Hakim Bin Hazm (r.a.) Kimdir?


 Hakîm Bin Hazm -radıyallahu anh- İslam’a geç girdiği için pişmanlığından gözyaşları dinmeyen bir sahabî… “Bizi sırf, atalarımıza ve büyüklerimize uymak mahvetti” diye hayatının sonuna kadar gözyaşı akıttı. Devamlı hayıflanarak hayat sürdü. Nedameti, pişmanlığı hiç dinmedi.

Hz. Hatice annemizin erkek kardeşinin oğlu olan Hakîm Bin Hazm (r.a.) soylu ve zengin bir aile içinde büyüdü. Akıllı, firasetli ve fazilet sahibiydi. Cahiliye devrinde Ka’be’yi ziyarete gelen hacılara malından belli bir pay ayırırdı. Kavmi ona rifade görevini verdi. Hacılara yedirip içirdi. O, cahiliye döneminde Sevgili Peygamberimizin samimi dostuydu. Ondan beş yaş büyük olmasına rağmen onunla arkadaşlık eder, onunla beraber olmaktan, sohbet etmekten hoşlanırdı.

Resûli Ekrem (s.a.), Hz. Hatice annemizle evlenince Hakîm’le aralarındaki bağ daha da kuvvetlendi. Hakîm halasının evine rahat girip çıkıyordu. Fakat İslam’la şereflenmesi yirmi sene sonra Mekke fethi günü gerçekleşti.

Bu kadar yakınlığa rağmen İslam’a girmekte niçin gecikmişti? Kendisi de hayret ediyordu. Resulü Ekrem (s.a.) Efendimiz de onun gibi akıllı, anlayışlı birinin gecikmesine bir mana veremiyordu. Aslında o Resulullah (s.a.)’ı ilk tasdik edenlerden olmalıydı. Onun davetine ilk koşanlardan olmalıydı. Ama her şeyde Allah’ın dilediği oluyordu.

PEYGAMBERİMİZİN MÜSLÜMAN OLMASINI İSTEDİĞİ DÖRT KİŞİ

Mekke Fethi gecesi onun hakkında Resulullah (s.a.) ashabına şöyle dedi: “Mekke’de müşrik olarak kalmalarına razı olmadığını ve İslam’a girmelerini arzuladığım dört kişi var. Bunlar, Attab ibni Useyd, Cubeyr ibni Mut’im, Hakîm Bin Hazm ve Süheyl ibn Amr’dır.”

Resulullah (s.a.) Mekke’ye girdiğinde Hakim Bin Hazm’a da bir lütuf olarak şöyle seslenilmesini emretti. “Kim Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederse emniyettedir.

Kim Kâbe’de oturup silahını bırakırsa, emniyettedir.

Kim kapısını kapar evinde oturursa, emniyettedir.

Kim Ebû Süfyan’ın evine girerse emniyettedir.

Kim Hakim İbn Hazm’ın evine girerse emniyettedir.

“Hakîm’in evi Mekke’nin alt kısmında, Ebû Süfyan’ınki de üst tarafta idi. Kendisine kıymet verildiğini gören Hakim, Resûlullah’ın huzuruna geldi kelime-i şehadet getirerek İslam’la şereflendi.

SENİ AĞLATAN NEDİR BABA?

Hakîm, imanın tadını alınca, eski cahiliye dönemlerine pişmanlık duyarak devamlı gözyaşı akıttı. Neden İslam’a girmekte geç kaldığına hayret ederek, kendini affetmeyerek yaşadı. Bir gün oğlu, onu ağlarken gördü. “Seni ağlatan nedir baba?” diye sordu. O da şöyle cevap verdi.

