İşkenceler Altında Tek Söz “ehad Ehad”


Onlar her anda O’nu (c.c) anar O’ndan yardım dilerlerdi. Sahabe efendilerimizin Allah’a olan imanlarının kuvvetini ne işkenceler nede zorluklar zayıflatamadı. Onlar işkence altında bile yanlız Allah’ı zikrederlerdi…

Mekke devrinde; bilhassa güçlü kabîleleri olmayan fakir ve köle müslümanlar, azılı müşrikler tarafından çok ağır işkencelere tâbî tutuldular.

Meselâ Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-’ın gaddar sahibi Ümeyye bin Halef, akla hayâle gelmedik işkenceler yapardı. Onu kızgın kumlara yatırır, üzerine koca koca taşlar koyar, bazen de Mekke sokaklarında sürüklerdi. Bilâl-i Habeşî -radıyallâhu anh-’ı bir gün bir gece susuz bıraktıktan sonra; kendisine demirden bir gömlek giydirir, şiddetli sıcağın altında kızgın kumlar üzerinde tutar, vücudunun yağı eriyinceye kadar bekletirdi.

İŞKENCELER ALTINDA TEK SÖZ “EHAD EHAD”

Müşrikler Bilâl -radıyallâhu anh-’a her türlü işkenceyi yapmalarına rağmen istedikleri şeyi söyletemezler, o dâimâ;

“–Ehad!.. Ehad!.. Ehad!.. (Allah bir!.. Allah bir!.. Allah bir!..)” derdi. (Bkz. Ahmed, I, 404; İbn-i Sa‘d, III, 233; Belâzurî, I, 186)

Ammâr -radıyallâhu anh-’ın babası Hazret-i Yâsir -radıyallâhu anh-, müşriklerin söyletmek istedikleri şeyleri söylemedi ve onların ağır işkenceleri altında şehîd oldu.

Annesi Hazret-i Sümeyye -radıyallâhu anhâ- da, vahşî işkencelere mâruz kaldıktan sonra bir ayağı bir deveye, diğer ayağı da diğer bir deveye bağlanarak canavarca parçalandı, fecî bir şekilde şehîd edildi.

Yine kimsesiz müslümanlardan Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh-’ı, zâlim sahibesi kızgın demirlerle dağlardı. Zinnîre Hatun -radıyallâhu anhâ- işkencelerden gözlerini kaybetmişti. Hazret-i Suheyb -radıyallâhu anh-’ı, baygın düşünceye kadar döverlerdi. Abdullah İbn-i Mes‘ud -radıyallâhu anh-’ı, Mescid-i Haram’da Kur’ân okudu diye fecî şekilde darp etmişlerdi.

Tevhid imtihanı zordur.

Dinde en zor mesele, akāiddir. İnsanın her uzvunda irade vardır. Fakat kalbinde irade yoktur.

Demek ki; sadece; «İnandım!» demekle, îman kalpte kök salamaz. Çeşitli imtihanlarla, o îmânın kökleşmesinin gerçekleşmesi gerekir. Îmânı zayıf olanlar ise, bu imtihanlarda kaybederler.

Kur’ânî tâlimat bu husûsu şöyle beyan buyurur:

“…İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece; «Îmân ettik!» demeleriyle bırakıverileceklerini mi sandılar? And olsun ki Biz, onlardan evvelkileri de imtihan ettik. Elbette Allah, sadâkatte bulunanları da yalancı olanları da ortaya çıkaracaktır.” (el-Ankebût, 1-3)

Böyle çilelere tahammül bereketiyle tevhid inancı ne kadar sağlam yerleşirse, kalp o minvalde devam eder.

Zira kalpte lâyıkına muhabbet ve müstehakkına nefret yerleşince; kalp, başlangıçtaki iradesizlikten muhafaza edilmiş olur. Bundan itibaren karşılaştığı menfî şahıs ve fikirlere meyletmez, müsbet şahsiyet ve mânâlara ise teveccüh gösterir.

Nebîler silsilesinde, tevhid mücadelesinin muazzam misalleri yaşanmıştır.