MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Medine, Mekke ile birlikte iki Harem’den biri olup hicretten sonra Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Hz. İbrâhim -aleyhisselâm- Mekke’yi harem yaptığı gibi ben de Medine’yi harem kıldım” sözleriyle şehri harem ilân etmiştir (Buhârî, “Cihâd”, 71, 74; Müslim, “Hac”, 454).

Arap yarımadasının batısında Hicaz bölgesinde, Mekke’nin 350 km. kadar kuzeyinde ve Kızıldeniz kıyısına yaklaşık 130 km. uzaklıkta olup deniz seviyesinden yüksekliği 619 metredir. Bugün Medine-Mekke arasındaki ulaşım, hicret yolu olarak bilinen 418 kilometrelik otoyol vasıtasıyla sağlanmaktadır. Bu günkü nüfusu 1300.000 civarındadır.(2017) Kızıldeniz kıyısındaki Yenbû Limanı da şehrin Mısır, Habeşistan, Yemen, Hindistan ve Çin arasındaki deniz bağlantısını sağlar.

Şehrin kurulduğu geniş düzlüğün kuzeyi Uhud, güneyi Ayr dağı, doğusu Vâkım ve batısı da Vebere haneleriyle (volkanik lav akıntısının oluşturduğu siyah bazalt taşlıklar) kuşatılmıştır. Gerek coğrafî konum gerek arazi yapısı bakımından Mekke’den tamamen farklı olarak tarıma elverişli geniş vadileri ve zengin su kaynaklarıyla temayüz etmiştir. Tarih boyunca Medine’nin içme suları daha çok güney tarafındaki kuyulardan sağlanmıştır; burada Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in su içtiği ve abdest aldığı on dört kuyu bulun-maktadır (İbn Şebbe, 152, 156-162). XX. yüzyılın ortalarına kadar asıl yerleşme ve ticaret alanı sur içinde ve Mescid-i Nebevî’nin çevresinde yoğunlaşmış, şehrin çekirdeğini burada bulunan ve kuruluşu Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanına kadar giden semtler oluşturmuştur.Mescid-i Nebevî merkezli fizikî planını korumakla birlikte şehrin geleneksel yapısı neredeyse tamamen değişmiş; yüksek binaları, geniş yolları, Harem-i Şerif etrafında yoğunlaşan otelleri ve parklarıyla son derece modern bir görünüm kazanmıştır.

Medine’nin eski adı Yesrib’in, buraya ilk yerleşen aynı adlı şahıstan geldiği tahmin edilmektedir. Kökünde “Zarar vermek, karıştırmak, kötülemek, bozmak” gibi anlamlar bulunan yesrib kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de Medine’nin adı olarak bir yerde geçmektedir (el-Ahzâb 33/13). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- menfî anlamlar içeren Yesrib yerine “hoş ve güzel” anlamına gelen TâbeTaybe gibi isimlerin kullanılmasını emretmiştir (Müsned, IV, 285). Bunun yanında Kur’ân-ı Kerîm’de Medine için kullanılan “dâr” ke-limesinden hareketle (el-Haşr 59/9) Dârülhicre, Dârülîmân, Dârüssünne ve Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e nisbetle Medînetürresûl veya Medînetünnebî başta olmak üzere şehrin kutsallığına, hicret yurdu ve başşehir olmasına, hicretten sonra gerçekleşen medenîleşmeye vurgu yapan sayıları 100’e yaklaşan isim kullanıldığı görülmektedir. Bunlar içerisinde “nurlu şehir” anlamına gelen el-Medînetü’l-münevvere en yaygını olarak öne çıkar.

Medine’ye ilk yerleşmenin ne zaman başladığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Tarih sahnesine çıkışından itibaren Medine’ye yerleşen Amâlika, yahudiler, Evs ve Hazrec olmak üzere üç topluluktan bahsedilir; ancak bunlardan hangisinin daha önce geldiği bilinmemektedir. Medine hicret sırasında tam anlamıyla şehirleşmemiş, tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahipti. Bundan dolayı kentleşme teşvik edilmiş ve şehrin İslâmlaşması ile medenîleşmesi arasında paralellik kurulmak istenmiştir. Bu bağlamda idare ve savunma, ekonomi ve pazar, dinî hayat gibi medenî hayatın en önemli üç fonksiyonu sırasıyla düzenlenmiş; şehir planı Mescid-i Nebevî merkez olmak üzere geliştirilmiştir. Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ayrıca vefat edenlerin defnedilmesi için Baki’ mevkiini mezarlık olarak seçmiştir. Böylece İslâm dünyasında klasikleşecek olan şehircilik planının esasını teşkil eden bütün unsurlar tamamlanmış; merkezi cami olmak üzere yönetici evi, çarşı, mezarlık ve mahallelerden müteşekkil şehir planı Medîne-i Münevvere’de uygulamaya konulmuştur.

Medine, Mekke ile birlikte iki Harem’den biri olup hicretten sonra Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Hz. İbrâhim -aleyhisselâm- Mekke’yi harem yaptığı gibi ben de Medine’yi harem kıldım” sözleriyle şehri harem ilân etmiştir (Buhârî, “Büyü”‘, 53; “Cihâd”, 71, 74; Müslim, “Hac”, 454). Medine Haremi güneydeki Âir ve kuzeydeki Küçük Sevr dağları, doğuda Vâkım, batıda Vebere haneleri arasında kalan yaklaşık 22 km. yarıçapındaki daireden ibaret olup bu sınırlar işaretler konularak belirtilmiştir. Ha-nefî mezhebine göre Medine Haremi’nin Mekke Haremi gibi özel dinî hükümleri yoktur. Diğer üç mezhep ulemâsı ise anılan hadisi gerekçe göstererek burada da avlanma ve bitkileri kesmenin haram olduğunu belirtirler. Bunların çoğunluğu avlanma ve ağaç, ot kesme gibi fiillerin bir cezası olmadığını söylerken diğerleri ceza gerektiği görüşündedir. Ayrıca bütün mezheplere göre Medine Haremi’ne girmek için ihram giymek şart olmadığı gibi lüzumu halinde gayri müslimler geçici bir süreyle buraya girebilirler.

