MEKKE-I MÜKERREME ve KÂBE’I ŞERİF’İN FAZİLETLERİ

1) Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Bu Beyt üzerine her gün Allah’ın yüzyirmi rahmeti iner. Onlardan altmışı tavaf edenler üzerine, kırkı orada namaz kılanlar üzerine, yirmisi de Beytullah’a bakanlar üzerine iner.” (Dürrü Mensûr)  

İZAH: Sadece Beytullah’ı Şerif’e bakmak bile ibadettir. Tabíîn- den Hz. Said ibni Müseyyeb rahmetullahi aleyh buyuruyor ki; “Kim iman ve tasdik ile Kâbe’ye bakarsa, o bugün doğmuş gibi günahlarından temizlenir.” Ebû’s Sâib Medenî rahmetullahi aleyh diyor ki; “Kim iman ve tasdik ile Kâbe’ye bakarsa, onun günahları, ağaçtan yaprakların dõküldüğü gibi dökülür. Mescid’i Haram’da oturup da sadece Beytullah’a bakan kimse, isterse tavaf yapmasın, nafile namaz kılmasın, bu kimse evinde nafile namazlar kılan ve Beytullah’a bakmayan kimseden üstündür.” Hz. Atâ rahmetullahi aleyh diyor ki; “Beytullah’a bakmak da ibadettir. Beytullah’a bakan kimse, geceleri kalkıp ibadet yapan, gündüzleri oruç tutan, Allah yolunda cihad eden ve Allah’a dönüş yapan kimse gibidir.” Hz. Atâ rahmetullahi aleyh’ten şöyle bir şeyde nakledilmiştir; “Bir defa Beytullah’a bakmak, bir senelik ibadete eşittir.” Tâûs rahmetullahi aleyh diyor ki; “Beytullah’a bakmak, oruç tutan, geceleri uyumayan ve Allah yolunda cihad eden kimsenin ibadetinden daha efdaldir.” İbrahim Nehaî rahmetullahi aleyh diyor ki; “Beytullah’a bakmak, Mekke dışında gayretli bir şekilde kendini ibadete vermeye eşittir.” 

Tavaf yapanlar üzerine ne kadar rahmetin indiği bu hadisle açığa çıkmaktadır. Bundan dolayı alimler şöyle yazmışlardır; “Mescidi Haram’da tavaf yapmak, tahiyyet’ül mescid namazı kılmaktan efdaldir. (Dürrü Mensûr)

Eğer herhangi bir sebepten dolayı tavaf yapamazsa, tahiyyet’ül mescid namazı kılmalı, yoksa tahiyyet’ül mescid kılmak yerine Mescid’i Haram’a girer, girmez tavaf etmek efdaldir. Elbette eğer namaz vakti yakınsa,  o zaman tavaf yapmamalıdır. Allah’ın lütuf ve keremiyle kendilerine bol bol tavaf etme tevfikini verdiği kimselere ne mutlu!   

Kürz bin Vebre rahmetullahi aleyh büyük bir zâttır. Her gün, gündüz yetmiş tavaf gece de yetmiş tavaf yapmak âdetindendi. Böylece günlük toplam tavaf mesafesi 30 mil olmaktadır. Her tavaftan sonra kıldığı iki rek’at tahiyyet’üt tavaf (tavaf namazı)nın toplamı 280 rek’at eder. buna ilave olarak her gün iki defa Kur’an-ı Kerim’i hatmederdi.’

Iste ahiretin ebedî hayatı için pek çok şey kazanıp götüren insanlar bunlardır.


2) Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hacer’i Esved hakkında şöyle buyurdu; “Allah’a yemin olsun ki, kıyamet günü Allah, onu (Hacer’i Esved’i) gören iki gözü, konuşan lisanı olduğu halde getirecektir. O kendini hak üzere öpen kimse hakkında şahidlik edecektir.” (Tirmizi, Ibni Mâce, Mişkât)

İZAH: Hak ile Hacer’i Esved’i öpmenin manası, iman ve tasdik ile õpmektir. Hz. Câbir radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu naklediyor; “Kâbe’nin bir dili ve iki dudağı vardır. O (önceki zamanlarda), <Allah’ım! Bana gelenler azaldı ve ziyaret edenler azaldı> diye Allah’a şikayette bulundu. Bunun üzerine Allahu Teâlâ Soyle buyurdu: <Ben öyle (Müslüman) bir kavim yaratacağım ki, onlar cok huşû sahibi ve çok secde eden (namaz kılan) kimseler olacaklardir. Onlar güvercinin kendi yumurtaları üzerine eğildiği gibi senin tarafina egileceklerdi.

Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur; “Hacer’i Esved ve Rüknü Yemâni, kıyamet günü gözleri, dilleri ve dudakları olduğu halde getirilecektir. Kendilerini öpmüş olanların vefakârlıkları hakkında şahidik edeceklerdir. (Yani kendilerini öpmüş olanların ikrarlarını isbat ettiklerine şahidlik edeceklerdir.)”‘ Başka bir hadiste şöyle geçmektedir; Hz Ömer radıyallahuanh tavaf yaparken Hacer’i Esved’e ulaşınca onu öptü ve “Ben biliyorum ki sen bir taşsın, ne fayda verebilirsin ne de zarar Eğer ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i seni öperken görmeseydim asla seni öpmezdim” buyurdu. Hz. Ali Kerremallahu Vechehû onun yanındaydı, “Ey mü’minlerin emiri! Bu, fayda ve zarar verir” dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh, “Bu nasıl olur?” dedi. Hz. Ali radıyallahu anh şöyle dedi: “Allah celle celaluhu ezelde alemlerin Rabbi olduğu hakkında söz almıştı. Aldığı bu sözü kitaba kaydederek bu taşın içine saklamıştı. İşte bu taş kıyamet günü, <Falanca verdiği sözünde durdu, falanca da (yani kâfir kimse de) sözünü inkâr etti> diye şahitlik edecektir. Büyük ihtimalle burada okunan mesnun duanın sebebi de budur. Dua şöyledir;  

“Allah’ım! Ben Sana iman ederek, Senin kitabını tasdik ederek, Sana verdiğim söze vefâ göstererek (Hacer’i Esved’i öpüyorum.)”

