Fudayl Bin İyaz Hz. Kimdir?


Fudayl bin İyad Hz. kimdir? Fudayl bin İyad Hazretleri gençliğe ettiği nasuh tövbeden sonra nasıl bir hayat yaşadı? Fudayl bin İyad Hazretleri’nden nasihatler…

Adı Fudayl bin İyad, künyesi Ebû Ali, nisbesi et-Temîmî el-Yerbûî. Horasan’da Merv yakınlarında Fundin denilen bir köyde doğdu. Babası takva ehli olarak tanınan mârûf bir zattı. Fakat hikmet-i Hûda Fudayl’ın delikanlılık yılları gençlik sarhoşluğu ile geçti. Bir süre Ebiverd ile Serahs arasında yolkesicilik bile yaptığı söylenir.

Tevbesinden sonra eşkiyâlığı bırakarak Kûfe’nin yolunu tuttu ve oradaki üstadlardan ilim öğrendi. Kuvvetli hafızası sayesinde kısa zamanda çok sayıda hadis ezberleyerek ilm-i hadiste ihtisas kazandı. Kufe’de Ebu Hanife’nin ders halkasına katıldı. İbn Mace’nin dışında pek çok muhaddis kendisinden rivayetlerde bulunmuştur. İbn Mübarek ve İmam Şafii onun talebeleri arasında yer alır.

İlm-i marifete yöneldi. Kendisini Harem-i Şerife girmeye layık görünce Mekke’nin yolunu tuttu. 187/802 yılında vefat edinceye kadar orada yaşadı.

Tevbesine sebep şu hadisedir:

Bir cariyeye aşık olmuştu. Cariyenin bulunduğu evin duvarına çıkar, sabaha kadar sevgilisini seyrederdi. Yine bir gün duvarın üzerinde iken, önünden, arkasından, sağından, solundan havayı titreten ve sanki vücudunun derinliklerinden çıkan bir ses işitti. O sesin sahibi şöyle diyordu: “Müminlerin kalplerinin Allah’ın zikri karşısında huşu duymaları zamanı gelmedi mi?” (el-Hadid, 57/16) Fudayl bu sesin tesiriyle uzun süre sarsılarak duvarın üzerinde hareketsiz kaldı. Derin bir istiğrak halinden kendine geldiğinde gözlerinden yaşlar boşanarak: “O zaman gelip çattı ya Rabb!” diyordu. Rabbı ile Fudayl arasındaki sulh işte böylece tamamlanmış oldu.

Fudayl, Şeriat-ı garra-i Ahmediyye’ye son derece bağlı idi. Nitekim İbrahim bin Eş’as O’nun: “İnsanlar farzlardan daha faziletli bir şeyle Allah’a yaklaşmamışlardır. Farzlar sermaye, nafileler kârdır.” dediğini rivayet eder.

Fudayl, hayatının birinci devresinde dünya zevklerine ve geçici lezzetlere fazlaca aldanmıştı. Vakta ki batıl zail olup hakikatin perdesi açılınca Fudayl dünyayı tamamıyla şerr olarak görmeye başladı. Nitekim dünyanın kendisine kurduğu tuzak karşısında: “Dünya bütün herşeyiyle bana arzolunsa hiç düşünmeden rahat ve kolay bir şekilde dünyanın murdarlığına hükmederim” derdi. Dünyaya rağbet ve zühd hakkında da şunları söylerdi: “Kötülüklerin hepsi bir evde toplanmış ve dünyaya rağbet o evin anahtarı olmuş. İyiliklerin hepsi de bir başka evde toplanmış, zühd de ona anahtar olmuş.”

Dünya bir şifahane ve tımarhanedir. Orada yaşayan insanlar deli hükmündedirler. Tımarhanede deliler için bağ ve zincir bulunur. Nefsin arzuları bağ, günahlar da zincir.”

HALİN NASIL

– Nasıl sabahladın? Fudayl, halkın bu suali genellikle ruh sağlığını değil de, vücud sağlığını kasdederek sorduğunu bildiğinden, bu tip suallerden hoşlanmazdı. Yine de:

– Hayr üzere sabahladım, diye cevap verdi. Adam tekrar:

– Nasılsın? deyince Fudayl:

– Hangi halimi soruyorsun. Dünyevi halimi soruyorsan, dünya bize meyletti de, biz onun bütün yollarından geçtik. Âhireti soruyorsan, günahı çok, ameli az, ömrü tükenmek üzere, ahirete ve ölüme hazırlığı olmayan bir adamın hali nasıl olur ki, diye karşılık verdi.

Fudayl bir defasında üzüntülü bir adam gördü ve:

– Senin için Allah’ın dediğinden başka bir şeyin olmasından mı korkuyorsun, diye sordu. Adam:

– Hayır, diye karşılık verince Fudayl:

– Öyleyse neye üzülüyorsun? Dünya, insanı kendine kul yapmadıkça yol kolaydır, dedi.

Fudayl’a göre yol, ilimle başlayan amel ile devam edip ahlakla kemale eren yoldu.

