Mezhep Nedir? Mezhepler Neden ve Nasıl Ortaya Çıktı?

Mezhep nedir? Peygamberimiz zamanında mezhep var mıydı? Mezhepler nasıl ortaya çıktı? Mezheplerin doğuşu ve amacı.

Mezhep, dînî bir hüküm vermenin kâidesi, çerçevesi ve sistemini ifade eder.

Peygamber Efendimiz henüz hayattayken, ashâb-ı kirâm karşılaştığı problemleri kendisine arz ediyorlar ve O’ndan meselenin çözümünü öğreniyorlardı. Bu sebeple o dönem için, bugünkü mânâda mezheplerden söz etmek doğru değildir. Lâkin bunun yanında ashâb-ı kirâm arasında Kur’ân ve Sünnet’ten hüküm çıkarma ehliyetine sahip zâtlar da vardı.


PEYGAMBERİMİZ ZAMANINDA MEZHEPLER VAR MIYDI?

Zira şu hâdise, bizlere, Efendimiz henüz hayattayken bile, O’ndan uzakta yaşayan âlim sahâbîlerin, Usûl (hüküm çıkarma kâideleri) ve Fürû’uyla (fıkhî meseleleri) kurulmuş olmasa da kendi mezheplerinin oluşmaya başladığını göstermektedir. Nitekim Rasûlullah, Muâz’ı (ra) Yemen’e gönderirken:

“‒Önüne bir dava geldiğinde ne ile hükmedeceksin?” diye sormuştu. Muâz (ra) önce Kur’ân’a bakacağını, aradığı hükmü orada bulamazsa Sünnete intikal edeceğini, orada da bulamazsa Kur’ân ve Sünnet muhtevası içerisinde kendi reyiyle içtihad edeceğini söylemişti. Efendimiz de onun bu hareket tarzını tasdik etmiş, hatta ona böyle bir muvaffakiyet nasip buyurduğu için Allah Teâlâ’ya hamd etmiştir. (Bkz. Ebû Dâvûd, Akdiye, 11; Ahmed, V, 230, 236; İbn-i Sa’d, III, 584; Diyarbekrî, II, 142)


MEZHEPLER NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Tâbiîn devrinde içtihad faaliyetleri artarak devam etti. Onlardan sonra da aralarında dört mezhep imamının bulunduğu nesil geldi. Bunlar, Tâbiîn âlimlerinin elinde yetişerek, Sahâbe ve Tâbiîn’in fıkhının üzerine kendi elde ettikleri bilgileri de ilâve ettiler. Böylece gerek Sahâbe, gerek Tâbiîn, gerekse Tebe-i Tâbiîn’in fetvaları arasında, yukarıda zikredilen sebepler çerçevesinde farklı hükümler ortaya çıktı. Neticede Müslümanlar kendi bölgelerinde yaşayan imamın fetvalarını bildiklerinden, onu tercih ederek ona göre amel ettiler. İşte bu tercih ve taraftarlık sebebiyle, zamanla “gidilen yol” mânâsına gelen mezhepler teşekkül etmiş oldu.

Bütün ehl-i sünnet mezhepleri, İslâm’ın kesin emirlerinde ve icmâ ile kabul edilen fıkıh konu­larında müttefiktir. İhtilâf, akılla hâlledile­bilecek ve hakkında kat’î nass yani âyet ve hadis bulunmayan cüz’i meselelerdedir.


Fıkıh Nedir? Fıkhî Mezhepler

Fıkıh nedir? Fıkhın anlamı nedir? Mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır? Fıkhi mezhepler nelerdir, kurucuları kimdir? Mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları nereden kaynaklanmaktadır? Müctehidler arasında görüş ayrılıkları olmasının mahzuru var mıdır? Mezhepler kaça ayrılır?

Fıkıh kelimesi sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, içyüzünü ve inceliklerini kavramak” anlamına gelir. Terim olarak fıkıh hicrî ilk asırlarda zihnî çaba ile elde edilen dinî bilgilerin tamamını ifade etmişken, iman ve itikad konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül etmesine paralel olarak, ileri dönemlerde İslâm’ın fert ve toplum hayatının değişik yönleriyle ilgili şer‘î-amelî hükümlerini bilmenin ve bu konuyu inceleyen ilim dalının özel adı olmuştur. Fıkıh ilminde uzman olan kimselere de fakih (çoğulu fukahâ) denir. Bir bakıma müslümanın davranış bilgisi demek olan fıkhın iki ana kaynağı, Kur’an ve Sünnet’tir.