Hz. Ömer radıyallahu anh, “Allah etmesin, insanlar yanlış bir inanca sahib olurlar” diye onların akâidlerini çok düşünür ve önemserdi. Bundan dolayı altında bîat yapılan ve Bey’atûrridvan denilen ağacı kestirmiştir. O bîat çok önemliydi. Nitekim Allah celle celaluhu o (bîate katılan) sahabeler hakkında Kur’an-ı Kerim’in şu ayetini indirdi;

“And olsun ki Allah, (Hudeybiye’de) ağacın altında sana bîat ettikleri vakit, mü’minlerden razı oldu. (Fetih-18)” Ancak Hz. Ömer radıyallahu anh insanların bu ağacın yanına bereketlenmek için gittiklerini öğrenince onu kestirtti. Burada da Hz. Ömer radıyallahu anh, “İnsanlar putperestlikten kurtulup geliyorlar. Allah etmesin bu taşın da putlara benzediğini zannederler de onlar da putperestlik şaibesi kalır” diye düşünmüştür. Bundan dolayı, “Bu Hacer’i Esved’i öpme işi, taşa karşı bir tazim değil, sadece hükmü yerine getirmektir. Müşriklerin inandığı gibi bu taşta Allah’a yaklaştırma özelliği yoktur” diye bir uyarıda bulunmuştur.”

Aynı şekilde, bizzat Kâbe’i Şerif hakkında Hz. Ömer radıyallahu anh’ın, “Bu birkaç taştan yapılmış bir evdir. Ancak Allah, yaşadığımız müddetçe Kendisine dönüp namaz kılmamız, öldükten sonra yüzümüzü ona doğru döndürerek (kabre) yatırılmamız için onu bize kıble yapmıştır” buyurmuştur. Bir hadiste şöyle geçmektedir; Hz. Ömer radıyal- lahu anh Hacer’i Esved’e ulaşınca, “Ben şehâdet ederim ki, sen bir taşsın. Ne fayda verebilirsin ne de zarar. Benim Rabbim, Kendisinden başka ilah olmayan Zât’tır. Eğer ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in seni öptüğünü ve elini sürdüğünü görmeseydim, seni ne öperdim ne de elimi sürerdim” buyurmuştur.

Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ömer radıyallahu anh Hacer’i Esved’i öptü ve şöyle buyurdu;  Bu duada her çeşit şirkten nefret ettiğini açıklamıştır. Bundan şu da an- laşılmaktadır ki, Beytullah’ı tavaf etmenin yada Hacer’i Esved vs.’yi öpmenin, putperestlikle hiçbir alâkası yoktur. Bunun birinci sebebi şudur: Tavaf vesâire sadece Allahu Teâlâ’nın emrini yerine getirmektir. Putları yada herhangi bir putu tavaf yapmak hakkında mülkün sahibi olan Allah’ın hiçbir emri yoktur. İkinci sebeb şudur: Kâbe’i Şerif, Hacer’i Esved ve di- ğerlerinin Allah’tan başka olan ve kendisinde şirk olduğu açıkça belli olan şeylerle ilişkisi yoktur. Hz. Ali Kerremallahu Vechehůnun, “O fayda verir” sözünden kasıt, şahidlik ve tanıklık faydasıdır. Mahkemede birine şahidlik etmek, muhakkak onun için faydalıdır, ancak böyle yaptı diye onun ibadete layık olduğu lazım gelmez. Hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur; “Müezzinin ezan sesinin ulaştığı yere kadar her yaş ve kuru şey, kıyamet günü onun hakkında şahidlik yapacaktır.” Ancak bunda dolayı her yaş ve kuru şeyin ibadete layık olduğu lazım gelmez.


3) Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Hacer’i Esved, Cennet’ten dünyaya indirildiği vakit sütten daha beyazdı. Ademoğlunun hataları onu kararttı. (Ahmed, Tirmizi, Mişkât)

İZAH: İnsanlar, günahlara bulaşmış olan ellerini Hacer’i Esved’e sürdüler, onların tesiriyle o siyahlaştı. Bu, büyük ibret alınacak bir durumdur. Sadece el sürmekle taş üzerinde bu etki meydana gelirse, her an günahlara bağlı olan kalplerin hali ne olur?                                                    

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur; “İnsan bir günah işlediğinde, onun kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tevbe ve istiğfar ile onu yıkarsa, o tertemiz olur. Yoksa orada kalmaya devam eder. Başka bir günah işlerse, bir nokta daha belirir. Böyle devam edince kalbin tamamı simsiyah olur. Kur’an-ı Kerim’de şu ayette buna işaret edilmiştir:”

“Bilakis onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifin-14)

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur; “Hacer’i Esved ve Makam’ı İbrahim, Cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer müşrikler ona el sürmeselerdi hangi hasta, hastalığı nasıl olursa olsun ona dokununca sıhhat bulurdu.” Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur; “Hacer’i Esved, Cennet taşlarından bir taştır. Eğer günahkárların ona dokunmalarından dolayı, ona bulaşan günahların kötü tesiri olmasaydı, bir âmâ, bir cüzzamlı veya başka bir hastalığı olan kimse ona dokunsa sıhhat bulurdu. Ithaf


4) Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasû- lullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Rûknü Yemâni üzerine yetmiş melek görevlendirilmiştir. Kim oraya varınca şu duayı okursa, melekler onun duasına amin derler.”

