Peygamber Efendimiz’in Kabe Hakemliği


Kureyş kabilesi Kâbe’nin yeniden inşa edilmesi için kolları sıvamıştı. Kâbe duvarları yıkılacak, yeniden örülecekti. Kabileler arasındaki çatışmaları önlemek için “Emin” sıfatıyla herkesin sevgi, hürmet ve îtimâdını kazanmış Muhammed’i (s.a.v.) hakem seçtiler.

Mekke’de bir sel baskını olmuş, Kâbe hayli zarar görmüştü. Bunun üzerine kabîle­ler onu tâmir için elele verdiler. Kâbe’yi temellerine kadar yıkıp yeniden inşâ etmeyi kararlaştırdılar.

Bu esnâda, bir geminin şiddetli rüzgârla Mekke yakınlarındaki Şuaybe iskelesine doğru sürüklendiğini ve orada karaya çarparak parçalandığını haber aldılar. Gemi, yumuşak düz taş, kereste ve demir gibi inşaat malzemeleri taşıyordu. Gidip gemideki tahtaları satın aldılar. Kâbe’nin yıkım ve yapım işlerini kur’a ile paylaştılar.

Kureyşliler Kâbe’nin kendilerine düşen taraflarını yıkıp yeniden yapmaya başlayacakları sırada, Ebû Vehb bin Amr ayağa kalktı ve:

“−Ey Kureyş cemaati! Kâbe’nin inşâsına, kazancınızın temiz ve helâl olmayanını karıştırmayın! Ona gayr-i meşrû yoldan kazanılan mal, fâiz parası veya herhangi bir kimseden haksız olarak alınmış para katılmasın!” dedi. (İbn-i Hişâm, II, 210; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 305)

Kureyşliler, Kâbe’yi yıktıkları takdirde azâba uğrayacaklarından korktukları için kararsız bir hâldeydiler. Araplar arasında mevcut olan Kâbe’ye karşı tâzim ve hürmet, İbrâhîm’in (a.s.) şeriatinden beri muhâfaza edilegelen kudsî bir vazîfe idi. Kureyş cemaatinin önde gelenlerinden Velîd bin Muğîre:

“−Sizin Kâbe’yi yıkmaktaki gâyeniz nedir? İyilik mi yoksa kötülük mü?” diye sordu.

“−Elbette iyiliktir!” dediler.

Velîd:

“−Ey kavmim! Siz Kâbe’yi yıkmakla onu ıslâh etmek istemiyor musunuz? Allâh Teâlâ ıslâh edicileri helâk etmez!” dedi ve Kâbe’yi yıkmaya ilk önce o başladı. Diğerleri de onu tâkib ettiler. (Abdürrezzâk, V, 319)


KABE’NİN YENİDEN İNŞASI

Kâbe’nin duvarlarını bir sıra taş, bir sıra da ahşap bağlama kirişleriyle örerek yükselttiler. Varlık Nûru da Kâbe’nin tâmirine amcası Abbâs ile berâber iştirâk etti. Sıra Hacer-i Esved’i yerine koymaya gelince, her kabîle bu şerefli vazîfeyi kendisi yapmak istediği için büyük bir kargaşa çıktı. Aralarında sert tartışma ve çekişmeler başladı. Mesele haset ve ihtirâsa dönüştü. Neredeyse kan dökülecekti. Abduddâroğulları, içi kanla dolu bir çanak getirdiler, ölünceye kadar çarpışmak üzere Adiy bin Kâ’b Oğulları’yla antlaşma yaptılar ve savaşmaya hazırlandılar. Yeminlerini sağlamlaştırmak için de ellerini kanla dolu çanağa batırdılar. Kureyşliler, bu hâl üzere dört veya beş gece kaldılar.

Nihâyet Kureyş’in en yaşlısı olan Ebû Ümeyye yüksek sesle:

“−Ey kavmim! Biz ancak hayır istiyoruz, kötülük istemiyoruz. Siz bu hususta kıskançlık yarışına girmeyin. Bırakın mücâdeleyi! Mâdem şu meseleyi aramızda hâlledemedik, Harem kapı­sından ilk gelecek zâtı aramızda hakem tâyin edelim. Hükmüne de râzı olalım!” diyerek eliyle Mescid-i Harâm’ın Benî Şeybe kapısını gösterdi.


KUREYŞ’İN PEYGAMBERİMİZE HÜRMETİ

Tam o esnâda Hz. Peygamber, Harem kapısında göründü. Herkesin yüzünü tatlı bir te­bessüm kapladı. Zîrâ gelen Muhammedü’l-Emîn idi. Kureyş’in, Peygamber Efendimiz’e karşı sevgi, hürmet ve îtimâdı her geçen gün daha da ziyâdeleşmişti. Hattâ bir deve kesecek olsalar, Server-i Âlem Efendimiz’i ararlar, O da gelir işlerinin bereketi için onlara duâ ederdi.( Abdürrezzâk, V, 319; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 304.)

Bu sebeple Kureyşliler O’nu görür görmez:

“−İşte el-Emîn! Aramızda O’nun hakem olmasına hepimiz râzıyız!” dediler.


HACER’ÜL ESVED ANLAŞMAZLIĞI

Meseleyi kendisine anlattılar. O da, her kabîleden bir kişi seçti ve ridâsını çıkarıp yere serdi. Sonra Hacer-i Esved’i ridâsının üzerine koydurup seçtiği kişilerin her birine bir ucundan tutturdu. Mübârek taşı birlikte taşıdılar. Hz. Peygamber de onu kendi elleriyle yerine yerleştirdi. Böylece kabîleler arası çıkabîlecek muhtemel bir savaşa mânî oldu.(İbn-i Hişâm, I, 209-214; Abdürrezzâk, V, 319.)

O’nun bu şekilde firâsetli davranışı, erişilmez mükemmellikte bir ahlâk sergilemesi ve benzeri ulvî husûsiyetleri, kendisini “Sultânü’l-Enbiyâ” makâmına yükseltecek bir nübüvvetin, o an için bilinmeyen nişâneleri idi. Belki Mekke’de doğup büyüyen Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) nebî olacağı henüz bilinmiyordu ama, tevhîdden ayrılmamış olan bâzı has kullar tarafından Âhir Zaman Nebîsi’nin geleceği bilinmekte ve vaktinin yaklaştığı da hissedilmekteydi. Nitekim Kuss bin Sâide bunlardan biri idi.