Ümmü Habîbe (r.a.) Kimdir?


 Ümmü Habîbe radıyallahu anhâ imanda sabır ve sebâtın ibret levhası mücâhide bir İslâm hanımefendisi… İnancı uğrunda fakirliğe, yalnızlığa katlanan, müşrik ailesine ve mürted kocasına boyun eğmeyen, iman fedâisi, muhâcir hanım sahâbî… Habeşistan’da iken gıyâbî nikâh ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin aile halkasına giren ve mü’minlerin annesi olma şerefine eren bahtiyarlardan… Kureyş ile aradaki buzların erimesine vesile olan annemiz…

Ümmü Habibe (r.anhâ) bi’setten onyedi sene önce Mekke’de doğdu. Asıl adı Remle olup babası Kureyş’in reisi Ebû Süfyan ibni Harb’dir. Annesi, Safiyye binti Ebi’l-Âs’dır. Hz. Osman (r.a)’ın halasının kızı, Muâviye (r.a)’ın kızkardeşidir.

O, ilk müslümanlardandır. Kendisi İslâm’la şereflendiğinde ne babası ne de annesi müslüman olmamıştı. Bu sebebten o tek başına inancını yaşama mücâdelesi verdi. Dayanılmaz işkencelere karşı direndi. Dininden taviz vermedi.

O, ilk defa Rasûlullah (s.a)’in halasının oğlu Ubeydullah İbni Cahş ile evlendi. Kocası da onunla birlikte müslüman oldu. Kureyşin işkenceleri artınca Habeşistan’a ikinci kafileyle birlikte hicret ettiler. Necâşi’nin ülkesinde inançlarını serbestçe yaşama imkânı buldular. Bu arada bir kızı dünyaya geldi. Habibe adını verdiler. Bundan sonra Remle ismi yerine Ümmü Habibe künyesi ile anıldı. Bu isimle meşhur oldu.

DİNİNİ DÜNYAYA DEĞİŞMEDİ

Ümmü Habibe (r.anhâ) Habeşistan’da bir gece rüyasında kocasının yüzünü kapkara bir halde gördü. Kendi kendine tabir etmek istemedi ama bunu kocasının halinin değişeceğine bir işaret saydı. Sabah kalktığında kocası ona: “Ey Ümmü Habibe! Ben dinleri inceledim ve Hristiyan oldum. Sen de Hristiyan ol!” dedi. Bunu yaparsa zengin olacaklarını söyledi. Ümmü Habibe (r.anhâ) ona zerre kadar ehemmiyet vermedi. Fakirliğe, ölüme razı olacağını fakat dinini dünyaya değişmeyeceğini söyledi. “Vallahi sende hayır yoktur” diyerek rüyasını haber verdi. İmanı uğrunda hiç tereddüt etmeden, dünya malı için dinini değiştiren kocasından ayrıldı. Vatanından kilometrelerce uzakta yavrusu Habibe ile birlikte yalnız başına kaldı. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Mürted kocası, Ümmü Habibe (r.anh)’yı boşayıp sürünerek ölmesini bekledi. Fakat Allah Teâlâ kendisine sığınanı korurdu. Ümmü Habibe’yi de himâye ve hıfzeyledi. Kocası ondan önce öldü.

Habeşistan’da yalnızlık günlerinde bir gece rüyasında Ümmü Habibe (r.anhâ)’ya: “Ey Ümmül-mü’minin” diye seslenildi. O da bunu Resul-i Ekrem (s.a) Efendimizin kendisiyle evleneceği şeklinde yorumladı. İddet müddeti bitince beklemeye başladı. Kimseye bir şey söylemedi.

NECÂŞİ NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bütün sahabileriyle yakından ilgileniyor ve onların durumlarını takip ediyordu. Onlardan haberler alarak, onlara kol kanat gererek himaye altına almağa çalışıyordu. Bu hanım sahâbisinin başından geçenleri de haber aldı. Onun imanından taviz vermemesine dinini dünyaya değişmemesine çok memnun oldu.. Onu mü’minlerin annesi olma şerefiyle mükâfatlandırmak istedi. Habeş hükümdarı Necâşi’ye bir elçi gönderdi. iki tane mektup yazdı. Hicretin yedinci senesinde Amr İbni Ümeyye ile gönderdi.

Mektubun birinde Necâşi’yi imana davet ediyor, diğerinde de, ülkesinde muhâcir olarak ikamet eden Ümmü Habibe ile evleneceğini, nikâhını yapmasını ve oradaki müslümanları Medine’ye göndermesini istiyordu. Medine’den ayrılan elçi Habeşistan’a vardı. Necâşinin sarayına ulaştı. Necâşî elçiyi hemen huzuruna kabul etti ve mektupları hürmetle aldı ve okudu. Hidayet nuru yüzünde parlamaya başladı. Zâten önceden Cafer İbni Ebi Tâlib başta olmak üzere oradaki müslümanlardan İslâmiyet hakkında bir hayli bilgiler almıştı. Kelime-i Şehadet getirerek müslüman oldu.