“Allah’ım! Sen’den af istiyorum. Dünya ve ahirette de afiyet istiyorum. Ey Rabbimiz! Bize dünyada ve ahirette iyi hâl ver ve bizi Cehennem azabından koru.” (Ibni Mâce, Mişkât)

İZAH: Rûknü Yemâni de mübarek bir makamdır. Hz. İbni Ömer radıyallahu anhuma buyuruyor ki; “Biz kolaylıkta da, zorlukta da Hacer’i Esved ve Rûknû Yemâni’yi istilam etmeyi terk etmedik. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in istilam yaptığını gördüğümüzden beri böyle yapmaya devam ettik.” Bir hadiste şöyle geçmektedir; “Hacer’i Esved ve Rûknü Yemâni’yi mesh etmek hataları döker.”” Başka bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Rûknü Yemâni’yi öptüğü nakledilmiştir.?

Burada şu konuya dikkat edilmelidir: Hacer’i Esved ve Rûknû Yemâni, başkalarına eziyet vermeyecek şekilde istilam edilmelidir. Bu davranış müstehabtır. Müslümana eziyet ulaştırmak ise haramdır.


5) Hz. Ibni Abbas radıyallahu anhuma şöyle diyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim; “Mültezem. duanın kabul olunduğu yerdir. Orada bir kul Allah’a dua ederse mutlaka duası kabul olunur.” (Mūselselât, Hısn)

İZAH: Hacer’i Esved ile Kâbe’i Şerifin kapısı arasındaki bölüme Mültezem denilir. O bölüme Mültezem denilmesinin sebebi, büyük ihtimalle mültezemin manasının Kendisine yapıIşılan yer olmasıdır.

Ebû Dâvûd’da Hz. Ibni Abbas radıyallahu anhuma’dan şöyle bir şey nakledilmiştir: O, Mültezem önünde durarak göğsünü ve yüzünü duvara yapıştırıp, iki elini açarak duvarın yüzüne yaydı ve “Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in böyle yaptığını gördüm” buyurdu. Benim hocam (Allah kabrini pūrmûr etsin) ile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e kadar olan her üstad, Mültezem’de duanın kabul olunmasıyla ilgili bu hadisi naklederken, “Ben orada dua ettim ve duam kabul edildi” diye şahsi tecrübėsini anlatmıştır. Âcizane benim de şahsi tecrübem vardır.

Hasan Basrî rahmetullahi aleyh Mekkelilere yazmış olduğu mektubunda şöyle yazmıştır, “Orada onbeş yerde dua kabul olur: 1-Tavaf yaparken, 2-Mültezem’de, 3-Mizab’ı Rahmet’in yanında, 4-Kâbe’i Şerif’in içinde, 5-Zemzem kuyusunun yanında, 6-Sâfâ’da, 7-Merve’de, 8-Onla- rin arasında koşarken, 9-Makam’ı İbrahim’de, 10-Arafat meydanı’nda, 11-Müzdelife’de, 12-Minâ’da, 13-Küçük şeytanı taşlarken, 14-Orta şey- tanı taşlarken, 15-Büyük şeytanı taşlarken.”

Dürrü Mensûr’daki rivayette şöyle yazmıştır; “Mültezem ve Mizab’ı Rahmet’in altında, Rûknû Yemâni’nin yanında, Sâfâ’da, Merve’de, onların arasında, Hacer’i Esved ile Makam’ı İbrahim arasında, Kâbe’i Serifin içinde, Minâ’da, Müzdelife’de, Arafat’ta ve üç şeytanın taşlandiği yerde.” Şah Abdulaziz rahmetullahi aleyh tefsirinde bu rivayeti tercih etmiştir. Bazı alimler, “Mataf (yani tavaf edilen yer), Beytullah’ı Şerifi görür görmez, Hatîm, Hacer’i Esved ve Rûknů Yemâni arası duanın hususi olarak kabul olduğu yerlerdir” demişlerdir. Bazı alimler, “Mültezem. Rûknü Yemâni’den Kâbe’nin kapalı olan batı kapısına kadar olan kısımdır” demişlerdir. Gerçi bu meşhur görüşe aykırıdır, ancak bazı büyük zâtların da görüşü bu yöndedir.’