MEDİNE-İ MÜNEVVERE ZİYARETİ

 Hac ve umre ibâdetlerinin başlangıcında veyâ nihâyetinde, Medîne-i Münevvere’de ziyâret ettiğimiz Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in makâmı; kalbin, ilâhî muhabbet nakışlarıyla ziynetlenip ulviyyet kazandığı bir mekândır.

Bundan dolayı Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yüce hâtıraları ve can bahşeden nefesiyle dolu o mübârek topraklara yüz sürerken, O’nun rûhâniyetinden nasîb alma aşkıyla Ravza-i Mutahhara ziyâret edilmeli ve bu kutlu beldenin, sînesinde kâinâtın en yüce cevherinin bulunduğu, hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. O’na ümmet olmanın heyecânı içinde apayrı bir edep ve tâzîm gösterilmelidir.

MEDİNE’NİN FAZİLETLERİ

Medîne’de yaşamak, başka şehirlerde yaşamaktan farklıdır. Kendisini Mescid-i Nebî’ye, Harem’e göre ayarlayan, para kazanmak derdinde olmayıp, vefâlı Ensâr gibi Efendimize asr-ı saâdet ruhu ile bakanlar burada barınabilirler. O zaman Mescid-i Nebî ve Peygamber Efendimiz bütün dertlere derman olur. Rasûlullah’a komşu olmak, cennete komşu olmaksa, bunun böyle olması haktır. Gönlün her an Peygamber Efendimiz ile olması gerekir.

Şâir Nâbî, Medîne-i Münevvere için söyler:

Hakikat cennetinin en korunmuş köşesi, peygamberlik ilinin baş şehri, Medîne’dir.

Uyuduğu yer, o yer, o Nebîler Şâhı’nın; cennet eğer yüzükse, kaşı da Medîne’dir.

NURLU ŞEHİR: MEDİNE

Her şey, nübüvvetin 11. senesinde Akabe’de, Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, Mekke’ye haccetmek için gelen Es’ad bin Zürâre, Avf bin Hâris, Râfi’ bin Mâlik, Kutbe bin Âmir bin Hadîde, Ukbe bin Âmir ve Câbir bin Abdullâh’ı İslâm’a davet etmesi ile başlar.

“Hac” yönelmek, bir işe niyet etmektir. Mübârek Medîneli sahâbîler de en güzel işe yönelip, Peygamber Efendimizi ve müslümanları bağırlarına bastılar ve Medîne’nin “nûrlu şehir” olmasının önünü açtılar.

AKABE BİATI

Akabe’de Peygamber Efendimize ilk biat eden Es’ad bin Zürâre -radıyallâhu anh- Medîne’de nüfuz sahibidir ve arkadaşlarının İslâm Dîni’ne girmesine vesîle olur. Bir yıl sonra, Peygamberliğin 12. senesinde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e söz verip hac mevsiminde Akabe’ye gelen ilk altı kişiye, Muaz bin Hâris, Ubâde bin Sâmit, Yezid bin Sa’lebe, Abbas bin Ubâde, Ebu’l-Heysem Mâlik bin Teyyehan, Uveym bin Sa’ide ve Zekvan bin Abdikays dâhil olurlar.

PEYGAMBERİMİZİN İLK MÜRŞİDİ

Canları pahasına Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaat edeceklerine ve gerektiğinde O’nun yolunda savaşacaklarına söz verip Peygamber Efendimizin vazifelendirdiği ilk mürşid Mus’ab bin Umeyr’i yanlarına alarak Medîne’ye dönerler.

Es’ad bin Zürâre’nin evine yerleşen Mus’ab bin Umeyr, burayı irşad merkezi hâline getirir. Hazret-i Ömer’in Mekke’de Müslüman olması nasıl sevinçle karşılanmışsa; Medîne’de Sa’d bin Muâz’ın İslâm’a girmesi ile aynı sevinç yaşanır.

YİĞİT İNSANLARIN ŞEHRİ

Bu kez peygamberliğin 13. senesi, hac mevsiminde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e biat etmek üzere Akabe’ye içlerinde iki de hanımın bulunduğu 70 sahâbe gelir. Bütün Arap kavimlerinin düşmanlığını üzerlerine çekeceklerini bildikleri hâlde, Peygamber Efendimiz’i -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve beraberindeki bütün mü’minleri, Medîne’ye dâvet ederler. Canlarını, mallarını İslâm uğruna fedâ ettiklerini bildirirler. Bu vefâlı, yiğit insanların şehri olan Medîne, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i beklemektedir.

İLK İSLAM DEVLETİNİN KURULDUĞU YER

İkinci Akabe bîatından birkaç yıl sonra, Mekke’de sayıları ancak iki yüze ulaşan Müslümanların, Medîne’ye hicret etmesine izin verilir. Hicretle bütün müslümanların bir araya gelip ilk İslâm devletinin kurulduğu kutlu şehirdir, Medîne…