“Oğlum! Çok şey var. Fakat en önemlisi, Müslüman olmakta geç kalmamdır. Bir çok iyi şeylerde öncelik hakkına sahip olamadım. Hepsi geçti. Dünya kadar altın bağışlasam bunlara ulaşamam. Bedir, Uhud harplerinde Allah beni kurtarmıştı. O zaman kendi kendime: “Bundan sonra Resûlullah’a (s.a.) karşı Kureyş’e yardım etmeyeceğim. Mekke’den çıkmayacağım” dedim. Ama kısa bir süre sonra Kureyş’e iştirak ettim. Her Müslüman olmaya niyetlenişimde yaşlı ve itibarlı olanlara bakıyor, onları örnek alıyor ve onlar gibi hareket ediyordum.

Keşke böyle yapmasaydım. Bizi sırf, atalarımıza ve büyüklerimize uymak mahvetti. Ben ağlamayayım da kim ağlasın oğlum!”

On dört asır sonra bile bu duygular içinde yaşayan kim bilir nice insanlar var. Sonradan pişman olmaktansa; baştan gönüllerimizi İslam’a açmak ve onun arı duru havasında yaşamak en akıllıca bir davranış olsa gerek, İbn Hazım bu konuda güzel bir örnek, İslam’sız geçen günlere ağlamak gerek. Çünkü İslam hayattır, diriliktir, canlılıktır, insanı insan yapacak ve insanca yaşamasını sağlayacaktır.

Hakîm İbn Hazm (r.a.) İslam’a öylesine sımsıkı sarıldı ki, iman onun kalbinde güller açtı. Her şeyini feda edebilecek kıvama getirdi. Resûlullah (s.a.)’a düşmalıkta sarf ettiği her şeyi misli misline ödemek üzere kendi kendine söz verdi, ilk olarak müşriklerin toplandığı ve Resûllulah (s.a)’in öldürülme kararının alındığı Daru’n-Nedve’yi yüz bin dirheme sattı. O iğrenç geçmişin üzerine bir perde çekti. Aldığı paranın hepsini Allah yolunda bağışladı. Kureyş gençlerinden birisi ona: “Kureyş’ten kalan en iyi mirası sattın amca” deyince Hakîm: “Heyhat yavrum. Bütün iyi şeyler gitti. Sadece takva kaldı. Ben onu, bedeliyle Cennette bir ev almak için sattım” dedi.

O, bir Hac seferinde güzel örtüleriyle birlikte yüz deve götürdü. Hepsini Allah için kurban etti. Bir başka Haccında Arafat’ta yüz köleyi azad etti. Üçüncü haccında bin koyun kurban etti. Fakir fukaraya etlerini dağıttı.

HEP VEREN EL OLDU

Hakîm İbni Hazm (r.a.) Huneyn gazasından sonra Resül-i ekrem (s.a.) Efendimizden ganimet istedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

“Hakîm! bu dünya malı tatlıdır. Nefse hoş gelir. Kim tokgözlülükle alırsa, o kimsenin malına bereket verilir. Kim açgözlülükle alırsa, o malın bereketi yoktur. Veren el alan elden daha üstündür.”

Resûlullah (s.a.)’den bu sözleri duyan Hakîm: “Ya Resûlullah! Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, senden sonra kimseden bir şey istemeyeceğim. Dünyadan ayrılıncaya kadar kimseden bir şey almayacağım.” dedi.

Hakîm yeminini tuttu. Hz. Ebubekir (r.a.) ona Beytü’lmal’dan maaş bağlattı. Fakat o almadı. Hz. Ömer (r.a.) zamanında da maaş bağlandı yine almadı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) halkın içinde ayağa kalktı ve: “Sizler şahit olun ey Müslümanlar! Ben Hakîm’i maaşını almaya çağırıyorum ama, o almamakta ısrar ediyor” diye ilan etti.

Hakîm İbn Hazm (r.a.) böylesine kararlı ve sözünün eri olarak yaşadı. Veren el oldu. Alan el değil, İslam’dan uzak geçirdiği vakitlere hep ağladı. Pişman oldu. Bizlere de güzel örnek oldu. Hayırlı işlerde acele edilmesini, geç kalınmaması gerektiğini öğreterek ahirete göç etti. Cenabı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz.