Benî Kurayza Gazvesi yapıldı.


BENÎ KURAYZA GAZVESİNDE NELER YAŞANDI ?


Hendek Harbi kazanılmış, düşman hüsrâna uğramış olarak Mekke’ye dönmüştü. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de hâne-i seâdetine dönerek, âdeti üzere zırhını çıkarmış ve yıkanmışlardı ki, Cebrâîl -aleyhisselâm- çıkageldi. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“–Silâhını bıraktın mı? Biz henüz bırakmadık!” dedi.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Öyleyse sefer var demektir; nereye?” diye sordular.

Cebrâîl -aleyhisselâm- da harp esnâsında ihânet eden Benî Kurayza yurdunu göstererek:

“–İşte oraya!” dedi. (Buhârî, Meğâzî, 30)

Çünkü daha önceki yahûdîler gibi Benî Kurayza da, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile yaptıkları ahde riâyet etmemişler, en zor zamanlarda ihânette bulunmuşlardı. Oysa yapılan muâhedeye göre Medîne’ye saldıran müşriklere karşı müdâfaada bulunmaları gerekirdi. Lâkin aksine, her fırsat buldukça, işlemedikleri hıyânet ve mel’anet kalmıyor, böylece kendi elleriyle kendilerini helâke sürüklüyorlardı.

Emr-i ilâhîyi alan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, derhâl mü’minleri toplayarak Benî Kurayza üzerine yürüdü. Hattâ:

“–İşiten ve itâat eden herkes ikindi namazını Benî Kurayza yurduna varmadan kılmasın!” buyurarak yahûdîler toparlanmadan harekete geçti. (Buhârî, Meğâzî, 30)

Yahûdîler, Hazret-i Ali kumandasındaki öncü kuvvetleri görünce, yaptıklarına pişman olacakları yerde hiddetlenerek Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hakkında ileri-geri sözler sarf ettiler. Ancak az sonra bizzat Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in başlarında bulunduğu üç bin kişilik İslâm ordusunu karşılarında görünce âdeta dilleri tutuldu. Allâh Rasûlü’nün heybetinden, söylediklerini inkâr ettiler.

Üseyd bin Hudayr -radıyallâhu anh-:

“–Ey Allâh düşmanları! Siz açlıktan ölünceye kadar, kalenizi kuşatmaya devâm edeceğiz! Siz yuvasında kıstırılmış tilki gibisiniz!” dedi.

Benî Kurayza yahûdîleri korku içinde:

“–Ey İbn-i Hudayr! Biz Hazreclilerin değil, siz Evslilerin müttefikiyiz!” dediler.

Üseyd -radıyallâhu anh-:

“–Artık sizinle aramızda ne ahit ne de bir antlaşma vardır!” dedi. (Vâkıdî, II, 499)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yahûdîlerle savaşmadan önce kalelerinin dibine kadar yaklaşarak onları İslâm’a dâvet etti. Fakat kabûl etmediler.

Kuşatma uzayıp yahûdîler iyice sıkıntıya düşünce liderlerinden Ka’b bin Esed:

“–Ey yahûdî cemaati! Şu gördüğünüz felâket başımıza gelip çattı. Ben size üç şey teklif ediyorum, hangisini isterseniz onu yapınız!” dedi.

“–Nedir onlar?” diye sordular.

Ka’b:

“–Birisi; şu adama tâbî olur, peygamberliğini tasdîk ederiz! Vallâhi, şu kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, O sizin için gönderilmiş bir peygamberdir ve kitâbınızda vasıflarını yazılı bulduğunuz zâttır. Kendisine îmân edecek olursanız, kanlarınızı, mallarınızı, çocuklarınızı ve kadınlarınızı korumuş olursunuz!” dedi.

“–Biz hiçbir zaman ne Tevrât’ın hükmünden ayrılırız ne de onu başka bir kitapla değiştiririz!” dediler.

Bundan sonra Ka’b, çocuk ve kadınları öldürerek savaşa girmeyi veya cumartesi gecesi, yâni müslümanların saldırı beklemedikleri bir anda hücûm etmeyi teklif etti. Hiçbirini kabûl etmediler. Çünkü Allâh yüreklerine korku salmıştı.