6) Hz. Enes bin Mâlik radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur; “Kişinin evinde kıldığı namazın karşılığında bir namaz sevabı verilir. Mahalle mescidinde kıldığı namazı karşılığında 25 namaz sevabI verilir. İçinde Cuma namazı kılınan camide kıldığı namaz karşılığında 500 namaz sevab verilir. Mescid’i Aksa’da kıldığı namaza karşılık 50 bin namaz sevabı verilir. Benim mescidimde (yani Medine’deki Mescid’i Nebevi’de) kıldığı namaza karşılık 50 bin namaz sevabı verilir. (Mekke’i Mükerreme’deki) Mescid’i Haram’da kıldığı namaza karşılık 100 bin namaz sevabı verilir.” (Ibni Mâce, Mişkât)

IZAH: Pek çok hadislerde şu konu zikredilmiştir: “Mekke’i Muazzama’daki Mescid’i Haram’da yüzbin namaz sevabı vardır.” Hasan basri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki; “Mekke’de bir gün oruç tutmak Mekke’nin dışında yüzbin oruç tutmaya eşittir. Orada bir dirhem (2. 3,25 gram ağırlığındaki gümüş para) sadaka vermek, oranın dışında yůzbin dirhem sadakaya eşittir. Aynı sekilde orada işlenen her iyilik, oranın dışındaki yüzbin iyiliğe eşittir.

Üçüncü bölümün birinci hadisinde bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ‘in şöyle bir hadisi geçmişti; “Harem’deki iyilik, yüzbin iyiliğe eşittir.” Pek çok hadisten şu anlaşılıyor ki, Mescid’i Nebevi’dek sevab Mescid’i Aksa’nınkinden fazladır. Ancak yukarıdaki hadiste her ikisinin sevabı 50 bin olarak zikredilmiştir. Bu rivayetlerden dolayı alimler şöyle bir yorum yapmışlardır; Burada her mescidin sevabi ondan önceki mescide göredir. Yani içinde Cuma kılınan cami mescidin sevabı, mahalle mescidinin sevabından 500 kat fazladır. Bu durumda cami mescidin sevabı, 12.500 (onikibin beşyüz) olur. Mescidi Aksa’nın sevabı 625.000.000 (altıyüz yirmibeş milyon) olur. Mescid’i Nebevi’nin sevabı 31.250.000.000.000 (otuzbir trilyon ikiyüz elli milyar) olur. Bu durumda Mescid’i Nebevî’nin sevabı Mescid’i Aksa’dan çok fazla olmaktadır. Ancak (bu hesap) genel olarak rivayetlerde geçen Mescid’i Haram’ın yüzbin olan sevabından daha fazla olmuş oldu. Mescidi Haram’a girerken en güzeli itikafa niyet edilmelidir. Her mescidin hūkmü budur. Namaz kılmak için herhangi bir mescide girerken itikafa niyet edilmelidir. Tâ ki, o zaman zarfında ayrıca itikaf sevabı da devam etsin. Mescid’i Haram ve Mescid’i Nebevi’de buna bilhassa dikkat edilmelidir. İmam Nevevi rahmetullahi aleyh, “Bu (itikafa niyet etmek) çok önemlidir. Buna çok özen göstermek gerekir” diye yazmıştır.  


7) Hz. Ömer radıyallahu anh şöyle buyurmuştur; “Benim (Mek- ke’nin dışında) Rekiyye denilen yerde yetmiş hata işlemem, bana Mekke’de bir hata işlememden daha sevimlidir. (Kenz)

İZAH: Mekke’i Mükerreme’de iyiliklerin sevabı çok fazla olduğu gibi, orada günahların vebâli de çok ağırdır. Bundan dolayı Hz. Ömer radiyallahu anh buyuruyor ki, “Mekke’nin dışındaki yetmiş hata, Mekke’deki bir hatadan daha iyidir.” Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma’nın da aynı ifadesi üçüncü bölümün birinci hadisinin açıklamasında geçmiştir. Hz. Ömer radı- yallahu anh’ın bu manada pek çok ifadeleri zikredilmiştir. Bu yüzden bazı büyük zâtlar hakkıyla saygi ve hürmet göstermek zor olur düşüncesi ile Mekkei Mükerreme’de ikâmet etmeyi uygun görmemişlerdir.

Imam Gazali rahmetullahi aleyh şöyle yazmıştır; “Orada hatalar işlemek şiddetle yasaklanmıştır. (Eğer hata işlenirse) Allahu Teâlâ’nın gazabının vacib olması yakın olur.”

Vehb bin el-Verd rahmetullahi aleyh büyük bir zâttır. Diyor ki: Ben bir gün Hatim’de namaz kılıyordum. O esnada Kâbe’nin perdelerinin arasından şöyle bir ses duydum; “Ben, etrafımda gülüp şakalaşan ve boş sözlerle meşgul olanları, önce Allah celle celaluhu’ya şikayet ediyorum ondan sonra ey Cebrâil, sana şikayet ediyorum. Eğer bu insanlar o hareketlerinden vazgeçmezlerse, ben öyle patlarım ki, benim her taşım parça parça olur.”  

Hz. Ömer radıyallahu anh bir defasında Kureyş’lilere hitap ederek şöyle buyurdu; “Sizden önce Amâlika kabilesi bu evin mütevellisi ve idarecileriydi. Onlar, ona karşı hürmette gevşeklik gösterdiler, tâzimin hakkını edâ etmediler. Allah celle celaluhu onları helak etti. Ondan sonra Benû Cürhüm kabilesi onun mütevellisi oldu. Onlar ona karşı saygısızlik gösterince Allah celle celaluhu onları da helak etti. O halde sizler ona karşı çok tâzim gösteriniz, bu hususta gevşeklik göstermeyiniz.”

Mûsa bin Muhammed rahmetullahi aleyh diyor ki: Bir defasında Acemli bir şahıs tavaf yapıyordu. Salih ve dindar biriydi. Tavaf yaparken güzel bir kadının ayağındaki halhal sesi kulağına ilişti. Kadın tavaf yapıyordu. Adam onu gözüyle süzmeye başladı, Rûknû Yemâni’den bir el çıktı ve ona öyle bir tokat attı ki, adamın gözü çıktı. Beytullah’ın duvarından, “Sen bizim evimizi tavaf ediyorsun, bizden başkasına bakıyorsun. Bu tokat o bakışın bedelidir. Eğer tekrar bir hareket yaparsan, biz daha fazla karşılık veririz” diye bir ses geldi.” (ithaf . İhya . Kenz * Mūsâmerât)


8) Hz. Âişe radıyallahu anha diyor ki: Ben Kâbe’nin içine girmeyi ve orada namaz kılmayı arzu ediyordum. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem elimden tutarak beni Hatîm’e soktu ve “Sen Kâbe’ye girmek istediğinde Hatîm’de namaz kıl. Muhakkak o, Kâbe’nin bir parçasıdır. Senin kavmin Kâbe’yi inşa ederken bu bölümü (masraflar karşılanamadığı için) Kâbe’nin dışında bıraktılar” buyurdu. (Ebû Dávúd)

İZAH: Kâbe’nin içine girmek müstehabtır. Orası da duaların kabul olunduğu hususi yerlerdendir. Bu konu beşinci hadisin açıklamasında geçmiştir. Ancak rüşvet vererek içeri girmek câiz değildir. Kureyş’liler Beytullah’ı inşa edince onun zeminini yüksek yapmışlardı. Kapısını da o kadar yüksek yaptılar ki, kimse merdiven dayamadan oraya giremesin. Artık bu onların isteklerine bağlıydı, dilediklerinin girmesine müsaade ediyorlar dilediklerine de etmiyorlardı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in arzu ve isteği Kâbe’yi eski tarzına uygun olarak inşa etmekti. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe radıyallahu anha’ya, “Araplar yeni Müslüman oldular. (Yani olur ki, Kâbe’yi yıkmaktan dolayı onların duygularında bir kabarma ve ateşlenme meydana gelebilir.) Eğer böyle olmasaydı ben Kâbe’yi yeni baştan inşa ederdim ve Hatîm’i Kâbe’nin içine katardım. Ona iki kapı koyardım ki, insanlar birinden girsinler ve diğerinden çıksınlar. Kapıları da yer seviyesine indirirdim. Senin kavmin istedikleri kimseler içeri girsinler diye onun kapısını yüksek yaptılar” buyurdu. Başka bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Aişe radıyallahu anha’ya, “Senin kavmin Beytullah hakkında eksiklik yaptı. Eğer onlar küfür zamanına yakın olmasalardı onların dışarıda bıraktıkları kısmı Beytullah’a katardım. Eğer benden sonra Beytullah’ı inşa etmeye sıra gelirse, gel ben sana onların ne kadar bölümü dışarıda bıraktıklarını göstereyim” buyurdu ve ondan sonra takriben yedi ziralık (yaklaşık 4,75 metrelik) bir kısmı gösterdi. Bu ve buna benzer rivayetlere dayanarak Hz. Abdullah ibni Zúbeyr radıallahu anh kendi zamanında Kâbe’yi yapmaya karar verince Rasúlullah sallallahu aleyhi vesellem’in arzusuna uygun olarak tamiratında düzeltmeler yaptı. Hatim kısmını Kâbe’ye kattı. Ancak ondan sonra Abdulmelik’in zamanında Haccac tekrar onu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in zamanındaki haline çevirdi. Ancak onun niyeti ne olursa olsun, Allahu Teâlâ’nın bir ihsanı olarak bu bölüm tamiratın dışında kaldı. Bundan dolayı şimdi Kâbe’i Şerif’e girmek her şahıs için kolaylaştı. O bölümde ne bina vardır ne de rüşvet verme zarureti vardır. Kim ne zaman isterse oraya girip namaz kılar ve dua eder. Burası Kâbe’nin içi hükmündedir. Bundan dolayı Rasûli Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimiz, Hz. Aişe radıyallahu anha’nın içeri girme temennisi üzerine, “Burada namaz kıl buyurmuştur. Özellikle kadınların içeri girmesinde birçok zorluklar vardır. Onlar için bu bőlüm (yani Hatîm) ganimettir ve Allah’ın ihsanıdır.

Kâbe’nin içine girmek her ne kadar müstehab ve güzel ise de onun âdâbı daha da fazladır. Alimler şöyle yazmışlardır; “Eğer bir kimse Kâbe’ye girerse son derece azamet ve vakarla girmesi gerekir. Ayağına mesh veya terlik giymemeli, girmeden önce gusül yapmalı, son derece huşû ve huzû içinde ağlayarak girmelidir.

Bir Allah dostuna, “Siz Kâbe’nin içine girdiniz mi?” diye sorulunca şöyle buyurdu; “Benim bu ayaklarım Rabbimin evinin dört tarafını dolaşmaya layık değildir. Ben onları bu temiz eve sokmayı uygun bulmuyorum. Ben onların nerelerde gezip dolaştığını ve ne gibi kötü niyetlerle yürüdüğünü biliyorum.”‘

Ey Galib! Kâbe’ye hangi yüzle gideceksin?                                                                                  

Meğer sen ne utanmaz biriymişsin

Ben yere secde edince şöyle bir nidâ geldi yerden                                                                        

Bu riyâ secdesiyle beni niçin berbâd ettin sen

Tavaf için Kâbe’ye gittiğimde bana müsaade etmedi                                                                       

“Kapının dışında ne yaptın da içeri girmeye heveslendin” dedi.