MEZHEPLER NEDEN ORTAYA ÇIKTI?

Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahâbenin hem Kur’an ve Sünnet’in çizdiği istikametten ayrılmama hem de karşılaştıkları yeni meseleleri bu çerçevede çözüme kavuşturma zaruretiyle karşı karşıya kaldığı, bu sebeple de dinî çözüm üretme (fetva) ve ictihad faaliyetini yoğun olarak sürdürdüğü, bilhassa Hz. Ömer’ (r.a) ın devlet başkanı sıfatıyla birçok farklı görüş ve uygulamayı gün- deme getirdiği bilinmektedir. Sahâbe dönemini takip eden tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn döneminde sosyal şartlardaki ve siyasal yapıdaki değişim, normatif ilimlerin oluşum seyrine uygun olarak, fıkhın da gitgide nazarî bir renk kazanmasına zemin hazırladı.

Sahâbîlerin, o günkü İslâm coğrafyasının değişik yerleşim merkezlerine dağılarak başlattığı tebliğ, eğitim ve öğretim faaliyeti daha sonraki nesillerde meyvesini vermeye başladı, üstat ve muhit farklılığının yanı sıra önceki nesilden intikal eden sünnet malzemesi ve re’y ictihadı karşısında tavır farklılığı da hadis ekolü (ehl-i hadîs) ve re’y ekolü (ehl-i re’y) adıyla iki ana temayülün ve gruplaşmanın sebebini teşkil etti.

Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde başta Hicaz ve Irak olmak üzere çeşitli bölgelerde ve merkezlerde devam eden re’y, fetva ve tedrîs faaliyetinin hicrî II. yüzyılın ortalarından itibaren daha sistemli ve doktriner hale geldiği, önce Kûfe’de Ebû Hanîfe ve öğrencilerinin ehl-i re’y fıkhını, sonra da Medine’de İmam Mâlik’in ve öğrencilerinin ehl-i hadîs fıkhını zenginleştirerek ekolleştirdiği, bu ilim halkalarında doktriner bir fıkıh eğitim ve tartışma ortamının kurul

duğu ve bunu verimli tedvîn faaliyetinin izlediği görülür. Bunu tepkici veya sentezci diğer fıkhî ekolleşmeler takip etmiş ve neticede hürriyetçi ve hoşgörülü bir ictihad ortamında zengin doktriner tartışmaların yapılmasına ve ileride mezhep olarak şekillenecek yeni fıkhî oluşumların ortaya çıkmasına imkân hazırlanmıştır. İctihadî görüşler ve fıkhî ekolleşmeler hakkında iyi niyetle yapılan hatalı ictihad için bile ecir olduğu ilkesinden hareketle, hak-bâtıl, sünnet-bid‘at ayırımı ve nitelendirmesi doğru olmayıp en fazla isabetli-isabetsiz, yanlış-doğru gibi nitelendirmeler yapılabilir.


Mezhepler

Mezhep nedir, nasıl ortaya çıkmıştır? Mezhepler neden var? Ameli (fıkhi) mezhepler nelerdir? Mezhepler ve ameli (fıkhi) mezheplerin kurucuları.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hayatta iken sahabe-i kiram her türlü meselelerini bizzat ondan öğreniyorlardı. Peygamberimizin vefatından sonra, mezhep imamları olan bu zâtlar da İslâm’ı Sahabe-i Kiram’dan öğrenip bu meseleleri bir araya getirmişlerdir. Böylece mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu mezheplerin dışında mezhep adını kullanan inanışların hepsi “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” yolunun dışındadır.


MEZHEP NEDİR?

Mezhep gidilen yol, benimsenen usül ve görüş demektir. Dinî anlamda mezhep ise, müctehid bir âlimin fikir ve görüşlerini benimseyen insanların meydana getirdiği dinî ekollere denir.

Mezhepler arasında esasta hiç bir ayrılık yoktur. Ayrılık, teferruatta, dînin özüne dokunmayan fer’î mes’elelerdedir.


MEZHEPLERE NE LÜZUM VAR?

Müslüman olan her ferdin, dinî mes’eleleri ve hükümleri doğrudan doğruya Kur’an ve Sünnetlerden öğrenmesi mümkün değildir. Bunu, ancak müctehidlik pâyesine erişmiş, salâhiyetli İslâm âlimleri yapabilir. Geriye kalan Müslüman halka, o büyük din âlimlerinin îzah ve görüşlerini anlamak ve benimsemek, onların yolundan gitmek düşer.


MEZHEPLER KAÇA AYRILIR?