İLME BAĞLILIĞI

Fudayl, ilme bağlılığı sayesinde çağdaşları arasında en üst dereceye ulaşarak devrindeki alimlere vaaz edecek seviyeye erişmişti. Alimler, onun vaazlarını takdirle ve mahcubiyetle başlarını öne eğerek dinlerlerdi. Mesela Süfyan bin Uyeyne, İslâmî ilimlerde zirveye ulaşmış bir kimse olmasına rağmen Fudayl’ın önünde ilim ve irfan için diz çökerdi.

Fudayl, ona ve benzeri alimlere: “Ey alimler, sizler İslâm beldelerini aydınlatan kandiller gibiydiniz. Şimdi ışıklarınız neden söndü? Siz ümmete yol gösteren yıldızlardınız şimdi neden yolunuzu şaşırdınız? Siz ümeranın kapısına gidip onların nereden kazandıkları bilinmeyen servetinden istifade etmekten dolayı Allah’tan haya etmiyor musunuz?” der, sonra sırtını mihrab duvarına yaslayarak hadis rivayet etmeye başlardı. Süfyan da başını öne eğerek:

– Estağfirullah ve etûbu ileyh, derdi.

ÂLİMDE İSTİĞNA

Söz hafızlardan açılınca şöyle konuşurdu: “Kur’ân hafızının halka, halifelere veya daha aşağıdakilere ihtiyacı olmamalı, bütün insanlar ona muhtaç olmalı.” “Allah için okuyan kurralar, hudu ve huşu sahibidir. Kadılar ve devlet ricali için okuyanlar ise, kibir ve gurur sahibidir.” “Kur’ân okuyan herkes, kıyamet gününde peygamberlerin tebliğden sorguya çekilmesi gibi, sorguya çekilecektir. Çünkü ehl-i Kur’ân, peygamberlerin varisleridir.”

Fudayl, ilimden ve ulemadan bahsettiği konuşmalarında bazan halka, bazan da ulemaya yönelik sözler söylerdi. Halka yönelik sözleri şu mealde olurdu:

– Ahiret aliminin ilmi gizlidir. Dünya aliminin ilmi ise açık. Siz, ahiret alimine tabi olun ve dünyalık alimlerle oturmaktan sakının. Çünkü bu tip alimler sizi, gururları ve yaldızlı lafları ve amelsiz kuru iddiaları veya sadakat ve ihlâssız amelleriyle yanıltıp fitneye düşürürler.

Alimlere yönelik konuşmalarında şöyle derdi:

– Şayed ehl-i ilim olsalar, dünyaya karşı zahid olurlar, zalimler onlara boyun eğer, halk onlara teslim olur. Halbuki onlar, ilimlerini dünyalık insanların dünyalıklarından nasib almak için kullanıyorlar ve bu yüzden zillete duçar olarak insanların gözünden düşüyorlar. Zahidliğin alameti odur ki, zahid, ümeranın ve diğer insanların yanında cehaletle itham edilince kızmaz, üzüntü duymaz, aksine sevinir.

Fudayl, bid’atçilere de kızar ve şöyle derdi: “Bid’atçilerle oturup kalkan hikmetten nasib alamaz. Bid’atçının yüzüne bakmak manevi körlük doğurur.”

Fudayl’a göre, masiyet ve günahlar, musibet ve elemlerin sebebiydi. Nitekim Allah Teâlâ bazı peygamberlerine: “Beni tanıyan kimse, bana isyan edecek olursa, ben ona beni tanımayan kimseleri musallat ederim” diye vahyetmiştir. Nitekim ben, Allah’a asi olduğumu hizmetçimin kötü davranışlarından ve eşeğimin bana isyanından anlarım.” derdi.

ALLAH SEVGİSİ VE KORKUSU

Allah’a giden yol, şu iki şeyin dengesiyle müstakim olurdu: Allah sevgisi ve Allah korkusu. “Allah’ı, korku olmadan muhabbet yoluyla tanıyan, sevgi ve şımarıklıkla helak olur giderdi. Allah’ı sadece korku yoluyla tanıyan ise O’ndan ürkerek uzaklaşırdı. Allah’ı sevgi ve korku yolları müşterek olarak tanıyanı Allah sever, kendine yaklaştırır, temkin sahibi yapar ve ona bilmediklerini öğretirdi. Allah’ı gerçek marifetle tanıyan dalâletten uzak olur, ölümün derecesini ve gerçek yüzünü bilen ondan gafil olmazdı.”

“Allah’a karşı muameleniz gönlünüzden ve sadakatle olsun. Çünkü yükselmek ancak Allah’ın yükseltmesiyle mümkün olabilir. Allah bir kulunu sevdiği zaman onun sevgisini mahlukatın kalplerine de yerleştirir.”

“Sevgisi, korkusu ve ölüm düşüncesi tam olan gerçek tevazua kavuşur. Gerçek tevazu, Hakk’a boyun eğip itaat etmek, nereden ve kimden olursa olsun, hakkı kabul etmektir.” “Nefsinin değeri olduğunu zannedenin tevazudan nasibi yoktur.”