İki Cihan Güneşi Efendimizin birinci isteğini yerine getiren Necâşî ikinci arzusunu da gerçekleştirmek üzere derhal harekete geçti. Câriyesini Ümmü Habibe (r.anhâ)’ya gönderdi ve ona: “Ben, Rasûlullah (s.a)’in emri üzerine sizi ona nikahlamaya memurum. Sizi temsil edecek bir vekil tayin edin.” diye yazdı. Ümmü Habibe (r.anhâ) bu habere çok sevindi. Kolundaki iki gümüş bileziği haberi getiren câriyeye müjde olarak verdi. Şimdiye kadar çektiği sıkıntıları unutuverdi. Yüce Allah’a hamd ü senâlar etti ve Hâlid İbni Saîd’i kendine vekil tayin etti.

RESULULLAH’IN VEKİLİ

Necâşî, ülkesindeki bütün müslümanları topladı. Resulullah (s.a.)’in vekili olarak kendisi bir konuşma yaptı. Peşinden vâlidemizin vekili Halid İbni Saîd (r.a) da bir hitabede bulundu. Sonra 400 dirhem mehir ile Ümmü Habibe (r.anhâ) vâlidemizin, Resul-i Ekrem (s.a) Efendimizle nikâhlandığı ilan edildi. Bu mesud akid, hicretin yedinci yılında gerçekleşti. Necâşi, davetlilere bir düğün ziyâfeti verdi. Ümmü Habibe (r.anhâ) annemiz için çeyizler hazırlattı ve ertesi gün diğer muhacirlerle birlikte gemilere bindirerek Medine’ye uğurladı. Car limanına kadar gemilerle gelen muhacirler develerle Medine-i Münevvere’ye ulaştılar. Sevinçle karşılandılar. Resul-i Ekrem (s.a) Efendimiz Ümmü Habibe (r.anhâ) annemizi bir odaya yerleştirdi.

Ümmü Habibe (r.anhâ) vâlidemiz imanda sebat ve sabrın mükâfatını dünyada iken gördü. Mü’minlerin annesi oldu. Çektiği ezâ ve cefaları unutturacak bir sevgiye kavuştu. Onun devlethânesinde mutlu bir hayat yaşadı. Huzur ve seâdet içerisinde dört sene geçirdi. Annemiz kavuştuğu bu nimetin şükrünü edâ edebilmek için İki Cihan Güneşi Efendimize son derece dikkatli ve titiz davrandı. Onun sevgisinde fâni oldu. Onun gönlünü kazanacak şekilde Efendimize hizmet etti. Onun sevgisine toz kondurmadı, oturduğu eşyaya bile hürmet etti. Her davranışında her sözünde bu titizliği gösterdi. Onu rahatsız edecek onun eşyasına hürmetsizlik olacak hiç bir şeyi yapmamaya çalıştı. Babası ile arasında geçen şu hadise onun bu ince düşüncesini ve hassasiyetini bizlere ne güzel göstermektedir. Şöyle ki:

Mekke’li müşrikler Sevgili Peygamberimizle yaptıkları Hudeybiye antlaşmasının bir maddesini tek taraflı olarak ihlâl etmişlerdi. Antlaşmayı bozduktan sonra endişeye kapıldılar. Müslümanlarla savaşmayı göze alamadılar. Antlaşmayı yenilemek istediler. Reisleri Ebu Süfyân’ı bu iş için Medine’ye gönderdiler. Ebu Süfyan henüz müslüman olmamıştı ama Peygamberimizin kayınpederi olmuştu. Ümmü Habibe (r.anhâ) annemizin babasıydı. Bu konuda kimse yardımcı olmasa da kızının Rasulullah (s.a) ile buluşmasına aracılık yapacağını düşünüyordu. Bu hayallerle Medine’ye geldi. Önce Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.anhum) Efendilerimizle görüştü. Bu konuda kimse yardıma yanaşmadı. Sonra mahzun bir şekilde kızının kapısını çaldı. Babasını birden karşısında gören Ümmü Habibe annemiz bir an için ne yapacağını şaşırdı. İçeriye alıp almamakta tereddüt etti. Babasının müslümanlara çektirdikleri aklına geldi. İslâm düşmanı babasına karşı nasıl davranmalıydı? Herkesin safı belliydi. O bir babaydı ama müşrikti. Bu duygular zihninde dolaşırken gönlündeki merhamet damarları harekete geçti ve içeriye buyur etti. Ne de olsa babasıydı.

BABASINI MİNDERE DAHİ OTURTMADI

Ebu Süfyan yorgundu. Uzun ve yorucu bir yolculuk yapmıştı. Yerdeki mindere oturmak istedi. Fakat kızı müsade etmedi. Çünkü o minder Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin her zaman üzerine oturduğu bir minderdi. Babası da olsa müşrik birisinin ona oturmasına gönlü râzı olamazdı. Babası kızının bu hareketine bir manâ veremedi. Onun böyle davranmasını anlayamadı. Hatta ve biraz alındı ve ona şöyle sitemde bulundu:

“Kızım, anlayamadım. Sen minderi mi benden, beni mi minderden esirgiyorsun?” dedi. Ümmü Habîbe (r.anha) annemiz babasına; yaptığı işin şuurunda olduğunu söyleyerek şu ibretli cevabı verdi:

“Baba! Bu Rasûlullah’ın minderidir. Sen bu mübarek yere oturmaya lâyık değilsin. Müşrik bir kişinin Rasûlullah’ın minderine oturmasına gönlüm râzı olmaz.” dedi.