Mezhepler önce ikiye ayrılır:

1. Ameli (Fıkhî) mezhepler

2. İtikâdî mezhepler (İtikadi mezhepler kendi içinde ikiye ayrılır: 1. Ehl-i Sünnet Mezhebi [Mâtüridiyye ve Eş’ariyye mezhebi] 2. Ehl-i Bid’at Mezhebi [Cebriye, Mu’tezile, Mürcie, Haricîlik, Şîa, Vehhâbîlik])


AMELİ (FIKHÎ) MEZHEPLER KAÇA AYRILIR?

Ameli (fıkhi) dörde ayrılır:

1. Hanefî mezhebi

2. Mâlikî mezhebi

3. Şâfi mezhebi

4. Hanbelî mezhebi

Bu dört mezhebin hepsi de haktır, doğrudur.


DÖRT HAK MEZHEP

Amelde (ibadet ve davranışlarımızda) yani Allah’a olan kulluk vazifemizi yerine getirirken uyacağımız hak mezhepler dört tanedir. Bunlar;

1. HANEFÎ MEZHEBİ – Hanefilik Nedir?

Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı A’zam Hazretleridir. İmam-ı A’zam, en büyük imam demektir. Asıl adı Nu’man olan İmam-ı A’zam’ın, künyesi Ebû Hanife’dir. İmam-ı A’zam 699 yılında Kûfe’de doğmuş, 767 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.

Amelde İmâm-ı A’zam Ebû Hanife’ye -rahmetullâhi aleyh- tâbî olanların mezhebidir. Hanefî mezhebi, önce Irak’ta doğmuş, oradan doğuya ve batıya yayılmıştır. Abbasîler devrinde hâkimlerin çoğu Hanefî idi. Anadolu ve Balkanlardaki Türkler arasında Hanefî mezhebi yaygındır.

2. ŞAFİ MEZHEBİ – Şafilik Nedir?

Şâfi mezhebinin kurucusu İmam-ı Şâfi Hazretleridir. İmam-ı Şâfi’nin asıl ismi Muhammed’dir. Amelde İmam Şafi’ye -rahmetullâhi aleyh- tâbî olanların mezhebidir. 

İmam-ı Şâfi 767 yılında Gazze’de doğmuş, 820 yılında Mısır’da vefat etmiştir. Hâşimoğulları soyundan gelmektedir.

Şâfi mezhebi önce Mısır’da yayılmış, sonra kısmen Suriye, Yemen, Irak ve Horasan taraflarına geçmiştir. Bugün Mısır’ın çoğunluğu Şâfidir. Anadolu’nun güney taraflarında, Suriye ve Irak’ta da Şâfi mezhebinde olanlar mevcuttur.

3. HANBELÎ MEZHEBİ – Hanbelilik nedir?

Hanbelî mezhebinin kurucusu İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleridir. Amelde İmam Ahmed bin Hanbel’e -rahmetullâhi aleyh- tâbî olanların mezhebidir.

İmam Ahmed bin Hanbel 780 yılında Bağdat’ta doğmuş, 855 yılında yine orada vefat etmiştir. Hanbelî mezhebi daha çok Necid taraflarında tutulmuştur. Hâlen Necid’de Hanbelî mezhebi hâkimdir.

4. MALİKÎ MEZHEBİ – Malikilik nedir?

Mâlikî mezhebinin kurucusu İmam Mâlik bin Enes Hazretleridir. Amelde İmam Mâlik’e -rahmetullâhi aleyh- tâbî olanların mezhebidir.

İmam Mâlik, 711 yılında Medine’de doğmuş, 795 yılında yine Medine’de vefat etmiştir. Mâlikî mezhebi, önce Hicaz halkı tarafından benimsenmiş ve hacca gelenler vasıtasıyla Kuzey Afrika’ya ve o zaman Endülüs denen İspanya’ya yayılmıştır.

Maliki mezhebi hakkında daha detaylı bilgi için görsele tıklayınız!

Hanefî mezhebine mensup olanların ekserîsi îtikatta Maturîdî mezhebine; Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî mezhebine mensup olanların çoğunluğu da Eş’arî mezhebine mensuptur.


MÂTÜRİDİYYE MEZHEBİ – Maturidilik nedir?

Mâtüridî mezhebinin kurucusu Ebu Mansur Muhammed Hazretleri’dir. İmam Mâtüridî 853 yılında Semerkand köylerinden Mâtürid’de doğmuş, 944 yılında vefat etmiştir.

Bütün Hanefîler, genellikle Türkler Mâtüridî mezhebindedirler.


EŞ’ARİYYE MEZHEBİ – Eşarilik nedir?

Eş’arî mezhebinin kurucusu Ebu’l-Hasan Eş’arî Hazretleri’dir. Asıl adı Ali’dir. 874 yılında Basra’da doğmuş, 936 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.

Mâlikîler ve Şâfiler, itikadda Eş’arî mezhebini benimsemişlerdir. Hanbelîler, fıkıh gibi îtikadda da İmam Ahmed bin Hanbel’e bağlıdırlar. Ayrı bir îtikadî mezhepleri yoktur.

 Eş’arî ile Mâtüridî mezhepleri arasında, bâzı küçük görüş ayrılıkları dışında, büyük bir farklılık yoktur. İkisinin de temel görüşleri aynıdır ve Sünnete uygundur.


Mezhep İmamları

Mezhep imamları kimlerdir? Dört büyük imam kimdir? Sırasıyla mezhep imamlarının hayatları ve görüşleri.

Dört büyük imam ya da mezhep imamları ameli mezheplerin kurucuları olarak bilinen “İmam” sıfatıyla vazife yapan alimlerdir.


DÖRT BÜYÜK İMAM

1. İmam Ebu Hanife (İmam-ı Azam)

2. İmam-ı Şafi

3. İmam Ahmet Bin Hanbel

4. İmam Mâlik bin Enes


İMAM NE DEMEK?

Sözlükte imâm “kendisine uyulan kimse” demektir. Toplumun başında bulunan ve toplumun fertlerini yönlendiren kişiler imam diye anılmıştır. İmamın sevk ve idare ettiği toplum ise ümmet kelimesiyle karşılanmıştır. Bu durumda imam “ümmetin idaresini üstlenen kişi”, imâmet “imamın üzerine aldığı görev” anlamına gelmektedir. Ayrıca cemaate namaz kıldıran kimseye önder ve yönetici niteliği sebebiyle imam, yaptığı göreve imâmet denmişse de karışıklığı önlemek amacıyla devlet başkanlığı için “büyük imamlık” (el-imâmetü’l-uzmâ, el-imâmetü’l-kübrâ) ifadesi tercih edilmiştir.


İMAM EBU HANİFE (İMAM-I AZAM) KİMDİR?

İmam Ebû Hanîfe, 699 yılında Kûfe’de doğdu. Aslen Türk veya Fârisî olduğu yönünde görüşler vardır.

Hanefî mezhebi muhitinde “İmâm-ı Âzam” (büyük imam) lakabı ile anılır.

İslam dininin dört fıkıh mezhebinden birisi olan Hanefi mezhebinin kurucusu ve Sünni fıkhının en büyük üstâdı sayılan İslam fıkıh ve hadis bilginidir.

Dindar ve varlıklı bir aileden gelen İmam Ebû Hanîfe, önce Kûfe’de Kurân-ı Kerîm’i hıfzedip, sarf, nahiv, şiir ve edebiyat, cedel ve kelâm öğrendi. Kûfe, Basra ve Irak’ın ileri gelen üstatlarından hadis dinledi. Yirmi yaşının biraz üzerindeyken Irak’ın en ünlü fakihi ve Irak fıkhının üstadı Hammâd b. Ebû Süleyman, Cafer es-Sâdık, Muhammed el-Bâkır Hazretleri ve pek çok âlimden istifade etti.

İmam Ebû Hanîfe, Hammâd b. Ebû Süleyman’ın vefatı üzerine onun kürsüsüne geçti ve ders vermeye başladı. Takvâ sahibi, zeki, konulara hâkim ve bildiklerini tatlı dil, güleryüz ve özlü ifadelerle anlatan iyi bir üstat olduğu kısa zamanda duyuldu ve çok geçmeden ders halkası dönemin ileri gelen ilim erbabının katıldığı ve fıkhî meselelerin ve çözümlerinin derinlemesine tartışıldığı ileri düzey bir fıkıh akademisine dönüştü. Onun ders halkalarında yetişen talebelerin sayısının 4 bini aştığı ve bunlardan kırk kadarının ictihad derecesine vardığı nakledilir.

İmam-ı Azam 767 yılında Bağdat’ta  vefat etti.

Ebû Hanîfe’nin ticarî hayatın ve günlük meselelerin içinde bulunması, insanların problem, temayül ve ihtiyaçlarını yakından tanıması da, ictihadlarının kabul görmesini sağladı ve uygulanma şansını artırdı.

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin talebeleri onun tedrîsatını devam ettirdiler ve ondan öğrendikleri usule uyarak kaynaklardan hüküm istinbatını sürdürdüler.

