüntüye kapılarak “Eyvah ayrılık ne acı” dedi. Hz. Bilal radıyallahu anh “Sübhanallah ne tatlı bir şey, yarın Muhammed aleyhisselatu vesselam’ı göreceğim, onun sahâbeleriyle buluşacağım” diyordu. Hz. Zeyd radıyallahu anh’ın başına gelenler 5. bölümün 9. bahsinde geçmiştir. O idam edilirken Ebû Süfyan ona “Seni bırakıp da, senin yerine Peygambere aynı muameleyi yapmamızı ister misin?” deyince. Zeyd radıyallahu anh “Allah’a yemin olsun ki, benim evimde rahat rahat yaşayabilmemin karşılığında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vücuduna evinde iken bir dikenin batmasına razı olamam” dedi. Ebû Süfyan “Muhammed’in arkadaşlarının onu sevdiği kadar kimsenin kimseyi sevdiğini asla görmedim” dedi.
UYARI: Alimler Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in sevgisinin çeşitli alâmetlerini yazmışlardır. Kâdı lyâz rahmetullahi aleyh diyor ki: Kim bir şeyi severse onu başka her şeye tercih eder. Işte sevginin manası budur. Yoksa o sevgi değil, sadece sevgi iddiasıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i sevmenin en önemli alâmeti ona uymak, onun yaşama tarzını seçmek, onun sözlerine ve davranışlarına tabi olmak, onun emrettiklerini yerine getirmek, yasakladığı şeylerden sakınmak, neşede, sıkıntıda, bollukta, darlıkta ve her durumda onun yolunda yürümektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
“(Rasûlum) de ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i Imran-31)
Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de