Bu dönemde içki ve kumarın yasaklandığı ayetler indi.


İÇKİ VE KUMAR NASIL HARAM KILINDI?


Dinimiz İslam, dünya ve ahiret mutluluğunu engelleyen, kişisel, ailevî ve toplumsal huzursuzluklara yol açan, başta alkol, uyuşturucu ve kumar olmak üzere her türlü zararlı alışkanlıkları yasaklıyor. Âyetler ve hadisler ışığında içki ve kumarın haram kılınış süreci…

İçki ve kumar ne zaman haram kılındı? İçki ve kumarın haram kılınışı ve hikmetleri nelerdir? İşte cevapları…

İÇKİ VE KUMARIN HARAM KILINIŞ SÜRECİ 

İçki ve kumar hakkındaki hükümler, İslâm’ın ilk yıllarında ortaya konulmayıp husûsî bir takdîr ile geriye bırakılmıştı. İçkinin haram kılınışı, şu merhalelerden sonra gerçekleşti:

1- Mekke’de:

وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَاْلاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا اِنَّ فِى ذَلِكَ لآيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

“Hurma ve üzümden, hem sarhoşluk veren içki hem de güzel gıdâlar elde edersiniz. Şüphesiz bunda aklını kullanan kimseler için alınacak bir ibret vardır.” (en-Nahl, 67) âyet-i kerîmesi nâzil olmuştu. Bu âyette hurma ve üzümden, güzel gıdâdan farklı olarak sarhoşluk veren bir madde de elde edildiği bildirilmiştir. Böylece sarhoşluk veren şeylerin, güzel ve makbul bir içecek sayılmadığı hissettirilerek onun ileride yasaklanacağı îmâ edilmiştir. Mekke döneminde içki hakkında başka âyet nâzil olmamıştır.

2- Peygamber Efendimiz Medîne’ye hicret ettikten sonra, insanların soruları üzerine Allâh Teâlâ şöyle buyurdu:

يَسْئَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا اِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَاِثْمُهُمَا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا

“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için bir kısım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günâhı, faydalarından daha büyüktür…” (el-Bakara, 219)

Bu âyetin nüzûlünden sonra müslümanların ekseriyeti içkiyi terk etti, bir kısmı ise içmeye devâm etti.

3- Ashâb-ı kirâmdan biri, akşam namazını kıldırırken, bir âyeti mânâ bozulacak derecede yanlış okudu. Bunun üzerine:

يَااَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَقْرَبُوا الصَّلوَةَ وَاَنْتُمْ سُكَارَى حَتَّى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ

“Ey îmân edenler! Siz sarhoş iken, ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın!..” (en-Nisâ, 43) âyeti nâzil oldu.

Bundan sonra müslümanlardan içki içenler iyice azaldı. Namaz kılınacağı zaman Allâh Rasûlü’nün münâdîsi:

“Sarhoş olanlar kesinlikle namaza yaklaşmasın!” diyerek seslenirdi. Müslümanlar, artık içkinin kesin bir şekilde yasaklanacağını anlamışlar ve buna hazır hâle gelmişlerdi.

4- Nihâyetinde müslümanların büyük bir kısmı içkiyi bırakmıştı. Bâzıları ise içki yüzünden karşılaştıkları nâhoş hâllerden muzdarip durumdaydılar. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“Allâh’ım! İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!” diye duâ ediyordu. Nihâyet bir içki ziyâfetinin ardından çıkan kargaşa ile içkinin kötülüğü daha müşahhas bir hâle gelip bu husustaki yasak, kolaylıkla takdîr edilebilecek bir zemin bulunca, bu durum, bir sebeb-i nüzûl teşkîl ederek ilâhî yasak vâkî oldu. Allâh Teâlâ:

يَااَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَاْلاَنْصَابُ وَاْلاَزْلاَمُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ اِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِى الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللهِ وَعَنِ الصَّلوَةِ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ

“Ey îmân edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları, şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felâh bulasınız. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin salmak; sizi Allâh’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bütün bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (el-Mâide, 90-91) âyetlerini inzâl buyurdu.

Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ömer’i çağırıp ona bu âyetleri okudu. “Artık vazgeçtiniz değil mi?” kısmına gelince o:

“−Vazgeçtik! Vazgeçtik yâ Rab!” diyordu. Yalnız Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- değil, bütün müslümanlar da:

“−Artık içkiden, kumardan vazgeçtik ey Rabbimiz!” diyorlardı.

Bu âyetler nâzil olunca, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in emriyle bir münâdî:

“−Haberiniz olsun ki içki haram kılınmıştır!” diyerek seslendi.

Tulumları delinip boşaltılan, küpleri kırılıp dökülen içkiler, Medîne sokaklarında seller gibi aktı!..