Derdi ki:

“Şayed bana, ‘Emiru’l-müminin yanına geliyor’ denildiğinde ben sakalımı, kılık-kıyafetimi düzeltecek olursam münafıklar defterine yazılmaktan korkarım.”

Fudayl ile Şuayb bin Harb tavaf esnasında karşılaştılar. Fudayl, Şuayb’a:

– Şu makamın senden ve benden daha kötü birilerini gördüğünü zannediyorsan, büyük bir musibete uğramış sayılırsın, dedi. Hasan bin Ziyad yanına geldiğinde ona da:

– Ya Hasan! Sen Mescid-i Haram’da benden ve senden daha fena bir adam gördüğünü sanıyorsan yanılıyorsun, demişti.

SÖZLERİNDEN:

“Bize göre kemale eren kişi, çok namaz kılan ve çok oruç tutan değil, nefsini sehavete, sadrını selamete erdirerek ümmete nasihat edendir.”

“Allah’tan rızaya en layık olanlar, marifet ehlidir. Allah, sadece muttakileri ummadıkları yerden rızıklandırır, başkalarını değil.”

“Üç şey kalbi kasvetlendirir: Çok yemek, çok uyumak ve çok konuşmak.”

“Gönlünde bir takım arzuları bulunduğu halde ubudiyyet iddiasında bulunan yalancıdır..”

“Senin Allah’tan korkman ölçüsünde, halk da senden korkar. Allah’tan korkana birşey zarar veremez. Allah’tan başkasından korkana da birşey fayda vermez.”

Nefsini azarlayarak şöyle derdi: “Neden korkuyorsun, aç kalmaktan mı? Boş yere korkma; çünkü sen, bu konuda çok aşağılardasın. Aç kalabilen ancak Muhammed (s.a.) ve ashabıdır.”

“Allah sevdiği kulunun derdini çoğaltır, buğzettiği kulunun dünyasını genişletir, onu zengin kılar.”

“Gerçekten fazilet sahipleri, fazilet ve meziyetlerini görmeyenlerdir.” “Fütüvvet, dostların kusurlarını hoş görmektir. Çünkü kusursuz dost arayan dostsuz kalır.”

“Kötü huylu bir abidin bana arkadaş olmasından çok, güzel huylu facir (günahkar) birinin arkadaş olmasını isterim.”

“Konuştuğu zaman sözünün dinlenmesinden hoşlanan zahid olamaz.” “Zühdün aslı Allah’tan razı olmaktır.”

Bişr Hafi, Fudayl’a sordu: “Zühd mü daha üstün, rıza mı?” Fudayl şöyle cevap verdi: “Rıza zühdden daha üstündür. Zira rıza halinde olan bulunduğu makamın daha yukarısını temenni etmez.”

“Gerçek sevgi, uzakta ve yakında sevgiliyi iki cihana tercih etmektir.”

“İnsanlardan uzaklaşıp Rabbına yakın olmaya çalışan ve günahına ağlayan kimseye ne mutlu!”

“Ahir zamanda öyle insanlar gelecek ki, zahiren kardeş, batınen düşman olacaklar.”

“Kızdığında sana yalan söyleyenle kardeş olma!”

“Bugün kardeşlik öldü. Eskiden bir adam kardeşinin evladlarını uzaklığına rağmen korur, kollar ve büluğa erinceye kadar onlara kendi evladı gibi bakardı.”

“Senden istediği bir şeyi vermediğin zaman sana kızıp darılan senin kardeşin değildir.”

CEMAATE DEVAM

Fudayl, insanlara halktan kaçıp Hakk’a sığınmalarını tavsiye eder ve şöyle derdi: “İnsanlardan kaç, fakat cemaati terketme!”

Ehl-i sünnet hakkında:

“Allah’ın öyle kulları vardır ki, beldeleri ve insanları ihya ederler. Onlar sünnet-i seniyyeye bağlı olan kimselerdir.”

Ehl-i beyt hakkında:

“Ehl-i beytten birini gördüğüm zaman ashab-ı kiramdan birini görmüş gibi olurum” derdi.

Fudayl, insanın kalbinde bulunan huşudan ziyadesini üzerinde bulundurmasından hoşlanmaz, halk için ameli riya, halk için ameli terketmeyi de şirk sayarak: “İhlas Allah’ın seni bu iki beladan korumasıdır.” derdi. O’na göre, “riyakârım” diye yemin etmek, “riyakâr değilim” diye yemin etmekten daha hoştu. – rahmetullahi aleyh –

Kaynaklar Sülemi, Tabakatu’s-sûfîyye, s. 6-14; Hılyetü’l-evliyâ, VIII, 84-140; Kuşeyri, I, 63,64; Hucviri, I, 308; İbn Hallikan, I, 126 vd.; 311; Sıfatu’s-safve, II, 237-247; Tezkiretü’l-evliya, s. 89-101; İbnu’l-Mulakkin, s. 266-271; Nefehatü’l-üns. trc. Lamii), s. 87; Şa’rani,I, 58; el-Kevakibu’d-dur riyye, I, 168; A’lamü’n-nübela, VIII, 421-442

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları