Peygamberimizin Göğsünün Açılması ve Yıkanması


Peygamber Efendimiz’in mübârek kalbi 3 defa farklı mekan ve zamanlarda açılmış, içini temizlenerek, huzur, sükû­net, merhamet, şefkat, îman ve hikmet gibi ulvî hasletlerle doldurulmuştur.

Şerh-i Sadr, Peygamber Efendimiz’in kalbinin açılıp yıkanması hâdisesine denir. Bu konu ile ilgili ayet-i  kerime ve hadis-i şerifler şu şekildedir.


PEYGAMBERİMİZİN KALBİNİN AÇILMASI İLE İLGİLİ AYET-İ KERİME

İnşiras Sûresi 1. ayet-i kerimesinde “(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” buyrulmaktadır.

Senin kalbini açıp genişletmedik mi?” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki “şerh-i sadr” kavramını Râgıb el-İsfahânî, “kalbin ilâhî bir nur ile Allah tarafından bir huzur ve sükûnet, bir rahatlık ile genişletilmesi” şeklinde açıklamıştır (el-Müfredât, “şrh” md.). Hz. Peygamber’in kalbinin açılıp genişletilmesi ifadesini, Zümer sûresinin 22. âyeti de dikkate alındığında, onun beşerî idrak kapasitesinin vahiy ile arttırıldığına ve âzami seviyeye çıkarıldığına işaret olarak anlamak uygun olur.

Zümer Sûresi’nin 22. âyeti şöyle buyrulmaktadır: “Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.”

Ayrıca müfessirler bunu, ona indirilen vahyi anlaması, koruması ve Peygamberlik görevini yerine getirebilmesi için kendisine verilmiş olan zihin açıklığı, mâneviyat yüksekliği gibi mânalarla da açıklamışlardır. Bazı müfessirler ise Duhâ Sûresi’nin devamı mahiyetinde olan bu âyetlerde, bir süre ara verilmiş olan vahyin yeniden başlamasıyla Hz. Peygamber’in mâneviyatının güçlendirildiğine değinildiği kanaatindedir.  (Diyanet Tefsiri)


PEYGAMBERİMİZİN KALBİNİN AÇILMASI İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

Birinci Şerh-i Sadr: Kalbin Açılması Hâdisesi

Allâh Teâlâ, ilâhî esrârı alıcı hâle gelmesi için Resûlullâh’ın sadrını müteaddid defâlar açmış, içini temizleyerek, huzur, sükû­net, merhamet, şefkat, îman ve hikmet gibi ulvî hasletlerle doldurmuştur. Bu hâdiselerin ilki, Peygamber Efendimiz henüz süt annesinin yanındayken gerçekleşmiştir. Hâdiseyi Fahr-i Kâinât Efendimiz bizzat anlatmışlardır.

Bir kimse Resûlullâh’a:

“−Peygamberliğinizin ilk alâmetleri ne idi?” diye sormuştu. Allâh Resûlü şöyle buyurdu:

“−Benim süt annem Sa’d bin Bekr Oğulları’ndandı. Ben ve süt kardeşim hayvanlarımızı alıp gitmiştik. Ya­nımıza hiçbir yiyecek de almamıştık. Süt kardeşime:

«−Kardeşim, haydi anneme git de biraz yiyecek getir!» dedim.

O gitti, ben hayvanların yanında kaldım. Aradan çok geçmeden beyaz elbiseli iki melek geldi. Biri diğerine:

«−Bu, O mudur?» diye sordu.

Öteki de:

«−Evet.» dedi.

Hemen yanıma geldiler, beni sırtüstü yatırdılar, karnımı açtılar. Sonra kalbimi çıkardılar, onu yarıp içinden iki siyah kan pıhtısı çı­kardılar.

Sonra biri ötekine:

«−Haydi git ba­na kar suyu getir!» dedi.

Onunla içi­mi yıkadılar. Sonra yine:

«−Haydi şimdi de dolu suyu getir!» dedi. Getirdi, onunla da kalbimi yıkadılar. Sonra:

«−Haydi şimdi huzur ve sükû­neti getir!» dedi.

Onu kalbime yerleştirdiler.

Daha sonra biri öteki­ne:

«−Haydi kapat ve O’nu peygamberlik mührü ile mühürle!» dedi.

Melek de kalbimi kapattı ve nübüvvet mührüyle mühürledi… Daha sonra ayrılıp gittiler, hakîkaten çok korkmuştum. Sonra dönüp eve gittim ve başıma gelenleri bir bir süt anneme anlattım…” (Ahmed, IV, 184-185; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 280; Heysemî, VIII, 222)

Bâzı kaynakların bildirdiğine göre bu hâdise, Varlık Nûru dört yaşında iken gerçekleşmiştir. (Bkz. İbn-i Sa’d, I, 112.)

Enes (r.a.):

“Ben Allâh Resûlü’nün sadrındaki o yara izini hep görürdüm.” demiştir. (Müslim, Îman, 261)

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sadrının yarılmasındaki hikmetlerden bâzıları şunlardır:

Allâh Teâlâ, bu sûretle Rasûlü’nün hâl ve şânını insanlara bildirmiş ve O’nu çocukluğundan itibâren vahiy için hazırlamıştır. Mânevî bir temizlik ameliyesi olan şerh-i sadr hâdisesinin, insanların müşâhede edebileceği bir sûrette vâkî olması da O’nun risâletine îman ve tasdîki daha çok temin etme hikmetine mâtuftur. Nitekim bunun gibi hârikulâde hâller, insanların O’na îmân etmelerini kolaylaştırmıştır.

İkinci Şerh-i Sadr: Kalb-i Nebî’nin Merhamet, Şefkat ve Rahmet ile Doldurulması

Ebû Hüreyre (r.a.), Peygamber Efendimiz’e hiç kimsenin sormaya cesâret edemediği şeyleri sormak husûsunda son derece cesur davranır, hiç çekinmezdi. Birgün Fahr-i Kâinât Efendimiz’e:

“−Yâ Resûlallâh! Nübüvvetle alâkalı ilk gördüğünüz alâmet nedir?” diye sordu.

İki cihânın saâdet rehberi olan Allâh Resûlü şöyle buyurdu:

“−Ey Ebû Hüreyre! Mâdem sordun, söyleyeyim. Ben on yaşlarındayken bir gün sahrâda idim. Başımın üstünden gelen bir sesle irkildim. Bir adam diğerine sordu:

“−Bu, O mu­dur?”

Öteki cevap verdi:

“−Evet, bu O’dur.”

O zamâna kadar hiç kimsede görmediğim yüzler, kimsede bulmadığım rûhlar ve hiç kimsede görmediğim el­biselerle karşıma çıktılar. Yürüyerek bana doğru gelen o iki adamdan her biri, bir kolumdan tuttu, fakat dokunduklarını hiç hissetmedim.

Biri ar­kadaşına:

“−Haydi O’nu yere yatır!” dedi.

Berâberce beni yere yatırdılar. Ben hiçbir zorluk ve güçlükle karşılaşmadım. Yine biri diğerine:

“−Haydi göğsünü aç!” dedi ve o da açtı. Fakat ne kan gördüm, ne de bir acı hissettim. Ona yine şöyle dedi:

“−Haydi, oradaki kin ve hasedi çıkar!”

O da oradan kan pıhtısı gibi bir şey çıkardı. Sonra onu fırlatıp attı.

“−Haydi, şimdi onun ye­rine şefkat ve merhameti yerleştir!” dedi. Çıkardıkları şey büyüklüğünde ve gümüşe benzeyen bir şey koyduklarını gördüm. Sonra sağ ayağımın baş parmağını tutup oynattı ve:

“−Haydi selâmetle git!” dedi.

Ben kalkıp giderken içim şefkat ve merhametle dolu idi. Ondan sonra da hep kü­çüklere karşı şefkat, büyüklere karşı da merhamet hissettim.” (Ahmed, V, 139; Heysemî, VIII, 223)

Üçüncü Şerh-i Sadr: Miraç’a Hazırlık (Nübüvvetin 11. Senesi)

İsrâ ve Mîrâc Gecesi’nde, Fahr-i Kâinât’ın Hak Teâlâ ile vuslatından evvel, kalb-i pâk-i nebevîleri üçüncü defâ ilâhî tecellîlere hazırlanarak sadırları îman ve hikmetle doldurulmuştur. (Bkz. Buhârî, Salât, 1; Müslim, Îman, 263.)

Resûlullâh bu hâdiseyi şöyle anlatır:

“Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi îman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 22, 43; Müslim, Îman 264)”