Ebû Süfyan kızının dinine bağlılığına, Peygambere karşı sevgisine ve onun eşyasına dahi hürmet edişine baktı da hayret etti. Nasıl bir sevgi idi bu? Onun eşyasına bile hürmet etmek… Ne demek oluyordu? Bu nasıl sağlanıyordu?.. Bu türlü bir sevgi ve hürmeti anlayamadı. Kendi kendine kızdı ve öfkesini, kızgınlığını şu cümlelerle ifade etti: “Kızım sen çok değişmişsin. Sana kötülük dokunmuş.” dedi. O da:

“Hayır baba, Allah bana kötülük değil, İslâm’ın ışığını nasib etti. Sen hâlâ işitmeyen, görmeyen taştan, ağaçtan yontulmuş putlara tapmaya devam ediyorsun. Senin gibi ileriyi gören, akıllı birisi nasıl olur da İslâm’ın nurundan uzak kalır.” dedi. Kızının bu sözlerine daha da kızan; öfkelenen Ebû Süfyan: “Atalarımın taptıklarını bırakıp Muhammed’in dinine gireceğim öyle mi?” diyerek kiniyle, nefretiyle oradan ayrıldı.

Ne sâdakat!… Ne sevgi!… Ne hürmet!. Baba da olsa, yakın akraba da olsa bir müslümanın müşrik bir kimseye hürmet etmemesi, müşrikin yanında yer almaması, imanda sadakatin ibret levhası..

Ümmü Habibe (r.anhâ) annemiz üstün karaktere sahip, faziletli bir kadındı. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize muhabbetini, sadakatini ve bağlılığını gıyabî de olsa her yerde gösterdi. Samimi bir mü’mine olarak yaşadı. Onun evliliği Ebû Süfyan ve kavminin İslâm’a ısınmalarına vesile oldu. İki Cihan Güneşi Efendimiz kendisiyle evlendiği gün ona şu âyeti okumuştu. Meâlen: “Olur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Mümtehine sûresi: 7)

Ümmü Habîbe (r.anha) annemizin bu evliliği ile babası Ebû Süfyan’ın kalbine ve Kureyşlilerin arasına bir sevgi tohumu atılmıştı. Bir yakınlık bağı kurulmuştu. Mekke fethi günü bu sevgi ve yakınlık bağının meyvesi görüldü. Kureyşin ileri gelenlerinin kaba ve katı fikirlerinde buz gibi bir çözülüş başladı. Zârûrî bir yakınlık ve sıcaklık oluştu. Mekke kan akıtılmadan fethedildi. Ebû Süfyan ve Kureyş’in ileri gelenlerinden çoğu müslüman oldu. İşte Ümmü Habibe annemizin imanda sabrı, sebâtı ve sadakati böylesine güzel meyveler verdi.

RİVAYET EDİLEN HADİSLER

O, Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizden hadisler ezberledi. Hadis rivayetlerinde bulundu. Bir rivayette 65 diğerinde otuza yakın hadis-i şerif ondan bize ulaştı.

Bunlardan üç tanesinin meâli şöyledir:

* “Ümmetime sıkıntı verme endişesi olmasaydı, her namaz vakti misvak kullanmalarını emrederdim.”

* “İnsanoğlunun iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırmak ve Allah’ı zikretmesinin dışındaki bütün konuşması aleyhinedir.”

* “Hergün farzlardan başka on iki rekât nâfile namaz kılan kimse için Cennette bir ev inşâ edilir.”

Ümmü Habibe (r.anhâ) annemiz yumuşak huylu, nâzik bir hanımdı. 44. hicri yılda kardeşi Muâviye (r.a)’ın halifeliği döneminde hastalandı. O sırada hayatta olan annelerimizden Ümmü Seleme ile Hz. Aişe (r.anhüm)’den helallik dilemek için onları çağırttı ve onlara nazikâne bir şekilde: “Hanımlar arasında her ne olursa, bizim aramızda da oldu. Bilmeyerek aramızda bir şey geçmiş ise affetmenizi ve hakkınızı helâl etmenizi ister, duâlarınızı beklerim.” dedi. Âişe annemiz helâl ettiğini ve duâcı olduğunu söyleyince tekrar o: “Beni memnun ettin, Allah da seni memnun etsin.” diyerek sevgisini, samimiyetini ve nezâketini son nefesinde bile ihmal etmedi. Nâzikliğini ve güzel ahlâkını hiçbir zaman terketmedi. Fâni dünyadan bâkî âleme böyle göçtü.

Medine-i Münevvere’de 664 m. senede yetmiş üç yaşlarında iken vefât etti. Cennetü’l-Bakî’ye defnedildi. Cenâb-ı Hak’dan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.