Bu yasak âyetinden sonra, içki içen müslümanlar ellerindeki şarapların hepsini imhâ ettiler. Bir daha da içmediler. Daha sonra Efendimiz:

“Muhakkak ki Allâh; içkiye, onu sızdırana, sızdırıldığı yere, içene, içirene, taşıyana, satana, satın alana, bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir!” buyurdu. (Ahmed, I, 53; II, 351; Nesâî, Eşribe, 1-2; Hâkim, II, 305/3101)

Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Ebû Talha’nın evinde insanlara sâkîlik yaptığım sırada içki haram kılındı. Allâh Rasûlü bir münâdîye emretti, o da insanlara bunu duyurdu. Biz evdeyken münâdînin sesi geldi. Ebû Talha:

“–Çık da bir bakıver, şu ses neyin nesidir?” dedi. Çıkıp baktım ve:

“–Bir münâdî; «Dikkat, dikkat; içki haram kılınmıştır!» diye nidâ ediyor.” dedim. Bana:

“–Öyleyse git ve onu dök!” dedi. O andan itibâren Medîne sokaklarından içki aktı. (Buhârî, Tefsîr, 5/11)

Bu hâdise, ashâb-ı kirâmın, Allâh Teâlâ’nın emrine uymadaki titizliğine güzel bir misâldir. Hiçbir îtiraz ve mâzeret ileri sürmeden ve beklemeden derhâl ellerindeki içki küplerini ve kırbalarını dökmüşler, bu emr-i ilâhî’ye de büyük bir teslîmiyet göstererek ve gönülden itaat ederek Allâh’ın rızâsına koşmuşlardır.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurur:

“Sarhoşluk veren her şey haramdır. Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” (İbn-i Mâce, Eşribe, 10; Nesâî, Eşribe, 24, 48)

“İçki her kötülüğün başıdır.” (Ahmed, V, 238)

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse, üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın!” (Tirmizî, Edeb, 43/2801)

“Ümmetimden birtakım kimseler, içkiye başka isimler vererek onu içeceklerdir!” 

(Ahmed, İÇKİ VE KUMAR NEDEN BİR ANDA YASAKLANMADI?

İçki ve kumarın yasak edilmesinde, maslahat îcâbı bir tedrîcîliğe riâyet edilmesi, İslâm’da teblîğ, irşâd ve kötülüklerle mücâdele metodunun tespitinde esaslı bir mesned teşkîl eder. Allâh Teâlâ, ezelî ve küllî bir ilim sâhibi olmasına rağmen, İslâm hükümlerini tâyin ve tespit ederken, muhâtabı olan insanların tâkatlerini ve bu ahkâma intibaklarındaki gelişme seyrini göz önünde bulundurmuştur. Bunun en ehemmiyetli tezâhürü, îtikâda âit âyetlerin, Kur’ân-ı Kerîm’in bugünkü tertîbine zıt bir sûrette, Mekke devrinde ve öncelikle inzâl buyruluşudur. Kur’ân-ı Kerîm, nâzil olmaya başlamazdan evvel de Levh-i Mahfûz’da mevcûd olduğuna göre burada onun inzâlindeki takdîm ve te’hîrlerin maslahattan doğduğu kolayca anlaşılır.

Bu maslahat, beşerin, Kur’ân’a tâbî olma husûsundaki istîdâd ve iktidârını ve bundaki gelişmeyi gözetmekten ibârettir. Tıpkı bir çocuğa vâkî olacak mükellefiyetlerin, o büyüdükçe artırılması gibi…

En mükemmel sûrette asr-ı saâdette tatbîk edilmiş olan tedrîcîlik prensibi, ilâhî bir merhamet tezâhürü olarak Cenâb-ı Hak tarafından konulmuş son derece hikmetli bir sünnetullâhtır. Bu sünnet, İslâm’ı teblîğde her zaman için geçerli bir metod olduğu gibi, insan vâkıasının husûsiyetlerine de en muvâfık bir usûldür. Zîrâ İslâm’a evvelâ inançları düzeltmek sûretinde girilir. O safha hazmedildikten sonra sıra amellere gelir. Amelleri îfâ husûsunda ise beşer tâkatine göre bir tedrîce riâyet olunur. Bu durum sâdece İslâm’ın teblîği için değil, her türlü beşerî telkin ve yönlendirme için de geçerlidir. Bu sebeple Allâh’ın Âdem -aleyhisselâm- ile başlayan ilâhî teblîğâtında da -inanç hükümleri sâbit kalmakla berâber- sosyal kâidelerde insanoğlunun tâkip ettiği gelişme seyrine muvâzî bir tekâmül vâkî olmuş ve bu tekâmül İslâm dîninde kemâle ermiştir. Bu keyfiyet, insanın tabiat ve tâkatini dikkate almanın ne kadar mühim bir metod olduğunu göstermektedir.