Hanefî mezhebi Irak’ta doğdu ve Abbâsîler devrinde talebelerinden Ebû Yûsuf’un “kadılkudât” (baş kadı) olması ile devletin başlıca fıkıh mezhebi haline geldi.


İMAM-I ŞAFİ KİMDİR?

İmam Şafi 767 yılında Gazze şehrinde (Filistin) doğdu.

İslam hukuku bilgini, Şafi mezhebinin kurucusudur. İmam Mâlik’ten Medine fıkhını, İmam Muhammed’den Irak fıkhını öğrendi. Böylece Hicaz fıkhı ile Irak fıkhını birleştirdi.

İmam Şâfi, Bağdat’ta muhtemelen iki yıl kadar kaldıktan sonra Mekke’ye döndü ve Mekke’de dokuz sene ders verdi. Bu devir Şâfi’nin ilim hayatının en verimli devridir. Çünkü o, Mekke’ye ehl-i re’y fıkhı ile ehl-i hadîs fıkhını birleştirerek döndü, yaptığı seyahatlerde asrında yaşayan âlimlerin görüşlerine vâkıf oldu, onları inceledi, rivayet ettikleri hadislerin çoğunu topladı. Bağdat’a dönünce fıkıhta kendi usulünü ortaya koyarak olarak talebe yetiştirmeye başladı.

İmam Şâfi, 820 yılında Mısır’da vefat etti.

İmam Şâfi, vefat ettiği zaman arkasında zengin bir fıkıh hazinesi ve kalabalık bir talebe topluluğu bıraktı. Mekke, Bağdat ve Mısır’da yetiştirdiği seçkin talebeleri onun eserlerini okuttular, görüşlerini ve diğer fakihlerle olan ihtilâflarını naklettiler. İşte bu öğrencilerin gittikçe genişleyen ders halkaları neticesinde Şâfiî mezhebi ortaya çıkmış oldu.


İMAM AHMET BİN HANBEL KİMDİR?

İmam Ahmed bin Hanbel, 780 yılında Bağdat’ta doğdu.

İmam Hanbel, Hanbeli mezhebinin kurucusudur. İmam-ı Şafiî’nin öğrencisidir.

Genç yaştan itibaren Bağdat’ta hadis toplamaya başladı. Hadis âlimlerinden dinlediği bütün hadisleri kaleme aldı. Hadis araştırma ve tesbiti amacıyla İslâm ülkelerini diyar diyar dolaştı. İçeriğinde 30 bin hadisin olduğu “El-Müsned” hadis kitabını yazdı.

O İmam Şâfiî’nin fıkıhtaki bilgisine, hüküm çıkarma ve istinbat usul ve metoduna hayrandı. İmam Ahmed bin Hanbel Mekke’de, Bağdat’ta İmam Şâfiî’den bu metotları öğrendi ve benimsedi. Böylece hadisleri sadece rivayetle yetinmeyip, onların fıkhî mâna ve maksatlarını da araştırdı. Olgunluk yaşına geldiği zaman ders okutmaya ve fetva vermeye başladı.

İmam Hanbel, 855 yılında Bağdat’ta vefât etti.

Mezhebin ayırıcı vasfı olarak re’y ve kıyastan çok âyet, hadis ve sahâbe kavli gibi naklî delillere dayanması dikkat çeker. Mezhepte bir bakıma hadise dayalı fıkıh anlayışı hâkimdir. Sadece fiilen karşılaşılan problemlere çözüm üretilmiştir. Teknik anlamda tam bir fıkıh mezhebi değil, bir nevi hadis ekolü olarak da görüldüğü için, Hanbelîliği fıkıh mezhepleri arasında saymayanlar da vardır.


İMAM MALİK BİN ENES KİMDİR?

İmam Mâlik b. Enes, 712 yılında Medine’de dünyaya geldi.

Mâlikî mezhebi, fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ikincisi olup, büyük hadis ve fıkıh bilgini Mâlik b. Enes’e nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır.

İmam Mâlik Medine’de yetişti. Medine o dönemde, Peygamber’in hadisleri ve sahâbe ve tâbiûn fetvaları bakımından bir merkez idi. Mâlik b. Enes böylesine zengin bir ilim atmosferinde eğitim öğretim gördü. Tanınmış tâbiûn bilginlerinden hadis ve fıkıh dersleri aldı. Olgunluk çağına gelince, Medine’de Mescid-i Nebevî’de ders ve fetva vermeye başladı. Döneminde Medine fıkhının imamı olarak tanındı, etrafında geniş bir ilim halkası oluştu, öğrenciler yetiştirdi.