Alimler şöyle yazmışlardır; Kâbe’i Şerif’e girecek olanların bilhassa sapık insanların uydurdukları iki şeyden sakınmaları gerekir. Birincisi, kapının tam karşısındaki, duvarda, demirden bir halka vardır. Cahil insanlar ona Urve’tül Vuskâ derler ve “Kim onu tutarsa, o Urve’tül Vuskâ’yı tutmuştur. Bu halis bir cehalettir. İkincisi, Kâbe’i Şerif’in ortasında bir çivi vardır. Ahmaklar ona Sürrettüd dünya (Dünyanın göbeği) demekte ve kendi göbeklerini oraya sürtmektedirler. Bu iki şey boş işten ve ahmaklıktan başka bir şey değildir. Bunların hiçbir aslı yoktur.”


9) Hz. Câbir radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim; “Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o fayda elde edilir.” (Ibni Mâce)

İZAH: Bir başka hadiste şöyle geçmektedir; “Eğer sen zemzem suyunu, susuzluğunu gidermek için içersen susuzluğun gider. Eğer onu yemek yerine karnını doyurmak için içersen, doyarsın. Eğer bir hastalıktan sıhhat bulmak için içersen, sıhhat bulursun. O, Hz. Cebrâil aleyhisselam’ın hizmeti ve Hz. İsmail aleyhisselam’ın sebîlidir.? Hz. Cebrâil aleyhisselam’ın hizmeti olmasının manası şudur: Onun gayretiyle bu kaynak yerden fışkırmıştır. Bu kıssa meşhur ve mâruftur.

Hz. Süfyan bin Uyeyne rahmetullahi aleyh meşhur bir muhaddistir. Onun yanına bir şahıs geldi ve “Siz Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, <Zemzem suyu hangi iş için içilirse, o iş olur> buyurduğunu söylediniz. Bu hadis sahih midir?” diye sordu. O, “Sahihdir” dedi. O şahıs, “Ben zemzemi, sizin bana 200 hadis nakletmeniz niyetiyle içtim” dedi. O, “Otur bakalım” dedi ve ona 200 hadis nakletti. (İbni Uyeyne) şunu da söyledi; “Hz. Ömer radıyallahu anh zemzem suyu içerken, <Allah’ım! Ben kıyamet gününün susuzluğunu gidermek için içiyorum> demiştir.” 

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Veda haccinda bol bol zemzem içti ve “Gönlüm istiyor ki kendim kovayı doldurup da içeyim. Ancak bütün insanlar kendileri doldurmaya başlayacaklar, onun için doldurmuyorum” buyurdu. Bazı rivayetlerde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bizzat kendisi doldurduğu geçmektedir. Mümkündür ki herhangi bir vakit bizzat kendisi doldurmuştur. Başka bir vakitte ise fazla kalabalık olduğundan dolayı mazeret buyurmuştur. Bir hadiste şöyle geçmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Abbas radıyallahu anh’dan zemzem suyu istedi. “(O vakit zemzem kuyusu suyun toplandığı havuz gibi bir yerdi.) Hz. Abbas radıyallahu anh, “Bu suya herkes elini sokuyor. Evde saf su var, ondan getireyim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Hayır, herkesin içtiği sudan getir” buyurdu. Hz. Abbas radıyallahu anh suyu takdim etti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zemzem suyunu içti ve gözlerine sürdü. Sonra tekrar alıp içti ve kendi üstüne serpti. Başka bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir; “Bizimle mûnafıklar arasındaki fark şudur: Onlar zemzem suyunu kana kana içmezler, (çok az miktarda içerler.)” Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir; Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir defasında kovanın zemzemle doldurulmasını emretti. Kova doldurulup kuyunun kenarına bırakıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kovayı eliyle tutup, “Bismillah” deyip uzun uzun içti. Sonra “Elhamdulillah” dedi. Sonra tekrar, “Bismillah” diyerek bol bol içti ve yine “Elhamdulillah” dedi. Daha sonra, “Bizimle mûnafıkların arasındaki fark şudur: Onlar zemzemi doya doya içmezler” buyurdu. Yine bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “lyi insanların musallasında (namaz kıldıklan yerde) namaz kılınız. İyi insanların suyundan su içiniz.” Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum, “lyi insanların musallası neresidir?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Mizab’ı Rahmet’in altıdır” buyurdu. Sonra sa- habe-i kiram radıyallahu anhum, “lyi insanların suyu nedir?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Zemzem’dir” buyurdu. (Kenz, Ithaf Ithaf)

Ümmü Mâbed radıyallahu anha diyor ki: Benim çadırımın yanından. elinde iki su tulumu olan bir köle geçti. Ben, “Bu su tulumları nedir?” dedim. Köle, “Benim efendime, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mektubu geldi. Onda kendisine zemzem suyu gönderílmesini istemiş. Ben yolda kurumasın diye bunları acele olarak götürüyorum” dedi.

Hz. Aişe radıyallahu anha kendisiyle beraber zemzem suyu götürürdü ve “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de beraberinde zemzem suyu götürürdü” derdi. Bir hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem yanında zemzem suyu götürür, hastaların üzerine serperdi. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin radıyallahu anhuma’nın tahnîk? (Cocuk dünyaya geldikten sonra süt emmeden ônce hurma veya benzeri tatlı bir şeyi vip yumuşattıktan sonra çocuğun ağzına koymaya tahnîk denilir.)  vakitlerinde de onlara zemzem vermişti.’   

Zemzem suyu için şundan daha büyük hangi fazilet olabilir; Mirac gecesinde Hz. Cebrâil aleyhisselam gökten Burak, Cennet’ten de kap getirdi. Ancak Peygamber sallallahu aleyhí vesellem’in temiz kalbini yıkamak için Cennet suyu yerine zemzem suyu kullanıldı. Halbuki Hz. Cebrâil aleyhisselam oradan pek çok şey getirdiğine göre Cennet’ten su getirmesinde bir zorluk mu vardı?

Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zemzem suyu içince şu duayı okurdu; “Allah’ım! Sen’den fayda veren ilim, bol rızık ve her hastalığa şifa vermeni dilerim.”


10) Hz. İbni Abbas radryallahu anhuma diyor kl: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye hitab ederek şöyle buyurdu; “Sen ne hoş şehirsin, bana ne kadar sevgilisin. Eğer kavmim beni senden çıkarmasaydı, senden başkasında oturmazdım.” (Timizi, Mişkar)

IZAH: Bu hadisten ve bir de Mekke’deki her iyiliğin sevabının yüzbin olduğu bildirilen hadislerden dolayı bir büyük topluluğun görüşü sudur: Mekke’i Mükerreme bütün şehirlerden daha üstündür. Orada oturmak müstehab ve efdaldir. Şu açıktır ki, her bir namaz yüzbin sayıldığı için bu durum kimi kendisine çekmez ki? Ancak buna raĝmen büyük zâtların pek çoğu orada kalmayı uygun görmemişlerdir. Molla Ali Karî rahmetullahi aleyh şöyle yazmıştır, “Mekke’i Mükerreme’de oturmak Imam Muhammed rahmetullahi aleyh ve Imam Ebû Yusuf rahmetullahi aleyh’e göre müstehabtır ve fetva da buna göredir. Bu bazı şafiilerin ve bazı hanbelilerin tercih edilen görüşüdür. Ancak Imam Azam Ebû Hanife rahmetullahi aleyh ve Imam Mâlik rahmetullahi aleyh, orada müstakil olarak oturmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. İhtiyatlı zâtlardan oluşan büyük bir topluluğun görüşü budur. Allah etmesin orada kaldığından dolayı oraya karşı ağırlık ve bıkkınlık meydana gelir veya oraya karşı hürmette bir çeşit azalma olursa yada orada kaldığı süre içinde kişiden herhangi bir günah sa’dır olursa, oradaki iyiliklerin sevabı çok fazla olduğu gibi orada kalarak günah işlemenin de vebali çok şiddetlidir. Ancak günahlardan sakınan Allah’ın ihlaslı kullan için Mekke’de oturmanın üstünlüğüne ne denebilir. Fakat onların sayısı o kadar azdır ki, onlara bakarak hüküm vermek, halkın içinde bir padişaha bakarak hüküm vermek gibidir. Tabii ki yalandan kendisinin zahid, muttaki oldugunu iddia edenlere itibar edilmez. Ona bakarsan her şahıs kendi kendine, “Ben orada oturma şartlarını yerine getirebilirim” demektedir. Iddia etmek çok kolaydır.

Yalnız iken çok zordur sakınmak kırmızı şaraptan                                                                     

Dostlar arasındayken maâzallah demek çok âsan

Molla Aliyyül Kâî diyor ki: “Hz. Imamı Azam rahmetullahi aleyh kendi devrindeki insanların hallerini göz ônünde bulundurarak Mekke’ye yerleşmenin mekruhluğunu ve hoş olmadığını açıkladı. Eğer o bu zamanda bízim gördüklerimizi görseydi oraya yerleşmenin haram olduğuna fetva verirdi.” Mola Aliyyül Kârî meşhur alimlerdendir. Hicri 1014’de vefat etmiştir. O kendi zamanının halinin böyle olduğunu söylerse, bu gün hicretin 1400. yılının sonuna doğru olan durum gün gibi ortadadır.

İmam Gazali rahmetullahi aleyh şöyle buyuruyor; “Ihtiyat sahibi ûlemanın Mekke’ye yerleşmeyi mekruh görmelerinin üç sebebi vardır:

1) Orada kalınan süre içinde Kâbe’i Şerife karşı olması gereken manevi zevk ve arzunun, manevi cezbe ve coşkunun azalma endişesi vardır.

2) Oradan ayrılma vaktinde meydana gelen ayrılık ızdırabı ve tekrar dönüp gelme cezbesi, orada yerleşince kalmaz. Bundan dolayı Allah dostları şöyle demişlerdir; “Senin başka bir şehirde oturup da kalbinin Mekke’i Mükerreme’ye bağlı olması, Mekke’de oturup da kalbinin başka yerleri arzu etmesinden daha hayırlıdır.” Allah dostlarından bazıları da şöyle demişlerdir; “Horasan’da oturan nice insanlar, Mekke’ye bağlılık hususunda, tavaf yapan bazı insanlardan daha yakındır. Hatta bazı insanlar vardır ki, bizzat Kâbe onları ziyarete gider.”

3) Allah etmesin, orada ikâmet etmekteyken bir günah sa’dır olursa, bu çok şiddetlidir ve Allahu Teâlâ’nın gazabını mûcibtir.

Mekke’i Mükerreme baştan başa berekettir. Onun her yeri, her kapısı ve duvarı, her taşı ve toprağının zerresi bereketlidir. Ancak bazi yerler var ki, oraların hususiyeti biraz daha fazladır. Onlardan bazıları bu bölümde geçmiştir. Onların faziletleri hakkında ayrı ayrı hadisler yazılmıştır. Burada zikredilen yerlere ilave olarak şunlarda önemli yerlerdendir:

1. Hz. Fâtımâtuzzehra’nın dünyaya geldiği, Hz. Hatice radıyallahu anha’nin evi: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in İbrahim dışındaki bütün evlatları burada doğmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hicrete kadar bu evde kalmıştır. Alimler şöyle yazmışlardır; “Mescid’i Haram- dan sonra Mekke’deki bütün evlerin içinde en faziletli ev bu evdir.

2. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in doğduğu Mevlîd’i Nebî sallallano aleyhi vesellem adıyla meşhur olan evdir.

3. Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyallahu anh’ın evi: Zukak Savvağîn, yani Kuyumcular Sokağı’ndadır. Ona Darül Hicret de denilir. Çünkü hicret bu evden başlamıştır. Hicretten önce Rasûlullah salalahu aleyhi vesselem her gün buraya gelirdi. Orada iki tane taş vardı. Onlardan birinin adı Mütekellim’di. O Rasülullah salallahu aleyhi veselem’e selam vermisti. Ikincisinin adı Mutteka idi Rasülullah salalahu aleyhi vessellem ona yaslanip oturmuştu.  

4. Hz. Al Kememalahu Vechehunun doğduğu yer.

5. Dar’ı Erkam’dır: Dar’ı Hayzurân adıyla meşhurdur. Sâfâ tepesine yakındır. Hz. Ömer radıyallahu anh onun evinde İslam’a girmiştir. Böylece onun iman etmesi sonucu Müslümanların sayısı kırka tamamlanmıştır. Bunun üzerine şu ayet nazil olmuştur; “Ey Peygamber! Sana da, mü’minlerden sana tabî olanlara da Allah yeter. (Enfal-64)” Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem İslam’ın başlangıcında bu evde gizlenirdi.

6. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyallahu anh’ın hicret vaktinde saklandıkları Sevr dağındaki mağara: Kur’an-ı Kerim’de şu ayetle bu mağaraya işaret edilmiştir; “(Hani küfredenler, Peygamberi Mekke’den çıkardıkları vakit) ikinin ikincisi idi. (Hani onlar) mağarada idiler.”

7. Hira dağındaki mağara: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem nübüvvetten önce günlerce orada ibadet yapardı ve uzlete çekilirdi. Bu mağarada kendisine ilk olarak İkra diye başlayan (Âlâk sûresinin) ilk ayetleri indi. (Tevbe-40)

8. Mescid’ür Râve: Mekke’de Muallâ tarafındadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem orada namaz kılmıştır.

9. Mescid’ül Cinn: Burada cinler toplanmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yanında Abdullah ibni Mes’ud radıyallahu anhuma olduğu halde oraya gitti. Hz. İbni Mes’ud radıyallahu anhuma’yı bir yere oturtarak kendisi ileri gitti ve cinlere İslam’ın emirlerini öğretti ve onlara Kur’an okudu. 

10. Mescid’üş Şecere: Burası Mescid’i Cin’in tam karşısındadır. Orada bir agaç vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu çağırdı, ağaç yeri yararak huzuruna geldi. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Geri dön” buyurdu, ağaç aynı yerine geri döndü.

11. Mescid’ül Ganam: Ona Mescid’ül Icâbe de denir. Rasûlullah sallal lahu aleyhi vesellem Mekke’nin fethi sırasında orada bîat almıştı.

12. Mescid’i Ecyad, Mescid’i Cebeli Ebû Kubeys: Harem’i Şerif’ten görünmektedir. Burada bir koyun başı yemekle ilgili meşhur olan rivayet yanlıştır.

13. Mescid’i Tuvâ: Ten’îm yolundadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem hac veya umre için teşrif ettiği zaman orada kalırdı.

14. Mescid’i Aişe: Ten’iîm’dedir. Umre ihramına girilen yerdir.

15. Mescid’ül Akabe: Mina’ya yakındır. Hicretten önce ensarın bîat ettikleri yerdir. Burası Mescid’i Haram’dan Mina’ya giderken sol tarafta ve yoldan ayrı bir yerdedir.

16. Mescid’i Ciirrane: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mekke’nin fethinden sonra, Taif’ten dönerken orada ihrama girmiştir.

17. Mescid’i Kebş: Buraya Menhari İbrahim de denilir. Hz. İbrahim aley- hisselam, Hz. İsmail aleyhisselam’ı burada kurban etmek istemiştir.

18. Mescid’i Hayf: Mina’daki meşhur mesciddir. Orada yetmiş nebînin medfun olduğu söylenir.

19. Ğarı Mürselât: Mescid’i Hayfın yakınındadır. Mürselât sûresi orada inmiştir.

20. Cennet’ül Muallâ: Mekke’i Mükerreme’nin kabristanıdır. Hz. Hatice radıyallahu anha’nın kabri oradadır. Hadislerde bu kabristanın fazileti bildirilmiştir.

Bunlara ilave olarak daha pek çok bereketli makam vardır. Mekke’i Mükerreme’de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve Sahabe-i Kiram’ın mübarek ayaklarının basmadığı hangi yer vardır ki! Ancak Molla Aliyyûl Kâri rahmetullahi aleyh yukarıda sayılan yerleri özel olarak zikretmiştir.


Online sipariş yapabilirsiniz
Türkiyeden : www.gulistannesriyat.com
Almanyadan: www.al-madinamarkt.de