Sa’lebe, Üseyd ve Esed isminde üç genç, yahûdî âlimlerinin, Son Peygamber hakkında anlattıkları husûsiyetlerin Allâh Rasûlü’nde olduğunu görerek müslüman oldular. Gece kaleden inerek Efendimiz’in yanına geldiler.

Yahûdîler, o gün kayıtsız şartsız teslîm olmak mecbûriyetinde kaldılar. Benî Kurayza yahûdîleri, Evs kabîlesinin himâyesinde bulunduğundan, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o kabîlenin büyüğü olan Sa’d Hazretleri’ni hakemlik için çağırttı. Hazret-i Sa’d, savaşta yaralanmış olmasına rağmen iştiyakla emr-i Peygamberî’ye ittibâ ederek oraya geldi. Zîrâ harpte yaralandığı zaman Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvarmıştı:

“Yâ Rab! Benî Kurayza’dan intikâm almadıkça rûhumu kabzetme!” (Tirmizî, Siyer, 29/1582)

Hazret-i Sa’d -radıyallâhu anh-, yahûdîlerin isteği üzerine onlar hakkında Mûsâ -aleyhisselâm-’ın şerîatine göre hüküm verdi. Onun verdiği hükmü, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de tasdîk etti ve:

“–Ey Sa’d! Yemin ederim ki sen, Allâh’ın yedi kat semâvâtı üzerindeki hükmüne muvâfık hükmettin!” buyurdu. (Buhârî, Meğâzî, 30; İbn-i Sa’d, III, 426)

Hazret-i Sa’d’ın yürekten yapmış olduğu duâsı makbûl oldu ve savaşta mü’minleri arkadan vuran hâin yahûdîler hakkında hükmünü verdikten sonra yarası açıldı. Bir müddet sonra o Peygamber âşığı sahâbî, rûhunu şehîden teslîm ederek ilâhî rahmete nâil oldu.

Sa’d -radıyallâhu anh- iri vücutlu olduğu hâlde, insanlar onun cenâzesini taşırken çok hafif olduğunu gördüler. Allâh Rasûlü, bunun hikmetini şöyle beyan buyurdu:

“–Onu başkaları taşıyor! Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, melekler Sa’d’ın rûhuyla sevindiler ve Rahmân’ın Arş’ı da onun için titredi!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 271; Tirmizî, Menâkıb, 50/3848; Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 12)

Peygamber Efendimiz, Sa’d -radıyallâhu anh-’ın cenâze namazını kıldırıp onu kabrine koyduktan ve üzerini toprakla örttükten sonra uzun müddet tesbîhâtta bulundu. Ashâb-ı kirâm da Allâh Rasûlü’ne tâbî olarak tesbîhâtta bulundu. Sonra Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- tekbîr getirdi. Ashâb da tekbîr getirdi. Daha sonra ashâb:

“–Yâ Rasûlallâh! Niçin tesbîh ettiniz ve tekbîr getirdiniz?” dediler. Allâh Rasûlü:

“–Allâh ona genişlik verinceye kadar, kabir şu sâlih kulu sıktı da sıktı.” buyurdu. (Ahmed, III, 360) Ardından sözlerine şöyle devâm etti:

“–Şâyet bir kimse kabrin fitnesinden kurtulacak olsaydı, şüphesiz ki Sa’d kurtulurdu. Ancak onu kabir önce sıktı, sonra da Allâh ona genişlik verdi.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, X, 334)

***

Hendek Gazvesi’nde ilâhî lutuf ile nâil olunan muvaffakıyyeti, Kur’ân-ı Kerîm şöyle beyân eder:

وَاَنْزَلَ الَّذِينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاصِيهِمْ وَقَذَفَ فِى قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَرِيقًا تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَرِيقًا وَاَوْرَثَكُمْ اَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ وَاَرْضًا لَمْ تَطَؤُهَا وَكَانَ اللهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرًا

“Allâh, ehl-i kitâbdan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. (Böylece) Allâh, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mîrasçı yaptı. Allâh’ın her şeye gücü yeter!” (el-Ahzâb, 26-27)