İmam Mâlik, 795 yılında vefat etti.

Mâlikî mezhebi iki yolla yayılmıştır. Bunlardan biri İmam Mâlik’in yazdığı eserler, ikincisi de onun talebelerinin tedvîn ve eğitim faaliyetidir.


MEZHEPLERE GÖRE HAC MENASİKİNİN HÜKÜMLERİ


Mezheplere göre hac menasikinin hükümleri nelerdir? Mezheplere göre haccın hükümleri, şartları, sünnetleri, rükünleri ve vacipleri.

 Mezheplere Göre Hac Menasikinin Hükümleri
KONU HANEFlLERE GÖRE ŞAFİlLERE GÖRE MALİKlLERE GÖRE HANBELlLERE GÖRE
Haccın hükmü Fevrî farz Terâhî farz Fevri farz Fevri farz
Umrenin hükmü Sünnet Terâhî farz Sünnet Fevrî farz
Hacca niyet (.ihram) Şart Rükün Rükün Rükün
Umreye niyet (.ihram) Şart Rükün Rükün Rükün
Mikana ihrama girmek Vacip Vacip Vacip Vacip
İhramdan hemen sonra telbiye getirmek Vacip Sünnet Vacip Sünnet
İhramdan ünce boy abdesti almak Sünnet Sünnet Sünnet Sünnet
İhramdan önce güzel koku sürünmek Sünnet Sünnet Sünnet Sünnet
İfrad ve Kıran haccı yapanların kudüm tavafı yapmaları Sünnet Sünnet Vacip Sünnet
Tavafa niyet etmek Şart Sünnet Vacip Sünnet
Tavafa Hacer-i Esved’den başlamak Vacip Şart Vacip Şart
Teyamün Vacip Şart Şart Şart
Gücü yetenin tavafı yürüyerek yapmaları Vacip Sünnet Vacip Şart
Tavaf yaparken abdestli olmak, cünüp veya adetli olmamak Vacip Şart Şart Şart
Tavafı yaparken, beden, elbise ve metafm teiniz olması Sünnet Şart Şart Şart
Tavafı Hatim’in dışından yapmak Vacip Şart Şart Şart
Tavafı Mescid-i Haram içinde yapmak Şart Şart Şart Şart
Tavafı yedi şavta tamamlamak Vacip Şart Şart Şart
Tavafın şavtlarını peş peşe yapmak Sünnet Sünnet Vacip Vacip
Tavaf esnasında avret yerlerini örtmek Vacip Şart Şart Şart
Tavaf namazı kılmak Vacip Sünnet Vacip Sünnet
Umre tavafı Rükün Rükün Rükün Rükün
Hac ve umrenin sa’yi Vacip Rükün Rükün Rükün
Sa’yin tavaftan sonra yapılması Vacip Şart Vacip Şart
Sa’ye niyet etmek Vacip Şart Şart Şarta
Sa’ye Safa’dan başlayıp Merve’de bitirmek Vacip Şart Şart Şart
Gücü yetenin sa’yi yürüyerek yapması Vacip Sünnet Vacip Şart
Sa’yi yedi şavta tamamlamak Vacip Şart Şart Şart
Sa’yin şavtlarmı peş peşe yapmak Sünnet Sünnet Şart Şart
Umreden çıkmak için saçları kısaltmak veya tıraş etmek Vacip Rükün Vacip Vacip
Arefe gecesini Mina’da geçirmek Sünnet Sünnet Sünnet Sünnet
Arafat Vakfesi Rükün Rükün Rükün Rükün
Arafat vakfesinin zamanı Arefe günü zevalden sonra bayramın 1. günü fecr-i sadığa kadar Arefe günü zevalden sonra Bayramın 1. günü fecr-i sadığa kadar Arefe günü zevalden sonra bayramın 1. günü fecr-i sadığa kadar Arefe günü zeval-den sonra bayramın 1. günü fecr-i sadığa kadar
Arafat’ta gün katıntına kadar beklemek Vacip Sünnet Vacip Sünnet
Müzdelife’de akşam ve yatsı namaziarını yatsı vaktinde birleştirerek kılmak Vacip Sünnet Sünnüt Sünnet
Müzdelife vakfesi Vacip Vacip Vacip Vacip
Cemrelere taş atmak Vacip Vacip Vacip Vacip
Hacda tıraş olmak veya saçları kısaltmak Vacip Rükün Vacip Vacip
Tıraş edilecek veya kısaltılacak saçın miktarı En az dörtte biri En az üç tel Tamamı Tamamı
Cemrelere taş atma, kurban kesme ve tıraş olma arasındaki tertibe/sıraya uymak Sünnet (.Ebû Hanîfe’ye göre vacip) Sünnet Sünnet Sünnet
Ziyaret tavafı Tavafın ilk dört şavtı rükün, son üç şavtı vacip Rükün Rükün Rükün
Ziyaret tavafının bayramın ilk üç gününde yapılması Sünnet (.Ebû Hanîfe’ye göre vacip) Sünnet Sünnet Sünnet
Ziyaret tavafını Akabe Cemresine taş attıktan sonra yapmak Sünnet Sünnet Vacip Sünnet
Bayramın 2. ve 3. günün gecelerini, eğer kalacak ise 4. günün gecesini Mina’da geçirmek, Sünnet Vacip Vacip Vacip
Veda tavafı Vacip Vacip Sünnet Vacip
Kurban bayramı günlerinde umre yapmak Tahrimen mekruh Hac görevini tamamlamak şartıyla geçerli Geçersiz Kerahetsiz geçerli
Küçük, orta ve büyük cemrelere sırasıyla taş atmak Sünnet Vacip Vacip Vacip
1- Fevrî, haccın veya umrenin imkan elde edildiği yıl geciktirilmeden hemen yapılması demektir. 2 – Terâhî, haccın veya umrenin imkan elde edildiği yıl hemen yapılması zorunlu olmayıp, daha sonraki yıllarda da yapılması demektir.

İslamiyet’teki farklı mezheplerin hikmeti nedir?


Değerli kardeşimiz

İslam düşmanları tarafından işletilen mevzulardan biri de “mezhep” meselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam’da bir ihtilaf unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu, hiçbir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları mevzu olarak ele alır. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir.

Mesela, Hz. Peygamber (a.s.m.) Efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Aişe (r.a.) validemiz taşı Peygamber (a.s.m.) Efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (a.s.m.) Efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Peygamber (a.s.m.) Efendimiz yeniden abdest aldıklarına göre abdestleri bozulmuştur.

Hanefi mezhebi imamı, İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri ile Şafii mezhebi imamı, İmam Şafii Hazretleri abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ı Azam Hazretleri, “Peygamber (a.s.m.) Efendimizin alnına batan taş kan çıkardığı için Resulullah (a.s.m.) Efendimiz abdest almıştır.” hükmüne varırken; Şafii Hazretleri abdestin bozulmasını Hz. Aişe (r.a.) validemizin Peygamber (a.s.m.) Efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır. Böylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır.


MEZHEPLERİN DOĞUŞU

Peygamber (a.s.m.) Efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gelmiştir. Ancak Peygamber (a.s.m.) Efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaç kalmamış ve O’nun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır.

Cenab-ı Allah tarafından vazifeli olarak gönderilen hak mezheplerin imamları, bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber (a.s.m.) Efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını, daha bunlar gelmeden haber vermiş(2) ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (a.s.m.) Efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir…

İslam mezhepleri -bir iki cüz’i mesele hariç- hiçbir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini red ve inkar etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman,

“Bu Numan bin Sabit’in (İmam-ı Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur.” derdi.

İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H.93-179),

“Ben bir beşerim. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı tetkik ediniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir.(4)

Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii Hazretleri (H. 150-204) de hiçbir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek, Müslümanların gönül huzuru içerisinde ibadet yapmalarını temin etmişlerdir.


HAK BÖLÜNÜR MÜ?

Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”

Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi r.a Hazretleri özetle şu cevabı verir:

“Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin… İşte burada hak taadüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. ‘Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.’ denilebilir mi?”

“İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur… Mesela, bugün bile Şafii mezhebine mensup olanların genel karakteri köylülüğe ve bedeviliğe daha yakındır. Cemaatı bir vücut haline getiren hayat-ı içtimaiyyede (sosyal hayatta) eksik olduğundan her biri namazda imam arkasında fatihayı ayrı ayrı okuyarak, Cenab-ı Allah’a kendi dertlerini bizzat söylerler ve O’ndan ne istediklerini ifade ederler. İmam-ı Azam’a tabi olanlar ise genellikle medeniyete ve şehirliliğe daha yakın ve içtimai yaşayış da müsait olduğundan bir cemaat bir şahıs hükmüne girip bir tek adam herkes namına söyler, ona uyanlar kalben onu tasdik ettiklerinden ve onun sözü herkesin sözü hükmüne geçtiğinden Hanefi mezhebi mensupları imam arkasında fatiha okumazlar…”

“Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani Hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazarak, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur.” 

Mezhep imamları İslami meselelerde değil uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela, abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “başınıza meshediniz” emri bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen ‘b’ harfi, bazan “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazan da “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen ‘b’ harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uy”gulama ortaya çıkmıştır. Buradaki ‘b’ harfi her üç manaya da gelir. Bunun içindir ki İmam-ı Malik Hazretleri:

“Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur.” der. İmam-ı Ebu Hanife Hazretleri ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bazısına meshedilse kafi gelir” der. İmam-ı Şafii Hazretleri ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der. Hal böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır…

Bu arada kanun maddesi bir olduğu hâlde anlayış farklarından aynı meselede çeşitli mahkemelerden birbirine yüzde yüz zıt ve farklı hükümler ortaya çıkmaktadır. Birisi ortaya çıkıp da “Bu neden böyle oluyor?” diyemezken, mezhep meselesinin dile dolanması iyi niyetle ve gerçekçilikle bağdaştırılamaz.

Mezhepler birleşebilir mi? İnsanoğlunun bir hayat seviyesinde bulunmayışı şeriatları bir olduğu halde mezheplerinin farklı olmasında rol oynamıştır. Şayet insanoğlunun mutlak bir ekseriyeti bir yüksek okulun talebesi gibi yaşayış tarzında bir hayat seviyesine girse o zaman mezhepler birleştirilebilir. Fakat dünyanın şu andaki durumu o hale müsaade etmediği gibi mezhepler de bir olmaz, birleştirilemez.

Dolayısıyla her bir mümin bir mezhep üzere ibadetini yapmaya, bir mezhebi taklit etmeye mecburdur. Ancak mezhep imamları ve büyük müçtehitler birbirlerini taklit etmeye mecbur değildir, kendi içtihatları üzere amel ederler. Bunun dışında ileri geri konuşanlar ve mezhep imamlarına dil uzatanlarda bir art niyet aramak ve sözlerine itibar etmemek gerektir.


MEZHEPLER ARASINDA TELFİK YAPILABİLİR Mİ, YA DA KİMLER YAPABİLİR?

Bir de telfik meselesi vardır. Telfik fıkıh usulünde “Muayyen bir mesele ve maddede, iki veya daha fazla mezhebin hükümlerini bir araya getirmek.” şeklinde tarif edilir. Telfik de yine mezhep imamları veya onların derecesinde olan kimseler tarafından yapılır. Telfikten sonra ortaya hiçbir mezhebin kabul edemeyeceği bir hüküm çıkarsa bu telfik caiz değildir. Mesela: Nikâhta Hanefi, Maliki ve Şafii mezheplerini birleştirerek “velisiz, mehirsiz ve şahitsiz” bir nikâh akdi yapılsa bu nikâh geçersizdir. Zira böyle bir tarzı ne bir mezhep imamı ne de bir başka müçtehit benimsemiştir.

Genel görüş, bir hadisenin vukuundan ve belli bir hükümle amelden sonra, o hadisenin hükmünü değiştiren bir başka mezhebin hükmünü benimsemenin caiz olmaması şeklindedir. Ancak telafisi imkânsız meselelerde yapılan işin bir mezhebin hükmüne uygun olması, mezheplerin rahmet oluş cihetidir ve insanı kalp huzuruna götürür. Mesela, İmam Ebu Yusuf hamamda yıkandıktan sonra cuma namazını kılar. Bilahare kendisine hamamın haznesinde ölü bir fare bulunduğu haber verilir. Hanefi mezhebine göre Ebu Yusuf Hazretlerinin abdesti sahih olmamıştır ve böylece cuma namazını kılmıştır. Fakat yeniden cuma namazı kılması mümkün olmadığı için Ebu Yusuf Hazretleri “Medine’li olan kardeşlerimizin reyleriyle amel etmiş oluruz.” demiştir… Ama telafisi mümkün meselelerde telfik caiz değildir. O zaman öyle bir kapı açılır ki dini hayatımız alt-üst olur.

Bu meseleye bir fiili bilmeden işledikten sonra başvurulabilir. Bu da telafisi imkânsız meselelerde olabilir. Mesela cuma namazı gibi. Çünkü cuma namazı belli bir vakitte belli şartlarda kılınır. O vakit çıktıktan sonra bu namazın kazası diye bir durum yoktur. Ama bir öğle namazı böyle değildir. Namazı bozacak bir durumun farkına sonradan varılınca, vakit çıkmamışsa yeniden kılınır, vakit çıkmışsa kaza edilir.